Kemal Menemencioğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemal Menemencioğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2018 Perşembe

PANZER VE KÜRT İSYANI, ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU: BÖLÜM 1

PANZER VE KÜRT İSYANI,  ALMAN DERİN DEVLETİNİN BARONU: BÖLÜM 1


FARUK ASLAN,


RUDOLF VON SEBOTTENDORFF 


1923’de kurulan genç Türkiye’de de Alman devletinin etkinliği 1945’e kadar açıktan devam etmiştir. Daha sonra Soğuk Savaş döneminde, derin yapılanmalar dönemi başlar. Türkiye’nin bu yıllarda ekonomik ve siyasi ilişkilerinin en yoğun olduğu ülke Almanya’dır. O yıllarda aldığı en büyük borç 150 milyon Mark tutarıyla Almanya’dan aldığı borçtur. 

1942 yılında da 100 milyon Mark askeri malzeme sağlanması karşılığında Almanya’dan kredi alınır. Burada Alman emperyalizminin, 1933 yılında faşist Nazi’lerin iktidara gelmesiyle yeniden gündemine aldığı Yakındoğu, Kafkaslar, ve Balkanlar’ı içeren egemenlik programı çerçevesinde Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler söz konusudur. Bu amaç doğrultusunda ekonomik ilişkiler geliştirilmiş ziyaretler sıklaştırılmış, Alman heyetlerinden biri gelir biri 
gider olmuştur. Almanya ile ilişkiler sadece ekonomik alanla da sınırlı değildi. Osmanlı’nın son yıllarında bu ülkeyle kurduğu askeri ilişkileri aratmayacak bir yakınlaşma başlamıştı. Türkiye’nin ordusunda görevli Alman subaylar vardır ve Almanlar, Türkiye devletinin ordusunun ihtiyaç larını karşılamak için girişimlerde bulunmuştur. Amaç orduyu Alman 
askeri sanayine bağımlı kılmaktır. Yine Osmanlı’nın son dönemlerinde olduğu gibi ordunun üst kademelerinde de Almanlar vardır. Hatta bunlar ordunun ve gizli servisin örgütlendirilmesi işini üstlenmişlerdir. Alman Piyade Generali Mittelberger Türkiye Genelkurmayı’nı organize ederken, birinci Paylaşım Savaşı’nda Alman Askeri Gizli Servisi’nin Başkanı olan General Nicolai ise Türkiye Genelkurmayı’nın askeri istihbarat örgütünü organize etmiştir. Ayrıca Alman ordusu içinde eğitim gören Türkiyeli subaylar da vardır. Almanya’nın emperyalist emelleri doğrultusunda özellikle de Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan Türk kökenli halkı da göz önünde bulundurarak Türkiye’de öne çıkardığı, telkin ettiği politika ‘Turancılık’ olmuştur. Almanya, yayılmacı siyaseti içerisinde Türkiye’ye özel bir misyon biçmiş ve bu rol Almanların 2. Paylaşım Savaşı yıllarında   yenilgiye uğrayacağı belli olana kadar karşılık da görmüştür. Almanların Türkiye’ye biçtiği misyonu Alman Büyükelçi ve Türkiye Masası Şefi Hentig şöyle ifade etmiştir: ‘Volga nehrinden Çin’e kadar, Rusya’nın Türk kökenli halklarını Türkiye’nin siyasal önderliği altında toplama.’ (103) 

Bu politikanın bir yansıması sayılabilecek olan 2.Paylaşım Savaşı sırasında Türk kökenli Müslüman savaş esirlerinden birlikler kurma meselesi de ilginçtir. Sayıları 180.000 civarında olan Türk kökenli Müslüman savaş esirlerinden 1942 yılında gönüllü kıtalar oluşturulmuş, bu kıtaların eğitimiyle Türk subaylar ilgilenmiştir. 

Bu kıtalar şunlardır: 

a- Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız, Kalpak ve Tacikler’den oluşan Türkistan Gönüllü Kıtası. 
b- Azerbaycanlı, Dağıstanlı, İnguş, Lezgi ve Çeçenler’den oluşan Kafkas Gönüllü Kıtası. 
c- Gürcü Gönüllü Kıtası 
d- Volga-Tatar ve Kuzey Kafkasya Gönüllü Kıtası. 

