M. Kemal SALLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
M. Kemal SALLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mart 2020 Çarşamba

BALKAN KATLİAMININ 100.CÜ YILI.,

BALKAN KATLİAMININ 100.CÜ YILI.,





“Balkan Savaşları'nın 100. yıldönümü ve Balkanlarda Türk soykırımı”
06 Nisan 2012, 09:10

 














M. Kemal SALLI
mksalli@yahoo.com.tr

Geçtiğimiz cumartesi günü, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı Süleymaniye Kürsüsü’nün geleneksel hafta sonu konferansları dizisinin konusu, “Balkan Savaşları’nın 100. Yıldömü ve Balkanlarda Türk Soykırımı”ydı. 
Konuşmacı, yıllarını, Edirne ötesinde kalmış 550 yıllık atayurdumuzdaki insanlarımızın ve Balkan Savaşları sırasında oralardan Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmış vatandaşlarımızın haklarını savunmakla geçirmiş olan Rumeli Balkan Federasyonu eski Başkanı, RUBASAM Başkanı Avukat Özcan Pehlivanoğlu’ydu. 
Balkan Savaşları’nın acılarını iliklerine kadar yaşamış olan bir ailenin evladıydı, Pehlivanoğlu. 100 yıl önce yaşadığımız Balkan Savaşları’nın gerisindeki emperyalist kurgunun ayrıntılarını ve yüzyıllık “Büyük Oyun”un, eklenen yeni küresel aktörlerle, aynen devam ettirilmekte olduğunu gören, bilen bir Türk aydınıydı. O nedenle, Av. Özcan Pehlivanoğlu, ülkemizin çeşitli illerini dolaşıyor, “Balkan Savaşları’nın 100. Yılı ve Balkanlarda Türk Soykırımı” başlıklı konferanslarıyla yakın tarihimizin karanlıkta kalmış, karanlıkta bırakılmış gerçeklerini anlatmaya çalışıyor. 
Tarihte en çok soykırıma uğramış olmalarına rağmen, soykırım yapmakla suçlananlar Türklerdir. 

Neden?

Nedeni sır değil, bizler hem binlerce yıl gerilere uzanan tarihimizi, hem de dün kadar yakın olan tarihimizin ayrıntılarını bilmiyoruz. Tarihimizin karanlıkta kalmış sayfalarını aydınlatan çalışmalardan da haberimiz yok; bu çalışmaların Batılılar tarafından onaylanmasını bekliyoruz. O nedenle, bize yöneltilen çok haksız eleştirileri bile kabullenmek durumunda kalıyoruz. 
Tarihte uğradığımız soykırımların en yakın, buna karşılık en büyük ve en acımasız örneğini Balkan Savaşları sürecinde yaşadık. Balkan Savaşları'nın yüzüncü yılını yaşamaktayız; Osmanlı'yı tarih sahnesinden silen bu savaşlar sırasında yaşadıklarımızın ayrıntılarını maalesef bilemiyoruz. 
“Şu Bizim Urumeli”, Balkanlar, Türk İslam Tarihi penceresinden bakıldığında 550 yıl, Genel Türk Tarihi penceresinden bakıldığında ise Atilla komutasındaki Hunlardan bu yana binlerce yıldır at koşturduğumuz topraklar. O topraklarda yaşanmış uzun bir tarihimiz ve kökleri hala canlı kültürel bağlarımız var. O topraklarda, özellikle Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik gibi akımların hem Ruslar hem de Avrupalı ülkeler tarafından desteklenmesiyle yaşanmış ve milyonlarca insanımızın hayatına mal olmuş bir Balkan faciası var; acıları günümüze de yansıyan bir soykırım faciası..
Osmanlı İmparatorluğu'nun tarih sahnesinden silinmesine neden olan Balkan Savaşları, düşmanın güçlü olmasından değil, Osmanlı'daki iktidar savaşları nedeniyle gözü dönen muhteris yöneticilerin orduyu zaafa uğratmaları ve ihanete varan kararları nedeniyle kaybedilmiştir. 
Osmanlı’yı Balkanlardan söküp atma, tarih sahnesinden silme çalışmaları I.Haçlı Seferi’yle başlamış, Balkan Savaşları’yla doruk noktasına ulaşmıştır. 
Balkan Savaşları sürecinde 2 milyon kilometrekare toprak ve 5.5 milyon İnsanımızı kaybettik! 

Yakın tarihimizin bu ibret dolu sayfalarını gelin RUBASAM Başkanı Av. Özcan Pehlivanoğlu’ndan dinleyelim..


RUBASAM BAŞKANI ÖZCAN PEHLİVANOĞLU NELER ANLATTI?

    RUBASAM Başkanı Av. Özcan Pehlivanoğlu,  konferanlarında anlattıklarının özeti olan  “BALKANLARDA TÜRK KİMLİĞİNİN AYRILMAZ BİR PARÇASI: SOYKIRIM” başlıklı yazısında Balkan Savaşlarını ve günümüze yansımalarını şöyle anlatıyor:

“Günümüzde Balkanlara nasıl bakıldığını anlamak için Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “… 1912 felaketinden sonra Anadolu’ya gelen Balkanlılar, Rumeli göçmenleri dediğimiz kesimdir. Bir toplantıda Türkkaya Ataöv tarihi meselelere hep ‘ileriye bak, geçmişi unut, kimseye kin tutma’ felsefesi ile yaklaştığımızı söylemişti. Aslında bizden başka kimsenin geçmişini unuttuğu yok ve bu şekilde geçmişi unutarak ileriye yürünmesi de mümkün değildir. Nitekim bu savaş ne mektep kitaplarında, ne matbuatta, ne de filmlerde yer alıyor ve Balkan Savaşı nedir, nasıl bir faciadır bilmiyoruz. Vaktiyle büyük anneler olanları anlatırmış, bir müddet sonra ise mesele, ‘Ne diyor bu ihtiyar ?’ yakınmasına dönüşmüştür. Halbuki, Balkan Savaşı yakın Türk tarihinde bir faciadır ve bu faciayı yaşayanlar da bazı Türklerdir” diyerek belirttiği görüşleri üzerinde düşünmek gerekir.
Balkanların 1800’lü yılların başından itibaren yazılı tarihi; Türklerin ve Türk olarak görülenlerin başına gelenler, milyonlarca ölümle sonuçlanan soykırımların ve zorla göçettirilmelerin tarihi niteliğindedir.

