KİMLİK, DIŞ POLİTİKA VE GÜVENLİK BAĞLAMINDA İRAN İSLAM CUMHURİYETİ
Hazar Vural*
* Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi,
hazarvural@gmail.com
Özet
İran İslam Cumhuriyeti, farklı kimlik yapısıyla Ortadoğu’nun ‘öteki’si olarak algılanmakta ve uluslararası ilişkilerin ortasındaki ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle 1979 İslam Devrimi itibariyle, eskisinden de fazla önem arz eden İran, iş başına gelen yeni Cumhurbaşkanı ile gündemdeki yerini bir kez daha almıştır. “Ülkenin dış politikası ve nükleer çalışmaları gibi konularda bir değişiklik olacak mı?” sorusuyla gözler İran a çevrilmiştir.
Hızla değişen ve dönüşen dünyada güvenlik algılamaları da değişmekte ve ülkelerin politikaları da bu hızlı değişimden etkilenmektedir. Ortadoğu’da, 2010 sonu itibariyle başlayan ve günümüze kadar devam eden ‘Arap coğrafyası hareketliliği’ ile bir kez daha güvenlik sorunları en üst seviyeye çıkmıştır. Bölge ilişkileri ve güvenliği gerek bölgesel aktörler gerekse başat güçler tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bu çalışma ile bölgesel olaylar ve aktörler temelinde, İran’ın stratejik çıkarları doğrultusunda bölge politikaları değerlendirilecek ve güvenlik algılamaları ortaya konmaya çalışılacaktır.
Çalışmamızda, İran’ın Ortadoğu’da çeşitli ülkelerde yaşayan Şii grup ve topluluklar üzerindeki etkinliği, bölgedeki jeostratejik çıkarları, ABD ve İsrail ile yaşadığı sürtüşmeler başta olmak üzere İran ve bölge güvenliği için birinci dereceden önem içeren konulara değinilecektir. Bu çalışmanın amacı İran’ın bölgedeki güvenlik endişeleri ve önceliklerini ortaya koymaktır. Çalışmanın bir diğer amacı ise, mezhepsel dış politika güttüğü düşünülen İran’ın dış politikasının aslında ülke çıkarları ve stratejik kazanımlar üzerinden yürüdüğünü
açıklamaya çalışmaktır.
İranlılar yüzlerce yıldır bugün bulundukları topraklarda yaşamaktadırlar. Her devlet kadar İranlılar da geçmişleriyle ve medeniyetleriyle onur duyarlar ve bunu sık sık hatırlatırlar.
Bulundukları toprak parçası tarihsel süreç içinde coğrafi olarak küçülmüş olsa da bu denli zorlu bir coğrafyada varlığını sömürge olmadan sürdürebilmiş olması “İranlı kimliğinin” sağlam temeller üzerinden şekillendiğinin bir göstergesi sayılabilir. İran mezhepsel anlamda Şii çoğunluğa sahip tek ülke olmamasına rağmen, bu mezhebi anayasası ile kabul etmiş tek İslam devletidir. Eyaletlere ayrılarak merkezden yönetilen İran bir ulus-devlettir. İran, temelde 11 farklı etnik köken olmak üzere, mezhepsel ve dinsel çeşitlilikleri bulunan, resmi
mezhebi Şii’liğin Caferi kolu olan ve %89’u Şii Müslüman olan bir devlettir.1
İran tarihsel süreç itibariyle, İslamiyet’i kabul ettiği zamandan başlayarak bulunduğu ‘geçiş coğrafyası’ olarak tarif edilebilecek konumuyla her zaman önemini korumuş ve baskın kültürüyle yakın coğrafyasında etkiler bırakarak kendi kimliğini sürdürmüştür. Yüzlerce yıl boyunca Türk hanedanlar (Kaçarlar vd.) tarafından yönetilen İran, 1925 sonrası Fars - Pehlevi hanedanı tarafından yönetilmiştir. 1979 sonrası İslam Cumhuriyeti yönetiminde de bölgesel
açıdan aktif bir güç olmuştur. Bölgesel planları olan her devlet tarafından hesaba katılması gereken bir güç olan İran, Ortadoğu’daki birçok yapay sınırın aksine suni bir devlet değildir ve medeniyeti bünyesinde barındırır. Bununla vurgulanmak istenen yalnızca ülke coğrafyasının doğal şekli değil, İran’ı oluşturan birçok unsurun uzun süreçlerden sonra şekillenerek bugüne geldiğidir.
