Hikmet Sami Türk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikmet Sami Türk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2015 Perşembe

Yeni Anayasa Çıkmazı



Yeni Anayasa Çıkmazı 



Hikmet Sami Türk.,



Bazı yönleriyle toplumdaki bölünmüşlüğü de yansıtan anayasa çıkmazı nasıl aşılabilir? Yapılması gereken, tümüyle yeni bir anayasa değil, öncelikli konularla sınırlı bir anayasa değişikliğidir. Bu değişiklik, önceki kazanımları koruyarak, temel hak ve özgürlükleri genişletecektir. 










1876’da Kanuni Esasi’nin ilanından 1982 Anayasası’nın kabulüne kadar geçen 106 yıl içinde 5 anayasa, ortalama her 21 yılda yeni bir anayasa ve bunların her birinde birçok değişiklik yapmak suretiyle, bir dünya rekoru denebilecek sayı ve sıklıkta yoğun bir anayasa etkinliği gösteren Türkiye, şimdilik yeni bir anayasa yapmaktan vazgeçmiş, bu isteğini gerçekleştirmeyi ertelemiş bulunmaktadır. İlk kez bir “Sivil anayasa” yapıldığı gibi tarihi gerçeklere tam uymayan büyük bir iddia ile işe başlanmış; ancak 12 Haziran 2011 milletvekili genel seçimi ertesinde TBMM’de grubu bulunan 4 siyasi partinin 3’er temsilcisinden oluşturulan partiler arası uzlaşma komisyonunun iki yılı aşkın bir süre devam eden çalışmasından beklenen sonuç çıkmamıştır. 1995 ve 2001 yıllarında yapılan kapsamlı anayasa değişikliklerinde başarıyla uygulanan eşit katılımlı partiler arası uzlaşma komisyonu yöntemi, bu kez ancak 60 madde ile sınırlı bir mutabakat metni ortaya koyabilmiştir. 
Mutabakat sağlanan, fakat kesintisiz bir sırayla numaralandırılmayan, aralarında boşluklar bulunan 60 madde, ağırlıklı olarak yürürlükteki anayasanın temel hak ve özgürlüklere, yasama ve yargıya, doğal servetler ve kaynaklar ile ormanlara ilişkin hükümlerinin bir bölümünü bazı ekleme ve çıkarmalarla, henüz eksik ve yetersiz, sistematik bakımdan genelde tutarsız bir biçimde yineleyen, bu arada “insan onur ve haysiyeti”, “barış içinde ve silahsızlanmış bir toplumda yaşama hakkı”, “bilgiye erişim hakkı ve bilişim özgürlüğü”, “makul ve insanca hayat (yaşam) sürdürme hakkı”, “TBMM Siyasi Etik Komisyonu”, “Yükseköğretim Düzenleme Kurulu” gibi konularda yeni hükümler getiren düzenlemeler niteliğindedir. Bazı maddeler üzerindeki mutabakat, “yeniden gözden geçirilecektir” kaydıyla geçerlidir; bazı maddelerde partilerin çekinceleri vardır; bazı konuların madde gerekçesinde belirtilmesi ya da ileride düzenlenecek başka bir maddede değerlendirilmesi kabul edilmiştir. 

Niçin çıkmaza girildi?


Anayasalar, bir devletin dayandığı temel ilkeler ile temel hak ve özgürlükleri belirten, devlet erklerinin işleyişini düzenleyen toplumsal sözleşmeler niteliğindedir. O nedenle bu sözleşmelerin yapılması ve değiştirilmesi, toplumsal mutabakatla gerçekleşir. Yürürlükteki 1982 Anayasası’nda şimdiye değin 18 kez değişiklik yapılmış ve bu değişiklikler sonucunda anayasanın 87 maddesi değişmiştir. Bu değişikliklerle, özellikle 1995, 2001 ve kısmen 2010 değişiklikleriyle anayasa, büyük ölçüde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokolleri doğrultusunda bir anayasa durumuna getirilmiştir. (1) Fakat son anayasa değişikliği girişimi, yeni bir anayasa ya da kapsamlı bir anayasa değişikliği yapılması konusunda gerekli toplumsal mutabakatın Meclis’e yansıdığı ölçüde henüz oluşmadığını göstermektedir. Bunun nedenlerinden birkaçı üzerinde durmakta yarar var: 