Balkanlarda 1821 ile 1922 yılları arasında beş milyondan fazla Müslüman Türk, ülkelerinden sürülüp atılmıştır. Beş buçuk milyon Müslüman Türk de, kimi savaşlarda öldürülerek, kimi de sığıntı durumunda iken açlıktan ve hastalıklardan canını yitirerek ölmüştür.

Balkanlarda uğranılan bu soykırımlar neticesinde Türk nüfusu önemli bir kayba uğramıştır. Bu sebeple, Balkanların tarihi, Türklerin uğradığı soykırımlar göz önüne alınmaksızın gereği gibi anlaşılamaz.

Osmanlı–Türk İmparatorluğu; kendini yenilemek ve çağdaş bir devlet kimliğiyle varlığını sürdürmek için çabaladığı bir dönemde, önce sınırlı kaynaklarını, Müslüman Türk nüfusun düşmanlarınca kıyımdan geçirilmesini önlemek; sonra da bu düşmanlar üstüne geldiğinde, İmparatorluk merkezine akın akın gelen göçmenlerin gereksinmelerini karşılamak için harcamak zorunda bırakılmıştır.
Türkler, Balkanlardaki bu badireden yok edilemeden çıktı ama Türk Milleti Balkanlarda başına gelen olaylardan derinlemesine etkilendi ve bu etkiler günümüzde de sürmektedir.
Türklerin Balkanlarda uğradığı bu kayıplar, Türk tarihi açısından büyük önem taşımasına rağmen bu kayıplara ders kitaplarında değinilmez. Bulgarların, Sırpların, Rumların uğradığı kıyımları anlatan ders ve tarih kitapları, Türklerin uğradığı kıyımları anmamıştır. Bu durum Türklerin başına gelen ölüm ve sürgünlerin,tarihsel önemini anlamamızı engellemiştir.
Balkanlarda ilk toplu soykırım olarak 1683’te Viyana kuşatması ile başlayan ve 16 yıl harpleri neticesinde Karadağlıların Osmanlı-Türk karşıtı bir hareket ile Metropolit Danilo Petroviç önderliğinde yaptıkları katliamı gösterebiliriz. Balkanlarda Müslüman Türklere yönelik ilk toplu katliam olarak bilinen Danilo’nun kıyım hareketi, “Türkleşmiş olan hrıstiyanların imhası” olarakta bilinmektedir.

Balkanlarda Türklerin uğradığı toplu soykırımların ilk örneklerinden biri de 1821 Mora İsyanı olarak tarihe geçen Yunan ayaklanmasıyla gerçekleşmiştir. Yunan ayaklanması, Balkanlarda Türklerin topluca öldürülmesi ve sürülmesi ile ilgili süreci başlatan ilk harekettir. Burada izlenen yöntem, daha sonra yapılacak olanlara bir model olarak ortaya çıkmıştır.
Tarihçi George Finlay 1861 yılında, “1821 Nisanında,20000 kişiye yakın bir Müslüman Türk nüfus Yunanistan’da (Finlay, burada Yunanistan derken bu günkü Yunanistan’ın anakarasındaki güney kısmını yani Mora’yı kast ediyor. Çünkü 1861’de Yunanistan krallığının toprağı o kadardı. Yunanistan kurulduğu tarihten bu yana Türk topraklarını işgal ede ede Türkiye’nin aleyhine olmak üzere üç misli büyümüştür.) dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu. Ayaklanmanın üzerinden iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler. Adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler” demektedir.
Mora İsyanında Yunanlı çeteciler ve köylüler, buldukları her Türkü öldürmüşlerdir. Hatta Kalavryta ve Kalamata’dakiler kendilerine öldürülmeyecekleri sözü verilen Yunanlılara teslim oldu ancak bunlarda öldürüldü. Yunanlılar yarımadanın her bölümünde Türklere saldırdı ve hepsini öldürdü. Kalelere sığınanların geriye dönüş umudunu yıkmak için Türklerin evleri yakıldı. İsyanın başladığı Mart’ın 26’sından Nisan’ın 22’sindeki paskalya Pazar’ına kadar göz kırpmadan 15000 Türk katledildi.
Yunanlı Başpiskopos Germanos, “Hristiyanlara huzur, Konsoloslara saygı, Türklere ölüm” diye emir veriyordu. Yunanlılar yakaladıkları Türkleri erkeği,kadını ve çocuklarıyla kıyımdan geçirmek suretiyle “Hiçbir Türk kalmayacak / Ne Mora’da, ne dünyada !” şarkısını da ağızdan ağıza yayarak soykırımı adeta alay edercesine tamamlamışlardı. Ayaklanmanın başlamasından itibaren üç hafta içinde Mora’da bir tek Türk bırakılmamıştı.
Tripolitza’daki olay ise vahşetin boyutunu çok iyi anlatmaktadır. Kolokotrones isimli birinin anlatımına göre, kasabaya girdiğinden itibaren, “yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi. İlerlediğim zafer kutlama töreni yolu cesetlerden bir örtüyle döşenmişti” demektedir.
Bu soykırım değil de nedir? Mora’da başımıza gelenler Türk Milletine anlatılmış mıdır? Soykırımın hesabı sorulmuş mudur? Bunlar tarihçiler ve siyasetçiler tarafından cevaplanması gereken önemli sorulardır.
Balkanlarda 1821 Mora ayaklanması ile başlayan Türk soykırımları; Balkanlardan Türk nüfusu arındırmak politikasına dayanıyordu. Bu politika Avrupa devletleri ve Rusya ile haçlı zihniyetinin bir eseriydi. Bu durum 1877–1878 Osmanlı–Rus, 1912–1913 Balkan ve 1919–1923 Kurtuluş Savaşlarında kendini yeniden göstermiştir.

