Osmanlı Ordusunun Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı Ordusunun Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2017 Salı

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Tarihi



Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Tarihi 



Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Tarihi1* 
Murat Nalçacı 
* Ordered to Die. A History of the Ottoman Army in the First World War, Edward J. Erickson Greenwood Press, Westport, Connecticut and London, 2001. 
265 sayfa. ISBN 0 313 31516 7. 


1914’te Avrupa merkezli olarak başlayıp 1918’e kadar dünyanın büyük bir bölümünü etkisi altına alan Birinci Dünya Savaşı, bitiminden itibaren tarihçilerin ilgi odağı haline gelmiştir. Savaşın cepheleri, savaşa katılan devletler ve ordularla ilgili farklı dillerde pek çok eser kaleme alınmıştır. Yazar, Edward J. Erickson’ın “Ordered to Die. A History of the Ottoman Army in the First World War” isimli kitabı, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunu anlatan, tamamen akademik bir anlayışla yazılmış ilk İngilizce eserdir. Fransızca olarak kaleme alınan bazı eserler ayrı tutulursa, Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki faaliyetleri ile ilgili böyle bir eser daha önce ortaya konulmamıştır. 
Bu açıdan yazar, Osmanlı ordusunu Türkçe kaynaklardan takip edemeyen dünya tarihçileri için çok önemli bir hizmette bulunmuştur. 

Erickson çalışmasında, ağırlıklı olarak Türk resmi tarihi ve Genelkurmay kaynaklarını kullanmış, ayrıca az da olsa, dönemin komuta merkezine ait 
Osmanlıca belgelerden istifade etmiştir. 

Kitap dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun önsözü (Foreword) ile başlar. Kıvrıkoğlu, eserin, dünya kamuoyuna Türk ordusunu doğru ve objektif bir şekilde aktarmasından duyduğu memnuniyeti ifade eder. Kitabın ikinci önsözü diyebileceğimiz (Preface) bölümüne Erickson, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum...” sözleriyle başlar. Yazar devamında, “Osmanlı Ordusu, dört yıllık savaş boyunca düşmanlarını şaşkınlığa ve yenilgiye uğratan, savaşarak ölen, büyük zorluk ve felaketlere dayanan bir orduydu. Rusya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya orduları pes ettikten çok sonraları bile hala ayaklarının üzerinde durarak inat ve kararlılıkla savaşmayı sürdüren bir orduydu.” (s. XIV) ifadeleriyle, Osmanlı ordusu hakkındaki olumlu düşüncelerini daha ilk satırlarda dile getirmiş 
olur. Erickson kitabın genelinde Osmanlı ordusu ile ilgili yorumlarını da bu minvalde yapmıştır. Kitap Birinci Dünya Savaşı’nı, sekiz bölüm halinde, 
kronolojik bir düzen içerisinde, Osmanlı ordusu perspektifinden ele alarak işlemektedir. 
İlk olarak Birinci Dünya Savaşı öncesi, Balkan Savaşlarından başlar, 
Osmanlı’nın savaş planından bahseder devamında 1914-1915 yılları taarruz operasyonlarıyla, Çanakkale Cephesi’ni anlatır. Savaşın doruk noktası 
1916 çarpışmalarından, 1917’deki duraklamalardan, savaşın 1918’de sona ermesi ve imparatorluğun çöküşünden bahseder. 

Erickson, tarihçiler tarafından, şimdiye kadar, hafife alınan ve yanlış değerlendirilen Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki üstün kabiliyetlerini öne çıkarmak konusunda oldukça iddialıdır. Yazar, 1917 yılı ile ilgili şöyle der: “Müttefikler, Türkleri siperlerinden sökmek için çok üstün 
kuvvet ve malzeme gerektiğini görüyorlardı. Mezopotamya ve Filistin`de Türkler, asker sayısı, ateş gücü ve kaynaklar açısından hasımlarının çok 
gerisinde kalmışlardı. Buna rağmen başarılı oyalama muharebeleri yaparak geri çekildiler ve Bağdat ile Kudüs gibi önemli kentleri yitirmiş olmalarına 
rağmen, sahadaki ordularını ayakta tuttular. Fransa ve Rusya gibi diğer ülkelerde, sahra orduları savaş yorgunluğu, içten çürüme ve isyanlarla stratejik açıdan duraksama belirtileri gösteriyorlardı. Türkler ise her zaman oldukları kadar atik ve kendilerine güvenliydiler.” (s. 160). 

