Hasan Iğsız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hasan Iğsız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Şubat 2016 Çarşamba

İlker Başbuğ a Mektup




İlker Başbuğ a Mektup 

SERDAR ANT 

Sevgili Sevil Hanım,

Yazıda da belirtildiği gibi Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, gerçekten de “ Birikimli ” bir askerdir! Bu birikiminde parlak NATO kariyerinin rolü ve etkisi inkâr edilemez.

İlker Başbuğ 1977 yılında Kara Harp Akademisi'nden mezun olmuş, ardından kurmay subay olarak Belçika’da (Brüksel) NATO Uluslararası Askeri Karargâhında Cari İstihbarat Plan Subaylığı yapmıştır. Başbuğ İngiltere Kraliyet Harp Akademisi ve NATO Savunma Kolejini de bitirmiş ve 1988 yılında tuğgeneralliğe terfi ederek bu rütbede Belçika’da (Mons) Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhında (SHAPE) Lojistik ve Enformasyon Daire Başkanlığı görevinde bulunmuştur. 1995 yılında tümgeneralliğe terfi etmiş ve bu rütbe ile yine Belçika’da (Mons) Milli Askeri Temsil Heyeti (NMR) Başkanlığı görevini yürütmüştür.

Bugün Genelkurmay İkinci Başkanı olan Org. Hasan Iğsız da en az Org. Başbuğ kadar parlak bir kariyere ve “ Birikime ” sahiptir. O da 1976 yılında Kara Harp Akademisinden mezun olmuş, ardından kurmay subay olarak o da Belçika’da (Brüksel) Uluslararası Askeri Karargâhı (IMS) Plan Prensipler Dairesinde Plan Subaylığı yapmıştır. 1997 yılında tümgeneralliğe terfi eden Iğsız, tümgeneral rütbesi ile yine Belçika’da (Mons) Milli Askeri Temsil Heyeti (NMR) Başkanlığı görevlerini yürütmüştür.

Bugün Genelkurmay karargâhının (1) ve (2) numaralı komutanlarının geçmişi böyledir. Ama yaşanmakta olan olaylar bugünün sorunu değildir. Diğer bir ifadeyle sürecin faturasını Org. İlker Başbuğ’a ya da onun yaklaşımına çıkarmak adil olmaz. Örneğin Org. Başbuğ’dan önceki Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt’ın da en az halefi kadar parlak bir kariyeri vardır!

2006 ile 2008 arasında iki yıl görev yapan 25. Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt da 1972 yılında Kara Harp Akademisini kurmay subay olarak bitirdikten sonra Belçika’da (Mons) Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Yüksek Karargâhında (SHAPE) İstihbarat Daire Temel İstihbarat Şubesi Kuvvet ve Sistem Kısım Amirliği görevinde bulunmuştur. 1988 yılında tuğgeneralliğe terfi eden Büyükanıt, tuğgeneral rütbesi ile İtalya/Napoli'de NATO Güney Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığında (AFSOUTH) İstihbarat Daire Başkanlığı yapmıştır.

Org. İlker Başbuğ, Genelkurmay İkinci Başkanı iken Genelkurmay Başkanı olan Org. Hilmi Özkök de diğer iki halefi kadar parlak bir kariyer sahibi asker olarak dikkat çekmektedir. 28 Ağustos 2002 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na atanan ve 28 Ağustos 2006 tarihine kadar bu görevde kalan Org. Hilmi Özkök, AKP iktidarı döneminin ilk Genelkurmay Başkanıdır aynı zamanda…

1975 yılında NATO Savunma Koleji’nden mezun olan Özkök, kurmay subay olarak; NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı Özel Silahlar Şube Müdürlüğünde Karargâh Subaylığı yaptıktan sonra, Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı (SHAPE) Plan ve Prensipler Dairesinde Karargâh Subaylığı’nda da bulunmuştur. Ayrıca 1992 yılında Korgeneralliğe terfi edip, korgeneral rütbesiyle NATO Türk Askeri Temsil Heyet Başkanlığı yapmış, 1996 yılında da orgeneralliğe terfi edip bu rütbesi ile NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda bulunmuştur.

Sanırım Türk ordusunun yaklaşık son on yıldır yönetiminde bulunanların geçmiş askeri kariyerleri hakkındaki bu bilgiler, bugün neden bu durumda bulunulduğunu açıklamaya yardımcı olacaktır.

Öncelikle şu gerçeğin altı çizilmelidir. Sorun bugünkü Genelkurmay Başkanı’nın ya da Genelkurmay karargâhının süreci çözümlemekteki yetersizliğinden kaynaklanmamaktadır. Bu görüşü savunanlar, ne ilginçtir ki, Org. Özkök için aynı yetersizlik iddiasında bulunmuyorlar. Onlara göre Org. Özkök tarafı belli olan bir komutandır. Oysa Org. Özkök de Org. Büyükanıt ve Org. Başbuğ ile aynı ekibin elemanıdır. TSK içindeki saflaşmada tasfiye edilenler bugün “Ergenekon komplosu”nun sanığıdır ve yukarıda adı geçen üç Genelkurmay Başkanı bu kişileri tasfiye eden kanadın üyeleridir. 

Sonuçta, 

Org. Başbuğ’u süreci hatalı analiz etmekle suçlamak, bir anlamda aklamak olmaktadır.

