Kongra Gel Genel Kurulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kongra Gel Genel Kurulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

ÇÖZÜM SÜRECİNDEKİ, TEHLİKELİ DENGESİZLİK

ÇÖZÜM SÜRECİNDEKİ TEHLİKELİ DENGESİZLİK


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
17.07.2013 


21 Mart'taki Öcalan’ın çağrısı üzerine HPG silahlı güçlerinin geri çekilişi için yasal düzenleme yapılıp yapılmayacağı tartışması yapıldı. Başbakan yasal düzenlemenin gerekli olmadığını söyledi. Kürt tarafı yasal düzenleme olsun dediyse de daha sonra yasal düzenleme olmadan geri çekilmenin olacağı kararı verildi bu şekilde geri çekilme başlamış oldu. İki taraf arasında bir anlaşma varsa bu anlaşmanın gerekleri güçlü yasal düzenlemelerle ancak olabilir. Bu da yoksa sürece hakemlik edebilecek birilerinin olması gerekliydi. Sarsıntılar ve kararsızlıklar üzerinden giden sürecin iç dinamiklerindeki dengesizlik, tehlikeli dengesizlik haline gelmiş durumda.

Hükümet kendi tarafında hiçbir değişiklik yapmadan değişikliği ve fedakarlığı sürekli olarak Kürt tarafından beklemektedir. Bu nedenle sürekli olarak Kürt tarafına gerektiğinde sopa gerektiğinde havuç göstermekten kaçınmamaktadır. Burada önemli olan husus bir tarafın kendisini sürekli olarak iktidar olarak görmüş olmasıdır. Karşısında yer alanlar da onun bu iktidarını kabul ettiklerini çeşitli şekillerde ortaya koyuyorlar. Kendi gücünü kullanmak yerine iktidarca kabul edilmeyi beklemek anlamına gelen bu durum ilişkilerin tıkanmasının da asıl nedeni olmaktadır.

Kongra Gel Genel Kurulunun en önemli kararı demokratik çözüm sürecinin stratejik olduğunun yeniden vurgulanmış olmasıdır. HGP’den sorumlu genel başkanlık konseyi üyesi Murat Karayılan 11 Temmuzda ANF’ya yaptığı açıklamasıyla barış sürecinin birinci aşamasının bitip bitmediği konusunda hükümetle bakış açılarının farklı olduğunu söyledi. Aslında burada üzerinde durulması gereken nokta demokratikleşme adımlarının aşamalardan ayrı olarak ele alınmasının zorunluluğunun vurgulanışıdır. Hükümetin demokratikleşme adımlarını birinci aşamanın bitmesine indirgemesi hükümet açısından demokratikleşmeden uzaklaşma anlamına gelir. Aynı şekilde Kürt tarafının “biz birinci adımı attık, ikinci adımda siz de demokratikleşme adımlarını atın.” Demenin bir anlamı da yoktur. Bir yandan silahlı güçlerin sınır dışına çıkması diğer yandan demokratikleşme adımlarının atılmasının birbirine paralel olarak gösterilişi aslında çözüm sürecini tıkayan bir durumdur. Çünkü böyle bir pazarlık durumu olursa Kürt tarafı “bakın biz çekiliyoruz, demokratikleşme adımlarını atın” Hükümet de “silahlı güçler tamamen çekilmeden demokratikleşme adımları olmayacak” şeklindeki tartışmaların doğmasına neden olacaktır. Demokratikleşme/silahlı güçlerin sınır dışına çıkışı bir kuşun iki kanadı gibidir. Kanatlardan biri çalışmadığı zaman diğer kanat çalışsa bile nasıl ki tek kanatla kuş uçmuyorsa çözüm süreci de bu şekilde yürümez. Kaldı ki hem Kürt tarafı hem de hükümet tarafı kendi liderliklerine bu konuda sonsuz kredi de açmış durumdalar. Hatta o kadar ileri gitmiş ki bu kredi çözüm sürecinde tıkanma yaşanması halinde neler yapılabileceği de bilinmemektedir. Yine tıkanma durumunda daha önceki dünya deneyimlerindeki gibi hakem/arabulucu olmayışı da çözümsüzlük anında neler yapılacağını belirsiz duruma getirmektedir. Akil insanların, danışma organından öte anlama gelmeyişi, başbakan tarafından belirlenmesi, yetki ve görev alanın dar kapsamlı kalışı da dikkate alındığında adına uygun bir akil insanların da olmadığı görülmüştür. Bir anlamda başbakan akil insanları kullanmıştır. Oyalama için ondan faydalanmıştır. Her şeyden önce iki aylık süre için görev alan akil insanların Abdullah Öcalan’la görüşme yapmayışı/yapma talebinde dahi bulunmayışı akil insanların hakem/arabulucu olabilme rolüne soyunması önünde fiili bir engeldir. Bu durumda el yordamıyla, tamamen hislere dayalı yürüyen bir çözüm sürecinin var olduğunu söyleyebiliriz. Bunun objektiflikten uzak her zaman kırılmalara uygun bir zemin yarattığını hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. Her ne kadar hükümet Kürt tarafını bir taraf gibi görmese de çözüm sürecinde önemli adımların atıldığını kabul etmek gerekiyor. Kürt tarafı açısından önce çatışmasızlık sonradan silahlı güçlerin sınır dışına çıkışı, hükümet açısından da operasyonların yapılmayışı, sınır dışına çıkma sürecinde çatışmaların yaşanmayışı önemli adımlardır. Bu adımlar birbirini tamamlayan ve birbirine paralel adımlardır. Şu ana kadar kan dökülmemiş olması küçümsenemez. Bu adımlar taraflarca atılmıştır. Çözüm sürecini bir ırmağın bir kıyısından diğer kıyıya geçişine benzetecek olursak her iki taraf nehrin iki kıyısından atlamış yüzmeye devam etmektedirler. Yolun yarısını kat etmiş durumdalar. Bu durumda geri dönüş hedefe gitmekten daha da zordur. Tarafları bir arada tutacak da budur. Ancak tarafların dışında gelişen etkenlerin de mutlaka dikkate alınması gereklidir.