Bir Bulgar devletinin yaratılmasıyla ve Bulgaristan Türklerinin soykırım ve yurtlarından sürülmesiyle sonuçlanan Bulgar ayaklanması hareketi, Osmanlı–Türk İmparatorluğuna karşı birbirleri ile bağlantısız eylemlerle başladı. Küçük Bulgar grupları, Sırp ve Yunan ayaklanmalarında Osmanlıya karşı savaştılar. Ruslar; 1806,1811 ve 1829’da Balkanları istila ettiklerinde Bulgar gönüllüleri Ruslara katılarak onların yanında yer aldı.
Tarihe 93 Harbi olarak da geçen 1877–1878 Osmanlı – Rus savaşının, Bulgaristan Türklerinin kıyımdan geçirilmesi ile yaşanan dehşet olaylar üzerine başladığı söylenebilir.
Ayaklanmanın elebaşlarından Benkovski’nin konuşmalarında, “Türklerin ele geçirilebilen her yerde öldürülmeleri” emrediliyordu. Bunun üzerine hemen 1000 civarında Türk köylüsü katledilmiştir.
1877–1878 Osmanlı – Rus savaşında Türklerin ölümleri dört sınıfa ayrılabilir:

a-)Taraflar arasındaki çatışmalarda meydana gelen ölümler
b-)Bulgar ve Ruslar tarafından öldürülmeler
c-)Yaşam içim zorunlu gereksinmelerin sağlanmasının engellenmesiyle açlıktan ve hastalıktan ölümler
d-)Bulgaristan Türklerinin sığıntı durumda yaşadıkları koşullardan kaynaklanan ölümler.

Savaşın korkunç bilançosu sonucunda Müslüman Türklere ait nüfusun %17’sine tekabül eden 261.937 kişinin katledildiği görülmektedir.

Bu savaşa ilişkin bir belge henüz ortaya konamamış olsada, olayların gelişmesine bakılarak çıkarılabilecek en mantıklı sonuç, Rus askerlerin yaptığı insan öldürmelerinin, yıkımın ve ırza geçmelerin, Rus askeri komutanlığının emirleri çerçevesinde gerçekleştiğidir.
Rusların sivil halkı kıyımdan geçirmeye girişmelerinin altında yatan temel amaç; Türk köylüler arasında dehşet salmak ve ilerleyen Rus ordularının önünde onları kovalayarak Osmanlı ordusunu harp dışı konularla ilgilenmeye itmekti. Nitekim Ruslar bunu gerçekleştirmekte başarılı oldular. Sürüler halinde Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun merkezine doğru kaçan Türkler, yolları kapadılar, cepheye asker ve malzeme taşınmasında kullanılabilecek tren vagonlarını doldurdular.
Bu savaş döneminde Bulgaristan’da Türklerin varlığına son vermek için kullanılan yöntemler yani cinayet ve dehşet saçmanın kullanılması binlerce yıl önce keşfedilmişti. Bu yöntemler çerçevesinde Türkler ya hemen öldürülecek ya da öldürülme korkusu içinde yurdundan kaçırılacaktı. Eski Zahra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin yayınlanmış hatıralarından bu planların nasıl yaşama geçirildiği çok iyi anlaşılmaktadır.

