M Galip BAYSAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
M Galip BAYSAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ocak 2017 Cuma

EĞİTİMDE REFORM İHTİYACI VE REFORM




EĞİTİMDE REFORM İHTİYACI VE REFORM,




M. Galip BAYSAN,

18 Aralık 2014


Galip_Baysan04




Günümüzde yandaş basın yayın kurumlarının “reform” diye yutturmaya çalıştıkları ilkokullara, hatta birinci sınıflara kadar mecburi kıldıkları din eğitiminin sonucunun ülkemizi ne duruma götüreceğinin en belirgin örneği Atatürk’ün daha Milli Mücadele döneminde başlattığı reform hareketleridir. Bu konuları iyi bilmeden eğitimde bir şeyler yapıyor görünmek, mesela  din eğitimini mecburi kılmak veya Osmanlıcayı öğretme dayatmaları,  irticayı canlandırma gayretlerinden başka bir şey kabul edilemez.  
Milli Mücadele döneminde, eğitimde yapılacak işler de belli gibidir ve tıpkı diğer konularda olduğu gibi daha savaşırken, muharebe meydanlarında Ulusun eğitimi için ihtiyaçlar tespit edilmiş, çareler düşünülüp tasarlanmıştır.. 1921’de Yunan Ordusu Batı Anadolu’da büyük zafer kazanır; Afyon’u, Kütahya’yı (17 Temmuz) ve Eskişehir’i (19 Temmuz) ard arda işgal ederken, 16-21 Temmuz 1921 günleri arasında Ankara’da birmaarif Kongresi toplanıyor ve ulusun eğitiminin geleceği tartışılıyordu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa konferansı 16 Temmuz günü bizzat kendisi bir konuşmayla açmış ve öğretmenleri göreve davet etmiştir:
Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarihi tedenniyatında (geri kalmışlığında) en mühim bir amil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsafı fıtriyemizle (milli vasıflarımızla) hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen cümle tesirlerden tamamen uzak, seciyei milliye (milli karakterimiz) ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü dehayı millimizin inkişafı tamı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Laalettayin (gelişigüzel) bir ecnebi kültürü şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin muhrip (tahrip edilmiş) neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür zeminle mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir.(1) Milletimizi yetiştirmek gibi mukaddes bir vazifeyi deruhte eden heyeti mübeccelenizin (yüksek heyetinizin) bugünün vaziyetini nazarı itibare alacağından ve her müşkülatı iktiham ile (her zorluğun üstesinden gelerek) bu yolda gayet metinane yürüyeceğinden şüphem yoktur. Vazifeniz mühim ve hayatidir. Bunda muvaffak olmanızı Cenabı Haktan temenni ederim.”(2)
Acaba hangi komutan, hangi devlet adamı siyasi ve askeri durum bu kadar kötüye giderken, ulusun geleceği ile öylesine yakından ilgilenmiş, yok olma tehlikesi kapıda iken bu kadar ümit dolu konuşmuştur?
Bu konuşmanın yapıldığı dönemde eğitim kurumlarının durumu özetle şöyledir:
1927 istatistiklerine göre bütün ülkede 46.000 köy vardır. Ortalama olarak alınırsa her vilayette 1179 köy olduğu söylenebilir. Bu köylerin (sadece 44’ünde okul mevcut olup), 1135’inde okul yoktur. İlkokulların şehirlerde ve kasabalarda toplandığı da hesaba katıırsa, savaş yıllarında Anadolu köylerinden % 98’inin okulsuz olduğu ortaya çıkar.(3)
Halide Edip 1922’de Büyük Taarruz öncesi Batı Cephesinde M. Kemal Paşa’nın kendisine ve eşi Dr. Adnan Adıvar’a, Türkiye’nin gelecek günlerdeki atılımlarından söz ederken şöyle dediğini ifade etmektedir:
 “Sen, Tıbbıye ile Ordu’nun en önce Garplaşmasından( Batılılaşmasından) dolayı ilerlediğini söylerdin. Biz şimdi bütün memleketi garplılaştıracağız.”(4)
Hatta bu konuşmada, Latin harflerini kabul imkânından da bahsedilmiştir. Bunu yapmak için sıkı tedbirler gerektiğini sözlerine eklemiştir.(5)
Ülkede savaştan sonra ne yapılacağı az çok biliniyordu. 

En büyük engel cehaletti. 

