14'LERİN TEMİZLENMESİ (SOSYALİZME VURUŞ) BÖLÜM 2
Alay Komutan yardımcısının da sesi yükselmişti:
"Ne demek tevkif ederim ?"
"Ben görevimi yapıyorum !"
Üsteğmen Erol, soluğu gazinoda aldı ve orada içinde olduğu örgütün subaylarına durumu anlatmaya çalıştı:
"Sakın gitmeyin !"
Yemek bitmiş, yeni komutan odadan çıkmamıştı. Gazino toplantı için hazırlandı, subaylar yerlerini alıp oturdular... Üsteğmen Erol, moralini yüksek tutmaya çalışıyordu... Belki de tepki, toplantıya katılmamakla değil, toplantıya katılıp rest çekmekle anlam kazanırdı. Tanıdığı subaylara yaklaşıp, "Kalkın konuşun" dedi.
"Tamam... Gelsin de bir bakarız..."
Her şey, Üsteğmen Erol'un öngörüsü dışında gelişiyordu ama hayal kırıklığı içinde teslim olmak yerine, sonuna kadar direnmeye karar vermişti.
Yeni alay komutanı geldiğinde subayların büyük bir bölümünün yerlerinden kalkmaması Üsteğmen Erol'a, çölde susuz kalmış bir insanın dudaklarını yalayıp geçen su gibi geldi. Yeni alay komutanı bozulmuştu. Konuşmasını da moral bozukluğu içinde yapmış, alay komutanlarının rahatsızlandığını, onun için alaya komuta etmek için kendisinin görevlendirildiğini tedirginlik içinde anlatmıştı. Sonra içindeki ezikliği bastırmaya çalıştığını belli eden bir ses tonuyla, "Bundan sonra benim emirlerime göre hareket edeceksiniz. Bütün alayı futbol sahasında içtimaa bekliyorum" demişti...
Üsteğmen Erol, artık mutlaka bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyordu. Cesaret kimi zaman, sonrasını hesaplamaya gerek duymadan, o an için yapılması gereken neyse, onu yapmaktır.
Ayağa kalktı:
"Albayım, sizin elinizde, alay komutanlığına atandığınıza dair yazılı bir emir var mı?"
Albay, başına bela olmaya niyetlenen bu üsteğmeni başından savmak istedi:
"Var var... Sonra gösteririm..."
"Hayır, şimdi gösterin !"
Üsteğmen Erol, Genelkurmay'ın genelgesini baştan sona okudu... Sonra yeniden konuştu:
"Ben Nizam Karakolu nöbetçi subayıyım. Elinizde yazılı emir olmadan komutayı teslim alamazsınız. Görevim sizi tevkif etmektir. Bir saat önce bir alay komutanımız gidecek, bir saat sonra bir başkası gelecek... Biz koyun sürüsü değiliz... Birileri çobanları değiştiriyor ama bunu yaparken elinize değnek vermesi lazım. 0 değnek de sizin elinizde yok !"
O sırada bir subay ayağa kalktı:
"Kesinlikle birliklerimizi toplamayacağız. Sizin emrinize göre hareket etmeyiz!"
Üsteğmen Erol, bu karşı çıkışla moral buldu ama onun hayalinde böyle bir durumla karşılaştıklarında ne yapmaları gerektiğini anlatan bir tablo çizilmiş olsaydı, mutlaka birlikte hareket ettikleri yüzbaşılar çoktan ayağa kalkıp, bu karşı çıkışı desteklerdi. O zaman diğerleri de köşelerine sineceklerdi. Oysaki, devamı yoktu... O anda havayı kokladı. Toplantıda iki yüz seksen subay vardı. Eğer albayı o anda tevkif etmeye kalkışsa belki de bir arbede başlayacaktı.
Kritik bir noktada olduğunu anlayan yeni alay komutanı da, "Alayı içtima için derhal harekete geçirin" sözleriyle, toplantıyı çabucak kapadı.
Erol un içi içini yiyordu, yeni alay komutanı yürürken,hızla yanına ulaştı:
"Yazılı emrinizi gösterecektiniz..."
Yoktu... Yeni alay komutanı yazılı emrini gösteremiyordu. Genelkurmay başkanı bile, Muhafız Alayı komutanını tutuklattıktan sonra, gönderdiği yeni alay komutanının eline "ne olur ne olmaz" kaygısıyla yazılı emir verememişti. Şimdi, bir üsteğmen, Genelkurmay başkanının genelgesine dayanarak, yeni alay komutanına yazılı emir soruyorsa, suçlu mu olacaktı ?
