Ortadoğu Güvenlik Raporu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortadoğu Güvenlik Raporu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mart 2019 Çarşamba

Ortadoğu Güvenlik Raporu 2017. BÖLÜM 1

Ortadoğu Güvenlik Raporu 2017. BÖLÜM 1 



Furkan Halit Yolcu.* 
* Arş. Gör. Sakarya Üniversitesi, Ortadoğu Enstitüsü, 
e-mail: 
furkanyolcu@sakarya.edu.tr 

Middle East Security Report, 2017


Özet 

Bu çalışma, kriz bölgelerindeki temel gelişmeleri ve güncel durumları raporlarken; bölgenin askeri anlamda önemli devletlerinin diğer bölge devletleri ve uluslararası aktörlerle olan ilişkilerini tematik bir şekilde mercek altına alacaktır. Çalışmada bölgedeki stratejik değişim parametreleri yeniden belirlenerek 2016-17 döneminin Ortadoğu bölgesel güvenlik kompleksine ne derece etki ettiği ortaya konmaya çalışılacaktır. Ortadoğu güvenlik yapısının 
dinamizmi ve stratejik değişim parametrelerindeki dikey hareketlilikler 2016-17 döneminde dikkat çekici düzeydeydi. Suriye’deki kriz, 2017’de lineer bir şekilde azalan DEAŞ etkinliğine rağmen derinleşmeye devam etti. Irak’taki kriz ise ABD’nin geniş çaplı desteğiyle daha olumlu bir konuma gelindi. Yemen’de Hûsîler askeri ve taktik kapasitelerini arttırmaya devam ederken Birleşik Arap Emirlikleri’nin Suudi Arabistan’dan farklılaşan Yemen politikası, Yemen krizinin daha kompleks bir duruma dönüştü. Libya’da Temsilciler Meclisi 
Başkanı Halife Hafter’in askeri gücünü arttırmaya çalıştığı ancak bu çabaların birçok uluslararası ve bölgesel gücün dâhil olduğu karmaşık bir güç dengesinde eridiği gözlemlendi. 

Bölgenin önemli bir stratejik değişim parametresi olan İran-Suudi Arabistan rekabeti ise Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesi ile daha belirgin düzeylere tırmandı. Suudi Arabistan ve İran stratejik müttefikleri ile önemli savunma işbirlikleri ve anlaşmalar oluşturmaya devam etti. Katar krizi 2017’nin bölgede stratejik değişim parametrelerinden birisi oldu. Bölgesel anlamda savunma harcamalarında Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye savunma harcamalarını 
bir önceki yıla göre arttırdı. Devlet-dışı aktörlerin artan etkinliği ve kapasite artışı bölgesel güvenlik ve devlet egemenliği adına negatif etki yaratmaya devam etti. 

Stratejik Değişim Parametreleri, 

Arap Baharı sonrası Ortadoğu’da ortaya çıkan çok boyutlu bölgesel krizler 2016-17 döneminde de bölgesel güvenlik denkleminin en önemli parametreleri olarak gözlemlenmiştir. 
Arap isyanları sonucunda ortaya çıkan Suriye, Yemen ve Libya iç savaşları bölge ülkelerini farklı kamplarda toplarken, Irak özelinde DEAŞ karşıtı bir birlik sağlanmaya çalışılmıştır. 
Ancak DEAŞ sonrası Irak’a dair birçok görüş ayrılığı ve Kuzey Irak sorunu özelinde birçok potansiyel güvenlik krizi varlığını korumaktadır. 2014 Körfez krizinin bir benzeri olan Katar krizi, 2017 yılına bölgesel istikrar açısından negatif bir gelişme olarak ortaya çıkarken bölgesel ayrışmayı da derinleştirmiştir. Bu krizlerin ve iç savaşların ortasında kalan ve nispeten daha güçsüz olan devletler, bölge liderleri ve uluslararası güçlerle ortak politika izleyerek peşine takılma (band-wagoning) politikası takip etmiştir. Bölgesel güvenlik kompleksini şekillendirici rol oynamak isteyen Türkiye ve İran gibi devletler ise küresel 
aktörlerin izlediği politikalara karşı genel anlamda dengeleme ile karşılık vermeye çalışmıştır. 

Bu iki düzlem arasında yinelenen istikrarsız bölgesel güvenlik yapısı, bütün bölge ülkelerinin sınır, göç, beka, yayılmacılık gibi sorunlarla karşı karşıya kalmalarının da önünü açmıştır. 

Ortadoğu bölgesel güvenlik kompleksinin mikro ve bölgesel seviyelerde analizi, kriz bölgelerindeki kamplaşmaların ve stratejik gelişmelerin gerçekçi bir analizini ve bölgesel düzeydeki rekabetler ile küresel işbirliklerinin çok boyutlu incelemesini gerektirmektedir. Bu çalışmada, Ortadoğu’da stratejik değişim parametreleri olarak tanımlanan bölgesel krizlerin 2016-17 dönemi bölgesel güvenliğini nasıl etkilediği incelenecektir. 

