Fikri Dekolte
Fikri Dekolte: Erkek Egemen Toplum Baskısı ve Din
Vizyon… Misyon… Konsept…
Erkek egemen toplum… Erkek egemen toplumun baskısı…
İkinci satır, insana birinci satırdaki sözcükleri hatırlatıyor.
İki gurup da 80'lerden sonra modalaşmış ve zaman içinde gerek ilk guruptakiler gibi asıl dilbilimsel, gerekse ikinci gurup gibi sosyolojik anlamlarını yitirerek siyasileşmiş terim ve deyimler.
Erkek egemen toplum ve onun baskısı ifadesini genellikle şehirli, okumuş-yazmış, entelektüel, hatta baya baya aydın, dolayısıyla küçük burjuva, çalışan, hatta meslek sahibi, modern, en çok iki çocuk doğurmuş, genellikle tek çocukla yetinmiş, hatta onu bile yer yer estetik kaygılarla yapmamış, can sıkıntılarını alış verişle gideren, canları sıkılınca psikologlara koşturabilen, yahut bunlar söz konusu olmasa bile zaten makam mevki, unvan sahibi ve nihayet laik ve başı açık kadınlar kullanıyor.
Tarlada çapa yapan, inek sağan, kaynana, görümce kahrı çeken, evde erişte kesip sucuk dolduran, evinin bütün işlerini tek başına kendisi gören, bu arada Allah ne verdiyse üç, beş, sekiz, on çocuk doğuran, hepsiyle asgari gereklilikler ölçüsünde ilgilenen, bunun kaçınılmaz gereği olarak bir de koca kahrı çeken, yer yer dayak yiyen, sokakta bir oğlana baktı diye ayağına taş bağlanıp nehre atılan, dünyanın öteki ucuna bile gitseler yine bulunup töre cinayetiyle namusların temizlendiği; amcasının, dayısının, hatta abisinin, babasının tecavüzüne uğrayıp hamile kalan, sonra da aynı vahşiler tarafından intihara zorlanan; berdel mağduru, kumalık mağduru, hiç tanımadığı, sevmediği veya tanısa bile kendisinden kırk yaş büyük erkekle başlık parası karşılığı evlenmeye zorlanan kadınlar değil!..
Nedir birinci guruptaki kadınların kastı, erkek egemen toplum ve onun baskısından?
İkinci guruptaki hemcinslerinin çektikleri mi?
Hayır. Ben görmedim böylesini. Acizane…
Öyleyse nedir mesele?
Hem çalışıp hem de, kocaları arkadaşlarıyla meyhaneye takılıp geç gelebilirken, akşam koştura koştura eve gidip yemek yapmak sorumluluğunun kendilerinde olması…
Başka?.. Ya evli değillerse?…
Mesela gecenin geç saatinde, belli bölgelerde bulunmanın yaratacağı sıkıntılar, iş hayatında, kapalı veya açık mekanlarda kalabalıklarda yaşadıkları rahatsız edici durumlar, tacizler, sarkıntılıklar…
Hatta… Erkeğin çapkınlığıyla kadının çapkınlığına aynı gözle bakılmaması…
İş hayatında kendilerine güvenilmemesi, erkeklerden daha zor terfi edebilmeleri… Ve saire…
Şimdi:
1 - Bunların hepsi doğrudur. Fiili durumdur, hayatın gerçeğidir. Fotoğraf budur.
2 - Birinci guruptaki kadınların, ikinci guruptaki kadınlarla, onların hayat memat meselesi sayılabilecek sorunlarıyla hemen hiç ilgilenmedikleri, tamamen kendi dünyalarına kapandıkları da bir gerçektir; birinci madde bu saptamalar için de geçerlidir.
Birinci guruptan pek çok kadın, “Kürt” sorunu gerekçesiyle Hakkari’ye gitmiştir de, sebebi belirlenemeyen kadın intiharları dolayısıyla Batman’a, Şırnak’a, Urfa’ya gitmemiştir. Buna, Duygu Asena gibi bu işin bayraktarı sayılanları bile dahil etmek pek kuvvetle mümkündür. Töre cinayetleriyle, sebebi bilinmeyen kadın intiharlarıyla, berdelle, vb. kadın sorunlarıyla ilgilenenler yine örneğin Fikret Otyam vb. gibi erkeklerdir.