Yeni komutan futbol sahasındaki toplantıda konuşurken, Üsteğmen Erol'un kanı bütün vücudunda hızla dolaşıyordu. Onun, kendisini tutuklayacağını sezen yeni komutan konuşmasını kısa kesti, subaylar arasında yürümeye başladı. Artık harekete geçmek için daha fazla bekleyemezdi:
"Sizi tevkif ediyorum!"
Komutan, olduğu yerde çakılıp kaldı. Üsteğmen Erol, konuşmayı sürdürdü:
"Gazinoda yazılı emri göstereceğinizi söylediniz."
"Karargâhta kaldı."
Subaylar, ortamın psikolojisine uygun olarak, ikisinin çevresini bir hilal gibi çevirmişlerdi. Üsteğmen Erol, komutanı gözaltına aldığı andan sonra nelerin gelişeceğini kestiremiyordu.
"Peki, ben emri istiyorum..."
Yeniden Nizam Karakolu'na döndüğünde saat 16.00'ya geliyordu. Bir süre sonra, ayak sesleriyle dikkatini kapıya yöneltti. Sert adımlarla içeri giren üç subayın arasından, komutan yardımcısı yarbay ön plana çıktı:
"Erol, bak sen gençsin..."
"Eee, ne olmuş?"
"Seni kurşuna dizerler..."
Subayların giderek yaklaştığını gören Üsteğmen Erol tutuklanacağını anlamıştı. Ancak birden tank paletlerinin sesi ortalığı kapladı. Üsteğmen Erol'un yüreğine okyanus ferahlığı yerleşirken, yarbay, telaşla "Ne oluyor?.." diye sordu.
“İşte bizimkiler... Biraz sonra burada olacaklar."
Subaylar, Nizam Karakolu'ndan hızla çıktılar. Tank sesleri bir yükseliyor, bir alçalıyordu ama gelen tank falan yoktu. Üsteğmen Erol, yalnız kaldığını ve tutuklanacağını düşünüyordu. Son şansı Binbaşı Fethi Gürcan'a ulaşmaktı. Doğruca bölüğe gitti ve Astsuay Münip Tepeci'yi buldu:
"Başımıza bir alay komutanı geldi, herkes kabullenmiş görünüyor. Yukarıdan da bir türlü hareket emri gelmiyor. Elimizdeki planlardan hangisini uygulayacağımızı dahi bilmiyoruz. Belli ki bir terslik var. Fethi Binbaşı'ya gidip durumu anlatalım."
Münip ile Muhafız Alayı'nın kırık dökük bir pikabına bindiklerinde, Köşk'ten nasıl çıkacaklarının planını bile yapmamışlardı. Karşılarına çıkan ve Türkeşçi olduklarını bildikleri teğmenler "Nereye gidiyorsunuz ?" diye sorunca, olabildiğince kayıtsız görünmeye çalışarak, "Biraz Köşk'ü dolaşacağız" dediler.
Nöbetçiler tedirgindi... Karşılarında Paraşüt, arkalarında Tank bölükleri vardı. Paraşüt Bölüğü'nün üsteğmeni de Türkeşçi gençlerdendi ama Üsteğmen Erol'a karşı bir sempatisi vardı. Onların arasından geçtiklerinde, tank sesleri tümüyle kesilmişti.
Kendilerini Tank Bölüğü'ne attıklarında, oradaki subayların da kendileri kadar durumdan habersiz olduğunu gördüler:
"Alarmda bekliyoruz ama, Harp Okulu'ndan harekete geçmemiz için emir gelmiyor. Muhafız Alayı'nda durum nedir?"
"Durum bizde de aynı. Acilen Süvari Grubu'na gidip, Binbaşı Fethi Gürcan'la görüşmemiz gerekiyor."
Sonunda Binbaşı Fethi'ye ulaştılar.
"Neler oluyor?"
"Durum çok kritik. Alay komutanının tevkif edildiğini söylediğim arkadaşlardan bir tepki gelmedi. Mecbur kaldım, gelen notu Türkeşçi subaylara da gösterdim. Yeni alay komutanı olarak biri geldi. Nöbetçi subayı sıfatıyla yazılı emir istedim. Oyalayıp durdu, elinde yazılı emir yok. Tevkif etmek istedim ama, bizim oradaki arkadaşlar durumu kabullenmiş görünüyorlar. Bu arada karşı taraf da örgütlendi. Alayı harekete geçirmemiz imkânsız. Neredeyse beni tevkif edeceklerdi."