1. Bölgesel Krizler, 

Ortadoğu bölgesel güvenliğinin yapısı 2016-17 döneminde temel anlamda Suriye, Yemen, Irak, Libya ve Katar krizleri etrafında şekillenmiştir. Katar krizi temel anlamda bir güvenlik krizi olarak ortaya çıkmasa da bu krizin arka planında Suudi Arabistan-İran bölgesel rekabetinin var olduğu iddia edilebilir. 
Bu krizlerin müstakil analizi ve dönem içerisinde yaşanan stratejik gelişmelerin bölgesel askeri dengeye etkisi analiz edilirken, bölgede devam eden krizlerin Ortadoğu güvenliğine nasıl bir etkisi olduğu da ortaya çıkacaktır. 

a) Suriye İç Savaşı, 

Arap Baharı sonrası dönemde olduğu gibi, 2016-2017 döneminde de Ortadoğu güvenlik kompleksinin en etkili stratejik değişim parametresi Suriye iç savaşı oldu. Bu savaş çerçevesinde Ortadoğu ülkeleri arasındaki kamplaşma ve karşılıklı mücadele devam ederken, bölge bu kriz nedeniyle dışarıdan müdahaleye daha açık bir yapıdaydı. Suriye krizi sebebiyle İran ve Suriye gibi devletlerin bölgesel dış politikaları Rusya’nın kapsama alanına girerek arka planda kaldı. 
Muharebe alanı, ABD’nin daha yayılmacı ve müdahaleci dış politikası ve PKK/PYD’nin daha fazla etkiye sahip olması sonucunda daha geniş bir spektruma taşındı. Bu bağlamda ABD’nin, Suriye ve Ortadoğu’da izlediği anti-DEAŞ stratejisinin temel pratiği ABD-PKK/PYD işbirliği oldu. Ancak 2016 yazına gelindiğinde DEAŞ, 2015 yılında elinde bulundurduğu toprakların üçte birini kaybetti ve muharebe alanında kendi bekasını savunmaya başladı. 2017 yılında DEAŞ’in sahip olduğu toprakların en önemli üç parçası olarak kabul edilen Rakka, Deyrizor ve el-Bab’ın (Dâbık) kontrolünü kaybetmesi, Suriye özelinde büyük bir stratejik değişime sebep oldu. 

Bu değişimin en büyük yansımalarından birisi, 2017 Nisan ayında Esad rejiminin Han Şeyhun kasabasına yönelik gerçekleştirdiği kimyasal saldırı sonrası, ABD’nin Şam’a saldırı düzenlemesi ve doğrudan rejim güçlerini hedef almasıydı.1 Ancak ABD’nin Suriye stratejisi, temel anlamda Esad rejimine karşı muhalif güçleri desteklemekten çok PKK/PYD güçlerine alan açma etrafında şekillendi. 

ABD bölgede İsrail ve PKK/PYD ile olan organik bağlarını sağlamlaştırırken, dengeleme politikası gereği Rusya-İran-Suriye üçlüsü de ilişkilerini derinleştirmeye devam etti. 
Rusya Suriye’nin Tartus deniz üssüne S-400 uzun menzilli hava savunma sistemi konuşlandırırken 2, İran da Rus hava kuvvetlerinin ilk defa topraklarında bir hava üssünü kullanmasına izin verdi.3 Rusya ise buna karşılık İran’a S-300 teslimatlarına başladı; İran bu HSS’lerini, stratejik nükleer reaktör sahaları ve nükleer ve atomik araştırma laboratuvarları etrafına konuşlandırdı.4 Bu karşılıklı 
kazan-kazan alışverişleriyle zıt kamplardaki taraflar müttefiklerini güçlendirirken nüfuz alanlarını da arttırmaya çalıştı. 

Muhalifler ile rejim güçleri arasındaki mücadelede önemli gelişmeler yaşandı. Türkiye muhalif gruplardan oluşan bir piyade birlikte ile birlikte Carablus’tan başlamak üzere Halep’in 30 km. kuzeyinde bulunan el-Bab şehrini ve Azez’i içine alan 5000 m2’lik bir alanı DEAŞ teröründen temizledi.5 Yine 2016-17 döneminde gerçekleşen Astana görüşmeleri çerçevesinde İdlib vilayetinde çatışmasızlık bölgeleri ilan edilirken Türkiye bu bölgede gözlem noktaları kurmaya başladı ve Suriye sınırları içerisinde 50 km. kadar içeride askeri varlık bulundurmaya başladı.6 Halep’in, muhalifler adına uzun ve yıpratıcı bir mücadeleden 
sonra rejim güçlerinin eline geçmesi ve Rusya’nın şehre kendi kolluk kuvvetleri ni yerleştirmesi ise 2016-17 döneminin bu bağlamda en önemli gelişmesi oldu. Muhalifler, Türkiye, Katar, BAE ve Suudi Arabistan’dan alınan desteklerle askeri kapasitelerini arttırırken yüz ölçümü anlamında ise büyük oranda bir gerileme yaşadı. 2016-17 dönemi içerisindeki ateşkes süreçleri genel olarak Rusya ve Rejim kuvvetlerinin kendi lehlerine, radikal grupların ise toparlanmak için avantaja çevirdiği molalara dönüştü ve muhalifler bu bölümlerde ciddi oranda güç kaybetti. Buna rağmen muhalifler önemli miktarlarda Rus ve Suriye hava unsurları imha ederken ileri düzey taktiksel hazırlık gerektiren İHA saldırıları 
gerçekleştirdi.7 Bu da Suriye krizindeki kamplaşmanın ne düzeyde derinleştiğini ve Ortadoğu’da stratejik bir değişim sürecinin yaşanmakta olduğunun göstergesi oldu. 

