FİKRİ ÜSTÜNDAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FİKRİ ÜSTÜNDAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Eylül 2016 Cumartesi

1979 yılı Muhtırası





 1979 yılı Muhtırası



1979 yılı muhtırası

Çare’yi Ordu bulacaktı: Önce muhtıra, Arkasından darbe!


 1979 yılı Muhtırası

Yıl 1979 Aralık ayının son günleri. Türkiye  darbenin arifesi olan bir muhtıra ile karşı karşıyaydı.
İsterseniz,canınız sıkılmazsa, Ogünleri yaşayan birinin kaleminden okumak isterseniz; buyurun, benim “Balans Ayarları/Cumhuriyet Döneminde Askeri Muhtıralar” adlı kitabımdan okuyunuz. (*)

Muhtıra arafesindeki 1979 yılına gidelim.

 Hayat pahalılığının altında ezilen halk yığınları 1979 yılının ilk günü, çektikleri yetmiyormuş gibi “zamlara merhaba” demek zorunda kaldılar…
 Yılın ikinci günü ise, sağ partilerin oklarına hedef olan emekli hava generali İrfan Özaydınlı içişleri bakanlığından istifa etti.Yerine polis eski şeflerinden Orhan Eyüpoğlu getirildi.10 gün sonra da adı ileride bir film yıldızı ile dedikodulara karışacak olan Hasan Fehmi Güneş getirildi. 15 gün içinde üç işleri bakanı gören Türkiye’de anarşi ve terörü önlemenin imkanı varmıydı?
 AP, hükümeti/CHP iktidardadır/ devirmek için “Kahramanmaraş olaylarını” gerekçe göstererek gensoru önergesi verdi fakat meclis bu gensoruyu sanki böyle bir olay olmamış gibi vurdum duymazlıkla reddetti.
 Terör, enflasyon ve istikrarsızlık ile boğuşan hiçbir hükümet başarılı olamıyordu… Adeta zoraki ayakta durabiliyordu !...

 Bu üç sorun Türk insanının kaderi olmuştu: yıllarca terör ve anarşi ile iç içe olacak ve alışacaktı…

 Eskiden “ Üç kutup ” diye adlandırılan, değişik görüşteki militanlar arasında çıkan çatışma olarak görülen terör; zamanla devletin güvenlik güçlerini hedef seçerken; bununla yetinmedi: giderek hedef tesbiti yapılmadan halk yığınlarının üzerine de yöneldi. Bu terör örgütlerinin “bireysel terör” den, “kitlesel terör” stratejisine dönüşümüydü? Kurtarılmış mahallelerin yerini, kurtarılmış kentler aldı. Özelikle MHP, CHP ve AP’li siyasileri hedef alan öldürme olayları tepelerden, il ve ilçe bazındaki parti yöneticilerine inmeye başladı: Akpazar’ın CHP’li belediye başkanı Fikri Üstündağ, MHP Manisa il başkanı eczacı Cemil Çöllü, İstanbul’un eski polis şeflerinden Ilgaz Aykutlu, Adıyaman MHP il başkanı, Kars AP il başkanı,Uşak MHP il başkanı, Adana emniyet müdürü Cevat Yurdakul, Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı Ümit Doğanay, gazetecilerden Abdi İpekçi ve İlhan E.Darendelioğlu, prof.C.O. Tütengil teröre kurban gittiler.. .İdeolojik bazlarda sivri uç olmayan, bilakis denge adamı olarak kabul edilen Abdi İpekçi’nin öldürülmesi Türkiyede fırtınalar kopardı. Sol kesim adres olarak MHP ve ülkücüleri gösterdi. İpekçi’nin katili olarak yakalanan M.Ali Ağca “İpekçiyi düzeni savunduğu için öldürdüm.” diyordu. Sol basın tarafından,Ağca’nın ülkücü kesim ile ilişkileri sergileniyordu… Bu tür cinayetler sağ ve sol partiler ile derneklerin, örgütler’in “öc alma” duygularını alevlendiriyor; bir cinayetin ardından hemen misilleme yapılıyor, daha çok kan dökülüyordu… Gazeteler adeta tiraj raporu verir gibi terör raporu yayınlıyorlardı… Güneydoğu bölgesinde sol örgütlerin yanı sıra “apo’cular/ daha sonra PKK’lı diye anılacak” bir terör örgütü de cinayetleriyle varlığını duyurmaya başladı. Bunların hedef kitlesi daha çok güvenlik güçleri elemanlarıydı. Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusunda “bağımsız bir kürdistan” savaşımı için “kürt milliyetçiliği” tez’i ile ortaya çıkmışlardı. Apo’cuların lideri Abdullah Öcalan/Apo’nun; eski bir Mit mensubunun damadı olduğu, devlet tarafından burs ile okutulmuş eski  solcu görüşlü bir öğrenci olduğu ortaya çıkıyordu.