Bu savaş sonucu; ülkenin yani Bulgaristan’ın Türklerden temizlenmesi ve ezici çoğunluğu Slavlaşmış Bulgarlardan oluşan bir Bulgaristan’ın ortaya çıkması sağlandı. Bulgaristan Türklerine saldırılması, Rusların askeri politikasının pratik, bilinçli ve acımasız bir amacı idi.
Ruslar, amaçlarına tahakkuk ettirmek için kirli savaşlarda usta ve uzman olan Don – Volga / Rus Kazaklarından faydalandılar. Kazaklar, kimse kaçmasın diye köyleri kuşatmaya alıyor, sonra da Bulgarlar köye dalıp talana ve kıyımdan geçirmeye girişiyorlardı. Örneğin Hıdır Bey köyünde Rus Kazakları Türklerin elindeki silahları toplayıp Bulgarlara verdiler. Bulgarlar da köyün 70 erkeğinden 55’ini orada öldürdüler. Yine Büklümbük’te aynı yöntemle silahsızlaştırdıkları köyün erkeklerini bir saman ambarına, kadınları ve çocukları evlere yerleştirdikten sonra ateşe verdiler. Kaçmaya çalışanlara da Bulgarlar ateş ettiler. Kaçabilenler bunu diğer Türklere anlattılar zaten Ruslarda korku yaratmak için bunu istiyordu. Bunun gibi bir  çok olay Müderrisli, Yeni Mahalle, Usturumca, Kadisle, Binpınar gibi Türk yerleşim birimlerinde yaşanmıştır.
Filibe ve Edirne’de İngiltere’nin konsolos yardımcısı olarak görev yapan Edmund Calvert yazdığı 16 Eylül 1878 tarihli raporda “… bu yörenin Türk erkek nüfusunun toptan ve duygusuz kıyımdan geçirmelerle kökünden kazımak amacını güden hesaplı ve kısmen de başarılı olmuş girişimler…” diye ifade edilen soykırım, 1990’lı yıllarda, Haçlı zihniyeti tarafından Türk olarak görülen Boşnaklara da çoğunlukla erkekleri öldürmek sureti ile uygulanmıştır.
Avrupa eğer böyle utanç verici işleri Türkler yapmış olsaydı, bütün Türkleri kolayca lanetlerdi. Ancak aksine bu soykırımlar diplomatik raporların varlığına rağmen gizlenmiş ve planlı olarak olayların üstü örtülmüştür.
 Balkan Savaşı öncesindeki soykırım göçlerin önemli bir bölümünün Girit ve Oniki Ada olarak bilinen Türk adalarında olduğu görülür. Başta Girit olmak üzere Türk egemenliğindeki adalar uluslararası ayak oyunları ile Yunanistan’a verilmiştir. Sadece Girit Adasındaki nüfus oranları takip edildiğinde Rumlar tarafından gerçekleştirilen katliamların korkunç boyutu ortaya çıkar. Girit Adasından 1878–1898 yılları arasında 175.900 müslüman Türk’ün göç etmek zorunda kaldığı göz önüne alınırsa Türklerin Girit’te hangi akibetle karşılaştıkları pek fazla tartışılır bir konu olmaktan çıkar.
Birinci Balkan Savaşında Osmanlı–Türk İmparatorluğu, 1877–1878 Osmanlı–Rus Savaşı’ndan çok daha hızlı bir yenilgiye uğradı. Sadece iki ay süren çatışmalar sonunda hemen hemen bütün Avrupa Türkiye’si yitirilmişti. Çatalca savunma çizgisi, Bulgarların saldırısına karşı direnmiş ve başkent İstanbul kurtulmuştur. İkinci Balkan Savaşı da yitirilen toprakların küçük bir bölümünü kurtaramaya neden olmuştur.
Balkan Savaşlarında 1877–1878 Osmanlı–Rus Savaşı’nda görülenlere benzer tablolar yaşanmıştır. Öldürme, ırza geçme ve soygunlar, Türkleri evlerinden barklarından söküp ayırmış, Osmanlı’nın merkezine yani elde kalan Türk topraklarına göç etme sonucunu doğurmuştur.
Balkan Savaşlarında Türklere karşı ön saldırıları yapma işlevini Sırp, Bulgar, Makedon, Rum çeteleri üstlenmiş ve bunlar kendilerini himaye eden devletlerden destek görmüşlerdir.

Balkan Savaşları sırasında işlenen cinayetler; bir ırkı yani Türkleri yok etmeye yönelik türden cinayetlerdir.

Yapılan soykırımlar Balkanlarda daha önce yapılmış olanlara çok benziyordu. Nüfus çoğalmasının önüne geçilmesi yolu ile demografik dengelerin bozulmasına yönelik katliamların yapıldığı rahatlıkla söylenebilir. Örneğin, diplomatik misyon üyesi Morgan adlı kişinin 28.12.1912 tarihinde Kavala’da yazdığı bir raporda, “Kavala bölgesinde Kavala Türklerinin komitacılar tarafından daha önceki raporlarda bildirildiği üzere, öldürülmelerinin yanı sıra Pravista’da yaklaşık 200 Türkün ve Sarı Şaban’da bir o kadarının kıyımdan geçirildiği haber alınmıştır. Drama bölgesinde, Çatalca, Doksat ve Kırlık Ova’da Türkler öldürülmüşlerdir” demektedir.
Yabancı misyon şefleri ve görevlileri ile ticaret için bölgeden bulunan yabancıların buna benzer rapor ve mektupları Batı ülkelerinin arşivlerinde bulunmaktadır. Batılı gözlemciler haksız ve hukuksuz bir şekilde katledilen Türk sayısını 200.000’in üzerinde olarak hesaplamışlardır. 
Bu soykırım değil de nedir ?
Türk Milletinin başına gelen kötü şeyleri anlatmakta zorluk çektiği ve bu konularda bir ketumiyet içinde bulunduğu genelde kabul gören bir anlayıştır. Bu nedenle Balkanlarda meydana gelen soykırım ve karşılaşılan kötü muameleler bir türlü Türk toplumuna yansıtılamamıştır.
Selanik’te görevli olan İngiliz Konsolosu Lamb, “Kılkış, Doyran ve Gevgili ilçelerinin tamamında bütün ileri gelen Türkler öldürülmüş, malları talan edilmiş ya da kullanılmaz hale getirilmiş, çiftlikleri ve evleri yakılmış, hanımları pek çok olayda aşağılanmış ve hatta çoğu kez daha beter davranışa uğramışlardır” diye Türklerin başına gelenlerin bir kısmını rapor etmiştir. Hatta olaylar daha da ileri gitmiş ve Müslüman Türklerin zorla din değiştirmesi için çeşitli ağır baskılar uygulanmıştır.
Amerikalı araştırmacı yazar Justin McCarthy Balkan Savaşları ve sonrasında ölen Müslüman Türk sayısını 632.408 kişi olarak veriyor. Bu bir insanlık dramıdır.
Bu katliamlar ve soykırımlar Yunanlıların Anadolu’yu işgalinde de sürmüştür.1919 yılında 3000 nüfuslu Menemen halkının 1300’ü Yunanlılar tarafından iki üç gün içinde öldürülmüştür. Günümüzde Menemen halkı 1919 yılının Mayıs ayı içersinde gerçekleştirilen bu katliamdan halen habersizdir. En azından soykırım niteliği taşıyan bu katliam bir anıt dikilmek sureti ile hatırlanmalı ve gelecek nesiller soykırımdan bu şekilde haberdar edilmelidir. 
İngiliz, Fransız, İtalyan İşgal Güçleri ve Kızılhaç tarafından kurulan Soruşturma Komisyonları incelemelerine ve Bab–Ali raporlarına göre Yunanlıların Anadolu’da yaptıkları soykırım; bunları Fransızcadan çeviren Dr. Necdet Ekinci’nin “Türkiye’de Yunan Vahşeti” isimli kitabında çok iyi bir şekilde resmi belgelere dayanılarak anlatılmaktadır.
Yunanlıların 1919 – 1922 yılları arasındaki Anadolu işgalinde yaptıkları, Haçlı zihniyetinin Balkanları Türklerden arındırma planının, Anadolu’yu Türklerden arındırma haline dönüşmüş şeklidir.
Bu katliamlar Balkanlarda günümüze kadar süregelmiştir. Kronolojik sıraya göre de bunlardan biri de Yunanlılar tarafından yapılan Çamerya katliamıdır.
Almanlarla işbirliğine giden Yunanlı General Napoleon Zervas, daha sonra İngilizler tarafından desteklenmiş ve Haziran 1944’de ayında Çamerya’da geniş çaplı bir katliam ve etnik temizlik hareketi gerçekleştirmiştir. Bu olay aynı zamanda, Yunanistan tarihinde ilki 1821 İsyanı’nda, sonrada Balkan Savaşları ile Anadolu işgalinde yaşanan ve Yunanlıların giriştiği çeşitli katliam hareketlerinden biri olarak anılmaktadır.
Çamerya bölgesindeki Müslüman Arnavut halka karşı katliam hareketi 27 Haziran 1944'de başladı. İnsanların çeşitli uzuvlarının kesilip parçalandığı, hamile kadınların, bebeklerin katledildiği bir vahşetin söz konusu olduğu kayıtlara geçmiştir. Göz çıkarma, burun, kulak kesme ve benzeri vahşet sonucunda ilk 24 saat içinde sadece Paramiti’de 600'den fazla insan katledilmişti. 27 Haziran 1944 ile Mart 1945 arasında Filat’ta 1286 kişi, Gümenice ve çevresinde 192 kişi,Margelliç ve Parga’da ise 626 kişi öldürülmüş, meçhul kayıplar ve başka vakalarda ise yüzlerce insan daha yok olmuştu. Belgelere göre, Haziran 1944 – Mart 1945 arasında Yunanlılar bütün Çamerya’da sivil halktan 3242 kişiyi katletmişlerdir. Ayrıca 745 kadına tecavüz edilmiş,76 kadın kaçırılmış, 3 yaşından büyük 32 bebek katledilmiş,68 köy yerle bir edilmiş, 5800 ev ve ibadethane (camiler dahil) yakılmış ve tahrip edilmiş, evler talan edilmiştir.
Bütün bu vahşetin ardından, hayatta kalabilen Müslüman Arnavutlar Mart 1945’den sonra anayurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Çoğu Arnavutluk’a, bir kısmı da Türkiye’ye göçmüşlerdir.