Halkın, ulemanın cehaleti Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını rahatsız ediyordu.Gazi endişesini savaştan sonra Konya’da (21.3.1923’te) lise öğretmen ve öğrencileri ile yaptığı konuşmada şu sözlerle dile getiriyordu:
 “Ulusu yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, kendi hakkında habersiz ve bilgisiz bulunduran hep bu cehalettir. Hükümdarların, şunun bunun milleti esir ve köle gibi kullanmaları, bütün ülkeyi kendi özel mülkleri gibi kabul etmeleri hep milletin bu cehaletinden yararlanmaları sayesinde olmuştur. Gerçek kurtuluş istiyorsak, her şeyden evvel, bütün kuvvetimiz ve süratimizle bu cehaleti yok etmeye mecburuz.Burada cehli (bilgisizliği) yalnız okuyup yazma manasına almıyorum; üç buçuk-dört sene evvel, kendisini esaret ve ölüme boyun eğmesi hakkında hükümdarının verdiği emirlere, yayınladığı fetvalara, gönderdiği ordulara karşı ayaklanmakla bu bilgisizliği yırttığını ve bu cehilden (bilgisizlikten) sıyrıldığını ispat etti. 

 Hepimize düşen görev, dimağları bir daha bu bilgisizliğe düşmemek için hazırlamaktır.”(6)

Mustafa Kemal cehaletle savaşmaya kararlıdır. 14 Ekim 1925’de İzmir Erkek Öğretmen Okulunda yaptığı konuşmada söylediği şu sözler onun bu savaşı öğretmenlerle birlikte yürütme azminde olduğunun işaretidir.
 “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak muallimlerdir. Muallimden (öğretmenden), mürebbiden (eğiticiden) mahrum bir millet, henüz millet namını almak istidadını (yeteneğini) kesbetmemiştir (kazanmamıştır). Ona alelade bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle ulus olabilmek için mutlaka mürebbilere, muallimlere muhtaçtır. Onlardır ki, bir heyeti içtimaiyeyi (tüm bir toplumu) hakiki bir millet haline koyarlar.”(7)
Aynı yıl 18 Ekim’de Konya’da öğretmenlerle yaptığı bir konuşma da şu sözleri söylemiştir:
 “Muhterem arkadaşlar, Yürütmekte olduğumuz teceddüd (yenilik), tekamül (gelişme) ve medeniyet yolunda sizlerden mürekkep bir Türk ordusuna istinat ettikçe behemehal muvaffak olacağımıza imanım katidir. Şimdiye kadar olduğu gibi, birbirimize istinad ederek ve hep beraber milletin iradesine dayanarak yürümeye devam edeceğiz. Milletimizin katına (ulaşmaya) mecbur olduğu merhameler (aşamalar) büyüktür. Vasıl olunması (ulaşılması) zaruri olan hedefler çoktur. Behemehal bu merahil katolunacak (herhalde bu evreler aşılacak), en nurlu hedeflere varılacaktır. Onun için birbirimize vereceğimiz işaret: ileri, ileri, daima ileridir.”(8)

DİPNOTLAR:

(1)  Söylev ve Demeçler II, s.20
* M. Kemal Paşa’nın bu sözlerinden açıkca anlaşılacağı gibi askerler, hiçbir zaman % 100 batılılaşma veya batı örf ve adetlerinin, Türk’ün kendine özgü bazı vasıflarını kaybedecek şekilde alınmasına taraftar olmamışlardır. Bu durum, halen değişmemiştir. Parola: çağdaşlaşmaya akılcılığa evet, taklitçiliğe hayırdır.
(2)  Söylev ve Demeçler II, s.21
(3) Ayaz Nevzat: Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi, s.153-184 (Milli Eğitim Basımevi, Ankara-1948): Atatürk’ün Milli Eğitim Politikası, s.41-42 (Genkur. Basımevi, Ankara-1980)
(4)  Türk’ün Ateşle İmtihanı, s.264
(5)  Tek Adam 3, s.315
(6)  Atatürk’ün Milli Eğitim Poltikası, s.81; Söylev ve Demeçler II, s.159
(7) Söylev ve Demeçler II, s.243
(8)  Aynı eser, s.245



7 Haziran 2016 Salı

BİR TÜRK İÇİN BİR ERMENİ ASILIRMI?




BİR TÜRK İÇİN BİR ERMENİ ASILIRMI?