 Bazı il ve ilçelerde karanlığının basmasıyla birlikte sokaklar boşalıyor ve insanlar tanımadıklarına evlerinin kapılarını açmıyorlardı.

 Ermeni terör örgütü ASALA’da temsilciliklerimize karşı eylemlerini sürdürüyor, elçilik mensuplarını öldürmeye devam ediyorlardı…

 Ticaret dünyamız bitkisel hayata girmişti: akaryakıt yokluğu yıllar öncesini hatırlatırcasına karne ile verilmeye başlanmıştı. Çiftçiler traktörleri ile şehirlerarası yolları kesiyor, şehirlerarası ulaşımlar da mazot ve benzin yokluğundan yapılamıyordu “Ezeli ve Ebedi düşman” diye adlandırılan Yunanlılardan bile petrol istenmiş; “yok!” cevabı alınmıştı. İlaç ve gerekli malzeme yokluğundan hastaneler ameliyat yapamıyorlardı… İlaç, yağ, petrol, ampul ve yedek parçalar karaborsaya düşmüştü… Gazeteler; havalanlarında pist lambasının ampulü bulunamadığı için uçakların Yeşilköy ve diğer havalanlarına iniş-kalkış yapmadığını yazıyorlardı !...

 Ecevit’in bir günde bağımsız yaparak hükümet kurduğu bakanlardan altısı hükümete bir uyarı mektubu vererek “hükümetin aşırı uçlara aman vermemesini ve teröre acil çözümler getirmesini” istediler. Sanki kendileri başka bir hükümetin üyesiymiş veya muhalefet partisi temsilcileriymiş gibi!...

 Gelen fırtınayı ürkerek seyreden cumhurbaşkanı Fahri Korutürkkendisine güven duyulmadığı inancını hissettiği”ni belirterek güvenoylaması istedi. Korutürk’ün bu talebi bir hassasiyetten mi kaynaklanıyordu, yoksa ayak sesleri duyulan bir darbeye muhatap olacak bir cumhurbaşkanı olmak mı istemiyormuydu ? İkisi de olabilir: AP lideriDemirel’in “Çankaya/ cumhurbaşkanını kastediyor/ tarafsızlığını yitirmiştir.” Sözü, biraz da askerleri tanıma  deneyi ve içgüdüyle bu davranış içine girmiş olabilir…
 Cumhurbaşkanı Korutürk istifa etmedi ama hükümette çatırdılar başladı: önce bir “uçkur” meselesinden dolayı içişleri bakanı H.Fehmi Güneş, 16 Ekim de de başbakan Ecevit istifa ettiler.

 Tahtaravallinin öteki ucu havaya kalkarken Demirel’in fötör’ü yekseliyordu. Diğer uçta oturan Ecevit’in altındaki koltuk da yere yapıştı: başbakanlık  Demirel’e verildi

 Demirel, MSP ve MHP’nin dışarıdan desteğini alarak 12 Kasım günü hükümetini kurdu.