İran İslam Cumhuriyeti Yönetim Yapısı
İran’da 1978 yılında Şah ve monarşi karşıtı bir hareket olarak başlayan gösteriler, devamında bir İslam Devrimi ile sonuçlanmıştır. 1979’da İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile sonuçlanan bu devrim ile 20. yüzyılın belki de en ilginç kırılmalarından biri yaşanmıştır. Bir İslam Cumhuriyeti’nin doğuşu tahmin edilmeyen bir olay idi. Bugün İran’ın kendine özgü yönetim sistemi ve ülke kimliği de bu olay sonucunda şekillenmiştir.
İran’ın yönetim sistemi için bir çeşit atanmışlar ve seçilmişlerin birlikte olduğu teokratik demokrasi tanımı yapmak mümkündür. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı na ek olarak, onu görevden alma yetkisine sahip, başta ordunun lideri konumu olmak üzere birçok yüksek güçle donatılmış bir dini lider / ‘Rehber’ ülkenin gerçek yöneticisidir. Rehberi ülkenin asıl lideri ve İslam Cumhuriyeti’nin koruyucusu olarak gördükten sonra , Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere birçok farklı ve güçlü kurumdan bahsedilebilir. Uzmanlar Meclisi2, Anayasa
Koruyucular Konseyi, İslam’ın Yüksek Çıkarlarını Koruma Konseyi, İran İslami Danışma Meclisi, Devrim Muhafızları Ordusu sayılabilir. Bu kurum ve kuruluşların kendi aralarında çeşitli denetleme faaliyetleri mevcuttur. Denetim mekanizmasının kurulma amacı, kurumlardaki kişilerin değişiminin, yönetim sisteminde yaratbileceği büyük değişimleri ve olası istikrarsızlıkları engellemektir.
‘Öteki’ Olma Meselesi
İran hem etnik, hem mezhepsel açıdan bölgede ‘öteki’dir. Mezhep konusu, Şii-Sünni ayrımında tarihsel birtakım hatıraların, güvensizliklerin kolaylıkla atlatılamamasına ek, küresel güçlerin özellikle 2003 Irak işgali sonrası mezhep temelli çatışmaları geçtiğimiz on yıllık süreçte derinleştirmesiyle ve son kertede Arap coğrafyası hareketlerinin de eklenmesiyle durum, İran’ı öteki ve tehdit kılan bir gerçeklik halinde algılanmasına sebep olmuştur. Buna ek olarak 1979 öncesi Pehlevi Hanedanı döneminde devlet politikası olarak İran’ın Fars kimliğinin öne çıkarılması da bir diğer gerçekliktir 3. Bunun yarattığı sorun
şüphesiz mezhep kadar derin olmamakla birlikte Arap devletleri içinde, Türklerle beraber bir diğer Arap olmayan devletin yani ‘öteki’nin varlığıdır. Bu etnik kimlik politikaları Pehlevi döneminde ülke içerisinde Azerbaycanlılar diye anılan ve ülkenin özünü oluşturan Türk kökenli İranlıların tepkisine sebep olmuştur. Bir kimliğin ön plana çıkarılması olumsuz tepkiler doğurmuştur. İran Azerileri de kendilerini İranlı kabul etmekle birlikte etnik kökenleri olan Türklüğe de sahip çıkmakta ve her iki kimliği kabul etmektedirler.
Coğrafyadaki Arap Devletleri’nin İran’ı öteki saymalarındaki en büyük sebep hemen hemen hepsinin kendi içlerinde azımsanamayacak yüzdelerde ( hatta Bahreyn ve Irak’ta çoğunlukta 4) bulunan Şii nüfuslar üzerinde İran’ın etki oluşturması korkusudur. Bu korku devrimden hemen sonra, devrimini yakın ve komşu bölgelere ihraç etmeye çalışmış İran için yersiz olmamakla birlikte, yıllar itibarıyla dış politikada bazı değişimlerin de olduğunu ve bu politikadan vazgeçilerek başka politikaların yürütüldüğü unutulmamalıdır.