19 Bağımsız tabur ve 24 bölükten oluşan bu kıtaların komutasında sadece 4 Alman subay görev yapmıştır. Geriye kalan komuta kademesi Türklerden oluşmaktadır ve bölüklerin eğitimleriyle Türkiye’den subaylar ilgilenmiştir. 

Türkiye’nin Alman emperyalizmiyle olan yakınlığı Alman ordularının Stalingrad önlerinde bozguna uğramasıyla gerilemeye başlar. Aynı yıllarda Anadolu topraklarında faaliyet yürütenler bir tek Almanlar da değildir. İngilizler’in M16 istihbarat teşkilatının İstanbul’da birçok ajanı vardır. İngilizler için Balkan istihbarat operasyonlarında İstanbul vazgeçilmez 
bir üs haline gelmiştir. ABD’nin ise Türkiye’de güçlü bir casusluk ağı vardır. Balkanlar, Ortadoğu ve SSCB’ye yakınlığı Türkiye’yi ABD için önemli bir üs haline getirmiştir. Office Of Strategie Servises (OSS), ABD’nin istihbarat örgütü olarak bölgeyi mesken edinmiştir. ABD’nin Türkiye’deki istihbarat ağlarını kurduğu dönem asıl olarak 2. Paylaşım Savaşı yıllarıdır. ABD emperyalizminin oluşturduğu bu istihbarat ağının odağında Savaş 
Enformasyon Bürosu (OWI) bulunmaktadır. OWI’nın bürosu İstiklal caddesindedir ve burada 20 Amerikalı yaklaşık 100 civarında da Türk çalışan vardır. Bu büronun asli görevlerinden biri Türkiye basınına ABD’nin istediği haberleri aktarmak ve Amerikan yaşam tarzını ifade eden dergilerin, Holywood filmlerinin dağıtımını yapmaktır. 
ABD ile ekonomik ilişkiler de 2. Paylaşım Savaşı yıllarında artmıştır. Sadece savaş sırasında ABD’den alınan borç miktarı 95 milyon dolar tutarındadır. Kurtuluş Savaşı’nın ardından bağımsızlık kazanılmış olsa da sömürgecilik ilişkileri devam ettirilmiş emperyalistlerden borçlar alınmış ve yeniden emperyalizme bağımlılığın adımları atılmıştır. Fakat asıl bağımlılık ilişkileri 2. Paylaşım Savaşı’nın ardından emperyalizmin geliştirdiği yeni sömürgecilik ilişkileri dâhilinde kurulacaktır. 

Türkiye’de Alman Derin devletini kuran Alman: Sebottendorf idi. Onun dönemini bitiren 

DP’nin iktidara gelmesi oldu. DP’nin gelir gelmez yaptığı işlerden biri de istihbarat teşkilatını Almanların kontrolünden alıp CIA’ya bağımlı hale getirmek olmuştur. Bunu ustalıkla beceren DP Hükümeti istihbarat çalışanlarının aylıklarının dahi CIA tarafından ödenmesini sağlar. DP iktidarı döneminde kurulan bu ilişkiler daha sonra 1960 ihtilalinin ardından Yassıada duruşmaları sırasında açığa çıkar. Yassıada duruşmaları sırasında ifade 
veren Milli Eğitim Bakanlığı’na vekâlet etmiş olan Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Fatih Korur bu ilişkilerin örgütün eski başkanlarından General Behçet Türkmen zamanında kurulduğunu söylemiştir. 

Genelkurmay istihbarat Başkanlığı’nda görevli bir albayken 1953 yılında Milli Emniyet Başkanlığı’na getirilmiş olan Behçet Türkmen’in ilk uygulamaların dan birisi 6 kişilik çekirdek kadroyu eğitim amacıyla ABD’ye göndermek olur. Aralarında daha sonra MİT Müsteşarı da olacak Fuat Doğu’nun da bulunduğu bu 6 kişi ABD’de eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönmüş ve Amerikalılarla birlikte İstanbul Emirgan’da açılan bir okulda dönemin istihbarat kurumu olan Milli Amele Hizmet (MAH) personelini 
eğitmiştir. 