 ***

 Terör örgütleri yeni bir alan daha keşfetmişlerdi: sömürü düzeninin kasası olarak kabul ettikleri bankaları soymaya başladılar: Öyle ya, bankaları; kan emen kapitalistler soyacağına/ daha o zamanlar banka sahipleri bankalarını soymaya başlamamışlardı/, bu düzene karşı olan sol örgütlerdevrim için soymalıydı… Adam kaçırmalar, öldürmeler ve bombalamalar alabildiğine hızlandı… Ege bölgesinin birçok yerinde başlayan orman yangınları da organize bir hareketin damgasını taşıyordu; Eylül ayı geldiğinde; tamı tamına 120 yerde orman yangını çıkmıştı. Ekim ayında da Kuşadasında 600 dekarlık orman kül oldu. Bu arada Atatürk’ün yat olarak kullandığı Savarona okul gemisiİzmirde Tariş iplik fabrikasıda bu yangınlardan nasiplerini aldılar. Hatay’da bir ailenin sekiz ferdi üzerlerine benzin dökülerek yakıldılar; bunların fotğrafları gazetelerde yayınlandığında, cinnet geçiren bir toplumun ürünleri hüzünle seyrediliyordu…
 Kim tarafından mı ?
 Türkiyede yaşayan herkes tarafından!
 Yönetilenler,yönetenler ve askerler tarafından!
   Yılın son günleri geldiğinde Kahramanmaraş olaylarının yıldönümü dolayısıyla TÖB-DER/Solcu Öğretmenlerin kurduğu dernek/ tarafından yurdun her tarafında başlatılan protesto gösterileri ve öğretmen direnişleri yüzünden birçok okullarda derslere girilmiyor, DİSK’in de destek vermesiyle fabrikalar da da kısa bir süreli işi durdurma eylemleri başlatıldı. Öğretmen ve işçi eylemlerine/ gerçi bu iki kesim de sol tandanslıydı/  sol örgütler de katılınca; eylemciler ile güvenlik güçleri arasında meydan savaşları oluyordu… Ankara ve İstanbul’da /askerlere göre / iç savaşın provaları yapılıyordu… İzmir, Bursa, Antalya , Adana… tüm kentler kaynıyordu… Antakya’da fırınlar açılmadığından halk fırınların kapılarını kırarak kendi ekmeklerini kendileri pişirmeye başlamıştı!
 21 Aralık günü Brüksel’den dönen Genelkurmay Başkanı orgeneralKenan Evren, siyasılerin ve gazetecilerin gözlerinden uzakta, 1 nci ordu komutanlığı karargahında ki bir toplantıya /ayağının tozuyla/ başkanlık etti. Toplantıya kuvvet komutanları,ordu komutanları ve Harb okulu komutanı katıldılar. Evren paşa “tepedeki askerlerin” ne düşündüklerini öğrenmek istiyordu: “yaşanılan bu ortamdan Türkiye’yi nasıl kurtarabiliriz ? ” sorusuna cevap arıyordu…
 Herkes fikrini söyledi:genel düşünce; “…bu safhada 27 Mayıs gibi bir müdahalenin doğru olmayacağı, parlemento’nun, siyasi partilerin ve diğer bütün anayasal kuruluşların birlik ve beraberlik içinde olmaları ve terörün önlenmesi hususunda her kuruluşun üzerine düşen görevi yerine getirmesi için bir uyarıda bulunulmasının uygun olacağı üzerinde hemen hemen fikir birliğine varıldı