Binbaşı Fethi, Üsteğmen Erol daha konuşmasını bitirmeden kararını vermişti.
"Neyle geldiniz?"
"Kırık dökük bir pikapla."
"Anlaşıldı... Şimdi pikaba tekrar biniyoruz."
O sırada, Üsteğmen Turgut Saltoğlu'nu da çağırdı. Hiç zaman kaybetmeden dördü birden pikaba binerek Köşk'e doğru gitmeye başladılar.
"Nereden gideriz ?"
"Paraşüt Bölüğü'nün üsteğmeni Türkeşçi ekipten. Ama bize çıkışta kolaylık gösterdiler. Aynı yerden girebiliriz."
"Tamam. Şimdi Köşk'e girer girmez ben hemen bölük komutanının odasına gideceğim ve orada oturacağım. Erol! Sen kendine güvendiğin bir ekip oluşturacaksın, yeni alay komutanı olduğunu iddia eden adamı yakalayıp bana getireceksin."
Kırık dökük pikap, Paraşüt Bölüğü'nün arasından sıyrılarak Köşk'e girdi. Bu kez içinde iki değil, dört kişi vardı.
Binbaşı Fethi Gürcan'ın bölük komutanı odasına girip, uzun namlulu Smith Wesson tabancasını masanın üzerine koyup oturmasıyla her şey değişmişti. Üsteğmen Erol, onun yardımcısı konumunda olduğundan, yüzbaşılar emrine girmişti. On kişilik bir ekibi hızla oluşturmuştu ama alay komutanının nerede olduğunu net olarak öğrenemiyorlardı. Kimileri Nizam Karakolu'nda, kimileri ise gazinoda olduğunu söylüyorlardı.
"Erol, sen beş kişiyi al gazinoya git! Turgut sen de beş kişi alıp Nizam Karakolu'na git. Neredeyse oradan alıp getirin !"
Erol ve Turgut, aldıkları emri yerine getirmek üzere altışarlı iki grup halinde pikaplara bindiler.
Erol, ekibiyle birlikte gazinoya ulaştı, içeriye girip baktı, alay komutanı yoktu. O sırada, kısa bir süre önce kendisini tutuklamaya kalkan emir subayı binbaşıyı gördü, onu yakaladı:
"Sen alçağın birisin!"
Fazla vakti yoktu. Bir an önce Turgut'un yardımına gitmek için karakol tarafına koştu. Camdan, Turgut'un, yeni alay komutanı ve alay komutan yardımcısıyla konuştuğunu gördü.
Turgut, Silahlı Kuvvetler Birliği'nin konferanslarından tanıdığı ve "Silahlarınız bize mi döndü?" diye sitem eden komutanlara, "Mensup olduğumuz kuvvetler duruma hâkimdir" yanıtı veriyordu.
Yıldırım gibi içeriye daldı ve Thompson'u yeni alay komutanına dayadı. Hepsini birden pikaba doldurdular.
Görev eksiksiz tamamlanmıştı. Yakalananlar Binbaşı Fethi Gürcan'ın karşısında duruyorlardı. Binbaşı Fethi, konukları gelmiş gibi nezaketle, "Buyurun, hoş geldiniz" dedi, "sizi bir süre burada dinlendirelim."
Gözetim altında tutulan albay, yarbay ve binbaşıya çay ikramı yapıldı.
Yeni alay komutanı, bu tutum karşısında cesaretlendi: ^ Acaba bir telefon edemez miyim? Eşim beni merak eder..." Kusura bakmayın. Bizim eşlerimiz de bizleri her gün merak ediyorlar."
Komutan yardımcısı, söz alıp, ortamı yumuşatmaya çalıştı:
"Yahu Fethi, niye böyle yapıyorsunuz" dedi, "durum hakkında bilgim olsaydı, ben de sizin saflarınızda yer alırdım. Bu gibi durumlara gerek kalmazdı."
"Daha dün Muhafız Alayı gazinosunda yapılan subaylar toplantısında, alay komutanı ülkenin içinde bulunduğu siyasî ortamı anlatmış ve bunun çaresinin ne olacağını tartışmaya açmıştı. Durumu bilmemeniz imkânsız."
Binbaşı Fethi, başlarına iki nöbetçi diktiği "konuklarının" yanından ayrıldı.