MAH ile yabancı istihbarat teşkilatlarının ilişkilerine dair eski bir ABD ajanı Philip Agee şunları anlatıyor: 
“... CIA uzun yıllardan beri Türk Milli İstihbarat Teşkilatı ile çok yoğun bir işbirliği içindedir. 
Bu örgütün eğitimi, ilerlemesi ve donatılmasını CIA sağlar. CIA’nin Türkiye’deki görevi, Doğu Bloku ülkelerinin misyon ve operasyonlarını’ kontrol etmek, bu ülkenin NATO ile bağlarını güçlendirmek ve ‘Amerika’nın kapitalist hegemonyasının devamını sağlamaktır. Tabii bu arada her yerde olduğu gibi komünizm ve aşırı sol hareketi kontrol ederek’ABD 
çıkarları için tehlikeli hale gelmelerini önlemektir... (104) 

EBCED HESABI ÖĞRENEN ALMAN 

Türkiye’nin Almanların elinden çıkması ve ABD kontrolüne girmesi en fazla Thule Örgütünün kurucusu, Büyük Üstad Sebottendorf olarak tarihe geçen şahsı rahatsız eder. Yine de Gehlen sayesinde Türkiye’de Alman derin devletinin paralel kolunu yerleştirmeyi başarır. Peki, kimdir bu Osmanlı Almanı? 9 Kasım 1875’de Dresden’de Adam Alfred Rudolf Glauer adıyla dünyaya geldi. Aristokrat bir ailenin değil, bir lokomotif sürücüsünün oğlu idi. Genç Glauer, yarım bıraktığı yüksek öğrenimini tamamlayamadan gemilerde çalışmaya başladı. Üç yıl süre ile Avustralya dâhil, bir çok ülkeyi dolaştı. Gemilerde elektrikçi olarak çalışan Glauer, Kahire’de Hidiv Abbas Paşa’nın hizmetindeki etkili ve büyük toprak ağası olan Hüseyin Paşa’nın maiyetine girdi. Glauer bir yıl süre ile Paşa’nın Bandırma ve Bursa’daki çiftliklerinde çalıştı. İşte ilk kez Bursa’da Glauer, okültizmin sırlarıyla tanıştı. 

Hüseyin Paşa bir Bektaşi idi ve kendisine emanet edilmiş bazı bilgiler vardı. Genç Alman Glauer’i Mevlevi tekkelerine sokan adam o oldu. Kahire’de ise Paşa’nın adamları tarafından ebced ve numeroloji alanlarında eğitildi. Glauer Bursa’ya dönünce Hüseyin Paşa’nın isteği üzerine Bursalı ipek tüccarı yahudi Termudi ailesinin yanına gönderildi. Termudi ailesinin gerçek uğraş ları Kabbalizm ve Okültizm’di.Termudi’ler, Ortadoğu’nun ve Levant’ın en gizli okült örgütlerinden birini yönetiyorlardı. Ortaçağdan kalma simyacılığı ve okültizmi çok iyi incelemişlerdi. Baba Termudi, oğlu gibi sevdiği Glauer’e bazı özel bilgiler aktardı. İşte bu bilgiler, Glauer’in ilk kez Bektaşilik ile, tüm gençliği boyunca öğrendiği Aryanizm ve “Rune” yazıtları arasındaki bağ kurmasını sağladı. Termudi, onu Akdeniz ülkelerinde çok yaygın olan ve Fransız Menfis Ritine göre çalışan bir mason locasına soktu. 

Ayrıca kıymetli kitaplığını ve okült çalışmalarına ait yazıları Glauer’e miras bıraktı. 1908 yılı sonunda Glauer yeniden İstanbul’a döndü. Bu sırada Meşrutiyet devrimi olmuştu. Glauer, İttihatçılarla iyi dostluklar kurdu. Glauer’in 1901’de girdiği loca, devrimci ve Abdülhamit zamanında liberal 
düşüncenin propagandasını yapan bir loca idi. Glauer bu zaman aralığında özellikle Bektaşi dervişleri ile yakın ilişkiler kurdu. O günlerin Türkiyesi’nde çok yaygın olan tarikat, Avrupa masonları ile ilişki halindeydi. 1908’den itibaren İstanbul’da simyacılık ve bununla bağlantılı okültizm konularında konferanslar vermeye ve çevresini genişletmeye başlamıştı. 1911’de 
Osmanlı vatandaşlığına geçmiş ve ilginçtir ki, bu olaydan çok kısa bir süre sonra, Almanların en köklü ve soylu ailelerinden biri sayılan “Sebottendorf” lar tarafından evlat edinilmişti. 
Böylelikle Sebottendorf, hem Osmanlı hem de Alman ilk ve tek Baron oluyordu. Bu evlat edinme işlemi Alman makamlarınca tanınmadığı için, bu işlem Siegmund von Sebotendorf von Rose (1843-1915) tarafından 1914 yılında Wiesbaden de tekrarlanmıştı. Glauer’in Türkiye’deki ikameti 4 yıl sürdü. II. Balkan Savaşı'ndan sonra –ki Glauer gönüllü olarak Türk 
ordusu saflarında savaşmış ve ağır yaralanmıştı-. 