Başka bir yerde: “31 Ekim`den başlayarak 31 Aralık tarihine kadar süren İngiliz
saldırısında, Yıldırım Orduları Grubu`nun ölü, yaralı, esir ve kayıp 
olarak zayiatı 25.337 kişiydi. Her ne kadar bu rakam yüksek görünse de, İngilizler yaklaşık 18 bin asker yitirmişti. İngilizlerin piyadede bire 
ikiden fazla, süvaride ise bire sekizlik bir üstünlüğe sahip olduğu düşünülürse, başarının pek o kadar büyük olmadığı anlaşılır. Sonuçta, Türklerin 
çok yoğun İngiliz baskısı altında savaşarak çekilmeleri, büyük bir başarı olarak görülebilir” (s. 175). 

Erickson savaşın sonu ile ilgili ise şunları söylemektedir: “Türk ordusu her ne kadar ağır darbeler almış ve aşırı yıpranmışsa da, 31 Ekim 1918 
günü mütareke imzalandığında, garnizonlarında değil, hala sahadaydı. 25 piyade tümeni, 4 kale komutanlığı ve 3 geçici piyade tümenine sahipti. 
Türk ordusunun komuta kontrol yapısı ayaktaydı ve yaklaşık 1 milyon asker ile muharebe operasyonları yapma yeteneği vardı. Her ne kadar 
ağır kayıplar vermişse de, anavatanı Anadolu`yu ve Rusların Kafkas vilayetlerinin çoğunu ayakta tutuyorlardı. İngilizler, Türk ordusunun 
çöküntünün eşiğinde olduğunu düşünüyor, ama sonuna kadar savaşacağından da kuşku duymuyorlardı.”(s.204). 

Savaşın bittiği 1919’da Osmanlı Devleti, ordusunun tamanını terhis etmedi. Ordu, yeni bir plan çerçevesinde, dar bir kadro ile, olması muhtemel 
görülen işgal faaliyetlerine karşı duracaktı. Yeni plana göre, ordu savaş sonrası, barış düzeni alarak yirmi piyade tümeninden oluşacak, ordunun 
büyük çoğunluğunu Anadolu Türkleri oluşturacaktır. Türklerin çoğunlukta olmadıkları tümenler terhis edilecektir (s.207); bu ifadelerin devamında 
Erickson şu bilgileri verir: “ 27 Ocak 1919 tarihinde, Britanyalıların İstanbul ve çevresini işgale hazırlandıkları esnada Türkler bu planlarını uygulama konusunda hayli mesafa almışlardı. Bu, dar kardo planı çerçevesinde Türk Ordusu elinde 40.000 piyade ve 240 top tutmayı hedeflemekteydi. 

Bu sayıdan daha fazlası ise jandarma ve geri hizmet eri olarak kaydedilecekti. Kayıtlarda 48.000 tüfeğin kaldığı gösterilmişti fakat depolarda 791.000 tüfek daha vardı. Buna ek olarak Anadolunun merkezi yerlerinde 945 top ve 4.000 makineli tüfek saklanmıştı. Savaş sonrası ordu, bugünki modern Türkiye Cumhuriyeti’nin garnizonu görevini yerine getirmiştir.”(s. 207-208). Bu ifadeleriyle Erickson Osmanlı ordusunun Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasındaki rolüne değinmiş olur. 

