NATO Zirvesi ve Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NATO Zirvesi ve Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2020 Pazartesi

NATO Zirvesi ve Türkiye: Varşova’da ne oldu?

NATO Zirvesi ve Türkiye: Varşova’da ne oldu?


Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY*

* Prof. Dr., Bölüm Başkanı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, YTÜ, BİLGESAM Başkan 
Yardımcısı. E-posta: nursinguney@bilgesam.org
1 Bilge Strateji, Cilt 8, Sayı 15, Güz 2016, ss.1-5

NATO Varşova Zirvesi’nde İttifak’ın doğu ve güney kanatlarına yönelik yeni 
tehdit algılamaları karşısında hem müttefiklerinin güvenlik endişelerini yatıştırmak hem de olası devlet ve devlet dışı kaynaklı tehditleri bertaraf etmek 
için örgütün caydırıcılık mekanizmalarını kuvvetlendirme kararı aldı. 

Bu bağlamda İttifak, Doğu ve Orta Avrupa ile Baltıklarda ortaya çıkan ciddi Rus 
tehdidi karşısında ilgisini şimdilik Doğu’ya yöneltmiş durumda.

Soğuk Savaş sonrası dönemde uzun bir süre NATO, Moskova’nın ikna edilebilir 
olduğu inancıyla hareket etmişti. Rusya’nın zayıf ve Batı ile ilişkilerinde 
uyumlu olduğu konusunda sahip olunan inancın verdiği özgüvenle, Brüksel 
Soğuk Savaş dönemi NATO stratejisinin bir parçası olarak bilinen İleri 
Savunma (Forward Defense) konseptini, Avrupa topraklarında yerleştirmiş 
olduğu askeri varlığı kaldırmak suretiyle terk etmişti.

Avrupa başkentlerindeki hâkim inanca göre, Kıta Avrupası bir daha Rusya 
kaynaklı herhangi bir konvansiyonel veya konvansiyonel olmayan askeri saldırıyla karşı karşıya kalmayacaktı. Bu algıyla uyumlu bir biçimde NATO yeni 
bir Rusya politikası, adından da niteliğinin tahmin edilebileceğiRusya’ya Öncelik 
(Russia First) politikasını geliştirdi. Bu politika sadece NATO-Rusya 
ilişkilerini diyalog ve işbirliği çerçevesinde tanımlamak için kullanılmıyordu, 
aynı zamanda daha büyük bir güvenlik algılamasının parçasıydı. Bu algılama 
yüzünden Avrupa devletlerinin çoğu Soğuk Savaş’ın sona erdiği yıldan 
Ukrayna krizi patlak verene kadar, İttifak sınırları dışından kendilerine yönelik 
herhangi bir devlet ya da devlet dışı güvenlik tehditli olmayacağı varsayımıyla 
hareket edecek ve Avrupa’yı bir barış alanı olarak tanımlayacaklardı.

Barışın Avrupası algısı, 2015’te Ukrayna kriziyle radikal bir biçimde değişecekti. 
Öncellikle Doğu ve Orta Avrupa ile Baltık ülkeleri, Rusya’nın sahip 
olduğu yeni alan kontrol kapasitelerini, Varşova Zirvesi’nde sık sık zikredilen 
ünlü Anti-Access/Area Denial (A2/AD) askeri kuvvetlerini ve bu kuvvetlerle 
birlikte Moskova’nın elinin güçlenebileceğini gördüler. Zira Rusya A2/AD 
olarak anılan askeri kapasitesi ile kendisi için stratejik önemde kabul ettiği 
alanlara jeopolitik rakibi olarak algıladığı Batılıların ve tabii ki NATO’nun 
erişimini durdurmak istemiş ve bugün de bunu coğrafi olarak birçok noktada 
başarmıştı. Ukrayna krizinin arkasında yatan askeri mantık, Rusya’nın A2/
AD gibi kuvvetlerini, taktik nükleer savaş stratejisi ve melez savaş tecrübesiyle 
birleştirilebileceğini gösteriyordu.

