ESKİ VE YENİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ESKİ VE YENİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2019 Cumartesi

ESKİ VE YENİ ALİ KEMALLER,

ESKİ VE YENİ ALİ KEMALLER, 


Hulki CEVİZOĞLU 


Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme hizmet eden satılık, kiralık ya da doldurma kalemler deyince en başta Ali Kemal, Refi Cevat Ulunay, Refik Halit ve Sait Molla akla gelmektedir. 

Bir örnek olarak Ali Kemal’i anlatmak yeterlidir. 

Ali Kemal’in asıl adı Ali Rıza’dır. 1869’da İstanbul’da doğdu. 

1.Dünya Savaşı sonrasında, İstanbul işgal altındayken, Millî Mücadele aleyhindeki yazılar yazmış, ama işgal kuvvetlerine dost bir yazar ve politikacı olmuştur. 

Mandacılık ve ihanetin sembolü olarak ünlenmiş, bu nedenle adı Artin Kemal’e çıkmış, bugünkü mandacıların önderi olmuştur. 
Gazeteci ve yazarlığı ile tanınmasına rağmen, bunların yanı sıra Damat Ferit Hükûmetlerinde Millî Eğitim ve İçişleri Bakanlıkları da yapmıştır. 

Hayatı hep yurt dışında geçiyor. 1869’da İstanbul’da doğuyor ama henüz 17 yaşındayken Paris’e gidiyor (1886). Sonra, Cenevre, İstanbul (1 yıl), Halep, İstanbul (2 yıl), Paris, Brüksel, Mısır ve Londra. İngiliz’le evlendi. (İngiliz ajanı rahip Frew ile çok yakındı. Atatürk Nutuk’ta bunun da haince faaliyetlerini anlatmaktadır.) İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti’nin “onur üyesi” idi. 

Hayatı sürekli kaçma-kovalama ile geçiyor. Bu fizîken olduğu gibi, düşünsel olarak da böyle. Vur-kaç taktiği içinde bir hayat sürüyor. 
Gazeteciliği sırasında sahtecilik ve “intihalin” de kötü örneklerinden birini oluşturuyor. Fransız basınında yayınlanan röportajları çevirip, İkdam Gazetesi’ne göndermiş, bunları kendi özgün röportajları gibi yutturmuştur. Gazetecilikteki bu sahtekarlıkları da Hüseyin Cahit tarafından ortaya çıkarılmıştır. 

Türkiye’de (İstanbul’da) olabildiği sürelerde bir şeyler kapıyor: 

1.Damat Ferit Paşa Hükûmeti’nde Eğitim Bakanı (Maarif Nazırı), 
2.Damat Ferit Hükûmeti’nde ise İçişleri Bakanı (Dahiliye Nazırı) oluyor!.. Atatürk Samsun’a çıktığı gün İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturuyor. İlginçtir, yaklaşık bir ay sonra, 26 Haziran 1919’da görevinden istifa ediyor!.. Bakanlık görevleri ile değil, İkdam, Peyam ve Peyam-ı Sabah gazetelerindeki Millî Mücadele karşıtı ve hakaret dolu yazılarıyla öne çıktı, ün yaptı. Mustafa Kemal’in ordudan azlini O sağladı. 

Kendisini linçe kadar götürecek işgalcileri savunan Millî Mücadele aleyhindeki yazıları, halkı tahrik ediyordu. Ders verdiği Darülfünunda Edebiyat Fakültesi’nde verdiği siyasi tarih derslerindeki tahrikleri 31 Mart olaylarına kadar gitti. 31 Mart kalkışmasını bastırmak üzere Selanik’ten gelen Hareket Ordusu’ndan korkarak yeniden Paris’e kaçtı (1909). 

4 Kasım 1922 tarihinde İstiklal Mahkemesi’ne çıkarılmak üzere Ankara’ya götürülmek üzere evinden alındı. Ama, İzmit’te 1. Ordu Karargahında Komutan Sakallı Nurettin Paşa’ya teslim edildi. 6 Kasım’da Paşa ile görüşmesinden dışarı çıkarken, bina dışında bekleyenler tarafından linç edildi. 

İçişleri Bakanı olduğu sırada, Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk gibi yeni kurulan millî örgütlerin telgraflarının çekilmesini yasaklar ve Yunanlılarla çatışmaya başlamış olan Millî Kuvvetlerin bastırılıp dağıtılması için genelge yayımlar. Hükûmet, işgalin protesto edileceği İstanbul’daki mitingleri yasaklar. 