Bu yazının konusu açısından en önemli husus denilebilecek “türban” konusu da yüzde 90 nispette yine her iki tarafın erkekleri tarafından tartışılmıştır, tartışılmaktadır. Erkek egemen toplum-ideolojinin baskısından şikayet etsin etmesin şehirli başı açık kadın da, türbanlı kadın da bu tartışmanın yüzde 95 nispetinde dışındadır. Katılmamaktadır, susmayı tercih etmektedir. Ayrıca, “erkek egemen toplumun baskısı” ndan şikayet eden kadınlar açısından, türbana karşı çıkan erkekler de ayrımsız bu şikayetin muhatabıdır.
Ve 3… Türbana karşı çıkan erkekleri de, töre cinayetlerinden, sebepsiz görünen kadın intiharlarından vb. söz edenleri de dahil edip erkek egemen toplumun baskısından şikayet edenler, türban konusundaki tartışmaya hiç katılmayan, töre cinayetinden, sebebi bilinmeyen kadın intiharlarından hiç söz etmeyen şehirli, aydın, laik, başı açık vb. kadınımın ta kendisidir!..
Hatta bunlara bir 4'üncü madde eklemek bile mümkün: Kendisi birinci guruba dahil olduğu ve erkek egemen baskıdan şikayet ettiği, buna karşılık töre cinayeti vb.ne hiç girmediği halde, türbana karşı çıkmak bir yana, demokratlık, özgürlük, çeşitlilik, farklı olana tahammül falan filan gibi dangalaklıklar adına türbanı, özgürlük, kişisel tercih, inanç sorunu. demokrasi sayan “kadınım” lar!…
Fikri dekolte
Bu çok seksi bir fikri dekoltedir, ama aynı zamanda vahim ve hazin bir kaçak güreştir. Teşbihte hata olmazsa, El Kaide terörü Londra Metrosunu, İspanya trenini vurunca, Hollandalı sanatçı sokak ortasında fanatik Müslüman gerici tarafından kıtır kıtır kesilince kıçını yırtan Avrupa’nın, aynı terör, 11 Eylül’de kendisini vurunca Haçlı seferleri başlatıp bütün İslam dünyasına kan kusturmaya soyunan Amerika’nın, sıra PKK terörüne gelince özgürlük mücadelesi, ayrılıkçı gerilla, demokrasi falan filan demeye başlamasına, yaratıp beslediği, içinde barındırdığı her türlü üçüncü dünya terör unsuruna “burada uslu durun; gidin kendi memleketinizde, başka yerde ne yaparsanız yapın” diye sahip çıkmasına, bir yandan Müslüman diye Türkiye’yi Avrupa Birliğinde istemezken, öte yandan şeriatçılığına filan hiç aldırmadan, adını ılımlı İslam koyup Recep’in AKAPE’sini desteklemesine benzer… AKAPE’nin Türkiye’de, Mollaların İran’da, sülale krallarının Arap şeyhliklerinde kendi halklarına ne yaptığı, Müslüman kardeşlerin Mısır’da yaptıkları onları hiç ilgilendirmez. Kendilerine bulaşmasınlar yeter.
Bari son sözü baştan söyleyelim de, küfredip okumayı bırakacak olanlara fazla zahmet vermiş olmayalım:
ERKEK EGEMEN İDEOLOJİ, ERKEK EGEMEN TOPLUM… Ve BUNLARIN BASKISI, özünde tamamen DİN’le şekillenmiştir.
Hele bugünkü endüstrileşmiş, modalaşmış, ticarileşmiş, çıkarlaşmış haliyle değil türbanın, hatta örtünmenin bile, Muhammed döneminde söz konusu olmadığı da, dolayısıyla Kuran’da olmadığı ve olamayacağı da, okunup, öğrenip bilinince çok açık, kesin.