11 Aralık 2014
M Galip BAYSAN




Galip_Baysan02
Bu gün biz de Ermeni Diyaspora’sı ve onların destekçileri gibi davranacak ve bu güne kadar kamuya yansıtılmamış Ermeni faaliyetlerini, tarafsız bir gözlemleme ile, Rus subayların hatıralarından alıntılar yaparak anlatmaya çalışacağız.
1917 yılı sonları ve 1918 yılı başlarındayız. Bolşeviklerin iş başına geçmesinden sonra ateşkes ilan edilmiş ve Brestlitovks’da barış görüşmeleri devam etmektedir. Rus askerleri parti parti firar etmekte ve bölgeyi Ermeni çetelerine bırakmak istemektedir. Türk Ordusu barış görüşmeleri sırasında Rusların ve Müttefiklerinin bölgeyi Ermenistan yapmak istediklerini anlayınca harekete geçmiş ve işgal altındaki bölgeleri geri almaya başlamıştır.
O günlerde Bir Rus yarbayı Khleboff, üst makamlara verdiği raporda; “Erzincan’dan Erzurum’a çekilmekte olan Ermeni çeteleri yollarının üstündeki bütün Müslüman köylerini ve sakinlerini yok etmişlerdir.” demektedir. (1)
Erzurum’da Rus Topçu Subayları Gazinosu’nda toplanmış arkadaşları arasına henüz gelmiş olan bir Topçu teğmen (Gürcü) Midivani şahit olduğu acı olayları anlatıyordu.“Ilıca kasabasında kaçamayan Türklerin hepsi öldürülmüştü. Yollarda kör baltalarla enselerinden kesilmiş çocuk cesetleri yığılıydı. Köylere giden yollarda uzuvları tahrip edilmiş pek çok ceset vardı. Her geçen Ermeni bu cesetlere tükürüyor ve küfrediyordu. 800 metrekarelik bir cami avlusunda üst üste yığılı cesetlerin yüksekliği bir buçuk metreyi bulmuştu. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cenazelerinde zorla ırza geçme izleri açıkça görünüyordu. Birçok kadın ve kızın mahrem yerlerine tüfek fişekleri sokulmuştu.” (2) Rus subayları bile böyle bir vahşete tahammül edemiyorlardı.
Ermenilerin elinde savaş malzemesi çoktu. Ancak onlar Türk askeri ile savaşmaktan kaçıyor ve hınçlarını savunmasız sivil halktan alıyorlardı. Rus subaylarından Yüzbaşı İvan Gokilaviç Pilyat’ın bir anısı; Ermenilerin neden böyle pervasız hareket ettiğinin örneğini verir.
“25 Şubat 1918 günü Erzurum Demiryolu İstasyonu’nda bir takım Ermeniler silahsız ve sakin İslam ahaliden on kişiden fazlasını kurşuna dizmişler, bunları korumak ve saklamak teşebbüsünde bulunan Rus subaylarını ölümle tehdit etmişlerdir. Bu sırada hiç suçu olmayan bir Türk’ü öldürdüğünden dolayı bir Ermeni’yi hapsetmiştim. Genel Komutanlık, divanı harp kurulmasını emretmişti. Eski kanuna göre cinayet işleyenler idam edilecekti. Ermeni subaylardan birisi bu Ermeni’ye, cinayetinin cezası olarak asılacağını söylediği zaman tutuklu Ermeni kızarak bağırmıştı.

“Bir Türk için bir Ermeni’nin asıldığı nerede görülmüş?

Bu Ermeni bizce gerçeği haykırmıştır. Aslında işgal bölgesindeki olayların gerçek sorumlusu Rus Ordusu, Rus Komutanlarıdır. Anlaşılmaz bir nedenle dev boyuttaki cinayetlere göz yummuşlar ve ancak savaş biterken uyanma emareleri göstermişlerdir. Ermenilerin yaptığı günümüz Uluslararası organlarınca “Soykırım” olarak yapılan tarife uygun ender olaylardan biridir. Bölgede nüfus üstünlüğü sağlayabilmek için, bilinçli olarak bir Ulus’un işgal bölgesinde “kılıç artığı” olarak kalmış kesimini doğrudan yok etmeyi amaçlamaktadır. Batının propaganda olarak öne sürdüğü “sahte kırımlar” yerine burada “gerçek kırım” olayları cirit atmaktadır. Ama bu olayları dünyaya aktaracak ne bir misyoner, ne bir kolej öğretmeni, ne de konsolosluk memuru vardır. Mevcut olanlar da “üç maymun oyunu” oynamaktadırlar. Ne bir şey görmüş ne duymuş, ne de söylemişlerdir. Hıristiyan Batının merhametinin sadece kendi dinleri için olduğunun enbelirgin örneği, işgal bölgesindeki yüz binlerce masum insanın sahte bir kine kurban edilmesidir.