1. Yukarıda belirtilen özellikleri kazanmış bir anayasa yerine tümüyle yeni bir anayasa yapma düşüncesi, partiler arası görüş farkları, özellikle iktidar partisinin bazı konularda bilinen görüşleri ve bir muhalefet partisinin temelde etnik kimlikle bağlantılı istemleri ön plana çıkaran tutumu nedeniyle bu kazanımların bir bölümünün kaybı veya nitelik değiştirmesi riski taşıdığından yeterli toplumsal destekten yoksundur. 

2. Anayasanın ilk üç maddesindeki değişmez hükümlerin bir bölümünün yeni bir anayasa yapmak gerekçesiyle değiştirilmek, özellikle laiklik ilkesi ve Türkiye Devleti’nin bölünmez bütünlüğü ile ilgili hükümlerin en azından esnekleştirilmek, bu arada “özerk coğrafi bölgeler” yaratılmak istenmesi, toplumsal destek kadar hukuki dayanaktan da yoksundur. Çünkü 1. maddeden başlanarak yeni bir anayasa yapılsa bile bu, anayasanın değiştirilmesi ile ilgili hükümlere, yani değişiklik usulünü gösteren 175. madde ile değiştirilemeyecek hükümleri belirten 4. maddeye uygun olarak yapılmak zorundadır. 

3. Partiler arası uzlaşma komisyonunda “Türk vatandaşlığı” tanımı kapsamında “Türk” sözcüğü üzerinde bile görüş birliğine varılamamıştır. Oysa önceki anayasalarımızda olduğu gibi yürürlükteki anayasamızda da “Türk” sözcüğü, bir etnik kimliği değil, bir vatandaşlık kimliğini ifade etmektedir. Yeni anayasada da farklı bir anlam taşıması düşünülemez. Aynı biçimde bölücü ve ayrılıkçıları memnun etmek için kullanılmak istenmeyen “Türk Milleti” terimi de, hiçbir etnik ayrım gözetmeksizin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tümünün ortak adıdır. (2) 
4. Bu konunun bir uzantısı olarak, eğitim ve öğretimin resmi dil Türkçe yerine anadilinde yapılması da tartışma konusudur. Seçimlik ders olarak anadilinin öğrenilmesinin ötesinde tüm derslerin anadilinde yapılması, eğer buna olanak bulunabilirse ilköğretimden yükseköğretimin sonuna kadar eğitim ve öğretimin anadilinde yapılmasını gerektirecek bir durumdur. Bu, aynı ülkenin çocuklarını ve gençlerini farklı dilleri konuşan, aynı meslekte bile ortak bir dilde anlaşamayan insanlar olarak yetiştirmek demektir. 

5. Türkiye’nin 1876’dan bu yana uygulamaya çalıştığı parlamenter sistem yerine dünyada yalnız Amerika Birleşik Devletleri’nin federal yapısı ve kurumlar arası anayasal dengeleri içinde başarıyla işleyen, ama orada bile zaman zaman tıkanmalara yol açan başkanlık sisteminden esinlenen, ancak onunla sadece isim benzerliği olan; yürütme yetkisini başkana vermekle kalmayıp, “başkanlık kararnameleri” adı altında yasama yetkisini de başkanda toplamaya açık, böylece demokratik hukuk devletinin kurumsal temeli olan erkler ayrılığını ortadan kaldırmaya elverişli bir Türk tipi başkanlık sistemi, diktadan başka bir şey getirmez.(3) Türk halkı, iktidar partisinin önerdiği böyle bir rejim değişikliğini kabule hazır değildir. 