MUHTIRA / MEKTUP HAZIRLANIYOR…


Ankaraya dönen Evren paşa , 24 aralık günü bu kez de kuvvet komutanları, jandarma ve donanma komutanlarını çağırdı: genelkurmayda yapılan toplantıda durum yeniden gözden geçirilerek, hazırlanacak mektup/ muhtıra üzerinde çalışma için start verildi.
 26 Aralık günü de genelkurmay ikinci başkanının da katıldığı bir toplantı daha yapıldı: bu toplantıda hazırlanan mektup/muhtıra müsveddesi üzerinde görüşler alındı. Genelkurmay Başkanı Evren, “mektubun muhatabının mevcut veya muayyen/ belirli bilinen/ partilerin veya kuruluşların olmaması, bütün siyasi partilere, anayasal kuruluşlara hitap etmesi” (7) üzerinde hassasiyet gösteriyordu. Paşa’ya göre “…aşağı yukarı bir aydan fazla bir zamandır iktidarda olan hükümeti sorumlu tutmak elbette mümkün değildi.”
 Son toplantıda muhtıranın/ mektubun radyodan okunmasının da doğru olmayacağını uygun gördüler. Muhatap olarak da Cumhurbaşkanı Korutürk’e verilmesi üzerinde mutabık/ düşünce birliği/ kalındı.
 27 Aralık 1979 sabahı Evren paşa’nın başkanlığında toplanan komutanlar hazırlanan uyarı mektubunu/ muhtırayı imzaladılar. Birbirlerine “hayırlı, uğurlu olsun!” dedikten sonra, herkes rahatladı. Kenan paşamuhtıracı/ mektupçu arkadaşlarına dönerek “bu mektubun bir yarar sağlayacağı inincında değilim Göreceksiniz, hiçbirşey değişmeyecektir. Ama biz bu görevimizi de yerine getirelim ki ileride tarih bizi bu yönden tenkit etmesin!” dedi.  
 Kenan paşa’nın bu sözleri, işin muhtıra ile sınırlı kalmayacağı, arkasından bir darbe’nin/ ihtilalin geleceği fikri’nin kafasına yerleştiği düşüncesini öne çıkarıyor. Kısacası, Paşa kararını vermişti bile.
 Mektubun/muhtıranın Perşembe günleri yapılan “mutad görüşme” çerçevesinde verilmesinin uygun olacağı kabul edildiğinden 27 Aralık Perşembe günü saat 17.00 de Genelkurmay Başkanı Evren elindeki iki mektupla Çankaya köşküne çıktı. Muhtıracılardan başka kimse, genelkurmay başkanının mektubu götürdüğünden haberdar değildi. Kamuoyu bu görüşmenin; cumhurbaşkanı ile yapılan olağan görüşme/mutad görüşme olduğunu sanıyordu.
 Peki, Milli İstihbarat Teşkilatı/ MİT’in bu mektup’dan haberi varmıydı? Belki vardı, belki yoktu; bağlı bulunduğu başbakanına bilgi vermedikten sonra ne fark ederdi ki ?
 İstihbarat birimleri Mit, polis istihbarat, hiçbiri ihtilal veya muhtıra girişimini bugüne kadar başbakana veyahut siyasi iradeye haber vermemiştiki; bugün de haber versinler.
 Verseydi; gidişat değişirmiydi ?
 Demokrat Parti döneminde verilmişti de ne olmuştu? Değişen bir şey olmadığı gibi, bunu ihbar edenin de burnundan fitil fitil getirmişlerdi.
 Demirel’e göre ise “çok şey değişir” miş !...
 Siyasi irade, ordunun ihtilal yapacağına bir türlü inanamamıştı: ta ki, düdük çalınıp, parlamento tatil edilinceye kadar!
 Asker kökenli olmasına rağmen Cumhurbaşkanı Korutürk’ün de muhtıra eline verilinceye kadar, hazırlanışından haberi olamamıştı !

 ***

 Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Cumhurbaşkanı’nın karşısındaki koltuğa saygılı vaziyette oturdu. Nezaket konuşmalarından, hal hatır sormadan sonra; Cumhurbaşkanı Korutürk “Yurtdışı gezisindeydiniz… yurt içinde de geziyorsunuz, izlenimleriniz nedir ?” diye sorunca, Evren paşa’nın beklediği fırsat doğmuştu: fırsatı kaçırmadı; “sayın cumhurbaşkanım, geçtiğimiz haftalar içinde yurtiçi gezilerimde, ordu komutanlığına kadar her kademedeki subaylarla konuştum: durumdan, ne kadar kaygı duyduklarını söylememe gerek yok! Yaptığımız görüşmeleri hülasa ederek bir mektup kaleme aldık. Size vermeyi uygun bulduk!” diyerek getirdiği mektubu cumhurbaşkanı’na verdi. Verirken de “bu mektubu vermek için çok düşündüğümüzü Türkiyenin ikidebir böyle durumlarla karşılaşmasını hiç arzu etmediğimizi, ancak yurt sathında yaptığım gezilerde, denetlemelerde silahlı kuvvetlerin komuta kademesindekilerin çok rahatsız olduklarını, hatta derhal yönetime el konulmasını düşünenlerinde bulunduğunu, silahlı kuvvetlerdeki subayların da büyük çoğunluğunun tedirgenlik içinde bulunduğunu bildiğimden büyük garnizonlardaki denetlemelerimden veya plan tatbikatlarından sonra subaylara hitab ederek, onlara Türkiyenin içinde bulunduğu durumdan kurtulması için her türlü çaba’nın sarf edildiğini, kendilerinin eğitimleriyle meşgul olmalarını, birlik ve beraberliklerini kaybetmemelerini söylediğimi, çeşitli mektuplar aldığımızı, hatta bunlardan birçoğunun hakaretamiz bir lisanla yazıldığını, 27 Mayıs gibi alttan gelecek bir hareketten çekindiğimizi, Milli Güvenlik Kurulu’nda çekinmeden düşüncelerimizi ve alınması gereken tedbirleri acı acı dile getirdiğimizi, bu mektubu vermeseydik vazifemizi yapmamış olacağımızı, o takdirde daha kötü durumlarla karşılaşmamızın mukadder olduğunu söyledim.” diye anlatıyor o günüEvren paşa ! (
 Sonra ilave eder “ Bu mektubun doğrudan doğruya radyodan okunmasını da düşündük, fakat zat-ı alinize vermeyi daha uygun bulduk. O’nun için size takdim ediyorum.”