...


KUNURİ MUHAREBELERİ



KUNURİ MUHAREBELERİ




M Galip BAYSAN







M Galip BAYSAN



Galip_Baysan01


26–29 Kasım Kore Harbinde Kunuri Muharebelerinin 54ncü yıldönümüdür. Bu konuda Türk kamuoyunun kelimenin tam anlamıyla cahil bırakılmasının en önemli nedeni, çağdaş aydınlarımız arasında yaygın bir şekilde süregelen; eskiden radikal solun, günümüzde radikal solun yanında yer alan radikal Sağın köklü Amerikan düşmanlığıdır. Bu konuda ne zaman bir şey yazsam, ne zaman bir şeyler söylemek istesem daima engellerle karşılaştım. Günümüzde Kemalist olduğu iddiasıyla ortada görünen kurumların çoğu ne yazık ki Kemalizm’den çok uzak tamamen radikal solun kontrolünde gibiler. Ve konu Kore Savaşı oldumu hemen sansür uygulamayı seçiyorlar. Bu davranışın her zaman mücadele ettiğimiz ve şiddetle karşı çıktığımız iktidarın sansürcü davranışlarından ne farkı var?
Kore savaşına sansür uygulayan bu zihniyet sahipleri acaba bilmeden Türk düşmanı Diyaspora Ermenileri, Rumları ve Siyonistleriyle birlikte hareket ettiklerinin farkındamıdırlar?  Çünkü Kore Harbi sonunda bir efsane haline gelmiş Türkler 1980’lere kadar etkinliğini sürdürdü ve o neslin ard arda emeklilik yaşına ulaşıp görevden çekilmesiyle birlikte Pentagon Türk Düşmanı lobilerin elemanları ile doldu. Askeri ve Sivil tarih kitaplarında Türklerin zaferleri emrine verildiği 2. Amerikan Tümenine bağlandı ve herkesin bildiği başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’yu bölen ünlü harita o dönemde çıkarıldı.
Türkiye Kore harbine Amerikan sevdası nedeni ile değil o günlerde Komünistlerin yayılmacı politikalarına karşı yalnız kalmamak için, Hür Dünya ülkeleri safında yerini almak arzusu ile katılmış ve başarılı olmuştur. 2. Dünya Savaşı sonunda Sovyetlerin Karsı, Ardahan ve Boğazlardan üs istemesi karşısında babamın, dayılarımın infialini hatırlıyorum. O yokluk ve yalnızlık günlerine rağmen herkes gönüllü asker olmaya hazırdı.
Bize göre orada bütün dünyanın gözü önünde harikalar yaratan bu kahraman askerleri anmak vatanını seven, özellikle ben Kemalist’im diyen Her Türkün boynunun borcudur. Benim de elim kalem tuttuğu sürece bütün engellemelere rağmen bu harple ilgili gerçekleri açıklamağa devam edeceğimden kimsenin şüphesi olmasın.
Bir önceki yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Savaşın ikinci döneminde B.M. Kuvvetleri, Kuzey Kore’yi tamamen işgal etmek amacıyla, 24 Kasım 1950 günü büyük saldırısını başlattı. O gün cephenin sol kesimindeki birlikler süratle ilerleyerek 10–15 Km. kadar ileri gittiler ama sağ taraftaki II nci Kore Kolordusu hiçbir ilerleme göstermedi. Ertesi gün de olaylar aynı şekilde gelişti. Üçüncü gün (26 Kasım 1950 günü) solda ki Amerikan Kolorduları da durdu. Aynı gün sağ tarafı savunan Güney Kore Kolordusu, çok üstün sayıda düşman gücünün saldırısına uğradı. Bu Kolordu güneye ( Tokchon ve doğusuna) çekilmek mecburiyetinde kaldı. 26/27 Kasım gecesi saldırılarına devam eden düşman birlikleri, Güney Kore Kolordusunu 40 Km. kadar güneye atmayı başardı. Düşmanın bu taarruz sırasında Güney Kore birliklerine karşı 8 ad. Komünist Çin Tümeni ile saldırdığı kabul edilmektedir. Bu ileri çıkış ve geri çekilişlerden açıkça anlaşılacağı gibi Taarruz eden Ordunun büyük kısmı ile sağ yanı arasında büyük bir boşluk doğdu. Kabul etmek gerekir ki, Komünist Çin savunmasını çok mükemmel hazırlamış, B.M. Kuvvetlerini açık vermeye mecbur etmiş ve başarmıştı. Şimdi asıl saldırı gücünü meydana gelen boşluktan içeri sokacak, 8nci Amerikan Ordusunun yan ve gerisini kuşatarak geri çekilmesini önleyecek ve bulunduğu bölgede teslim olmasını veya imhasını sağlayabilecekti.