Yazılarından bazı alıntılar: 

- “Kurtuluşumuza son darbe, bu (millî) harekettir.” (Peyam, 29 Ekim 1919) 
- “M. Kemal ve Rauf Bey ikbal hırsı içindedirler. Siyasetten habersizdirler. Millî Kuvvetler, ateş olsalar, cirimleri kadar yer yakarlar.” (Peyam, 14 Kasım 1919) 
- “Kuva-yı Millîye ancak çetecilik yapar, vurur, kırar, geçirir.” (Peyam-ı Sabah, 2 Mart 1920) 
- “Millî Teşkilatı yok etmek, millet için var olma meselesidir. Dahildeki Müslümanlar bilmelidir ki, o alçaklara karşı çıkanlar dine, halifeye, millete, unutulmaz hizmetlerde bulunmuş olacaklardır.” (Refi Cevat Ulunay, Alemdar, 
4 Nisan 1920) 

- “Büyük Millet Meclisi, küçük heriflerin eseridir” (Peyam-ı Sabah, 28 Mayıs 1920) 
- “Anadolu’nun henüz istilaya uğramayan yerlerini M. Kemallerden, Ali Fuatlardan, o ipsiz sapsız, akılsız fikirsiz zorbalardan, canilerden temizlemelidir. Kan, can, mal ne pahasına olursa olsun, temizlenmelidir!” (Peyam-ı Sabah, 5 Ağustos 1920) 
- (13 Nisan 1920, Peyam-ı Sabah’ta) “Anadolu Türkler’i şeriat hükmüne ve Padişah fermanına dayanarak, bu şaklabanlara hadlerini bildirmelidir.” 
- (TBMM’nin açıldığı tarihte, kuva-yi millîyecileri yargılamak için Divan-ı Harp’ler kurulur. İki gün sonra, 25 Nisan’da) “İdam! 

İdam! M.Kemal cezasını bulacak!” (Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlığını yaptığı Harp Divanı, 11 Mayıs’ta M.Kemal’i idama mahkum eder) Ali Kemal’in oğlu büyükelçi Zeki Kuneralp’tir. Zeki Kuneralp babasının linç edilmesinden 20 yıl sonra Dışişleri Bakanlığı’na girdi, Türkiye’nin Bern, Londra ve Madrid büyükelçiliklerini yaptı. (Eşi 1978’de ASALA tarafından Madrid’de öldürüldü.) (Ali Kemal’in torunu, Zeki Kuneralp’in oğlu, Selim Kuneralp de Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliğinden sonra Seul Büyükelçiliğini sürdürmektedir.) 

Ali Kemal, Hürriyet ve İtilaf Partisinin önde gelenlerinden biri idi. Bu parti 1911’de, İttihat ve Terakki iktidarını devirmek için kurulmuştu. 

İçinde din adamlarından, en keskin Batı yanlılarına kadar pek çok kişi vardı. 

Hürriyet ve İtilaf Partisi, 13 Ekim 1919 tarihinde hükûmete bir muhtıra vererek, Kuva-yı Millîye’nin “millî kuvvetler” değil, Kuvayı Bagiye yani, “asi kuvvetler” olduğunu vurgular ve buna göre önlem alınmasını ister. Hükûmet de, bu parti ile İngilizler’in desteğini arkasına alarak Millî Mücadele’ye karşı yerel ayaklanmalar çıkarır, çete hareketlerini destekler: 

Adapazarı Olayları (Ekim 1919), Şeyh Recep Olayı (18 Ekim 1919), Birinci Anzavur Ahmet Ayaklanması (25 Ekim-30 Kasım 1919), Birinci Bozkır Ayaklanması (27 Eylül-4 Ekim 1919), İkinci Bozkır Ayaklanması (20 Ekim-4 Kasım 1919) 

Ali Kemal, İçişleri Bakanı olduğu dönemde, Atatürk’ün Samsun’a çıkışından 6 gün sonra (25 Mayıs’ta), Mustafa Kemal’in “cebren ve mahfuzen” geri gönderilmesi emrini verir. 

Ali Kemal ile Hürriyet ve İtilaf Partisi, 16 Mart’ta İstanbul’un işgaline de çok sevinir. Ancak bir üzüntüleri vardır: “Bu işgal bir önlem niteliğindedir ve gecikmiştir!...” 

Ali Kemal’in gazetesi Peyam-ı Sabah’da, Kuva-yı Millîye’ye karşı hükûmet bildirisi ve fetvalar yayınlanır. Bunlar İngiliz, Fransız ve Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atılır. Bu fetva ve bildirilerde şöyle deniliyordu: 

“Padişahtan izinsiz olarak istilacılara karşı direnen millîyetçileri tek tek veya topluca öldürmek, din gereği ve görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, öldürenler gazi sayılır.” 

Bugünkü Ali Kemallerin sayısı daha fazla. Bunlar AB ve ABD ile işbirliğinin “kayıtsız koşulsuz” savunucuları olarak ortaya çıkıyorlar: 
“Biz adam olmayız. Kendimizi yönetemeyiz. Kanunlar çıkaramayız. Kendi kendimize uygarlaşamayız. Ancak AB dayatması (sopası) ile bir şeyler yapabiliriz. İnsan hakları o zaman yürürlüğe girebilir.” 
Yabancıların “kanun zoruyla tarih yazma” komedisini destekleyerek, 
“Türkler’in 30 bin Kürt, 1, 5 milyon Ermeni’yi öldürdüğü” yalanını savunuyorlar. Bunları söyleyerek Avrupa’dan ödül almaya çalışıyorlar. 