 Cumhurbaşkanı şaşkındır, biraz da gayrimemnun!

 İyi ki bana getirdiniz. Eğer radyodan okumuş olsaydınız, ben bu makamı bırakır, giderdim.” dedi. Burukluğunu da belirtmeden geri kalmadı.
 Mektubu okuduktan sonra, takriben bir saat’a yakın baş başa konuştular: neler konuştuklarını bilinmiyor. Kenan Evren’de anılarında bir şeyler yazmamış. Görüşme sonunda Evren paşa kalkarken, Cumhurbaşkanı Korutürk “yarın başbakan ile ana muhalefet partisinin genel başkanını çağırıp görüşeceğim. Kendilerine bu mektubu vereceğim. Zaten yarın saat 11.00 de başbakan mutad haftalık görüşmeye gelecek. Öğlenden sonra da Ecevit’i çağıracağım. Diyalog kurmalarını isteyeceğim.” diyerek mektubun akibeti hakkında da güvence vermek lüzumunu hissetti.
 Genelkurmay başkanı Evren de “esasen bizim düşündüğümüz bu iki partinin / AP ve CHP kastediliyor/ bir araya gelerek koalisyon kurmalarıdır. Diğer bütün koalisyonlar denendi. Hiç birisinden bir netice çıkmadı. Şimdiki hükümetin dışarıdan sağlanacak destekle büyük işler başarmasının mümkün olmadığını, Erbakan’a hiçbir zaman güvenilmeyeceğini, en büyük bu iki partinin bir araya gelemesini bütün aklı başında olanların arzuladığını başka türlü çıkış yolu görmediğimizi, İtalyadaki terör olaylarında sağdaki iktidar partisiyle komünist partinin terörü önleme konusunda işbirliği yaptığını, bizde de pekala, buna benzer bir işbirliğinin yapılabileceğini ifade ettim” diyor, Kenan paşa yine kendi yazdıklarında. “Büyük bir yükten kurtulmuştum. Bu mektubun bir yarar sağlamayacağı ve işlerin düzeleceği inancında değildim. Bu inancımı her zaman kuvvet kumandanı arkadaşlarıma da ifade ettim. Onlar da düşünceme katılırlardı. Zira meclisteki partiler o hale gelmişlerdi ki, en mantıki ve anlaşma sağlanabilecek konularda bile anlaşamayan bu partilerin şimdi bu mektupla anlaşmaları elbette mümkün değildi. Fakat yine de içimde bir ümit yok değildi. Olur ya bir müdahale korkusu ile belki anlaşabilirler diye düşünüyor” du.
 Sayın Cumhurbaşkanım” diye başlıyordu mektup ve 27.12.1979 tarihini taşıyordu, mektubun geri kalan kısmını okumaya başladı cumhurbaşkanı:“ Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliği nin temini için; anarşi ve terör ve bölücülüğe karşı parlementer demokratik rejim içerisinde Anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir.
 Milli Güvenlik Kurulu’nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülmediği yüksek malumlarıdır.
 Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutanı seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, suretle bir sonuca ulaşmak için gerekli tedbirlerin müştereken tesbiti ile Tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.

 Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zat-ı alilerine sunuyorum.
 Gereğini yüksek takdirlerine arzederim.