ABD. Birlikleri ile Güney Kore birliklerinin arasındaki büyük boşluğun süratle ve mutlaka kapatılması gerekiyordu. B.M. Kuvvetlerinin ve hatta Kore Savaşının kaderi bu görevi alacak birliğin başarısına bağlıydı. Görev, ihtiyattaki Türk Tugayına verildi. Tugay 27 Kasım sabahı, saat 0500’de aldığı harekât emrine göre, dost ve düşmanın birbirine karıştığı, yabancı bir arazi ve dar bir vadide düşmanın büyük kısmının yaklaştığı Tokchon Bölgesine doğru ilerlemeğe başladı. Yolların çekilen birlikler, sivil halk ve onların arasına karışmış Komünist çetecilerin müdahaleleriyle tıkanması nedeni ile ilerleme oldukça zor oluyordu. Üst birlikle irtibat kurmak ta gittikçe zorlaşıyordu. Tugay Komutanı General Tahsin Yazıcı yaptığı durum muhakemesi sonunda yolu “Wawon Boğazında” ( biraz geriden) kapamayı uygun buldu. Yol üzerinde ilerleyen birlikler durduruldu, aynı tertiple geri dönmeğe başladılar. Bu arada tepelerden ilerleyen Çinliler, gece karanlığından istifade ile görünmeden yaklaştılar ve en öndeki birlikleri baskın şeklinde ateş altına aldılar. Bu baskın sırasında üst komutanlıkla irtibatı sağlayacak Amerikalı irtibat subayı ve aracı da düşman eline geçti.
Birlikler Wawon bölgesine intikalini 27 Kasım saat 21–22.00 arası tamamlamış ve gerekli emniyet tertibini aldıktan sonra dinlenmeye çekilmişlerdi. İleriden silah sesleri geliyordu. O gece saat 01.00 civarında Tugay Komutanı General Tahsin Yazıcı “ Artçı durumundaki birliklerin düşmanın baskınına uğradığı ve dağıldığı” haberini aldı. Düşmanın mevzilerdeki birliklere saldırıları gün ağarırken başladı. Çinlilerin  savaşan birlikleri kuşatma teşebbüsleri diğer Bölüklerin ard arda savaşa sokulması ile önlendi. Tugay bu zor şartlar altında 28 Kasım gününü kazanarak B.M. Kuvvetlerinin geri çekilebilmesi için gerekli olan günlerden birini kazandı. Komutan gelişen şartlar karşısında daha iyi bir savunma ortamı elde etmek niyetiyle, 7 Km. kadar batıdaki bir köye (Sinnimni Köyüne) çekilme kararı aldı. Tugay birlikleri yavaş yavaş muharebeyi keserek geri çekilmeye başladılar.
Çinliler havanın kararmış olmasına rağmen bu çekilmeyi fark ettiler ve Tugayın gerisini savunan Artçı Birlikleri ile teması kesmeden sıkıca takibe başladılar. Yol çok dardı, intikal yavaş oluyordu. Bu nedenle yürüyüş kolu, artçı, düşman birbirini çok yakından izliyordu. Sinnimni Bölgesinde iki tabur mevzilere yerleştirilmişken, üçüncü Tabur ve Topçu Taburu,3 Km. kadar daha batıya ve ancak saat 21–22.00 arasında yerleşebildiler. Aynı gece yarısı,  bu grup (yani III ncü Tb. ve Topçu Tb.u)  aradan sızmış olan Komünist Çin birliklerinin baskınına maruz kaldılar ve yoğun bir makineli tüfek, havan ve roket ateşine hedef oldular. Bu baskın Tugayın büyük bir kesimi üzerinde “Panik” yarattı. Bu birlikler gece karanlığında, yol boyunca birbirine karışmış olarak geriye çekilmeğe başladılar. Bu arada düşman yolun kuzeyindeki bir kısım tepeleri işgal etmiş, mevzilerdeki I ve II nci taburların arasındaki irtibatı kesmişti.
Bu baskın ve olumsuz gelişmeler Tugay karargâhını çok zor bir durumda bırakmıştı. Tugayın yarısı ileride etrafı düşman tarafından çevrilmiş durumda savaşırken, diğer yarısı kontrol dışına çıkmış, darmadağın olmuştu. Komutana hal tarzı olarak “daha geriye çekilmek, dağılanları toparlayıp kurtulanlarla yeni bir mevzi tutma” empoze edilmeğe çalışıldı. Tugay Komutanı Tahsin Yazıcı; Harekât Şube Müdürü Kur. Yarbay Faik Türün ( Sonradan Orgeneral) ‘ün tavsiyesi ile elde kalan ve çekilen birlikleri toparlayarak o bölgede savunmaya geçmek ve mümkün olan ilk fırsatta kuşatılmış birlikleri kurtarma imkânı aramak kararını verdi. Subaylar dağıldı, yoldan geçenler durduruldu, birlikler, emir komuta düzeni yeniden kurulmaya çalışıldı. Komutanın bu cesur direnme ve savunma kararı sayesinde, geriye doğru şuursuzca akan insan seli kısmen durduruldu, bozulan birlikler yeniden düzenlenerek, beklenen büyük düşman saldırısını karşılamak üzere, yeni bir savunma hattı kuruldu.          