SON SOYKIRIM ÖRNEKLERİ VE TÜRK VURGUSU.,

    20. yüzyılın son dönemecinde dünya çok büyük bir soykırıma daha sahne oldu.1992 yılında Bosna’da başlayan bu soykırım boyunca yüzbinlerce insan topraklarından sürüldü, hayatını kaybetti, toplama kamplarına kapatıldı, insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Önce Bosna sonra da Kosova’da yürütülen bu büyük soykırımın özelliği ise, Balkanlarda 1821’den beri süre gelen önceki katliamlar gibi tüm dünyanın gözleri önünde, Avrupa ülkelerinin hemen yanıbaşında ve onların da desteğiyle 1992 – 1995 yılları arasında devam etmesiydi.
    Sırplar tarafından Türk olarak görüldükleri için öldürülen Bosnalı müslüman sayısı 200 bini aştı, 2 milyon insan evlerinden sürüldü, 50 bine yakın müslüman kadına tecavüz edildi. Benzer olaylar Makedonya ve Kosova’da da tekrarlanarak yaşandı.
    Balkanlar da soykırım, sadece Türklerin değil soykırımcılar tarafından Türk olarak görülen Boşnak ve Arnavutların da Sırp General Karadziç’in Srebrenica’da soykırım emrini verirken, “Tek Türk kalmayıncaya kadar öldürün” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, makus talihi olmuştur.
    Yüzyıllardır soykırımlarla sahneye konulan oyun Türkler üzerinde ve daha sonra da Türk gibi görülen müslüman topluluklar için uygulanmaya başlamıştır.

Her ne kadar, Balkanlarda soykırım denildiğinde akla Türkler gelse de, bu durum Türklerin yaşadığı her coğrafyada neredeyse aynı durumdadır.
Büyük bir sürgüne ve soykırıma uğrayan Kırım ve Ahıska Türkleri, Irak Türkleri, Kıbrıs Türkleri ve nihayetinde Hocalı’da Azerbaycan Türkleri 
değişik metod ve yöntemlerle aynı akibete uğratılmışlardır.

Büyük Şair Mehmet Akif  Ersoy;

     “İlahi, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
      Yanan can, yırtılan İsmet, akan seller bütün kaldı
      Ne mâsum ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı !
      Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı”... derken aslında soykırımın edebi tarifini yapıyordu.