Kuruluşu itibarıyla bölge üzerinde izlediği aktif dış politika sayesinde İran, Sünni nüfus üzerinde de etki kurmaktadır 5. Bunun en büyük örneği Filistin davasını desteklemesi, İsrail ve ABD karşıtı duruşunun bölge toplulukları üzerinde yarattığı etkide görülebilir. Fakat Suriye politikasıyla son dönemde Sünni topluluklar tarafından gördüğü destek düşmüştür.
Kimliğin Güvenliğe Yansıması Güçlü İranlı kimliğinin güvenliğe nasıl yansıdığı analiz edilmeden İran’ın bölgesel faaliyetlerini anlamak güç görünmektedir. Arjomand’a göre, “Devrimci rejimlerin dış politikaları yerel politikalarıyla bir bağlantı içindedir ya da daha net bir ifadeyle devrimin devamı niteliğindedir. 6” Şah sonrası özellikle dış ilişkiler anlamında farklı bir politika izlenmiştir. 1979 itibariyle oluşan bu yeni İranlı kimliği Kuran’ı referans alan, ‘daha iyi bir
yönetim mümkün’ şiarıyla hareket eden, pragmatist (faydacı) bir temelde, duygusal olmakla nitelenen/etiketlenen fakat belki de birçok devlete göre daha somut ve ülke çıkarları temelinde kendince ‘rasyonel’ olarak şekillenen bir İran dış politikası değerlendirilmektedir. Başta anayasası olmak üzere, yöneticilerin değişmeyen söylemlerine, vurgularına baktığımızda, tüm Müslümanları kardeş olarak gören, mazlumun, ezilenlerin yanında olduğunu söyleyen, Batılı
devletlerin coğrafyadaki tarihsel sömürülerinden dolayı sömürge karşıtı olan ve ‘bir başka yol mümkün’ anlayışıyla İslami yönetimi referans alan bir politika mevcuttur.
Şii politikası ya da Şii Hilali oluşturma iddiaları noktasında ise, İslam Cumhuriyeti
politikalarıyla İran’ın bölgede kurmaya çalıştığı temelde bir ‘direniş hattı’ dır. İran’ın 1980’lerde Ayetullah Humeyni desteğiyle Lübnan Hizbullah Hareketi’nin kuruluşunda rol oynaması ve bugün örgütün geldiği noktada çok boyutlu desteği, günümüzde Suriye yönetimine desteği, Filistin direnişine verdiği önemin temelinde bu ‘direniş hattı’ yatmaktadır. Fakat bütün bunlara yüklenmesi gereken anlam aslında bir devletin kendine özgü yönetim sistemiyle üzerine kodlandığı yapısının ayakta kalma mücadelesidir. İran İslam Cumhuriyeti bu açıdan bakıldığında daha kolay anlaşılabilir. Bir başka örnekle açıklamaya
çalışırsak, bu bakış açısı İran - Latin Amerika ilişkilerini anlamaya ışık tutmaktadır. Farklı coğrafyalarda yer alan, farklı yönetim sistemlerine sahip Küba ve Venezüella ile yakın ilişkileri bunlara verilebilecek örneklerdir. İran’ın oluşturmaya çalıştığı aslında ABD’nin hemen yakınındaki emperyalizm karşıtı oluşumlara kayıtsız kalmaması olarak değerlendirilebilir. Şüphesiz ki bu noktada ağır ambargo ve yaptırımların İran’ı farklı dış politik açılımlara ittiği de göz ardı edilmemelidir.
İran’ın zaman zaman ABD ve İsrail ile yaşadığı söylem krizlerini İran’ın savunma
politikasının bir parçası olarak görmek mümkündür. Nükleer programdan vazgeçmeyeceğini açıklayarak, -ambargolara rağmen- yerel savunma sanayii ürünlerini sürekli geliştirerek ve çeşitlendirerek, güç gösterisi olarak algılanacak askeri tatbikatlarını devam ettirmektedir.