Tugay Komutanlığı bu hazırlıklarla meşgulken ileride çok zor şartlar altında kalan ve üstün sayıda düşman birlikleri ile çevrilmiş bulunan II nci Tabur ve 1nci Taburun 2nci Bölüğü bütün gece ve ertesi gün öğleye kadar savaştılar. Düşmanın cephe ve yanlardan yaptığı taarruzlara rağmen, nefes kesici muharebeler yaparak ve üstün kahramanlık örnekleri sunarak yerlerini muhafaza edebildiler. Özellikle Sinnimni’nin ve vadinin hemen güneyindeki tepeleri tutan 2nci Bölük: yan ve gerilerini kuşatmaya çalışan düşmana karşı “Süngü Hücumu” yaparak mevzilerini 29 Kasım öğle saatlerine kadar kahramanca savunarak elde tutmuştur. Bu boğuşmalar sırasında cephanesi tükendiğinden, teslim olup hayatta kalma yerine, düşmana saldırmayı tercih etmiş,  hücumla ele geçirdiği silah ve cephaneyi yine onlara karşı kullanarak ayakta kalmayı başarabilmiştir.

Komutan; ileride kalan birlikleri kurtarmak için bir karşı taarruz yapma hazırlığını yaparken, saat 10.00 civarında bölgeye 2.nci ABD Tümenine ait bir alay ve bir tank bölüğü geldi. Alay komutanına gelişen durumu açıklayan Gen. Yazıcı “ Bir karşı taarruz yapılarak kuşatılmış birliklerin kurtarılmasını” istedi. Amerikalı komutan; “böyle bir saldırının kendi görevleri arasında olmadığını” belirterek teklifi reddetti. Çaresiz kalan komutan mümkün olan Türk kuvvetlerini toplayarak Sinnimni istikametinde taarruzu başlattı ve düşmanın çemberini yararak ilerdeki birlikleri ile temas kurup geri çekilmelerini sağladı.
Amerikan Alayı ile temas, aynı zamanda Tugayın görevini başardığının da göstergesi idi. Demek ki kazanılan iki tam gün içinde B.M. Kuvvetleri çekilmeyi başarabilmişti. Bundan sonra Tugay birlikleri ABD birlikleri ile birlikte Kunuri ve Sunchon Boğazlarında yine kuşatıldılar, küçük birliklerin üstün becerileri ve ABD Hava kuvvetlerinin yardımı ile yine dövüşerek ve büyük başarılar göstererek kurtulmayı başardılar. Tugay Komutanı sonradan yazdığı 31 Aralık 1950 tarihli raporunda: “ Tugay, en çok kaybı, Kunuri-Sunchon arasındaki Boğazdan çekilirken vermiştir” demiştir.

Tugay Komutanı 30 Kasım akşamı Pyongyang’a gelmiş ve Tugayı kontrol altına almağa başlamıştı. Bu muharebelerde en fazla zayiat veren 2nci ABD Tümeni ve Türk Tugayı yeniden toparlanıp teşkilatlanabilmek için Seul Batısına gönderildiler. 
Tugayın bu muharebeler sırasında verdiği zayiat: 
Personel olarak %15, Araç-gereç olarak %70’tir. 
Personel zayiatı: 218 Şehit, 
94 Kayıp, 
455 yaralı olmak üzere toplam 767’dir.