Murat Karayılan’ın “Herkes bilmeli ki önümüzdeki bir hafta çok çok önemlidir. Türk devletinin şu anki gibi tavrı devam ederse süreç tıkanır. Şu anda tıkanmamış ama tıkanma aşamasındadır” beyanı sadece hükümeti hedef alan bir beyan değildir. Çözüm sürecinin aktörleri durumunda olan BDP, Öcalan ve Barzani’ye yöneliktir. Kim ne derse desin çözüm sürecinde “Erbil faktörü” önemli bir faktördür. Silahlı grupların Güney Kürdistan’a geri gelişinde Barzani’nin tavrı önemlidir. Barzani’nin ilk kez Kandil’e gidip Murat Karayılan’la görüşmüş olması buradaki onayla ilgilidir. Bu süreçte Kürt Ulusal Konferansının toplanması için Demirtaş’ın Erbil ziyareti bununla ilgilidir. Eğer bu görüşmelerden Kürt Ulusal Konferansının toplanması kararı çıkarsa çözüm süreci devam edecektir. Böyle Öcalan’ın istediği dört konferansın dördü de gerçekleşmiş olacaktır.

Karayılan’ın belirlediği bir hafta daha dolmadan meclis tatile girdi. Hükümet meclis kapanmadan önce bazı düzenlemeler yapabilirdi. Ancak görünen o dur ki çözüm konusunda meclisin açılışında bir şeyler olacağı konusunda da umut yoktur. Bu durumda çözüm sürecinin ayakta kalışı Kürtlere bağlı kalmış durumdadır. Başbakan bu konuda adım atmak yerine Bingöl ve Şırnak Havaalanlarının açılışıyla uğraştı. Şırnak Havaalanına Şerafettin Elçi’nin adını vererek bir jest yapmış gibi görünse de Kürt tarafını ikna edecek bir jest olması bir yana adeta Kürt tarafıyla alay etmek onu basit küçük adımlarla oylamak şeklinde algılanacaktır. Burada önemli olan husus yasal adımların atılmasıdır. Tamamen idari kararlarla yürüyen bir süreç vardır. Roboski katliamında sorumluların cezalandırılması ve Öcalan’ın sağlık durumu için bağımsız doktor heyetinin gidişi yasal değişiklik gerektirmeyen sıradan işlemlerde dahi adım atmak istemeyen başbakandan daha fazla adımlar atmasını beklemek de giderek hayal olmuştur. 