Çıkış yolu


Bazı yönleriyle toplumdaki bölünmüşlüğü de yansıtan anayasa çıkmazı nasıl aşılabilir? Yapılması gereken, tümüyle yeni bir anayasa değil, öncelikli konularla sınırlı bir anayasa değişikliğidir. Bu değişiklik, önceki kazanımları koruyarak, temel hak ve özgürlükleri genişletecek; demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini, parlamenter rejimi güçlendirecek, bu arada cumhurbaşkanı seçimini parlamenter rejime uygun duruma getirecek; yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını sağlayacak düzenlemeleri içermelidir. Meclis’te ve halkoylamasında toplumsal mutabakat bu çerçeve içinde gerçekleşebilir. 


(1) Bu konuda daha ayrıntılı olarak bk. Hikmet Sami Türk, “İstatistiklerle Anayasa Değişiklikleri”, Parlamento, Aralık 2011, s. 280, s. 18-20. 


(2) Bu konuda son olarak bk. Hikmet Sami Türk, “Milletin Adı Yok mu?”, Cumhuriyet, 25.11.2013, s. 2. 


(3) Bu konuda daha ayrıntılı olarak bk. Hikmet Sami Türk, “Başkanlık Sistemi Türkiye’de Uygulanabilir mi?”, Parlamento, Şubat 2011, s. 270, s. 22-24; Hikmet Sami Türk, “Başkan mı, Seçilmiş Padişah mı?”, Bafra Haber, Ocak 2013, s. 89, s. 1, 7. 

Prof. Dr. HİKMET SAMİ TÜRK


http://kadin-haber.blogspot.com.tr/2013/12/yeni-anayasa-ckmaz-hikmet-sami-turk.html


.

Meclis Soruşturması İçin Fezleke Gerekli mi?


Meclis Soruşturması İçin Fezleke Gerekli mi?

 


Hikmet Sami Türk


Muhalefet partilerinin adları rüşvet ve yolsuzluk olaylarına karışan bakanlar hakkında Meclis’e fezleke gelmesini beklemeleri, bugüne kadarki uygulama ile çeliştiği gibi, gereksiz ve yanlıştır da. Eğer suçlamalarla ilgili yeterli kanıt varsa, en az 55 milletvekilinin imzasıyla verilecek bir önerge, sonraki aşamalara geçilemese bile Meclis soruşturması sürecini başlatabilir. 

Meclis Soruşturması İçin Fezleke Gerekli mi? - Hikmet Sami Türk









Meclis soruşturması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yürütme üzerindeki en etkili denetim yollarından biridir (Anayasa m. 98/I, 100). Konusu, TBMM İçtüzüğü’nde belirtildiği gibi “Bakanlar Kurulu’nun genel siyasetinden veya bakanlıkların görevleriyle ilgili işlerden dolayı hakkında soruşturma açılması istenen başbakan veya bakanın cezai sorumluluğu gerektiren fiilleri”dir (m. 107). 
Son zamanlarda adları rüşvet ve yolsuzluk olaylarına karışan bazı bakanlar hakkında Meclis soruşturması açılabilmesi için yargı mercilerince düzenlenen fezlekelerin TBMM Başkanlığı’na gönderilmesi gerektiği, kamuoyunda birçok kimse tarafından paylaşılan, hatta muhalefet liderlerince de dile getirilen bir görüş niteliğindedir. 

Meclis soruşturması nasıl açılır?