Suriye krizi bağlamında Ortadoğu’da yaşanan stratejik değişim ise geri dönüşü olmayan seviyelere tırmanan yıkım, kaynak kıtlığı, İran ve Rusya askeri varlığına duyulan ihtiyaç vb. sebeplerden ötürü giderek azalan Suriye otoritesiydi. Suriye’nin devlet egemenliğini büyük ölçüde yitirdiği 2016-17 döneminde, ülkenin en verimli toprakları Türkiye destekli muhalifler ve PKK/PYD’nin kontrolünde kaldı. 2016-17 döneminde Suriye topraklarının Türkiye, ABD, 
Rusya ve İran arasında nüfuz alanlarında bölündüğü söylenebilir.8 Suriye iç savaşı bu anlamda bölgede ayrışmanın temel sebeplerinden birisi ve düşmanlık desenlerinin pratiğe döküldüğü saha olması nedeniyle Ortadoğu’da negatif yönde stratejik değişime sebep olmaya 2016-17 döneminde de devam etti. 

b) Yemen ve Libya İç Savaşları 

Suudi Arabistan-İran bölgesel rekabetinin en önemli pratik yansımalarından birisi olan Yemen iç savaşı 2016-17 döneminde de derinleşerek, bölgesel güvenliği tehdit etmeye devam etti. İran destekli Hûsîler balistik füzeler ile Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ı sıkça hedef alırken, Suud ve BAE tarafından desteklenen Hadi hükümetine ait kuvvetler ve koalisyon güçleri ise Hûsîlere karşı savaşı sürdürdü.9 

2016-17 döneminde BAE’ye ait bir gemi Hûsîler tarafından kontrol edilen bir insansız bot tarafından saldırıya uğrarken, Suudi Arabistan’a ait bir F-15SA muharebe uçağı da Hûsî hava savunma unsurlarınca vuruldu. 
2016 Nisan’ında başlayan barış müzakerelerinin çözümsüz kalması üzerine derinleşen krizde, Hûsîler ofansif ve defansif kapasitelerini arttırırken elinde bulundurduğu toprakların ise bir kısmını kaybetti.10 

Yemen krizinde BAE’nin, Suudi Arabistan’dan ayrılan dış politikası ise Ortadoğu’da Katar krizi nedeniyle çatlayan Körfez işbirliğinin işlevselliğini zedeleyen önemli gelişmelerden birisi olarak öne çıktı.11 Riyad, başkent Sânâ’nın Hûsîlerden geri alınmasına odaklanırken BAE yönetimi ilgisini Yemen’nin güneyine asker konuşlandırmaya ve Arap Yarımadası el-Kaide’sine yönlendirdi. Bunun üzerine Hûsî karşıtı kanat da pratik olarak ikiye bölünmüş 
oldu.12 Yemen krizi, Ortadoğu’da düşmanlık yapısının en rahat okunabildiği çatışma sahası olmaya devam ederken ortaya çıkardığı çıkar çatışmaları bağlamında 2016-17 döneminin en büyük stratejik değişim parametrelerinden birisi oldu. 

Ortadoğu’nun diğer bir kompleks çatışma bölgesi olan Libya’da ise 2016-17 döneminde kamplaşmalarda ve dost/düşman desenlerinde bir değişim yaşanmadı. DEAŞ’in, Libya’da taban bulması ve güç kazanması üzerine, Libya’nın karmaşık çatışma denklemine bir de DEAŞ’in potansiyel geri çekilme sahası olması eklendi. 2016 yılının üçüncü çeyreğine gelindiğinde DEAŞ Libya kıyılarının 200 km’lik kısmını kontrol ederken, Libya sınırları içerisinde 6000 savaşçıya sahipti.13 DEAŞ’in kapsamlı bir koalisyon desteğine karşın 
Libya’da kalıcı olamayacağı 2016 sonlarına doğru belirginleşirken bu tehdit Mısır’ın çöl bölgesi olan Sina yarımadasına kaydı. Libya’da 2016-17 döneminde de, Birleşmiş Milletlerin desteklediği Trablus merkezli Ulusal Uzlaşı Hükümeti ve BAE-Mısır ikilisinin desteklediği Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi arasındaki güç mücadelesinin dışına çıkılamadı. 

2017 Ocak ayında Temsilciler Meclisi’ne önderlik eden Halife Hafter’in, o dönem Suriye operasyonları için Akdeniz’de bulunan Rus uçak gemisi Amiral Kuznetsov’da ağırlanması ise Libya iç savaşı stratejik değişim parametresine dair en önemli gelişmeydi.14 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***