    İfade ettiklerimizden görülmektedir ki, Müslüman Türkler Balkanlarda soykırıma uğramıştır.1821–1923 arası katledilen ve tek çare olarak ölüme zorlanan Türk sayısı 5.5 milyonun üzerindedir. Bu nedenle Balkanlarda Türk denilince akla hemen soykırım gelmekte ve ölüm duygusu çağrışım yapmaktadır.
    Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu ressam Embiya Çavuş, anılarını kaleme aldığı “Bulgaristan’da Türk Olmak” adlı kitabında, Belene’yi anlatırken “Yılan, çiyan dolu bataklık bir adaydı. Komünistler muhaliflerini ve Türkleri oraya sürüp yok ediyorlardı. Açlık, çıplaklık ve dayaktan öldürdükleri insanları ceset arabasına koyup domuzlara yediriyorlardı. Buz kütleli sular Belene’yi basıp domuzlar sürüklenince, insanlar domuzlara yem olmaktan kurtuldu. Bunları da Belene kampından kurtulan Bulgar tarihçisi Vasil Lilov Kazanski ‘Ölüm Kampı Belene’ adlı kitabında yazdı. Kazanski bu kitabında ‘dışarıdan ne kadar mahkum gelirse o kadar mahkum öldürülecek’ emri gereği 110.000 kişinin öldürülüp domuzlara yedirildiğini söylüyor” diye yazmaktadır. Henüz üzerinden onlarca yıl geçmiş olan bu iddialar yetkililer tarafından tekzip görmemiş ve yalanlanmamıştır.  
    Türklere ve Türk gibi görünenlere yüzyıllardır insanlık suçu olan bu muameleleri reva görenlerin değişmez amacı Balkanlardan Türk ve Müslüman varlığını arındırmak ve Balkanlardan Türk izlerini silmektir.
    İnsanlık aleminin üzerine düşen; yine bir insanlık ayıbı olan bu soykırımların üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmak, suçlularını deşifre etmek ve imkan varsa cezalandırmaktır. Türk milleti de Balkanlarda başıma gelen bu soykırımdan ders almalı ve bir nasihat şeklinde bu olayları gelecek nesillere objektif olmak kaydıyla aktarmalıdır.”


RUMELİ BALKAN TÜRKLERİNDEN  Prof. Dr. TURAN YAZGAN'A ŞÜKRAN TÖRENİ 

Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM) Genel Başkanı Av. ÖZCAN PEHLİVANOĞLU'nun Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı (TDAV) Süleymaniye Kürsüsü'nde verdiği "BALKAN SAVAŞLARI'NIN 100. YILDÖNÜMÜ ve BALKANLARDA TüRK SOYKIRIMLARI" başlıklı konferansının ardından düzenlenen görkemli bir törenle, “Türk Dünyası’nın Aksakalı” ve TDAV Kurucu Başkanı Prof. Dr. TURAN YAZGAN'a, "Türk Dünyası ve Türk Milletine yaptığı unutulmaz hizmetlerinden dolayı",  RUMELi BALKAN FEDERASYONU çatısı altındaki sivil toplum kuruluşları tarafından çeşitli şükran plaketleri sunuldu. 
Törende, Rumeli Balkan Federasyonu adına Genel Başkan Ayhan Bölükbaşı, RUBASAM adına, önceki dönem Rumeli Balkan Federasyonu Genel Başkanı ve RUBASAM Başkan Vekili Süheyl ÇOBANOĞLU, RUBAKAD adına Başkan Hale GüLOĞLU, Eyüp Rumeli Türkleri Derneği adına Başkan Ayhan UYGUR, Amasya Balkan Türkleri Derneği adına Başkan Hüseyin YAZICI, Bağcılar Rumeli Balkan Türkleri Derneği adına Başkan Hüseyin BASKIN, Türkeli Derneği adına Başkan Dr.Fatih ÖÇLÜ ve Pirlepeliler Derneği adına Sait YILDIRIM Prof.Dr. Turan Yazgan’a, temsilcisi oldukları kuruluşların kendisine duydukları saygı ve şükran duygularını ifade eden birer plaket takdim ettiler.
Törende konuşan Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Kurucu Başkanı Prof.Dr TURAN YAZGAN, ‘Rumeli Balkan Türkleri tarafından şahsına gösterilen vefaya teşekkür etti ve hep birlikte Türk Milleti ve Türk Dünyası için yaşamaya ve savaşmaya devam edeceklerini’ belirtti. Rumeli Balkan Türklerinin mücadelesini de takdirle karşıladığını söyleyen Türk Dünyası’nın Aksakalı Prof. Dr. TURAN YAZGAN, “Türk Milletinin varlık mücadelesine katkı sağlayan bütün kardeşlerimi alınlarından öpüyorum” dedi.

HABER MÜDÜRÜMÜZ M.KEMAL SALLI’YA RUBASAM’DAN TEŞEKKÜR PLAKETİ
RUMELİ BALKAN FEDERASYONU çatısı altındaki kuruluşlar tarafından düzenlenen “Prof. Dr. Turan Yazgan’a Şükran Töreni” sonrasında, gazetemiz Haber Müdürü M.Kemal Sallı’ya da, “Türk Dünyası’na yaptığı karşılıksız hizmetlerinden dolayı” Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM) adına SÜHEYL ÇOBANOĞLU ve Rumeli Balkan Federasyonu Başkanı Ayhan BÖLÜKBAŞI tarafından bir teşekkür plaketi verildi.

http://www.oncevatan.com.tr/%E2%80%9Cbalkan-savaslarinin-100-yildonumu-ve-balkanlarda-turk-soykirimi%E2%80%9D-makale,27986.html


***

30 Kasım 2018 Cuma

İŞTE ABD’NİN GİZLİ AJANDASI! ABD IŞİD’İ NEDEN BOMBALIYOR?

İŞTE ABD’NİN GİZLİ AJANDASI! ABD IŞİD’İ NEDEN BOMBALIYOR? 