 Saygılarımla
 Kenan evren
 Orgeneral
 Genel Kurmay Başkanı

 Bu mektuba iliştirilmiş “Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşü” nü aksettiren bir ikinci mektup daha vardı: ikinci mektup ise şöyleydi; “Ülkemizin içinde bulunduğu son derece önemli siyasi, ekonomik ve sosyal ortamda her geçen gün hızını biraz daha artıran anarşi, terör ve bölücülüğe karşı milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için, Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke yönetiminde etkili ve sorumlu Anayasal kuruluşları ve özellikle siyasi partileri göreve davet etmek mecburiyetinde kalmıştır. Kahraman Maraş olaylarının yıldönümünde, henüz ilk ve orta öğretim çağındaki evlatlarımızın örtülü eylemciler tarafından zorla sürüklendikleri anarşik olaylar ibretle müşahade edilmektedir.
 Anayasamızın getirdiği geniş hürriyetleri kötüye kullanarak, istiklal marşımızın yerine komünist enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni davetçilerine, demokratik rejim yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere, anarşiye, yıkıcılığa ve bölücülüğe milletimizin tahammülü kalmamıştır.
 İktidar olan siyasi partilerin bütün devlet kademelerini kendi siyasi görüşleri doğrultusunda hareket edecek kişilerle doldurulması, kamu görevlilerinin ve vatandaşların bölünmesini zorunlu hale getirmektedir. Siyasi partilerce yaratılan bu bölünme giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen iç kaynakların şekillenmesine, himayesine polis, öğretmen ve diğer birçok kuruluşun biribirine düşman kamplara ayrılmasına neden olmaktadır.
 Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı gruplara tavizler veren ve kısır çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutumlarını sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir.
 Bölgemizdeki gelişmeler Ortadoğu’da her an sıcak bir çatışmaya dönüşebilecek durumdadır. İşte anarşist ve bölücüler yurt sathında genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.
 Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin süratle sağlanabilmesi için gerekli kısa ve uzun vadeli tedbirlerin yüce meclisimizde en kısa zamanda kararlaştırılması içinde hayati bir önem taşımaktadır.
 Diğer yandan meclislerin açılışından birbuçuk ay sonra komisyonların teşkil edilebilmesi ve ülkenin acilen çözüm bekleyen konularını müzakere için bugüne kadar gündemin saptanamaması üzüntü ile izlenmektedir.
 Atatürk milliyetçiliğinden alınan ilham ve hızla vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ilkeler etrafında toplanmanın, iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu apacık bir gerçektir. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kurtulması hükümetler kadar siyasi partilerimiz’in de görevleri arasındadır.
 Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmet yasası ve kendisine verilen görev ve sorumluluğun idraki içinde ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin, biran önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.



 Kenan Evren                          Nurettin Ersin                              Bülent Ulusu
 Orgeneral                               Orgeneral                                    Oramiral
 Genelkurmay Bşk.                 Kara Kuvvetleri K.                      Deniz Kuvvetleri K.



 Tahsin Şahinkaya                                                    Sedat Celasun
 Orgeneral                                                                 Orgeneral
 Hava Kuvvetleri K                                                    Jandarma Genel K. “


 Cumhurbaşkanı Korutürk mektubu okuduktan sonra “maksatlarını” öğrenmek istedi:

 “ Peki ne yapmayı düşünüyorsunuz ?”

 Kenan paşa düşünmeden cevap verdi: hazırlıklıydı, ama cumhurbaşkanını da ürkütmeden yanlarına almalıydı.
 “ Eğer bunlar doğru yol’u bulamaz iseler, Meclisi feshetmek ve başka bir yolu denemek gerekebilir. Bizim bu uyarıyı yapmaktan başka çaremiz yok! ” Son toplantıdaki ve emekli komutanların verdikleri havayı da yanıstamıyı, söylediklerini güçlendirici bir kanıtı olarak anlatmayı uygun gördü: “… MGK’nın eskileri yumruğunu vurma önerisinde bulundular, Ancak, ben anayasa dışına çıkmam, dedim” diyor.

 Cumhurbaşkanına “demokrat” gözükmeye çalışan Kenan Evren ilk önce kendisi masaya yumruğu vuracak ve düdüğü çaldırtacak, demokrasiyi kesintiye uğratacaktı.

 Peki olayların sorumlusu kimdi ? Asker mi ? Yoksa bu koşulları yaratanlar mı ? Ya da tepkilerini dedikodu kültüründen öteye ta+5ya0ayan   bir toplum mu ?



..