Bunun yanında ülkelerle kurduğu ilişkileri çeşitlendirme yoluna giden İran’ın politikalarını en azından, kendi içinde rasyonel ve kendine yönelik oluşabilecek tehditlere karşı ‘önleyici’ hareketler bütünü olarak tanımlamak mümkündür.
İran’ın kimliksel açıdan kendine özgü durumu, reelpolitik söz konusu olduğunda diğer devletlerden farklılaşmamaktadır. İran için denge unsuru olarak adlandırılacak direniş hattının zarara uğraması şüphesiz İran’ın çıkarlarında olumsuzluklara sebep olacaktır, fakat düşünüldüğü gibi bir çöküşün başlangıcına gideceğini söylemek için herhangi bir veri bulunmamaktadır.7 Bu korunma da eylemsel çeşitlilikten dolayıdır.
Körfez’de, dünyanın birçok noktasına enerji akışının yapıldığı Hürmüz Boğazı konusundaki restleşmenin yanı sıra, bölgesel gerilimin bir diğer yansıması da ABD’nin silah ihracatının yüzde % 65 ini karşılayan bölgenin bir diğer önemli aktörü olan Suudi Arabistan’dır. 8
Bu noktada İslamiyet’in Sünni Arap ve Şii Fars politikaları temelinde ayrışan, 1980’ ler den başlayarak zaman zaman ısınan Körfez bölgesinde bir taraf ABD müttefikiyken, diğerinin temel ‘ötekilerinden birinin ABD olduğu düşünüldüğünde tarihsel ayrışmalara ek başka bir ayrışmadan bahsedilebilir. Bölgesel bir güç olma çalışmaları ve bunu koruma çabaları perspektifinden de etki alanları üzerinde değerlendirilebilir.
İran ve Nükleer Çalışmalar
Nükleer çalışmalar ise İran’ın bir diğer öteki olma sebebidir. İran uzun yıllar önce (1974’de) NPT ’ye taraf olmuş olsa da farklı devlet sistemi ile bölgesel ve küresel aktör olarak istenmemesine karşı varlığını sürdürmesinin tek çaresi çeşitlendir diği ilişkileri arttırmak ve her açıdan donanımlı, güçlü bir devlet olmaktır. 9 Buradan hareketle bölgede İsrail veya ABD tarafından sürekli tehditler alan ve bunlara aynı şekilde cevap veren İran’ın, 1957 yılından beri yürüttüğü nükleer çalışmalarında geldiği nokta ambargo ve yaptırımlara rağmen bugün durdurulamaz bir seviyededir. Bu İran’ın nükleer çalışmalarının silah üretme maksatı taşıdığı anlamına gelmemektedir. İranlı liderler her fırsatta söylemlerinde “NPT’ye taraf olan İran’ın barışçıl nükleer enerji çalışmaları yapmasının her devlet kadar hakkı olduğunu” dile getirmektedirler. UAEA ile görüşmelerin, denetleme ve müzakerelerin istenildiği/beklenildiği sağlıkta olmasa da devam etmektedir.
İran’ın nükleer çalışmaları ile ilgili sorun olarak algılanan ilk nokta enerji zengini bir ülkenin nükleer çalışmalara ihtiyaç duymasında ortaya çıkmaktadır. Bir diğer eleştiri ise UAEA ile olması gerektiği ölçüde paylaşıma gidilmediği yönündedir. Özellikle Fars Körfezi batısındaki devletlerin İran’ın nükleer çalışmalarından kaygı duydukları, buna ek olarak asıl kaygılarının, İran’ın ABD ve İsrail ile yaşayacağı çatışmaya varması muhtemel bir krizin, coğrafi yakınlıktan ötürü kendilerine yansımasıdır.
Nükleer çalışmaların nereye evrileceği noktası gelecekte de tartışılmaya devam edecektir.
Fakat denetlemelerde şeffaflığını artırması noktasında İran’ın üzerine düşeni yapması, diğer tarafların da İran’ın rahatsızlığı bulunan neyi ne kadar yapması gerektiği üzerine söylemlerden uzak durarak, P5+1 ile diyalogların hiç kesilmemesi ve UAEA’nın önderliğinde bir yola devam edilmesi faydalı görülmektedir.