O sırada, Köşk'teki durumu bildirmek ve bundan sonra atacakları adımı sormak için Harp Okulu'yla görüşmeye çalışıyorlardı ama hatlar kesikti. Telsizle de haberleşemeyince, birini bilgi vermek üzere Harp Okulu'na gönderdiler.
Binbaşı Fethi Gürcan'ın emriyle Tank Bölüğü üç tankı çıkarmış, Köşk'ün önüne dayamıştı.
Onlar Talat Aydemir'e ulaşmaya çalışırken, üst üste gelen telefonlarda Hava Kuvvetleri'nin Muhafız Alayı'nı bombalayacağı tehditleri ulaşıyor, bu da Muhafız Alayı'ndaki subayları kaygılandırıyordu. Üsteğmen Erol, paraşütçü astsubayı santrala gönderdi ve kendisinden başka kimseye telefon bağlamamasını istedi. Böylece dışardan gelen ihbarları denetlemek ve Muhafız Alayı'ndaki çözülmeyi engellemek istiyordu.
O sırada, Türkeşçilerin ağırlıkta olduğu tankçılar, namlularını Köşk'e doğru çevirmişlerdi.
Üsteğmen Erol, üst üste aldığı tehdit telefonlarının ardından, çalan telefonu yeniden açtı:
"Şu anda Köşk'te, başbakan, bakanlar, parti liderleri, Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları, cumhurbaşkanının başkanlığında toplantı yapıyorlar. Tanklar namlularını Köşk'e çevirmiş durumdalar. Onlar da dışarı çıkmak istiyorlar. Ne yapayım?"
Ankara'da tek bir silah sesi, korkunç bir çarpışmanın işareti olabilirdi. Hava Kuvvetleri alarmı kaldırmadığı gibi, karacılar da alarma geçmişti. Gelişmeler, Albay Aydemir'in Ankara'daki gücünün çok büyük olduğunu gösteriyordu. Hükümetin talimatıyla, Ankara civarından çağrılan birlikler de, albaya bağlı olduklarını bildirmişlerdi.
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel başkanlığında, en güvenli bölge olarak gördükleri Köşk'te toplanan İsmet Paşa, bakanlar, Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları ve parti liderleri durum değerlendirmesi yapıyorlardı.
"Kıtalar, tek bir silah atılmadan beş dakika içinde asilerin eline geçiyor. Bu nasıl bir şey?"
YTP Genel Başkanı Ekrem Alican, Talat Aydemir'le görüşme önerisini ortaya atmıştı. İsmet İnönü, "Ellerinde rehin kalırsın, daha da güçlü duruma gelirler" dedi. Israr edince, albayla görüşmek üzere toplantıdan ayrılmasına izin verildi.
Ekrem Alican'dan ilk haber gelmişti:
"Meclis'in feshini istiyorlar."
"Bir an önce tedbir almalıyız."
"Ankara civarından destek olarak çağırdığımız birlikler Talat Aydemir'le birlikte hareket ediyorlar. Hükümetin bu şartlar altında çalışması imkânsız. Geçici bir süre için Eskişehir'e nakledelim."
CKMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı, bu öneriye şiddetle karşı çıktı, İsmet Paşa'ya döndü:
"Paşam ! Gidelim Millet Meclisi'ne, ön sıralarda oturalım, bizi gelip orada teslim alsınlar !"
Çankaya zirvesinde, ne gibi önlemler alınabileceği düşünüldü. Radyoda, bütün siyasî parti liderlerinin imzaladığı bir bildiri ile cumhurbaşkanı, başbakan ve Genelkurmay başkanının mesajlarının yayınlanmasına karar verilmişti.
0 sırada içeriye giren Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri, durumu daha da gerginleştiren haberi verdi:
"Muhafız Alayı'nda bir kıpırdanma var. Yeni komutan duruma hâkim değil."
Millî Savunma bakanı devreye girdi:
"Köşkü derhal terk edelim. Tehlike büyüyor."
Ancak onlar daha Köşk'ten çıkmadan yeni bir haber geldi:
'Süvari Grubundan Binbaşı Fethi Gürcan, yeni alay komutanını enterne edip Muhafız Alayı'nı ele geçirmiş! Tank Bölüğü namlularını Köşk'e çevirdi."
O ana kadar sakin görünen İnönü sinirlenmişti:
"Ne yani? Koskoca Muhafız Alayı'nı dört subay mı teslim aldı?"
Durum giderek kritik bir hal alıyordu. İçerideki gerginlik had safhaya ulaştı. Dışarıya çıkmaları halinde başlarına ne gelecekleri bilmiyorlardı.