Deniliyor ki, “Ergenekon süreci de ne yazık ki Genelkurmay karargâhında doğru dürüst irdelenmedi.” Oysa askeri kariyerleri ortada olan bu karargâh elemanlarının Ergenekon sürecini nasıl irdelemesi bekleniyordu? Ya da daha somut soralım: Org. İlker Başbuğ, “Ergenekon komplosu” ile Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuksuzluklarından birinin hedefi olanların bu duruma düşmüş olmasından gerçekten rahatsız mıdır? Mesela İşçi Partisi yönetiminin özgürlüklerinden yoksun bırakılması Org. Başbuğ ve ekibini rahatsız etmekte midir gerçekten?

Ya da başka bir soru… CIA kaynaklı düşünce kuruluşları ve malum odaklar “Kemalizm’in devri bitti”  iddiasını dillendirirken, Türkiye’de bu plana kimlerin göğüs gerdiği ortadadır. Org. Özkök’ün, Org. Büyükanıt’ın, Org. Başbuğ’un Kemalizm anlayışları bu emperyalist imalatı tezlere karşı çıkan ulusalcılarla gerçekten aynı mıdır? Bu bahsettiğimiz NATO paşaları, “Kemalizm” bile demezler, “Atatürkçü Düşünce Sistemi” derler… Bu paşaların bir kere Mustafa Kemal’in “ya istiklal ya ölüm” sözüne ya da “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” saptamasına gönderme yaptığını, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir kararlılığı en azından söylem düzeyinde sergilediğini gördünüz mü? Aksine küreselleşmeye, Büyük Ortadoğu Projesi’ne övgüler, ABD ile stratejik müttefik olmaya iman egemendir bu paşaların zihniyetine ve siyasal pratiğine…

Ama emperyalizm Türkiye’nin üzerine öyle bir çullanmıştır ki, Org. Başbuğ gibilerinin çizgisi bile artık ABD emperyalistleri için katlanılmaz bir yük olmuştur. “Kâğıt parçası” operasyonunun ve Başbuğ’un karşı tepkisinin anlamı bu çerçevede değerlendirilmelidir. Yoksa şu son operasyona karşı gösterilen tepki ne Başbuğ’u tam bağımsızlıkçı, halkçı ve devrimci yapar ne de zaten Başbuğ’un böyle olmaya niyeti vardır, daha doğrusu siyasal çizgisi ve ufku buna müsaittir.

Ben TSK’nin psikolojik harbi bilmediği görüşüne katılmıyorum. En azından Genelkurmay bu konuda oldukça mahirdir,  bugün ona karşı bu harbi ustalıkla uygulayanların rahle-i tedrisinden geçmiştir. Bugünkü Genelkurmay’ın bilmediği, daha doğrusu beklemediği şey,  şu emperyalizm yanlısı ve işbirlikçisi tutumuna rağmen sistemin efendileri tarafından hedef tahtasına konulabileceği ve köklü bir geri adıma zorlanabileceği ihtimalidir.

Bu durumda bugünkü Genelkurmay dişe diş savaşabilir mi? Onların oyunlarını ortaya çıkarabilir mi? Bu, bir anlamda bindiği dalı kesmek ya da kendi geçmişini inkâr etmek olmaz mı? İşte kariyerler ortada, bu makamlara gelene kadar kat edilen yollar, görev yapılan yerler meydanda… Bütün bunlar bir yana, bugün bile Afganistan’dan Lübnan’a, Somali’ye kadar, kiminle el ele, kola koladır Genelkurmay?

Madem, onların oyunlarını ortaya çıkaracaktır İlker Paşamız ya da öncülü Yaşar Paşamız, o zaman 2007 sonbaharında Dolmabahçe’de Erdoğan ile neler konuşulduğunu açıklamaktan başlasak nasıl olur?

Sonuçta işin özünde kişisellik yok. Mesele Özkök, Büyükanıt, Başbuğ meselesi değil. Ya da sorun Fetullah ya da Tayyip’ten kaynaklanmıyor! Sorunun özünde Türkiye’nin bağımsızlığını yitirmiş olması, emperyalizmin gizli işgali altında bulunması yatıyor. Fetullahlar, Tayyipler, Güller bu gizli işgalin Damat Feritleri, Vahdettinleri, Sait Molları’dır. Safları bellidir.

İlker Başbuğ, bu koşulların Ahmet İzzet Paşası ya da Ahmet Rıza Paşası olacaksa, bu tercihten Türkiye için hiçbir olumlu sonuç çıkmaz.

Günümüzün Mustafa Kemal’i olmak için ise öncelikle Belçika’ya, Washington’a değil, Anadolu’ya bakmak ve güvenmek gerekir.

ABD’ye ve AB’ye hayır demek gerekir.
NATO ve IMF’ye karşı çıkmak gerekir.

Emperyalizm ile işbirliği değil, Mustafa Kemal gibi Türkiye’nin çıkarlarını öne alıp güç odakları arasında denge politikasını ustalıkla uygulamak gerekir.

Sermayeden değil, emekten, yani Türkiye’nin tüm çalışanlarından yana olmak gerekir.

Anamalcı yalan ve talan düzeninden değil, halkçı ve kamucu bir paylaşım ekonomisinden taraf olmak gerekir.

Kısacası “ Yar Yanağından Gayri her şeyin Ortak ” olduğu bir dünya ideali için “ Ya istiklal ya Ölüm ” diyebilmek gerekir.

Bu ise, salt psikolojik savaş vermenin ötesinde bir mücadele azmini ve kararlığını gerektirir.

NATO Paşaları bu kararlılığı gösterebilir mi, Ne dersiniz?

Sevgiler…
Serdar Ant,


https://groups.google.com/forum/#!topicsearchin/liberal-izmirliler/SERDAR$20ANT/liberal-izmirliler/6Fe6lOEIWXY