İslamiyet’in evlilikten mülkiyete hatta kimi ibadetlere kadar çeşitli kurallarını hiç tınmayan, eğer maksat erkeği tahrik etmemek üzere saçının telini bile göstermemek için örtünmekse niye çador, hadi o çok vahim, çarşaf, hadi o da olmaz, anneleri, babaanneleri gibi başörtü örtmedikleri pek meçhul… düzeltiyorum çok malum kadınların, niye ille de çok sosyetik bir yöntemle ve hatta yüzlerini gözlerini de otuz ton boyaya bulayıp türban denilen hadiseye büründükleri, hatta türbanın altına yer yer yırtmaçlı etek de giyebildikleri, kıvırtmak dışında adam gibi cevap verilemeyen muhkem bir sorudur.
Kadının saçının telinin bile görünmesinin erkeği tahrik edeceği, erkeği her an, her dakika pipisinden başka şey düşünmeyen varlıklar olarak görme şeklindeki ağır hakaret bir yana (kaldı ki cinsellik denilen güdü kadında da var. Eğer saç teli bu kadar mahirse, erkekler sürekli başı açık geziyor, üstelik sakallı ve bıyıklı olabiliyorlar. O zaman kadınların da ya sürekli erkeklerin üstüne atlıyor, ya da duvarları tırmalıyor olması gerekmez miydi?..), ortaya çıkışı itibariyle bizatihi kadının, kadınların düşündüğü, talep ettiği, gerek duyduğu bir durum veya bir davranış değildir örtünme, türbanlılık…
Tamamen erkek kafasının bir ürünüdür!!!..
Hayır hemen, sınıfsal tahlilden ödü kopan, sadece modernlik, demokratlık, centilmenlik hatta sözüm ona solculuk adına kadın yalakası kadıncılardan birinin sözleri saymayın bunu… Bu hadise tamamen siyasi ve sınıfsal bir hadisedir.
ÇÜNKÜ KADINA HAKİM OLDUĞUNUZ ZAMAN BÜTÜN TOPLUMA HAKİM OLURSUNUZ!..
Birinci gurup kadınların tanımıyla erkek egemen toplum, onun ideolojisi ve baskısı birden ortaya çıkmamıştır. Kaldı ki hele “ideoloji”, yani siyasileşme diyince, cinsel organlar kesilip atılır veya çimentoyla doldurulur. Üstelik burada kimsenin kimseye baskısı filan falan da yoktur. Kadınlar bizzat çimentolar, erkekler bizzat keser!… Yardıma da, zorlamaya da hiç birinin ihtiyacı olmaz!..
Anaerkil toplumun yıkılması veya dönüşümüyle birlikte kaybetmiştir kadınlar.
Ama yine sınıfsallıktan bağımsız olarak değil!
Anaerkil toplumun ataerkil toplumdan daha adil, daha az çıkarcı, daha az paraya, lükse, çıkara düşkün olacağını, olduğunu kim söyleyebilir?
İşte o trajik ve tarihi kaybedişten, yenilgiden sonra ve pek de çok geçmeden, ailenin, devletin ortaya çıkmasına paralel olarak “ERKEK” zihniyeti de hızla uyanmış, kendisini, kendi zaaflarını ve tabi ne yapmak istediğini de çok iyi bildiğinden icabeden tedbirleri derhal almıştır. Yani KADINA hakim olmuş, ona hükmetmiştir.
Kadın toplumun yarısı demektir. Kadına hükmedince, kadını sınırlayınca, kadını korkutunca toplumun yarısını sindirmiş, yarısına hükmetmiş, zapt-ü rapt altına almış olursunuz o yarıyı. Peşinen…
E çocuklar?.. Hemen hemen buluğ çağına kadar tamamen ananın etkisinde, hayranlığında, güdümünde ve bağımlılığında olan çocuklar?.. Geleceğin yetişkinleri?..
Ve nihayet erkekler?.. Kocalar, babalar, kardeşler, abiler ve saire?..
Sistem, erkeği karısına, kadınına emanet eder
Anadolu’da biraz haylaz, çapkın, düzen tutmaz gençler için niye “yav şunu everelim de başını bi” bağlayalım” denir? Ne demektir bu? Ne kadar hızlı, atak ve saire olursa olsun, evlenen erkek uslanır demek!…
Hayır! Öyle çapkınlıktan, hovardalıktan filan söz etmiyoruz. O zaten özel hayattır; iki kişi, kadınla erkek, karı ile koca arasındadır… Burada tartışma konusu o değil, ama, çoğu zaman evlilik bu amaca da hizmet eder…
İse de… Bu sözlerle asıl kast edilen, toplumsal, giderek siyasi anlamda erkeğin, evlilik yoluyla zapt-ü rapt altına alınmasıdır.