Erickson, bu çalışmasıyla, Osmanlı ordusuyla ilgili Batılı tarihçiler tarafından inanılan pek çok yanlış “mit”i çürütmeye çalıştığını ifade etmektedir. 
Bu mitlerden ilki, Osmanlı ordusunun pek çok cephede düşmanlarına karşı sayısal üstünlüğü olduğuna dair inanış; ikincisi, Osmanlı ordusunun 
önemli harekatlarının Almanlar tarafından planlandığı ya da komuta edil-diğine dair inanış; üçüncüsü, Osmanlı ordusunun kayıt tutma konusunda 
yetersiz olduğuna dair inanış; dördüncüsü, Osmanlı birliklerinin yoğun baskı karşısında mevzilerini terk etmeye olan yatkınlığına dair inanış; beşincisi, 
Enver Paşa ve diğer idarecilerin, özellikle son savaşlarda kaybedilen toprakları geri kazanma konusunda çok ısrarcı olduklarına dair inanış; altıncısı 
ise, Osmanlı birliklerinin çarpışmalarda diğer ordulara nazaran çok yüksek sayıda kayıp verdiğine dair inanıştır (s.214-215). Erickson, iddia ettiği bu mitlere dair kaynakları zikretmemekle beraber, bunların ortak bir yargı olduğunu söylemektedir. Erickson bu varsayımlarının çoğunda haklı olmakla birlikte, diğer ordularda gördüğümüz, anı, hatırat gibi savaşın insan üzerindeki etkisini birinci elden aktarabilecek kaynakların Osmanlı ordusu için eksik olması, savaşın çok boyutlu olarak incelenmesi konusunda sorunlar yaratmaktadır. Aynı zamanda, Erickson dahi savaşlarda verilen kayıpları net olarak ortaya koyma konusunda sıkıntı yaşamıştır. Bu noktada cephede özellikle hastane kayıtlarının yetersizliği, çatışmalardaki insan kayıplarının net bir şekilde ortaya konabilmesindeki en büyük engeldir. Hususiyetle Sarıkamış Operasyonunda Osmanlı ordusunun insan kaybı konusunda Rus tarafının verdiği rakamlar Batılı tarihçiler tarafından kabul görmüş, Türk tarihçilerin bu noktada net bir rakamla konuyu aydınlatamamaları savaşın sonuçları açısından yanlış değerlendirmelere zemin hazırlamıştır. Yine Erickson’un, Osmanlı ordusundaki askerden kaçmaların 
diğer ordulara nazaran çok yüksek olduğuna dair genel inanışın doğru olmadığına dair tezi sorgulamaya açık bir durumdadır, zira bizzat kendisi 
savaş boyunca ordudan kaçanların sayısını “500.000” (s. 243) olarak vermektedir. Elbette bu firarilerin büyük bir bölümünü Arap, Ermeni ve Kürt 
gibi etnik unsurların oluşturduğu da bir gerçektir. 

Erickson belki de kullandığı kaynakların etkisiyle, Osmanlı ordusunu neredeyse tamamen stratejik ve operasyonel düzlemde ele almıştır. Yazar Osmanlı ordusunu taktik, insan ve toplum perspektiflerinden irdeleme-miştir. Öte yandan, Osmanlı’nın “ İttifak Devletleri ” arasında savaşa girmesindeki 
nedenler, Enver Paşanın felaketle sonuçlanan agresif tutumu ya da Ermeni olayları tartışmalarını incelerken daha toplum merkezli, insanı 
ön plana çıkaran bir yaklaşımla konuları ele aldığını da söylemek lazım. 

Erickson, Osmanlı ordusunu eleştirirken öncelikle, Enver Paşanın gerçekçi olmayan savaş planlarından bahseder,( s. 103, 179) ayrıca, ordunun ulaşım ve iletişim sistemlerinin yetersizliği yanında sağlık hizmetleri konusundaki eksiklikleri de dile getirir. Yazar, temelde 1915 Ermeni sürgünü esnasında, Ermenilerin katliam derecesinde zarar gördüklerini kabul etmekle birlikte, Osmanlı’nın bu hareketine gerekçe olarak, Ermeni çetelerinin düşmanla işbirliği halinde askeri birliklere ve sivil halka saldırmasını gösterir (s. 96-104). Osmanlı ordusunun bu çete faaliyetlerine karşı sürgün yoluna başvurduğunu ifade eder. Yazar, sürgün sırasında yüksek sayıdaki can kaybının nedenleri olarak, Osmanlı ordusunun yürüyüş sırasında çıkabilecek sorunlarla ilgili yeterli önlemleri almamasını ve kırsal arazide erzak olmadan ilerlemek zorunda kalınmasını gösterir (s.104). 

Erickson’un eseri Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki hikayesini İngilizce olarak, dünyaya anlatması açısından son derece önemlidir. 

Yazar eserini, Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki rolü ile ilgili olarak, kendisinden sonra gelecek tarihçiler için bir temel eser, yeni araştırma ve çalışmalarla üzerine bina inşa edilecek bir platform olarak tanımlamaktadır (s. XVIII). 

Doktora eğitimini İngiltere’de Leeds Üniversitesinde tamamlayan Edward J. Erickson, Körfez ve 2003 Irak savaşlarında, Amerika Birleşik Devletleri Ordusunda topçu subayı olarak görev yapmış ve daha sonra topçu yarbayı olarak emekliye ayrılmıştır. Erickson’un, Ordered to Die. A History of the Ottoman Army in the First World War kitabı 2011 yılında Mehmed Tanju Akad tarafından Türçeye çevrilerek “Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu” ismiyle Kitap Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Yazarın tanıtmaya çalıştığımız bu eseri yanında, “Defeat in Detail: The Ottoman Army in the Balkans, 1912–1913; Ottoman Army Effectiveness in World War I: A Comparative Study; Gallipoli & The Middle East 1914–1918; Ottomans and Armenians. A Study in Counter-Insurgency, gibi belli başlı eserleri vardır. 

***