İran’ın İlgi Alanları
İran Şah dönemi itibariyle Filistin sorununa başta halk düzeyinde, sonra yönetimsel açıdan tepkisiz kalmamıştır. İran her ne kadar İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülkelerden olsa da Şah, İsrail ile özellikle ticari ilişkilerini kendi halkından gizli bir şekilde yürütmüştür. İslam Cumhuriyeti sonrası ise devlet düzeyinde ülkenin ismi bile zikredilmeyerek tüm ilişkiler kesilmiştir. Filistin davası 1979 itibariyle devlet politikası düzeyinde algılanarak desteklenmiştir. 2013 Ağustos’unda Ahmedinejad’ın görevi Hasan Ruhani’ye devretmeden
önce söylemlerinde ‘İsrail’in haritadan silinmesi’ yönündeki demeçleri çeşitli devlet ve uluslararası örgütlerce büyük tepkiye sebep olmuştur.
İran dış politikası sanılanın aksine salt dinsel dayanaklardan beslenen/oluşan bir politika değildir. Mezhebin farklı kollarından olan İran Caferileri ve Suriye Nusayrileri arasında fark bulunmaktadır. Suriye’nin Nusayri yönetimi ile mezhepsel yakınlığa sahip olan İran’ın bu davranışı dinsel bir eylem olmaktan ziyade mantık ve çıkar temelli bir dış politik duruş olarak değerlendirilmelidir. Politikanın çıkar temelli şekillendiğine verilebilecek bir diğer örnek, bizzat Ayetullah Humeyni tarafından verilen fetva ile günah ilan edilerek durdurulan nükleer çalışmalara İran-Irak Savaşı’nın ortasında geri dönülmesidir. Bölgedeki Arap Krallıklarının inandığı ya da işaret ettiği üzere İran, bir ‘Şii Hilali’ politikası izlediği yönündeki iddiaları kesin dille reddetmekte ve ‘Müslümanlar arasında bu tür meselelerin yalnıza tali meseleler olarak durduğunu, bundan nemalanan devletlerin kim olduklarına ve ne yaptıklarına bakmak gerekliliği’ dile getirilmektedir. Buna rağmen Lübnan’da büyük güç olarak tanımlanabilecek
Şii Hizbullah örgütü ile organik ve inorganik açıdan bağları soru işareti doğursa da bu bölgesel bir güç olmanın getirisi olarak da değerlendirilebilmektedir. İran, Şii Hizbullah’ın ortak düşman İsrail ile mücadelesine her türlü destek olduklarını açıklamaktadır. Bir diğer açıdan doğrudan Rehber’den emir alan Quds (Kudüs) Gücü diye adlandırılan sınır ötesi istihbarat örgütünün de varlığı bilinmektedir. Bu noktada Filistin’e kadar uzanan ya da güvenlik tehdit algılamalarını en temelde karşılıklı yaşadığı İsrail’e kadar varan bir güç çemberinden bahsedile bilir. Suriye’deki yönetimin düşmesi halinde, gelecek hükümetin Esad’ı koşulsuz desteklediği düşünülen İran’ın, Esad’ın gidişi halinde kurulacak yeni yönetimle arasının olumlu temeller üzerine kurulması bu durumda pek beklenmemektedir.
Bu ilişkilerin kesintiye uğraması şüphesiz devletin kendi varlığını inşa ettiği değerler üzerinde bir kesintiye sebep olacaktır, fakat bunlardan geriye dönüş beklemek çok da gerçekçi görünmemektedir. İranlı yetkililer ise koşulsuz bir destekleri bulunmadığını, İran’ın her duruma hazırlıklı olduğunu buna ek olarak Suriye liderini desteklediklerini ifade etmektedirler.