“Rusya tehdidi sonucu, Soğuk Savaş sonrası ilk kez NATO üyelerinden bazılarına 
İttifak üyesi ülke askerlerinin konuşlandırılması kararı alındı.”

İşte tam da bu nedenle, söz konusu ülkeler Rus tehdidinin ciddi ve acil olduğu 
kanısına vardılar. Ve bu durumun mutlaka bir şekilde ele alınması gerektiğini 
düşünerek İttifak’a caydırıcılık konusunda tedbir alınması yönünde talepte 
bulundular.

Soğuk Savaş sonrası bir ilk

Sonuçta bu çağrılar Varşova NATO Zirvesi’nde karşılığını buldu ve Soğuk 
Savaş sonrası ilk kez NATO üyelerinden bazılarına İttifak üyesi ülke askerlerinin 
konuşlandırılması kararı alındı. Çok yakında Polonya 1000 Amerikan 
askerini, Baltık ülkelerinden Letonya Kanada, Estonya İngiliz ve Litvanya 
Alman askerlerini topraklarında ağırlayacak.

Ortaya çıkan tablo Soğuk Savaş günlerini hatırlatmakla beraber, NATO bugün 
eskisinden çok daha karmaşık bir tehdit ve risk sarmalı ile karşı karşıya.

Yine de NATO Varşova Zirvesi’nde, Doğu ve Orta Avrupa ülkeleriyle Baltıkların 
algıladıkları yeni Rus tehdidi önceliklerden ilki oldu. NATO, bu öncelik 
sıralamasıyla, Rusya’nın tüm kapasitesiyle oluşturduğu tehdit ve riske karşı 
yukarıda bahsettiğimiz yeni uygulamalarıyla artık müttefiklerinegüvenlik teminatı (assurance) vermekte olduğu noktadan somut olarak caydırıcılık (deterrence) vesavunma (defence) tedbirlerini doğrudan devreye soktuğu bir 
aşamaya geçti.

Bu arada, İttifak Moskova ile ilişkiler bahis konusu olduğunda diyalog kapısını 
aralık bırakmayı da ihmal etmedi. Ancak diyalog mekanizmasının işlerlik 
kazanması için bir koşulun yerine getirilmesi de şarttı. Buna göre, Moskova 
ileride uluslararası toplumun saygın bir aktörü olarak üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getirdiği zaman NATO da Rusya ile askıya alınan ilişkilerini canlandıracaktı.

‘Güvenliğin bölünmezliği’ ilkesi ve Türkiye

Teminattan caydırıcılığa geçiş, NATO’nun Soğuk Savaş sonrası tarihi için 
önemli bir adım. İşin karmaşıklaştığı noktayı anlayabilmemiz için NATO 
Varşova Zirve Bildirisi’nde dikkat çeken diğer bir noktayı zikretmemiz lazım. 
Bu da, bildiride güvenliğin bölünmezliği ilkesinin yer almış olmasıdır. 

Bu prensibin uygulanması halinde, İttifak içinde kanatlar arasında bir ayrım 
yapılmayacak ve böylece olası tehditler karşısında müttefiklerin güvenlikleri 
doğu kanatta olduğu gibi garanti altına alınmış olacaktı. Bu husus bir güney 
kanat ülkesi olan Türkiye için oldukça önemlidir.

Bilindiği üzere Türkiye son beş senedir Suriye ve Irak sınırından kendisine 
yönelen yumuşak ve sert güvenlik tehditlerini çoğunlukla kendi imkânlarıyla 
bertaraf etmeye çalışan bir İttifak üyesiydi. Bu bağlamda bugüne kadar, 
NATO bildirisinde de tehditler arasında yer alan güney kanada yönelik terörizm, 
mülteci sorunu, balistik füzelerin yayılması vb. riskler konusunda 
Ankara müttefiklerinden beklediği desteği maalesef tam olarak alamadı.