Fakat böyle bir fezlekenin TBMM Başkanlığı’na gönderilmesi, ilgili kuruma bir suç ihbarı olarak değerlendirilmemektedir (krş. CMK m. 158/4). Çünkü başbakan ve bakanlar hakkında görevleriyle ilgili suçlardan dolayı soruşturma açılması, “Meclis soruşturması” olarak adlandırılan özel bir usule tabidir. 
Anayasa ve daha ayrıntılı bir hükümle TBMM İçtüzüğü’ne göre; “Görevde bulunan veya görevinden ayrılmış olan başbakan ve bakanlar hakkında Meclis soruşturması açılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği bir önerge ile istenebilir.” (Anayasa m. 100/I, İçtüzük m. 107/I). Demek ki, Meclis soruşturması açılması için öncelikle en az 55 milletvekilinin imzasını taşıyan bir önergenin verilmesi gerekir. 
Bu koşul gerçekleşmedikçe TBMM Başkanlığı’nca ya da bu konudaki bir ihbar veya şikâyetin TBMM Başkanlığı’na iletilmesi için Adalet Bakanlığı’nca yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır. Gerek TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı’nın “TBMM Başkanı Hikmet Çetin” imzasıyla Adalet Bakanlığı’na gönderdiği 17.11.1997 tarihli yazıda, gerek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün “Bakan Sadullah Ergin” imzasıyla cumhuriyet savcılarına gönderdiği 21.12.2011 tarih ve 100/1 sayılı genelgede bu husus açıkça belirtilmiştir. Yerleşik uygulama bu yöndedir(1). 

Dünden bugüne meclis soruşturması 


Aslında bu denetim yolu, ilk kez 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda “Meclis tahkikatı”, 1945 Türkçeleştirmesiyle anayasada “Meclis soruşturması” olarak adlandırılmıştır (m. 22). 1961 Anayasası’nda Meclis soruşturması açılması, her iki meclisin (Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu’nun) yetkileri arasındaydı (m. 88/I, 90). Ancak o dönemde bir siyasi mücadele aracı olarak çok sık bu yola başvurulması, Meclis çalışmalarını aksatabilen boyutlara ulaştığından 1982 Anayasası yapılırken Meclis soruşturması açılmasını zorlaştırıcı, buna karşılık belirli bir süre (soruşturma önergesinin verilişinden başlayarak komisyon çalışmaları için 2 aylık uzatma ile birlikte en çok 5 ay) içinde sonuçlandırılması; soruşturma açılmasına karar verilmesi durumunda, bunun “Meclisteki siyasi partilerin güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak on beş kişilik bir komisyon tarafından” yapılması; “Meclisteki siyasi parti gruplarında Meclis soruşturması ile ilgili görüşme” yapılamaması ve karar alınamaması, getirilen yeni hükümler arasındadır (m. 100). Bu hükümlerle siyasi partilerin Meclis soruşturması konusunda tarafsızlığının korunması amaçlanmıştır(2). 

Anayasadaki 2001 değişiklikleriyle Meclis soruşturması açılmasına ve gerektiğinde ilgilinin Yüce Divan’a sevkine ilişkin kararların “gizli oyla” alınmasını, bu arada soruşturma komisyonu raporunun en geç 2 aylık uzatma süresi içinde TBMM Başkanlığı’na teslimi zorunluluğunu, raporun 10 gün içine dağıtılmasını ve Genel Kurul’da 10 gün içinde görüşülmesini öngören hükümler getirilmiştir (3.10.2001 tarih ve 4709 sayılı kanunla değişik m. 100). Bu yeni hükümlerle bir yandan Meclis soruşturması işlemlerinin sürüncemede kalmaması sağlanmak, öbür yandan bu“önemli ... denetim mekanizmasının siyasallaşmasının önüne” geçilmek istenmiştir(3). 

Meclis soruşturması açılması ve yürütülmesi 


TBMM İçtüzüğü’ne göre Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergede “hakkında soruşturma açılması istenen başbakan veya bakanın cezai sorumluluğu gerektiren fiillerinin görevleri sırasında işlendiğinden” söz edilmesi, “Hangi fiillerinin hangi kanun ve nizama aykırı olduğunun gerekçe gösterilmek ve maddesi yazılmak suretiyle belirtilmesi zorunludur.” (m. 107/II). Bu hüküm uyarınca önergede örneğin Türk Ceza Kanunu’nun “rüşvet” ya da “görevi kötüye kullanma” ile ilgili 252. veya 257. maddesinin yazılması gerekir. 