Almanya’ya geri dönmüştü. Üvey babası Siegmund 1915’de ölünce Elbe nehri kenarındaki Kleinschachwitz’de yaşamaya başadı ve orada kendine 50.000 altın marklık bir villa yaptırdı. 15 Temmuz 1915’de ise Berlin’li zengin tüccar Friedrich Müller’in kızı Berta Anna Ifland ile evlendi. Yaşamının yarısı Türkiye'de geçen ve Türk vatandaşı olan Sebottendorf, Birinci Dünya Savaşı’nda bir süre Kızılay'ın başkanlığını yaptı ve Balkan savaşlarında Türklerin yanında çarpışarak yaralandı. Türkiye'de Bektaşiliğe, Gülhaç'a ve Masonluk gibi pekçok örgüte giren baron, 1924 yılında ünlü ‘Eski Türk Masonları’nın Uygulamaları’ kitabını yazarak sırlarını açıkladı. Bir süre Almanya'da kalıp ünlü Thule örgütünü kurdu, ancak 1934 yılında Hitler'in emriyle Gestapo tarafından tutuklanıp toplama kampına gönderildi. Çok geçmeden Türk vatandaşı olması dolayısıyla Türkiye'ye iltica etti. Onun burada 1945 yılında esrarengiz bir şekilde öldüğü kaydedilir. 

Ancak ölmediğini iddia edenler de vardır. Thule, “Germanen Orden” denilen gizli tarikatın, yeraltından yerüstüne çıkmasını sağlayan bir kuruluştu. Birçok Alman soylusu buna üye idiler. 

HİTLER HAZIRLANIYOR 

Thule, 1919’den önce DAP’ı (Alman İşçi Partisi) kurmuş ve partiye Hitler üye yapılmıştı. Bu parti sonradan NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olmuştu. Sebottendorf, monarşist ve yahudi düşmanı idi. Ama aynı zamanda “Memfis” adlı Mason locasına kayıtlı idi. Daha sonra da “İmparator Konstantin Tarikatı” olarak bilinen ve Rusya’da çarlığı devrim sonrası yeniden tesis etmeye çalışan gizli bir Ortodoks örgütünün de üyesi olmuştu. Malta şövalyeleriyle bağlantılı olan bu tarikatta Sebottendorf çift taraflı ajan olarak çalışmıştı. Sebottendorf, Hitler iktidara gelince aralarındaki anlaşmazlık nedeni ile İstanbul’a kaçmıştı. 

Sebottendorf, 1926’da İstanbul’da Türkiye’nin Meksika fahri konsolosluğunu yapmış ve Meksika’ya gidip gelmişti. Ayrıca iddialara göre, 1934-1945 yılları arasında “SS”lerin gizli istihbarat örgütü olan “SD” (Sicherheitsdienst) hizmetinde çalışmıştı. İngiliz istihbarat kaynaklarına göre de Almanya’nın teslim olması üzerine 9 Mayıs 1945’de intihar etmişti. 
Diğer bir iddiaya göre, Sebottendorf, II. Dünya Savaşı sırasında Alman Gizli Servisi için önce P. Leverkuehn (I. Dünya Savaşı’nda İran Cephesi’nde Türk Teşkilat-ı Mahsusası ile birlikte görev yapan Alman Subayı) sonra da Herbert Rittlinger’in emrinde çalışmıştı. Rittlinger, Sebottendorf’un çalışmalarını dengesiz bulmuş, hatta onun bir İngiliz ajanı olduğundan 
şüphelenmişti. Rittlinger’in daha sonra öğrendiğine göre, Sebottendorf, 9 Mayıs 1945’de Boğaz içinde boğulmuş olarak bulunmuştu. Thule'nin lideri Rudolf von Sebottendorf, bir iddiaya göre, Türk derin devleti Ergenekon'u kurması için öldü gösterildi, 1945-1957 arasında Türkiye'de 'Görünmeyen eller' tarafından korundu. Balıkesir ve Adana'da saklandı. Thule örgütü ve üyeleri Hitler’in hem bilgisel, hem de siyasi hayatta başarı kazanmasında 
birinci derece rol oynamışlardı. Hitler’i ajan olarak geldiği yerden alıp siyasete sokan ve Hitleri gizli polis yoluyla koruyanlar onlardı. Gamalı Haçlı bayrağı bile bir Thule üyesi hazırlayıp, Hitlere vermişti. Kısacası 1500 kişilik güçlü, zengin ve deneyimli kadrosu ile Thule, Hitler’in iktidara yürümesinde birinci dereceden sorumlu bir kuruluştu. 