NATO ile Türkiye arasında yine de sınırlı bir işbirliği gerçekleşti ve Suriye 
krizi nedeniyle Washington Anlaşması’nın 4. Maddesi Türkiye’nin talebi üzerine işletildi. Sonuç, Patriot füze bataryalarının Türkiye’de konuşlandırılmasıydı. Türkiye’nin güneyine süreli olarak yerleştirilen NATO Alman ve ABD Patriot’larının işlevi, güneyden, Esad rejiminden gelebilecek olası füze saldırılarını caydırmaktı.

“Varşova’daki zirvede odak doğu kanadıydı, caydırıcılığın güçlenmesi güvenliğin 
bölünmez bütünlüğü çerçevesinde ele alındı ama güney kanada yönelik 
tedbirler bu kanadın maruz kaldığı sorunları çözmekten şimdilik hâlâ 
uzak kalmaya devam ediyor.”

Patriot’ların geri çekilmesinden sonra güneyden gelebilecek tehditlerin caydırılması için NATO gemilerindeki füze savunma yeteneğine ve yine Türkiye’de konuşlanmış İspanyol Patriot’larına güvenildi. Oysa Ankara’nın pek çok sefer altını çizdiği bir gerçek vardı: Suriye’de süregiden iç savaşın karmaşık 
yapısı nedeniyle, Suriye rejimi kaynaklı füze saldırılarını durdurmak için 
yerleştirilen füze karşıtı bataryalar, son beş sene zarfında buradan Türkiye’ye 
yönelen konvansiyonel saldırıları engelleyememişti. Hepimiz Katyuşa füze 
saldırılarını, top ateşlerini ve tabii ki Türk jetinin düşürülmesi hadisesini 
hatırlıyoruz.

NATO caydırıcılığındaki zafiyettin bir başka tecellisi, Rusya’nın Türkiye ve 
NATO hava sahasını ihtarlara rağmen ihlal etmeye devam etmesiydi. Nitekim 
24 Kasım’da Türkiye’nin uygulamakta olduğu angajman kuralları sonucu bu 
ihlalleri yapan Rus jetlerinden biri Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmüş, 
bu olay sonrası işin ciddiyetinin farkına varan NATO, bir süredir göndermeyi planladığı ama gönderimini ertelediği AWACS’ları caydırıcılığı tesis etmek üzere hızla Türkiye’de yönlendirmişti.

AWACS kararının anlamı ne?

Doğu ve güney kanatlarda farklı nedenlerle yaşanan caydırıcılık zafiyeti ve 
teminat boşlukları gölgesinde gerçekleşen Varşova Zirvesi’nde AWACS erken 
uyarı sistemleriyle ilgili alınan karar aslında çok önemli.

Varşova Zirvesi’nde alınan kararlar doğrultusunda Türkiye ve uluslararası 
hava sahasında DAİŞ’le mücadelede, AWACS erken uyarı ve gözlem 
uçaklarının görevlendirilmesi, yani gerçekleşecek ihlallere karşı bu uçakların 
Irak ve Suriye hava sahasını izleyecek olmasının neden önemli olduğunu 
açıklayalım.

Her şeyden önce DAİŞ’le mücadelede müttefikler arası gerekli istihbarat 
işbirliğinin sağlanması, terörizmle mücadele konusunda en gerekli 
hususlardan biriydi ve bu noktada AWACS’lar katkı sağlayabilir.

İkinci olarak değinilmesi gereken mesele, Suriye’deki Rus varlığı ile ilgili. 
Bilindiği gibi Rusya’nın Suriye’de olgunlaştırmış olduğu A2/AD kuvvet 
yapısı, Batı’nın/ NATO’nun Ortadoğu bölgesine erişimini engelleyebilecek 
hale gelmiş durumda ve bu bağlamda NATO caydırıcılığı bir zafiyet ile karşı 
karşıya.

AWACS’ların İttifak’ın güney kanadındaki varlığının bu zafiyet karşısında 
olumlu bir etki yapması beklenebilir; çünkü Rusya artık hava sahası müdahalelerinde bulunduğunda doğrudan NATO tarafından gözleneceğini bilecek ve bundan imtina edecektir.