Aileler kız çocuklarına genellikle sakin hatta “süt” bir liman şeklinde koca ararlar. Gemi hep sakin denizlerde yol almalıdır, hep turistik yat gibi olmalıdır. “Love boat”, aşk gemisi… Hatta limandan hiç ayrılmasa daha da iyi olur. Hele öyle açık denizler filan… Allah korusun, fırtınadır, tayfundur.. Hele zamanede “tsunamiler” de revaçta…
Koca dediğin “sabah işine akşam evine…” olmalıdır. Kadın dediğin de yani onların kızları da zaten evinin işiyle, çocuklarıyla şarkılar söyleyerek uğraşıp akşam kocasının gelmesini bekleyecektir aşkla… Değil mi?
Kadına hep kocasına mûti olması telkin edilir. Kadın da bunu evvelallah pek ala becerir… Kaprisle yapar, cilveyle yapar, cinselliğiyle yapar… Yapar da yapar. Erkek de ya doğasındaki vazgeçilmezi olan cinselliği en kolay evde bulduğu için, yahut aman başım ağrımasın, ne biliyorsa onu yapsın, ne istiyorsa onu yapayım diye munisleşir.
Ohhh!… Kebap…
İşte, Haluk Bilginer’in çoook güzel ifade ettiği gibi, devlet, yani egemenler, yani sistem aileyi sever, bu nedenle sever…
Tevfik Fikret işte bu anlamda “Kahrolası hanede evlad-ü ayal var” diye haykırır!..
Sevgili Uğur Mumcu da bunu sohbetlerinde, yazılarında çok güzel ifade eder, fırtınalaşacak, hele tsunamileşecek erkek-kocaya karşı en başta kendi ailesinin kadınları, annesi, kız kardeşleri falan filan, muhkem bir majino hattı oluşturur ve “- Kendini düşünmüyorsan pırlanta gibi çocuklarını düşün, gül gibi karını düşün… diye zırlamaya başlarlar” derdi…
Mealen…
Hele günümüzün şehirli, küçük burjuva, iyi kötü okumuş, çalışan kadını bu işin piridir. Geldiği gittiği saati kontroller… Sürekli aramalar… Daima tetikte beklenen ritüeller… Erkek sanki sürekli sınavdadır. Bakalım doğum günümü hatırlayacak mı… Veya unutacak mı… Bakalım evlenme yıldönümünü… Bakalım sevgililer gününü… Bakalım yılbaşını… Bakalım… Bakalım… Bakalım…
Kadın bunu tamamen kendi iç güdüleri itibariyle, farkında olarak veya olmayarak erkeğin hovardalıklarına karşı bir tedbir diye uygular; ama sonuç değişmez… Erkek evinden karısından, çocuğundan çoluğundan başka şeyle ilgilenmez hale gelir…
İşte ailenin ve onun başat unsuru kadının, erkek karşısında devlet açısından, sistem açısından kerameti de budur!
Yani erkek, toplumsal anlamda da ehlileştirilmektedir evlilik, kadın ve çocuklar sayesinde… Grev diyince düşünecektir, toplu gösteri diyince düşünecektir… Hele hele tek başına birilerine, bir yerlere posta atmaya asla kalkışmayacaktır… Hanede evlad-ü ayal vardır. Kendisini düşünmese de pırlanta gibi çocuklarını, gül gibi karısını düşünecektir.
Kadının, çapkınlıklarını kontrol amacı ile, sistemin, egemenlerin aykırılıkları, asilikleri dizginlemek amacı aynı noktada birleşir. Sistem, erkeği karısına, kadınına emanet eder. Etmiştir.
Bunun bir tek istisnası vardır: Askerlik… Görev… Ölsen de sakıncası yoktur. Sistemin amaçları doğrultusunda, uygun gördüğü, onayladığı şekilde öldüğün için, az veya çok maaş bile bağlanabilir kalanlara. Öyle şartlandırıldığı için kadının da zaten itirazı yoktur. Olamaz.