Dış politikadaki başarısızlık, Gezi olayları, yaklaşan yerel seçimler de dikkate alındığında AKP’nin çözüm sorununu algıyı idare etmeye indirgediğini gösteriyor. Yine başbakanın popülist ve demagojik bir dil kullanarak çözüme pratik bir katkısı olmayacak Anayasa’da dört partinin uzlaştığı 48 maddenin parlamentoya getirmesi de oyalamadan öte anlam ifade etmez. AKP ile MHP arasında yaşanan gerilimli politika da ileriki süreçte çözüm sürecine zarar verici mahiyettedir. AKP MHP ile gerilimi artırarak Batı illerinde milliyetçi tabanının korumak isterken Kürt illerinde ise “bakın ben MHP’yi engelliyorum” diyerek Kürt tabanını da ikna etmeye çalışıyor.

Barış sürecinin temelinde yer alan dengesizlik ve eşitsizlik giderilmedikçe çözümden çok çözümün olabileceği algısı yaşatıldıkça bunun çürütücü olacağının da bilinmesi gerekmektedir. Sürecin geldiği duruma uyar mı uymaz mı Kafka’nın Dava romanında geçen Yasaya girmek isteyen taşralı ve yasa önünde nöbet tutan bekçinin hikayesini hatırlatalım. Uzun yıllardır demokratik siyaset yapabilme mücadelesi veren Kürt siyaseti eğer yasaya girmek isteyen taşralı durumuna düşecekse bunun genel demokratik siyaset yolu için iyi olmayacağını da belirtmek gerekiyor. Kafka’nın Dava romanındaki öyküyü aşağıya alıyorum. “Yasa önünde nöbet tutan bir bekçi vardır. Taşralı bir adam bir gün ona gelip yasaya girme izni ister. Ancak bekçi o anda izin veremeyeceğini söyler. Adam düşünür ve daha sonra girip giremeyeceğini söyler. ‘Belki’ der bekçi, ‘ama şimdi olmaz’ Bekçi, her zamanki gibi açık duran kapının önünden çekilir ve adam içeri bakmak için eğilir. Bunu gören bekçi güler ve “madem ki girmeyi bu kadar çok istiyorsun, beni aşarak girmeyi dene bakalım.” Ama bil ki ben güçlüyüm. Üstelik bekçilerin en küçüğüyüm. Her bir salonun girişinde gitgide daha güçlü bekçilere rastlayacaksın. Üçüncüsünden itibaren onların görüntüsüne ben bile katlanamıyorum. Taşralı adamın yasanın her zaman açık olduğunu sanmıştır. İzin verilinceye kadar kapıda bekler. Yıllar geçer. Yalvarır, yanında bulundurduklarını rüşvet olarak verir bekçi onları alır ona sırf bir şeyi ihmal etmediğini sanmayasın diye kabul ediyorum der. Adam yıllar boyu beklerken sürekli olarak bekçiyi inceler. Diğer nöbetçileri unutur. Yasa’ya girmesine izin vermeyen ilk ve tek kişi olduğunu düşünür. Sonraları yaşlandıkça, homurdamakla yetinir. Çocuklaşır ve bekçiyi incelediği uzun yıllar boyunca sonunda kürkünün yakasındaki bitleri bile tanıdığı için, onlardan bekçiyi yumuşatmasını rica eder. 
Artık ölüme yaklaşmıştır. 
Ölmeden önce, beyninde toplanan tüm anıları, bekçiye henüz sormadığı bir soruya dönüşür. 

Bu kapıdan içeri girmek yalnız sana tanınmıştı. 
Bu giriş sırf senin için yapılmıştı. Ben artık gidiyorum kapıyı da kapatıyorum.”


***