..

KORE HARBİ ÖNCESİ GENEL DURUM: (KASIM–1950)





KORE HARBİ ÖNCESİ GENEL DURUM: (KASIM–1950)



M Galip BAYSAN




M Galip BAYSAN


Kasım ayı son günleri Birleşmiş Milletler emrindeki Türk askerinin bilfiil savaşa katıldığı ve ünlü Kunuri Boğaz muharebelerinin yıldönümüdür. Türk Kamuoyunun şu veya bu nedenlerle pek bilinmeyen ancak Türk askerinin Dünya çapında bir üne kavuştuğu ve Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin kuşatılıp imhasını önleyen bu muharebeleri dikkatinize sunmak istiyoruz.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçen yıllar içinde bir türlü birleştirilememiş olan iki Kore Cumhuriyeti arasındaki anlaşmazlık, rejimlerindeki ayrılık nedeni ile Sovyet ve Amerikan birliklerinin çekilmelerinden sonra “ölümcül bir düşmanlık” halini almıştı. Komünist Çin ve Sovyetler Birliği tarafından desteklenen ve teşvik gören Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, bütün Kore’yi Komünist bir rejim altında birleştirme idealini silah zoruyla gerçekleştirme amacı ile büyük bir saldırı ordusu hazırladı. Buna karşılık yeni teşkil olunan Güney Kore Cumhuriyeti Ordusu, henüz kendi başına ülkesini böyle bir saldırıya karşı savunabilecek bir seviyede olmaktan çok uzaktı.
ABD ile Güney Kore Cumhuriyeti arasında ilki Aralık 1948, ikincisi de Ocak 1950’de olmak üzere iki yardım ve güvenlik anlaşması imzalanmış, diğer taraftan Sovyetler Birliği ile Demokratik Halk Cumhuriyeti arasında Mart 1949’da 10 yıllık bir yardım anlaşması yapılmıştı.
1950 yılına girerken Dünya, Komünist Âlemde söz sahibi olacak büyük bir gücün yükselişine şahit oluyordu. Çinde II Dünya Savaşından sonra etkinliklerini arttıranKomünistler, Milliyetçi Çan-Kay-şek kuvvetlerini, 8.Aralık 1949’da kazandıkları zaferle bütün Çin kıtasından dışarı atmayı başarmış, Asya tarihinde yeni bir devrin başlamasına sebep olmuşlardır. Sovyetler Birliği, Komünist Çin ile olan anlaşmazlığa son vermek için, Mançurya üzerindeki haklarından Çin lehine vazgeçmiş ve iki devlet arasında 14 Şubat 1950’de 30 yıllık bir “dostluk ve karşılıklı savunma antlaşması” imzalanmıştı. Komünistler, kıta çininden başka adalara göz dikmişler; Nisan 1950’de Hainan ve Mayıs 1950’de de Chushan Adalarını ele geçirmişlerdir. Zafer sarhoşluğu içinde, Çan-Kay-Şek’in elinde kalan Formosa ve diğer adalara göz dikmişler, “yayılmacı bir politikayı” benimsemişlerdi. Bu duruma göre Kuzey ve Güney Kore arasındaki çıkacak bir çatışmada Kuzeyin Sovyetler Birliği ve Komünist Çin, güneyin de ABD tarafından desteklenmesi tabii idi.

SAVAŞIN BAŞLAMASI:

Savaş: 25 Haziran 1950 günü sabahı saat 04.00’de, Kuzeylilerin, Seul’un batısındaki Kumpo yarımadasına topçu ateşi ve çok iyi hazırlandıkları belli olan Kuzey Kore birliklerinin saat 08.00’den itibaren değişik mevkilerde sınırı geçişi ile başladı. Aynı gün saat 11.00’de de, Güney Kore’ye savaş ilan ettiler. Kuzeylilerin amacı yalnız ve hazırlıksız yakaladığı Güney Kore’nin zayıf Kuvvetlerini süratle imha ederek, Amerikalıların müdahalesinden önce yarımadayı süratle ele geçirmek ve durumu bir “oldubitti” şeklinde neticeye ulaştırmaktı.
Ayni gün saat 14.00 de toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi: “Kuzey Kore’nin taarruzu uluslar arası barışı bozmaktadır. Çarpışma derhal durdurulacak ve Kuzey Kore Kuvvetleri 38nci Paralelin kuzeyine çekileceklerdir.” Şeklinde bir karar aldı.Birleşmiş Milletlerin çağrısını hiçe sayan Kuzey Koreliler seri bir şekilde hareketlerine devam ettiler. O andan itibaren Kuzey Kore ile Birleşmiş Milletler Topluluğunun zamana karşı amansız yarışı başladı.
Harekâtın ilk safhasını, Kuzeylilerin süratle ilerleyişi, Güney Korelilerin devamlı çekilmesi, Birleşmiş Milletlerin (B.M.) Pusan bölgesinde bir “Köprübaşı” tesis edip savunmaya çalışması ve muhtelif ülkelerden gelecek kuvvetlerin Kore’ye gelebilmesi için gerekli zamanın kazanılması şeklinde özetleyebiliriz.
Temmuz ayı sonlarında elde kalan Güney Kore kuvvetleri ve o güne kadar parça parça yardıma gelen 3 ABD Tümeninin direnç göstermesi ile “Pusan Köprübaşı Mevzii” tesis edilmiş oldu. Kuzey Kore’nin bu mevzilere Eylül ortasına kadar 1,5 ay süresince yaptığı saldırılar başarılı olamadı. Bu saldırılar sırasında Kuzey Kore’nin “Taarruz Gücü” tükenirken, Birleşmiş Milletlerin davetini kabul eden ülkelerin birlikleri arka arkaya gelmeğe başladılar. Kara, Deniz ve Hava üstünlüğünü eline geçiren B.M. Komutanlığı; 24 Temmuzdan beri Komutan bulunan Orgeneral Douglas Mc Arthur’un emri ile 15 Eylülde, yine Seul batısındaki İnchon’a baskın şeklinde yapılan bir “Çıkarma Harekâtı” ile birlikte, savaşın ikinci safhası diyebileceğimiz genel taarruzu başlattılar.
Taarruz süratle gelişti, ilk anlarda Kuzey Kore Kuvvetlerinin büyük bir kısmı (6 Ad.Tümeni) kuşatılarak imha edildi. Seul dâhil 38nci paralele kadar ilerlendi. B.M.de yapılan görüşmelerden sonra Gen. Mc. Arthur’a gerektiğinde 38nci Paraleli geçme yetkisi verilince B.M. Kuvvetleri 9 Ekimde 38. Paraleli geçtiler.24 Ekimde Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’ı işgal ederek Ekim sonunda genel olarak Sinanju-Hongnam Hattına vardılar.
Kasım ayı içinde B.M. Kuvvetleri Kuzey Kore’ye son darbeyi indirme hazırlığı ile meşgulken, Komünist Çinde büyük faaliyetler görünüyordu. Ekim başlarında Başbakan Chou-En-Lai; Pekin radyosundan: “ Komşusu istilaya uğrarken Çin Ulusu kayıtsız kalamaz. Çin Ulusu her vakit Korelilerle beraber olmuştur. Çin Ulusu, Kore’yi kurtarmak için Kore Ulusunu destekleyecektir” şeklinde beyanat vermeğe başlamıştı. Yapılan propagandalarda “ eskiden Japonya’nın yaptığı gibi, bu kez de Amerikanın Kore yolu ile Çin’i ve Asya’yı istila etmeğe niyetli olduğu” teması işleniyordu. İlk olarak Mançurya’daki kuvvetler arttırılmıştı. Kasım başlarında bu kuvvetlerin 850.000’e çıkarıldığı tahmin edilmektedir. B.M. Kuvvetlerinin 38nci Paraleli geçişini takiben, 14–15 Ekim 1950’de 38, 39 ve 40’ıncı Komünist Çin Ordularına mensup kuvvetler, Yalu Nehrini geçerek Kuzey Kore Topraklarına girmişlerdi.
Komünist Çin’in bütün bu faaliyetlerine rağmen B.M. Başkomutanlığının genel kanaati: “Kuzeyde abartıldığı kadar fazla Çin Kuvvetinin mevcut olmadığı, Çinin kendi topraklarına ve Mançurya’ya bir tecavüz olmadığı takdirde savaşa katılmayacağı, savaşa katılsa bile B.M. Kuvvetlerinin çok üstün Hava Gücü karşısında hiçbir şey yapamayacağı” şeklindeydi. Bu yanlış yorumlamanın savaşın en büyük hatalarından biri olduğu kabul edilir. Beklenen taarruz; Başkomutan Gen Mc Arthur’un direktifi ile ve bu defa Türk Tugayının da ilk defa savaşa katılmasıyla 24 Kasım günü başlamıştır.