Ancak, elinizdeki malzeme nihayet insan. Bir noktadan sonra ipin ucu kaçabilir; her zaman kontrol edemeyebilirsiniz. İnsanın doğasında var bıçağın kemiğe dayanması esprisi. Bir an gelip zıvanadan çıkabilir. Kadın mutiliğe, erkek munisliğe “yetti gayrı” diyebilir. Deveyi daha sağlam bir kazığa bağlamak lazım. Ne olabilir bu kazık?
Din!…
İpsiz kendirsiz bağlayabilirsiniz insanı. Tabi özellikle kadını… Genetik veya milyonlarca yılda sonradan öğretilen “yuvayı yapan dişi kuş” luk niteliği zaten var.
Buna bir de öte dünya korkusu, yanma yakılma korkusu ekleyin.
Cehennemde yanmak istemiyorsan kocana muti olacaksın biiiiir…. Onun tarlası olacaksın ikiiiiii… Döver söverse, hatta üstüne ikinci, üçüncü, dördüncü karıları da getirse sesini çıkarmayacaksın, “ne yapalım!… Döver de sever de…” diyeceksin üüüüç... Yanında kocan veya nikah düşmeyen erkek akraban olmadan dışarı çıkmayacaksın, pencereden bile bakmayacaksın (Osmanlı evinin penceresi onun için ahşap kafeslidir!..) Onlarla çıksan bile, hele tek çıktığında zinhar hiçbir yerin dışarıdan görünmeyecek döööööört… Kocan “boş ol” dedi mi, bohçanı ve çocukları toplayıp babanın evine döneceksin beeeeeş…
Babandan kalan mirastan erkek kardeşinin yarısı kadarına razı olacaksın altıııııı… Mahkemede şahitliğin geçerli olmayacak yediiii… Kocan çapkınlık yaparsa “el kiri” olacak, seninki ise zina sayılacak ve toprağa gömülüp taşlanarak öldürüleceksin sekiiiiiz…
Bütün bunlar kadını sinikleştirir, kişiliksizleştirir. Korkak ve statükocu yapar. Yerine de o kendisi muti, kocasını munis yapmanın hünerlerini edinmiş kadın kalır.
Ama daha kötüsü, kadın üzerinden bütün toplumu sinikleştirir, kişiliksizleştirir, korkak ve statükocu yapar. Zaten burada kast edilen, kadının sadece kocasına değil sisteme de mutileşmesi, buna paralel olarak kocasını sadece kendisine karşı değil sisteme karşı da munisleştirmesi, uysallaştırmasıdır.
Kadın zaten ilginç bir yaratıktır. Bir yandan yanındaki erkek güçlü olsun, “masaya vurdu mu yumruğunu!..” olsun ister; öte yandan da bu yumruk ve masa kendisine karşı olmasın ister en başta; ama dışarıya karşı olunca da “kendini düşünmüyorsan beni, çocuklarını düşün” edebiyatı başlar. Bu çelişkiler yumağını çözeceğim derken, hangisine uyacağım derken zaten erkeğin kafası da yeterince ambele olmuştur, pes eder ve uyar.
Hele bir de erkek iyi para kazanıyorsaaaa!.. Bütün mafya babalarının, diktatörlerin vb., yanında mutlaka kadınları, karıları vardır. Ve hiç biri sormaz “yahu adam sen nereden kazanıyorsun, nasıl kazanıyorsun bu kadar parayı, helal mi, meşru mu?!..” diye.
Bir zamanların ünlü İSKİ Skandalini, İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel ve değerli aşi Nurdan Hanımefendiyi hatılayın. Ergun Bey 20 sene öncenin parasıyla 8 milyar rüşvet almış, Nurdan hanımın ihbarı üzerine de tutuklanıp, yargılanıp yıllarca hapis yatıştı. Sonradan anlaşıldı ki, Nurdan Hanım, gerçekten “haram para” korkusuyla değil, rüşvet parsını 25 yaşındaki bir “çıtır”la yemeye kalkışınca şikayet etmişti kocasını… Kendisiyle yeseydi, muhtemelen şikayet filan da etmeyecekti.
“Tevekkül” nedir?!.. Sadece kaza ve kaderin Allah’tan geldiğine inanıp, Allah’a isyan etmemenin adı mıdır?