Alınan kararlar ne kadar etkili olabilir?

Görüldüğü ve beklendiği gibi Varşova Zirvesi İttifak’ın doğu kanadındaki 
caydırıcılığı güçlendirirken güney kanadı için de, doğu kanat kadar açık ve 
güçlü olmasa da, bir şeyler söylüyor.

“Bir güney kanat ülkesi olarak Türkiye’nin Suriye odaklı güvenlik problemlerinin 
Varşova Zirvesi kararları sonrasında da, bu kararlara rağmen maalesef 
bir süre daha devam etmesi öngörülebilir.”

Bu açıdan en önemli ifadelerden biri Varşova Zirvesi Sonuç Bildirisi’nde yer 
alan ve güney kanada yönelik İttifak’ın, sınırlarının ötesinin bir an evvel istikrara kavuşturulması yönündeki ifadesi. Ancak, NATO bunu Türkiye’nin talep ettiği gibi güvenli bir bölge yaratmak yoluyla değil, bölgedeki Irak, Ürdün gibi kimi ülkelerin askeri kapasitelerinin eğitilmesi ve askeri teçhizatlarının 
desteklenmesi aracılığıyla yapmak istiyor.

Oysa bugün terör ve mülteci krizi gibi önemli güvenlik sorunlarının kaynağı 
konumundaki Suriye’den yayılan şiddeti NATO’nun tercih ettiği araçlarla 
yatıştırmak pek mümkün görünmüyor. Bu yüzden, bir güney kanat ülkesi 
olarak Türkiye’nin Suriye odaklı güvenlik problemlerinin Varşova Zirvesi 
kararları sonrasında da, bu kararlara rağmen maalesef bir süre daha devam 
etmesi öngörülebilir.

Kısaca, Varşova’daki zirvede odak doğu kanadıydı, caydırıcılığın güçlenmesi 
güvenliğin bölünmez bütünlüğü çerçevesinde ele alındı ama güney kanada 
yönelik tedbirler bu kanadın maruz kaldığı sorunları çözmekten şimdilik hâlâ 
uzak kalmaya devam ediyor.

Zirve’de kabul edilen kararlara baktığımızda, Türkiye’yi memnun etmeyen 
başka bir konu daha var. İttifak, yaptığı terör ve terörizm tanımı için sadece 
DAİŞ, El-Nusra gibi radikal grupları referans almış durumda. Oysa Türkiye 
uzun bir süredir güney kanat ülkesi olarak da çok boyutlu terörizm tehdidi 
altında. Bu bağlamda, maalesef, PKK ve PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD 
ile ilgili meşru beklentileri Zirve’de görmezden gelindi.

NATO yetkilileri Varşova Zirvesi’ni değerlendirirlerken belirli konularda 
müttefiklerin duydukları şüphenin de farkındalar. Bu yüzden şunu vurguluyorlar; 

İttifak’ın bu Zirve’de caydırıcılıkla ilgili aldığı kararlar, NATO’nun 
2015 krizleri sonrasında girdiği yeni başlayan bir adaptasyon sürecinin parçası. 
NATO yeni güvensizliklerle nasıl başa çıkacağını ve müttefiklerini nasıl 
ikna edeceğini bulmaya çalışıyor, dolayısıyla caydırıcılığın güçlenmesi konusu 
Varşova’da alınan kararlarla sınırlı kalmayacak.

Buradan hareketle bundan sonraki diğer NATO toplantılarında Türkiye, güney 
kanatla ilgili taleplerini sıklıkla dile getirerek diplomasinin önüne çıkaracağı 
fırsatları kendi lehine döndürmeye çalışacaktır.

Umudumuz ve beklentimiz, İttifak’ın doğuya gösterdiği özen ve hassasiyeti, 
kendi kabul ettiği güvenliğin bölünmezliği ilkesi doğrultusunda güney kanata 
da yansıtması.

Bu yazı 13.07.2016 tarihinde Al Jazeera Turk’te yayımlanmıştır.


***