Üsteğmen Erol telefonda duyduklarından heyecanlanmıştı Binbaşı Fethi Gürcan'a döndü:
"Cemal Paşa, îsmet Paşa, Sunay Paşa.. Hepsi şu anda Köşk'te toplantı halindeymiş! Kuvvet komutanları ve parti liderleri, kabine üyeleri de içerideymiş. Dışarı çıkmak istiyorlarmış. Ama tankçılar namlularını Köşk'e çevirdiği için çıkamıyorlarmış."
Bu habere Üsteğmen Erol kadar, Binbaşı Fethi Gürcan da şaşırmıştı. Onlar, Muhafız Alayı'na atanan yeni komutanı enterne edip, alayın komutasını ele geçirirken, Köşk'te kimlerin bulunduğunu bilmiyorlardı... Şimdi bütün güç onların ellerindeydi!
"Hemen Talat Albay'a ulaşmamız lazım."
Binbaşı Fethi, "Kimse dışarıya çıkmasın" haberini yolladıktan sonra, ısrarla Harp Okulu'nun telefonunu düşürmek için uğraşmaya başladı. On beş-yirmi dakika sonra bağlantıyı sağladı:
"Albayım, Gürsel, İnönü ve bütün kabine üyeleri ile komutanlar buradalar. Köşk'ü sardım. Hepsini enterne edeyim mi?"
* * *
Albay, telefonu aldığında, o anda her şeye hâkim olduğunu düşündü. Bir başkaldırı, kendiliğinden ihtilalin doruk noktasına ulaşmıştı. Ancak, İstanbul'daki birlikler kendisini yalnız bırakmışlar ve 9 Şubat Protokolü'ne imza atanlar, imzalarından geri dönmüşlerdi. Hava Kuvvetleri hükümetten yanaydı. Hükümet yanlısı kimi subayların, Genelkurmay karargâhının etrafına tanksavar silahları yerleştirdiklerini de öğrenmişti. Bu durum üzerine, Tank Taburu, Süvari Grubu ve Harp Okulu bir an önce harekete geçmek için sabırsızlanıyorlardı. Saatler ilerledikçe kıtaların denetimi güçleşiyordu. On sekiz bin silahlı güç, patlamaya hazır birer bomba gibi ondan gelecek emri bekliyordu. Harekete geçtiği anda, tanklar Genelkurmay'ı ve Hava Kuvvetleri karargâhını yerle bir edeceklerdi. Ordu her yerde birbirine girecek, oluk oluk kan akacaktı.
Kore günlerini düşünen albay, Türkiye'de yaşanacak bir iç savaşın, ülkeyi bölmek isteyen dış güçlerin de ekmeğine yağ süreceği olasılığıyla derin bir mutsuzluğa düştü.
Her şeye rağmen, Ankara'daki başarısı tartışmasızdı. O andan itibaren liderdi. Ancak bu şartlar altında bir dikta rejimine gidilmesi kaçınılmaz görünüyordu. Kendi kellelerini korumak için, bugüne kadar protokollere ihanet edenleri yok etmeleri gerekecekti...
Bu koşulları göze alarak altına imzasını atacağı bir ihtilal, yeni ihtilalleri de gündeme getirecekti.
Eline geçirdiği en büyük kozu kaçırdığında, kellesini vermeyi de göze alması gerekiyordu... Şimdi, "Vatan, sana canım feda !" demenin sırasıydı...
Binbaşı Fethi'ye, "Bizim onlarla işimiz yok. Dışarıya çıkışlar serbest, içeriye giriş yasak..." dedi.
* * *
İhtilal hiyerarşisine tartışmasız bağlılık gösteren Fethi Gürcan'ın telefondaki konuşmasını, Üsteğmen Erol ve Turgut, dikkatle izliyorlardı... Onun ses tonundaki belirgin düşüş, meraklarını iyice çoğalttı.
"Ya... Öylemi?"
Telefonu kapadı.
"Diyorlar ki..."
Üsteğmen Erol, bu olasılığı hiç hesaba katmamıştı.
Köşk'tekilere, dışarı çıkabilecekleri haberi yollandı.
İsmet Paşa, derin bir nefes aldı, albayın başını koyduğu davada baş almayı göze alamadığını düşündü, yanındakilere döndü:
"Talat, işte şimdi kaybetti..."
http://kutuphane.halkcephesi.net/Ihtilalin%20Suvarisi/bolum%2029.htm