Hadi canım!…
Tevekkül esas olarak bal gibi dünya işlerinde başına insanlar, yönetenler, hakimler, egemenler yüzünden gelene itiraz etmemenin adıdır!
Ayet var. “Ben ilmi isteyene, zenginliği istediğime veririm!…”
Yani ilim, bilim, bilgi istersen, ulema, allame, bilgin olmak istersen, Allah bir dediğini iki etmiyor kullarının, kim isterse ona veriyor. Yani yine senin istemen gerek, ama yeter. İste kafi… Amma parayı, sadece Allah’ın uygun gördükleri kazanıyor… Senin istemen yetmez. (Yani aslında her şeyi öncelikle Allah kendisi isterse veriyor. Ama şartı var. Bazı şeyleri istemeyene kendiliğinden vermiyor, ama isteyene de hemen veriyor. Bazı şeyleri istesen bile, eğer uygun görmüşse veriyor. Görmemişse vermiyor. Sanki Allah değil de köyün ağası tarif ediliyor!..)
Ne demek bu?
Serveti sorgulama, sen bunu nasıl kazandın, vergisini (veya zekatını) verdin mi, meşru mu, helal mi demeye kalkma, günaha girersin. Çünkü Allah öyle uygun görmüştür, demek bal gibi!
Allah’a gidip sen böyle bir laf ettin mi diye soracak halimiz yok ya! Uydur uydur ebe gömeci!..
Ama sonuç çok önemli. Serveti, kazancı, zenginliği sorgulayamayınca sistemi sorgulayamıyorsun. Adam Allah’ı almış arkasına!… Ohh!… Sendika, grev bile günah sayılabilir artık!..
Batı Doğu’yu ve Afrika'yı, zalim mazlumu, emperyalizm sömürgeyi “din” le vurmuştur
Türkiye’de 1960 anayasasından itibaren gelişen sol akımlara, sosyalizme, komünizme ilk tepkiler kimlerden gelmiştir? Sanırsınız ki ülkücülerden, MHP’lilerden!.. Hayır! Bugünkü İslam tüccarlarının ana rahmi sayılabilecek Komünizmle Mücadele Derneklerinden gelmiştir. O derneklerde ülkücüler de vardı. Ama onların önemli bir kısmı, tıpkı MHP Ankara il Başkanı gibi, “geçmişin Marksistlerine haksızlık etmişiz. Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olmaz diyorlardı. Haklılarmış” demekte tereddüt etmiyorlar artık!..
Amerika’nın, yıkılmadan önce Sovyetler Birliği’nin çevresinde oluşturduğu çemberin adı olan “Yeşil Kuşak” neydi? Komünizme karşı “MÜSLÜMAN” bir kuşatma!… Niye?…
Çünkü çarpıtılmış Kuran’da Amerika’nın, emperyalizmin ve kapitalizmin işine gelen o kadar çok hüküm var ki!… “Feto” boşuna mı Amerika’da, emperyalizmin ve kapitalizmin kucağında!?..
ABD komutasındaki Batı emperyalizmi, solcu ve laik Arafat’ı ve Filistin Kurtuluş örgütünü tasfiye edince ne oldu, yerine ne geldi, neyi getirdi? HAMAS ve Hizbullah!…
Afganistan’da Atatürk ve Cumhuriyet’ten itibaren laik bir şekilde gelişerek Babrak Karmal’llara kadar uzanan yapı Amerika tarafından yıkılıp yerine ne kondu: Taliban!..
Amerika, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’i terör örgütü sayıyor mu? Cezayir’deki kör bıçakla kafa kesen FIS’ı terör örgütü sayıyor mu?
İran’da on yıllarca pehlevi şahlarını koruyup kollamışken, Şah Rıza’yı kim devirip, yerine Humeyni’yi getirdi?..
Pakistan nasıl İslam Cumhuriyeti haline geldi? Benazir niye öldürüldü, kim öldürdü?