Atatürk ve onun ilkelerinden vazgeçmemizi emreden AB’nin dümen suyunda, bata çıka ilerlemeye çalışıyorlar. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ndeki “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözlerine nispet olarak, “Türkler’in kanının kirli” olduğunu yazıyorlar!.. 

Birlik ve beraberliğimizin simgelerinden Millî Marş’ımızı karalayarak, tam tersi propaganda yapıyorlar, “Millî Marş’ın sözleri bölücü” diyebiliyorlar!.. 

Milyonların gözünün içine bakarak, televizyon canlı yayınlarında, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adı değişmelidir” diyerek, “Türkiye Silahlı Kuvvetleri” adını önerebiliyorlar!.. 

Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün bile, “ Terör örgütü AB vasıtasıyla isteklerini Türkiye’ye dikte ettiriyor ” demek zorunda kaldığı 2005’deki Genel Değerlendirme toplantısındaki konuşmasına rağmen, PKK’nın Siyasallaşmasını açıkça savunabiliyorlar!.. 

“ PKK terör örgütü değildir” diyen belediye başkanlarına; 

“ Kürdistan’ın başkenti Diyarbakır’a geldim” diyen AB müfettişlerine, milletvekilleri ne; 

“ Ermeni Soykırımı yoktur, Diyemezsiniz” diyen AB ülkelerine destek çıkıyor, açıkça savunuyorlar!.. 

Terör örgütü başı Öcalan’ın affedilmesini isteyebiliyor, terörle mücadele etmek için çıkarılmak istenen yasaları engellemek için ise, ellerinden gelen propaganda yı yapıyorlar!.. Avrupa Birliği fonlarından sürekli olarak besleniyorlar!.. 

   Oysa Atatürk: “ Şunu bilmenizi isterim ki ” diyordu; 

“Biz, emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş, sefil bir ölüme mahkum olmaktansa, babalarımızın oğlu sıfatı ile vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz.” 

Türk Vatanını değil, başka vatanları seviyorlar; elden çıkması tehlikesine aldırmıyorlar. Oysa bakınız vatan şairimiz Namık Kemal ne diyor: 

“Vatan bize kılıcımızın ekmeğidir. Bir Millet, Vatanını sevmezse çok zaman geçmez, vatanını, vatan sevgisiyle dolu olan başka milletlerin İstilası altında görür.” 

Bu topraklarda, Ali Kemallere karşı Mustafa Kemaller’in sayılamayacak kadar çok olduğuna ve dip dalgası olarak şahlanan bu yurtseverlerin, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti sonuna kadar yaşatacağına inanıyor, 
Saygılar., Sunuyorum. 


***


23 Kasım 2014 Pazar

ESKİ VE YENİ TÜRKİYE KAVRAMLARI



ESKİ VE YENİ TÜRKİYE KAVRAMLARI




Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacı ile mütenasip olacaktır. Artık yeni Türkiye’nin devlet siyaseti, milli sınırları dahilinde egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)
28 Ağustos’da görevi devralan Yeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yeni Cumhurbaşkanımız tarafından atanan müstakbel yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu 27 Ağustos 2014 günü gerçekleştirilen AK Parti Olağanüstü Kongresindeki konuşmalarında defalarca Yeni Türkiye’den söz ettiler.

Bu toprakların yetiştirdiği bir Türk aydını olarak “Yeni Türkiye” söylemlerini reddediyorum.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti asla eskimemiştir.
Tüm müessese ve kurumları ile cumhuriyet rejimimiz dimdik ayaktadır.
Cumhuriyetimizin sözedildiği gibi yenilenme ihtiyacı bulunmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelleri Türk halkının seçilmiş temsilcileri tarafından 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile birlikte atılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından muhteşem bir Kurtuluş Zaferini müteakip 29 Ekim 1923’te kurulmuş ve Lozan Barış Antlaşması ile dünya devletleri tarafından varlığı kabul edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bugün şehit ve gazi kanlarıyla çizdiği vatan topraklarında, kurucu Türk milletinin 76 milyon evladının koruyuculuğunda, kurulduğu ilk günkü gibi yeni ve yepyeni olarak bağımsızlığını devam ettirmektedir.
İç ve dış tüm yıkma gayretlerine rağmen Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesinin ülkü birliği tüm yurtta yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Her Türk vatandaşının beynine kazınmış bu iradede hiç bir sapma ve zafiyet bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; 91 yıllık cumhuriyetimiz zaten yenidir ve yenilenme ihtiyacı yoktur.
Türk Milletine; “YENİ CUMHURİYET”söylemleri ile getirilmek istenen düzeni kabul ettirmek sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
Türk Milletinin Zafer Haftasını ve 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyorum.
Cumhuriyetimizi bize armağan Eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere emeği geçen tüm şehit ve gazilerimizi saygı ile selamlıyorum. Ruhları şad olsun.
Dost ve düşmanlarımız bilmelidir ki; 76 milyon Anadolu Türkü bu muhteşem cumhuriyet eserini sonsuza kadar yaşatmaya kararlıdır..

Dr. Tahir Tamer Kumkale

..