Rusya’nın varlığını yeniden hissettirmeye başladığı son yıllarda şüphesiz İran ile olan ilişkilerinin gerek İran gerekse bölgedeki önem verdiği ülkeler için olumlu bir etken olduğu değerlendirilmektedir. Uluslararası sistemde gerek ABD – İran restleşmelerin de, gerekse Suriye konusunda Rusya’nın ağırlığını görmek mümkündür. B. Esad’ın birçok batılı devlet tarafından düşüşü beklense de durumun karmaşıklaşmasına rağmen iki yılı aşkın bir süredir Esad’ın yönetimi hala elinde bulundurmasında Rusya’nın bölgedeki etkisini görmek mümkündür. İran - Çin ilişkilerine baktığımızda ticari alışveriş ve diplomatik ilişkiler iyi
seviyede devam etmekte ve bölgesel konularda Çin kendi felsefesinden dolayı “şahin” bir duruş sergilememektedir. Çin, bölgedeki sorunların bölge dışı bir gücün müdahalesi olmaksızın, BMGK ve uluslararası hukukun gerektirdiği şekilde çözülmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu durum bölge güvenliği açısında bir denge unsuru olarak düşünülmektedir.
Arap coğrafyası hareketlerini ‘İslami Uyanış’ olarak algılayan İran, kendisinin 1979’da yaşadığı bu dönüşümü coğrafyanın henüz gerçekleştirdiğini ve bunun da olumlu bir değişim olduğunu dile getirmektedir. Fakat Bahreyn’in Şii çoğunluklu nüfusu Sünni azınlıkça yönetilirken, stratejik öneme sahip Körfez’in bu küçük adasında bu süreçte yaşanan toplumsal hareketlerin S. Arabistan güçlerinin desteğiyle kanlı bastırılmasına, uluslararası toplumun sessiz kaldığını iddia ederek eleştirmektedir. Hareketlerin İslam toplumları için bir uyanış ve
değişimin İslami anlamda olumlu olduğunu savunurken, Suriye’deki mevcut yönetime verdiği destek ise sorgulanmaktadır.
Savunma sanayii ise bir diğer önemli konu olarak karşımıza çıkmaktadır. İran’ın nükleer çalışmaları sebebiyle uzun yıllar birçok defa maruz kaldığı ambargo ve yaptırımların devam etmesi sebebiyle, savunma sanayiinde üretken ve kendi kendine yeterli olma çabaları mevcuttur. ABD’nin, uluslararası örgütler vasıtasıyla İran’a yaptırım uygulanması konusundaki girişimleri mevcuttur. Asya-Pasifik’in iki önemli gücü Rusya’ya ve Çin’e müdahil olamasa da, içinde Türkiye’nin de bulunduğu devletlerle İran’a ekonomik açıdan baskı kurmaya çalışmaktadır. Özellikle 2012 yılında Türkiye’nin İran’dan aldığı petrol oranını
düşürme girişimleri gündeme gelmiştir. Bu ve benzeri müdahaleler şüphesiz ki günümüzde İran ekonomisi üzerinde olumsuz etki etmektedir.
Sonuç
Bugün İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile büyük değişimler beklemek İran için çok olası değildir. Cumhurbaşkanı’nın çizgisi ve gücünün yeterliği göz önüne alınırsa ufak nüans değişiklikleri haricinde devletin dış politikasında büyük bir değişiklik olması beklenmemektedir. Rehber ve sistemin dengeleri dâhilinde faydacı birtakım kısıtlı açılımlar olması daha kabul edilebilir görünmektedir.
İran bölgesel bir güçtür ve tüm bölgesel ‘yalnız’lığına rağmen bölgesel güç olma durumunu sürdürmek için çalışmaktadır. Petrol ve çok çeşitli uluslararası işbirlikleri elindeki en önemli kartlardandır.
Ambargo ve yaptırımların İran üzerinde kendi kendine yeterliğinde büyük katkı sağladığı değerlendirilmektedir. Fakat olumsuz bir yansıma açısından ambargo ve yaptırımlarla kuşatılmış durum ülke ekonomisini zorlamaktadır. Farklı sistemi ve kimliği göz önüne alınırsa İran’ın hayatta kalabilmek için güçlü olmaktan başka şansı yoktur. Güçlü sistemin sağladığı en büyük başarısı ise yanı başında bölge alt üst olurken bölgedeki istikrarsızlıklardan fazla etkilenmemesi olarak gösterilebilir. Bu durum İranlı kimliğinin oturmuş olması ile açıklanabilir.