Türkiye’de 12 Eylül çetesinin başı niye ilk iş olarak, Atatürk’e ve Cumhuriyete ihanet pahasına ve sözüm ona komünizme dur diyebilmek uğruna ilk iş olarak “Türk-İslam sentezi” ne sarılıp, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri başkanlığının Avrupa’ya gönderdiği resmi devlet memuru imamların maaşının Suudi ticaret-siyaset-tarikat örgütü RABITA tarafından ödenmesini onayladı? Türkiye devletinin 100 imama maaş ödeyecek parası mı yoktu?
Evet! Özetle, Batı Doğu’yu, zalim mazlumu, emeperyalizm sömürgeyi “din” le vurmuştur. Hem de Doğu’nun, mazlumun, sömürgenin kendi diniyle!..
Batı ve Hıristiyanlık
Batı da kendi diniyle, yani Hıristiyanlıkla vurmayı, yani dini, yani Hıristiyanlığı kendi maddi çıkarları, emperyalist amaçları uğruna kullanmayı da hiç ihmal etmemiştir. Bugün, geçen yüzyıldaki bütün tüketilmiş, hatta yok edilmişliğine rağmen Afrika’nın en gelişmiş, en demokrat, en medeni ülkesi sayıldığı halde Ruanda misali kabileler arası bir iç savaşın eşiğinde hatta belki içinde olan Kenya’nın kurucu önderi Jomo Kenyatta’dır “Misyonerler geldiğinde onların elinde İncil bizim elimizde verimli topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi yumup dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onların elinde bizim verimli topraklar, bizim elimizde onların İncil’i vardı…” diyen!!!…
Zenginlik ille de tek ülkenin içinde birey birey sorgulanmaz ki!.. Sen bu serveti nasıl kazandın, helal mi, meşru mu, alın teri mi, vergisini ödedin mi yerine, “alçak Bati (Amerika ve AB)! Senin servetin bütün dünyayı sömürmekten kaynaklanmıyor mu?!.. Benim paramı yine bana borç diye verip, faiziyle beni sömürmüyor musun” demek de mümkün!..
E ama bu solculuk, komünistliiik?!…
Amerika’nın imdadına bu noktada Kuran yetişir:
“- Ben serveti istediğime veririm!..”
İşte Amerika da minberdeki vaiz gibi, “Bak senin Kuran’ın ne diyor. Bırak komünistliği!..” girizgahıyla bu sözleri tekrarlar. Çünkü bugünkü Kuran’a göre Allah’ın sözleridir bunlar. E Allah hepimizin Allah’ı ise, onun kullarından biri olmak sıfatıyla Bush da bunu Müslüman’a karşı kullanır!
Yeşil Kuşak da buydu, BOP-GOP ve saire de budur, turuncu, portakal, eflatun devrim de budur!…
Kadın meselesi, türban meselesi de böyle!.. Üstelik daha köklü, daha derinlikli bir tedbir. Testi kırılmadan tokat vurmak misali…
Yukarıdaki yedi kuralı yetmiş yediye çıkarmak da mümkün ve hepsi de dinin kuralları… Siz bakmayın sadece türban, namaz, oruç ve hac gibi görünür kurallara uyup diğerlerinin işlerine gelmemesine…
Orta Asya Türk toplumu ve Din
Kim koymuş bu kuralları? Elbette erkekler koymuş, amma yine de din kuralları!. Ben böyle istiyorum dememiş, Allah böyle istiyor demiş kurtulmuş ERKEK!.. Yoksa Allah erkek değil ya!..
Suret-i katiyyede “gelenek” değil… Orta Asya steplerindeki Şaman Türk’ün dünyasında kadının yeri erkeğin tam omuz başı… Orta Asya Türk toplumu zaten kamusal bir topluluk. Hakan bile öyle astığı astık, kestiği kestik bir diktatör değil ki kadın eve, çadora, çarşafa, türbana, kocaya, babaya hapsedilsin!.. Elbette ev yükü, sorumluluğu belki yine onların. Ama asla itilip kakılmamışlar, ikinci sınıf yaratık olarak görülmemişler.. Hükümdar eşi “Hatun”, kocası Kaanla birlikte devlet işlerine de müdahilken sıradan kadının evde kocasına denk olmaması mümkün mü!..
Kadının ikinci sınıf yaratık olarak görülmesi benim geleneğimde yok. İslamiyet’le başlamış, İslamiyet’le girmiş.