MANEVİ CİHAZLANMA DERNEĞİ 

Neo-Nazilerin Thule’si Manevi Cihazlanma Derneği adıyla Türkler tarafından 1958'de Ankara'da kuruldu. 40 kişilik kurucu kadrosunun toplantıları Bulvar Palas'ta yapılırdı. Derneğin onursal başkanı, dönemin İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'dı. Ünlü mason Ekrem Tok ve İstanbul'da yaşayan bazı Alman, Avusturyalı ve Polonyalılar da üyeler arasındaydı. Bunların bir kısmı, geçmişte Nazi Partisi'nin babası olan gizli Thule örgütüyle sıkı ilişkileri olan kişilerdi. 27 Mayıs'ta çok etkili oldular. 

Dernek, Fener Patrikhanesi'ne Vatikan gibi 'Devlet içinde devlet' statüsü verdirmek için ugraştı, Menderes'e tavsiyede bulundu. 60'larda ordu içinde de etkiliydi. (105). Altındal derneğin amacını şu şekilde açıklıyordu: "1920'de bir rahip tarafından kurulan bu dernek, 1936'da İngiliz İstihbaratı'nca gizli Nazi sempatizanı olmakla suçlandı. Yıkıcı faaliyetlerle bulunmakla da... İngilizler, derneği 'Beşinci Kol faaliyetlerinde bulunan 'yıkıcı kuruluşlar listesi'nin en başındaki ilk üçe soktular. Dernek, Hitler'in yenilgisinden sonra 1945'te Fransız ve Alman önde gelenlerini gizlice buluşturarak, 5 yılda 3 bin kişiyi biraraya getirdi. Avrupa Topluluğu'nun da nüvesi bu görüşmelerde atıldı. Derneğin ilkesi, Hristiyan ahlakının üstünlüğü çerçevesinde Katolikleri, Protestanları ve Ortodoksları birleştirmekti..." Aytunç Altındal, derneğin bugün de çok etkin olduğunu ileri sürüyor: "Manevi Cihazlanma Amerika'da en etkili kurumlardan biridir. Bill Clinton yönetiminde çok etkiliydiler. Butros Gali, Zbigniew Brzezinski gibi ünlü şahsiyetler de derneği övüyordu ve Clinton'dan özellikle İslam ve AT konusunda örgütle temas halinde olmasını istiyorlardı. Yakın bir gelecekte derneğin Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde ara buluculuk görevine soyunduğunu görürseniz, hiç şaşırmayın!" Aytunç  Altındal bu iddialarını Sabah'ta yayınladığı "Mitler Doğmadan Önce" yazı dizisinde, "Türkiye ve Ortodokslar" adlı kitabında ve Aktüel'le yaptığı söyleşide dile getirdi. Yazar Aytunç Altındal'ın 9 yıl araştırarak yazdığı "Bilinmeyen Hitler" adlı kitabındaki belgeler, tarihteki karanlık ilişkilere ışık tutuyordu. Altındal'a göre Alman diktatör Adolf Hitler'i dünya siyaset sahnesine taşıyan gizli örgütün kurucusu Türk vatandaşı olmuş bir 'Bektaşi'ydi! 

Milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan Alman diktatör Adolf Hitler'i dünya siyasetine sokan gizli örgütün başındaki kişinin bir Türk vatandaşıydı. Bu gizli örgütün adı "Thule Gesellschaft"tı (Thule Cemiyeti) ve başındaki kişinin adı Baron Rudolf von Sebottendorff'tu. Bu örgütün ve Baron'un dünya tarihinde önemi ise führerini (başbuğ) arayan Almanya'nın başına özel olarak eğittikleri Adolf Hitler'i getirmeleriydi. Baron ise hem bir Türk vatandaşı hem de bir Bektaşiydi! Hayatı ve gerçek kimliği tamamen sis perdesi içinde olan Sebottendorff'un ölümünün de nasıl, nerede ve ne zaman olduğu bilinmiyor. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***