M. Kemal SALLI 
mksalli@yahoo.com.tr 
02 Eylül 2014, 08:59
Önce Vatan Gazetesi


IŞİD’in ABD tarafından bombalanması Ortadoğu’da bütün dengeleri ve denklemleri altüst etti. Bir terör örgütünün Ortadoğu’da  İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyayı  ele geçirmesine, insanları boğazlamasına devlet ve hilafet ilan etmesine düne kadar ses çıkarmayan ABD’nin, dünya kamuoyuna duyurduğu IŞİD’ı bombalama gerekçeleri hiç de inandırıcı olamıyor. “IŞİD canavarını birlikte yok edelim” çağrılarının arkasına gizlenmeye çalışılan ABD’nin gizli ajandası sorgulanıyor. ABD Hava Kuvvetleri, BM’nin “Katliam olabilir” uyarısı üzerine, Irak'ta iki aydır IŞİD terör örgütünün kuşatması altında olan Türkmen yerleşim birimi Amirli’ye havadan insani yardım operasyonu ve bu operasyona destek için de civardaki IŞİD militanlarına hava saldırıları düzenledi. Hatırlanacağı gibi, 7 Ağustos’ta IŞİD’in eline geçen ülkenin en büyük hidroelektrik santralı olan Musul Barajı, geçtiğimiz günlerde,  ABD Hava Kuvvetleri’nin bombardıman desteğiyle, peşmergeler ve Irak Ordusu tarafından geri alınmıştı. IŞİD’in ABD tarafından bombalanması Ortadoğu’da bütün dengeleri ve denklemleri altüst etti. Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, etnik ve mezhepsel ayrılıklar nedeniyle tarih boyunca birbirlerini düşman olarak gören taraflar, bugün IŞİD’i tepelemek üzere elele vermişler. Bölgemizde, rüyada görülse hayra yorulmayacak ilginç gelişmeler yaşanmakta ve ortaklıklar oluşmakta.  IŞİD canavarı,  İran’la, düne kadar “Büyük Şeytan” olarak andığı ABD’yi yanyana getiriyor. ABD’nin İran’a yakınlaşması nedeniyle desteksiz kalan Maliki, başbakanlıktan ayrılmak  zorunda kalıyor. ABD’nin hava desteği ile Musul Barajı’nın IŞİD’dan geri alınması, Bağdat’taki merkezi hükümet ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) arasındaki gerilimin azalmasına neden oluyor. ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, “IŞİD Suriye’de hedef alınmadan yenilemez” derken, IŞİD’ın elindeki rehineleri kurtarmak üzere yaptığı operasyonun istihbarat zaafı nedeniyle başarısız kalması, ‘Suriye’de Esad’a da bir devlet’ ayıran formüller üreten ABD’nin, Esad’dan istihbarat alma ihtiyacını doğuruyor.  IŞID militanlarının kevgire çevirdiği Irak-Suriye sınırının giderek silikleşmesi, SYKES-Picot Anlaşması’nın biraz daha tarih olmasına neden oluyor.  Suudi Arabistan ve Katar, düne kadar koşulsuz destek verdikleri IŞİD’a karşı oluşturulacak koalisyonda yer alabileceklerini söylüyorlar. Irak’taki otorite boşluğundan yararlanarak Şii bölgesinde etkinliğini arttıran İran ile Sünni bölgede nüfuz alanı oluşturan Suudi Arabistan, mezhep ayrılığı nedeniyle yüzyıllardır sürdürdükleri rekabeti bir yana bırakmışlar, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmenin yollarını arıyorlar.   IŞİD’ın devre dışı bırakılması sonucunda oluşacak vurucu tim boşluğunu doldurmak üzere, düne kadar ABD’nin terörist listesinin baş sıralarında yer alan PKK, dünya kamuoyuna “IŞİD’ı durduran aslanlar” olarak sunuluyor.  Bağımsızlık ilanının kendi içindeki Kürtleri kışkırtacağı kaygısıyla Barzani’ye uzak duran İran, bugün Erbil’e yardım elini uzatmakta bir sakınca görmüyor.   Bugüne kadar birbirlerine düşman gözüyle bakan Barzani ile PYD Başkanı Salih Müslim, IŞİD baskıları nedeniyle işbirliği yapmak durumunda kalıyor.  Düne kadar “Allah-u Eber!” haykırışlarıyla insanları boğazlayan terör örgütünün yaptıkları görmezden gelinirken, bugün IŞİD, insanlığın koalisyon oluşturarak yok etmesi gereken bir canavar olarak sunuluyor.  

GELİŞMELERDEN NASIL BİR SONUÇ ÇIKARMALIYIZ? 

Peki, altalta dizdiğimiz bu ilginç ve başdöndürücü gelişmelerden nasıl bir sonuç çıkarmalıyız?  ABD, Halepten Musul’a uzanan İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyaya egemen olana kadar, IŞİD’in yaptıklarını neden görmezden geldi? Bugüne kadar Suriye ve Irak’ta yaptığı operasyonlara, fetihlere, katliamlara ses çıkarmadığı IŞİD’ı şimdi neden bombalıyor?  IŞİD’in Kürt bölgesine yönelmesi ABD’yi neden tedirgin etti? IŞİD, kendisine verilen görevin dışına mı çıktı, yoksa, 9/11’de İkiz Kulelerin vurulması gibi, dünya kamuoyunu şok etme görevini tamamlayan IŞİD’in tedavülden kaldırılması mı gerekti?   Bu gibi sorulara doğru yanıt bulabildiğimizde, IŞİD’in kimliğini, yapısını, hedeflerini ya da görevini ve arkasındaki güçleri daha net görebileceğiz.  