Bu noktadan bakıldığında ülke içinde yönetimin şekline tamamen bir desteğin var olduğu algılanmamalıdır. Özellikle kişisel haklar ve özgürlükler
temelinde sorunlar, rahatsızlıklar ve talepler mevcuttur. Fakat İran halkı ülkelerine herhangi bir dış müdahale olduğunda tüm farklılıklarını bir yana bırakarak top yekün bir mücadele ile ülke savunmasında bulunacaklarını dile getirmektedirler.
Dışarıdan bakıldığında bölgeye yönelik senaryolar ve çalışmalar İran için geçerli
görünmemektedir. Gerek yönetim yapısı, gerek kimliği ile İslam Cumhuriyeti’nin 35. Yaşında İran, güçlü devlet geleneğini ülke çıkarları ile birleştirerek oluşturduğu kendine özgü yapısı ile ortaya koymakta ve tüm gücüyle bu yapının devamı için çabalamaktadır.
KAYNAKÇA
Arjomand S. A., After Khomeini, USA: Oxford University Yayınları.
CNN Türk Haber, “ABD Silah Satışlarını Üçe Katladı” Ağustos 2012 tarihli haberi,
http://www.cnnturk.com/2012/guncel/08/28/abd.silah.satislarini.uce.katladi/674481.0/ ağustos 2013 tarihinde erişildi.
GÜNDOĞAN Ü, “İran ve Ortadoğu”, 2010, Ankara: Adres Yayınları.
İran ülke künyesi, Türkiye Cumhuriyeti Tahran Büyükelçiliği internet sitesi,
http://tahran.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=192874 15 Eylül 2013.
KÖSE T., SETA Lübnan Raporu 2006, http://file.setav.org/Files/Pdf/lubnanda-istikrararayislari.
pdf 15 Eylül 2013 tarihinde erişildi.
SARAY M, “Türkiye-İran İlişkileri”, 1999, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.
ŞAHİN M, “İran Dış Politikasının Dini Retoriği”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Der.),
Ortadoğu Siyasetinde İran içinde, 2011, Ankara: Barış Kitap.
T.C. Dışişleri Bakanlığı internet sitesi, http://www.mfa.gov.tr/iran-siyasi-gorunumu.tr.mfa adresinden Ağustos 2013.
Yenisey G, “İran’da Etnopolitik Hareketler”. İstanbul: Ötüken Yayınları.
DİPNOTLAR;
1 Türkiye Cumhuriyeti Tahran Büyükelçiliği internet sitesi,
http://tahran.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=192874 (e. t. 15. 09. 2013).
2 T.C. Dışişleri Bakanlığı internet sitesinden http://www.mfa.gov.tr/iran-siyasi-gorunumu.tr.mfa (e. t. 01.08.2013).
3 G. Yenisey, “İran’da Etnopolitik Hareketler”, 2008, İstanbul: Ötüken Yayınları, Syf:149.
4 Ü. Gündoğan, “İran ve Ortadoğu”, 2010, Ankara: Adres Yayınları, Syf:332,333.
5 M. Şahin, “İran Dış Politikasının Dini Retoriği”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (Der.), Ortadoğu Siyasetinde
İran içinde, 2011, Ankara: Barış Kitap. Syf:174.
6 S.A. Arjomand, After Khomeini, USA: Oxford University Yayınları. Syf:133.
7 Talha KÖSE, SETA Lübnan Raporu 2006, http://file.setav.org/Files/Pdf/lubnanda-istikrar-arayislari.pdf (e. t. 15. 09. 2013).
8 “ABD Silah Satışlarını Üçe Katladı” Ağustos 2012 tarihli haberi,
http://www.cnnturk.com/2012/guncel/08/28/abd.silah.satislarini.uce.katladi/674481.0/ (e.t. 01.08.2013).
9 Şah döneminde Nükleer Silahsızlanma Antlaşması’nı imzalayan İran, İslam Cumhuriyeti sonrasında da antlaşmaya sadık olduğunu yinelemiştir.
***