Yani burada erkek egemen toplumun erkek egemen ideolojisinin baskısı değil sorun.
Bizatihi, hangisi olursa olsun dinin baskısıdır söz konusu olan. Engizisyon mahkemelerinin, Cizvit papazlarının çıktıkları “cadı avları” nda yakalayıp yaktıkları kimlerdi? Siz hiç “erkeğe” cadı dendiğini duydunuz mu? Bu mahkemeler bizatihi kilisenin, Papalığın mahkemeleri, yani dini mahkemeler değil miydi!?!.. Daha dün, 2000'li yıllarda Sudan’da zina yapıp hamile kalan kadının öldürülmesine hükmeden mahkeme “şeriat mahkemesi” değil miydi? Afrika’nın kimi kabilelerinde kız çocuklarını, “sırf” günah olduğu manyaklığından hareketle ve “sırf” cinsel zevk almasın diye kızların çocuk yaşta sünnet edilmesi(!), yani klitorislerinin kesilmesi de bir din kuralı değil mi?
Ve bütün bu kurallar erkeklerin ürettiği kurallar değil mi?.
Ama aynı erkekler niye “MEDENİ” kanunlarına bu tür kurallar koymuyor, koyamıyor? Çünkü bu tür ilkellikler ancak din maskesi altında mümkün ve hatta çok kolay gerçekleşebiliyor da ondan!..
Klitorisleri kesilmese, töre cinayetlerinin potansiyel mağduru olamasalar, zina gerekçesiyle recm edilerek öldürülmeseler, hatta amcası tarafından tecavüze uğramanın ötesinde, bir de hamile kaldı diye intihara zorlanmasalar, berdel mahkumu ve mağduru olmasalar, inek sağıp, dokuz çocuk doğurmasalar, erişte kesip sucuk doldurmasalar bile, doldurmadıkları halde, erkek egemen ideolojinin baskısından yakınan “kadınlarım” ın, bütün bu vahşetin muhatabı olan hemcinsleriyle ilgilenmemeleri bir yana…
Bir de tutup, erkek egemen toplum ve onun ideolojik baskısının en belirgin, bayrak misali tezahürü olan “türban” konusunda, özgür kişisel tercihtir, tamamen şahsidir, demokrat olmak lazım, farklı renklere tahammül etmek lazım edebiyatına, zevzekliğine, aldatmacasına girişmesi…
Farklı düşünenleri aptal yerine koymak bir yana (ki bu da nevzuhur demokrasi anlayışının alçaklıklarından biridir!..), tam bir kalleşliktir, belden aşağı vurmadır, fikri kalleşliktir. Ama herhalde, hatta kesinlikle demokratlık vb., değildir.
Erkek egemen toplumun baskısından şikayet ediyorsan, bunun dinle bağlantısını midene oturtup türban goygoyculğu yapmayacaksın; türban goygoyculuğu yapacaksan (hatta türban tartışmasında susacaksan) erkek egemen toplumun baskısı diye mızıldanmayacaksın!.. Bu hadise “efendim her şey ya beyaz ya siyah değildir: Bir de gri vardır” zevzekliğiyle açıklanamaz.
Burada gri artık yavşaklıktır!..
Ya da… Tıpkı Humeyni gericiliğinin başlangıcında saçı göründü diye vincin ucuna asılarak öldürülen kadınlar gibi sallanmaya hazır olacaksın!..
Yazık değil mi!
Bir kere de kedi olup fare tut yahu! Kocaya dayılanıp durmak değil marifet… Bir de sistemin ta kendisine dayılan!
Mamafih…
Buğra Atsız pek güzel ifade etmiş:
“Milliyetçiliğin içi boşalmıştı. Ama tek tesellim, Müslümanlığın da içini hızla boşaltıyorlar. Belki bu sayede Türklüğün kıymeti anlaşılır” diyor.
Keşke… Hele Müslümancılığın pabucu da dama atılırsa, Türklüğün, kadınlığın, erkekliğin, adamlığın, insanlığın tek başına kıymeti, kıymetleri de çok daha iyi anlaşılacaktır. Kuvvetle inanıyorum!..
Ali TARTANOĞLU
http://www.transanatolie.com/turkce/turkiye/turkiye%20gercekleri/fikri_dekolte.htm