“BİNBİR GECE MASALLARI” GİBİ GEREKÇELER 

ABD yanlısı Batı medyasına ve bizim Amerikan muhibbi dış politika yorumcularına  inanacak olursak, “Bugüne kadar IŞİD hakkındaki hemen bütün öngörüler yanlış çıkmış. Yapılan hatanın anlaşılmasıyla, hem Batı hem de bölge ülkeleri stratejilerini sil baştan değiştirmeye başlamışlar.”  Birbirine düşman ülkelerin IŞİD karşısında bile biraraya gelemeyeceği düşünülüyormuş, ama son günlerde ABD ile Esad arasında şekillenmeye başlayan işbirliği bu düşüncelerin geçerli olmadığını ortaya koymuş. Uzun zamandır kavgalı olan Bağdat ile Erbil, Maliki’nin gönderilmesinden sonra IŞİD’e karşı birlikte savaşıyorlarmış. Erbil ayrıca, kuzey Suriye Kürtleriyle olan husumetini de bir tarafa koymuş, IŞİD saldırılarını birlikte savuşturacaklarmış.  Bugüne kadar Amerika’yı “Büyük Şeytan” olarak anan İran, IŞİD’ın safdışı bırakılması konusunda ABD ile işbirliği yapmayı kabul etmiş. Ortaya çıktığı günden beri bütün güçleriyle IŞİD’i finanse eden Suudi Arabistan ve Katar, “IŞİD canavarının tepelenmesinde biz de varız” diyorlarmış. Ortadoğu coğrafyasında IŞİD merkezli bir dizi masal anlatılıyor, ama “Demokrasi götürüyoruz” gerekçesiyle işgal edilen Ortadoğu’nun hali ortada olduğundan, ABD’nin keskn bir dönüş yaparak IŞİD’ı bombalamasının nedenleri ciddi olarak sorgulanıyor.  Sorgulanıyor, çünkü, Doğu’nun masal üretme kültürü Batı’dan çok ileridir ve “Binbir Gece Masalları” bir Ortadoğu klasiğidir. Ayrıca, “Demokrasi götürüyoruz” bağlamında anlatılan masallarla ilgili çok acı yaşanmışlıklar var, “Arap Baharı” coğrafyasında.  Doğu insanı, bazen “Fareli Köyün Kavalcısı”nın peşine takılsa da, masalla gerçeği ayırabilecek bir önseziye sahiptir. O nedenle, bir terör örgütünün Ortadoğu’da  İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyayı  ele geçirmesine, insanları boğazlamasına devlet ve hilafet ilan etmesine ses çıkarmayan ABD’nin, dünya kamuoyuna duyurduğu IŞİD’ı bombalama gerekçeleri hiç de inandırıcı olamıyor. “IŞİD canavarını birlikte yok edelim” çağrılarının arkasına gizlenmeye çalışılan ABD’nin gizli ajandası sorgulanıyor. 

IŞİD, SPONTANE OLUŞMUŞ BİR CİHAD ÖRGÜTLENMESİ DEĞİLDİ 

Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi ‘IŞİD, bugüne kadar, bir terör örgütü aklıyla değil, bir devlet aklıyla hareket etmekteydi ve operasyonları belli bir hedefi hayata geçirmeye yönelikti.  IŞİD CIA/MOSSAD kurgulaması olmasa da, spontane oluşmuş bir cihat örgütlenmesi değildir. “Allah-u Ekber” haykırışı ile insan boğazlayan ve bu görüntüleri internette yayınlayarak İslam’ı itibarsızlaştırmayı hedefleyen bu kurgulama, asla bir İslami Cihad örgütü olamaz! IŞİD, Suriye parselinde tıkanan Büyük Ortadoğu Projesi uygulamasını amacına ulaştırmak üzere CIA/MOSSAD tarafından kurgulanmış ya da kullanılmış, Suudi Arabistan ve Katar tarafından finanse edilmiş, Türkiye tarafından lojistik destek verilmiş bir terör örgütüdür. Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği operasyonlarla, BOP uygulamaları bağlamında, Amerikan emperyalizminin önünü kesen engelleri büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Daha sonra “Vaad Edilmiş Topraklar”a dönüştürülmesi planlanan “Büyük Kürdistan”a giden yolları açmıştır. 

ABD IŞiD OPERASYONLARINI BAHANE EDEREK ORTADOĞU’YA DÖNÜŞ YAPMIŞTIR. 

Bu arada Amerika, İran ve Rusya’nın güçlü destek vermesinden dolayı deviremediği Esad’la da işbirliği yapmayı deniyor. Amerika’nın Esad’a yakınlaşmasının nedenleri henüz net değil. ABD yetkilileri, Suriye’de Irak’tan daha geniş bir tabana sahip olan IŞİD’in saltanatına son verebilmek için, Arap ve Avrupalı dostlarıyla birlikte gerçekleştirilecek bir kara harekatını gerekli görüyorlar. Özetle, ABD’nin Suriye’ye yakınlaşması, “Büyük Kürdistan yolunda Esad’a kurulan bir tuzak mı?” sorgulamasına neden olan çok ilginç bir gelişme. Bütün bu başdöndürücü gelişmelerden çıkan en önemli sonuç şudur: IŞiD operasyonlarının zorladığı tablo sonucunda ABD emperyalizmi Irak’a, dünya petrol rezervlerinin yüzde 60’ını barındıran Ortadoğu’ya yeniden dönüş yapmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi, IŞiD eliyle taşındığı noktadan başlanarak hayata geçirilmeye çalışılacaktır.  IŞID şoku, Afganistan ve Irak’ın işgaline gerekçe üretebilmek amacıyla gerçekleştirilen İkiz Kuleler şokuna benzetiliyor; “Amerika Irak’a yeniden dönebilmek için, bu kez de IŞİD şokunu kullanıyor” deniyor. Çünkü, çatışma kültürünün egemen olduğu Ortadoğu coğrafyasında, IŞiD gibi bir tahrik mekanizmasının devreye sokulması sonucunda, dış müdahaleyi zorunlu kılacak bir kaos ortamının oluşacağı bilinmeyen bir şey değildi. 2011’de dönüş takvimi açıklayan ABD’nin, bölgede daha uzun süre kalabilmek adına IŞiD’i kullanmış olması, hiç de gözardı edilecek bir olasılık değildir. Ortadoğu’yu da, Türkiye’yi de zor günler bekliyor. 

Kaynak:

  http://www.oncevatan.com.tr/abd-isidi-neden-bombaliyor-makale,31747.html



***