Meclis soruşturması açılması kararı için özel bir yetersayı öngörülmemiştir. Dolayısıyla bu konudaki karar, TBMM üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlası olan 139’dan az olmamak kaydıylatoplantıya katılanların salt çoğunluğu ile verilir (Anayasa m. 96/I). Bu karar üzerine kurulacak komisyonun geniş yetkileri vardır. Örneğin komisyon, kamusal ve özel kuruluşlardan konu ile ilgili bilgi ve belgeleri isteyebilir; Bakanlar Kurulu üyelerini, diğer ilgilileri, tanık ve bilirkişileri dinleyebilir; adli mercilerden yardım isteyebilir; hakkında soruşturma açılmak istenen başbakan veya bakanın savunmasını alır (İçtüzük m. 111). Bu çerçeve içinde komisyonun suçlama ile ilgili fezlekeyi de incelemesi doğaldır. Meclis soruşturmasının varabileceği en ağır sonuç, komisyon raporunun Genel Kurul’da görüşülmesinden sonra ilgilinin Yüce Divan’a sevk edilmesidir. O nedenle bu konudaki karar, ancak TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğu olan 276 oyla alınabilir (Anayasa m. 100/III). Gerek komisyonun Yüce Divan’a sevk yönündeki raporunda, gerek Genel Kurul’un bu yöndeki kararında da“hangi ceza hükmüne dayanıldığı” belirtilir. Bu karar üzerine dosya, en geç 7 gün içinde TBMM Başkanlığı’nca, Yüce Divan sıfatıyla yargılamayı yapacak olan Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilir (İçtüzük m. 112, Anayasa m. 148/VI). 

Sonuç 


Görüldüğü gibi, muhalefet partilerinin adları rüşvet ve yolsuzluk olaylarına karışan bakanlar hakkında Meclis’e fezleke gelmesini beklemeleri, bugüne kadarki uygulama ile çeliştiği gibi, gereksiz ve yanlıştır da. Eğer suçlamalarla ilgili yeterli kanıt varsa, en az 55 milletvekilinin imzasıyla verilecek bir önerge, sonraki aşamalara geçilemese bileMeclis soruşturması sürecini başlatabilir. 


(1) Bu konuda ayrıntılı olarak bk. Hikmet Sami Türk, Daha İyi Bir Anayasa İçin..., Ankara 2003 (TESAV Yayınları No: 25), s. 272276 “Meclis Soruşturması ve Yolsuzlukla Mücadele”; TBMM Başkanlığı’nın 17.11.1997 tarihli yazısı için s. 272. 
Adalet Bakanlığı’nın 21.12.2011 tarih ve 100/1 sayılı genelgesi için bk. T.C. Adalet Bakanlığı Yayın İşleri Dairesi Başkanlığı (Haz.), T.C. Adalet Bakanlığı Genelgeler, Ankara 2013, s. 5457, özellikle 56. 


(2) Aynı yönde anayasanın 100. maddesine ilişkin gerekçe için bk. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. Komisyon Raporları ve Madde Gerekçeleri, Ankara 1983, s. 158 vd; H. Hasan SönmezNecmettin Alan (Haz.), Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. Madde Gerekçeli, Ankara 2011, s. 198 vd. 

(3) Bu konuda anayasanın 100. maddesinde 4709 sayılı kanunla yapılan değişikliğe ilişkin gerekçe için bk. Sönmez/ Alan (Haz.), age, s. 199.

 Hikmet Sami Türk


http://kadin-haber.blogspot.com.tr/2014/02/meclis-sorusturmas-icin-fezleke-gerekli.html


.