Hüseyin Kıvrıkoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Kıvrıkoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 25


28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 25

BÖLÜM DİPNOTLARI;


138 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91704, Fihrist No:22357-756. 
139 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-439/442. 
140 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-121 
138 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91704, Fihrist No:22357-756. 
139 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-439/442. 
140 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-121 
141 Bu Brifingin, Başbakan ERBAKAN tarafından, Başbakanlık Resmi Konutunda bazı din adamlarına ve Diyanet temsilcilerine ve din adamlarına verilen iftar 
yemeğinin altı gün sonrasına rastlaması not edilmelidir. 
142 Komisyonumuzda dinlenen Gazeteci Rıdvan AKAR, bu brifing hakkında şunları söylemiştir: “…Sayın Demirel’le yaptığımız söyleşide vurguladığı birkaç şey var. Bir tanesi, Sayın Karadayı’nın, kendisini ziyaret etmesi sonrasında işte rahatsızlıklarını ifade etmesi ve bu ifade etmesinin sonrasında Genelkurmay Başkanlığı içerisinde ki galiba 28 Şubat sürecine ilişkin ilk brifing oluyor- İstihbarat Daire Başkanı, iki istihbarat daire görevlisi Genelkurmay Başkanı, 2’nci Başkan ve Sayın Cumhurbaşkanı eşliğinde gerçekleştirilmiş olan toplantı…” 
143 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-156 
144 MİT Kanunu’nun 13’üncü maddesinde, “Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Milli Güvenlik Kurulu’nda görüşüldükten sonra Başbakanın inhası ve 
Cumhurbaşkanının onayı ile atanır.” hükmü mevcuttur. Benzer şekilde, MGK Genel Sekreterliği görevi de, 2004 yılına kadar Genelkurmay Başkanlarınca 
belirlenen ve daha sonra Başbakanlar tarafından atanan Orgeneraller eliyle yürütülmüştür. 
145 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-90. 
146 Erkan YÜKSEL, Medya Güvenlik Kurulu, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2004, s.55-56. 
147 Hulki Cevizoğlu, 28 Şubat Bir Hükümet Nasıl Devrildi, Ceviz Kabuğu Yayınları, s.28. 
148 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-439/442. 
149 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-235/288 
150 Komisyonda dinlenen gazeteci Abdurrahman DİLİPAK, sözkonusu mektuptan haberdar olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “…Demirel’in filan benimle ilgili, benim yazımdan dolayı Erbakan’a verdiği muhtıra var.” 
151 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-226. 
152 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:9/703, Fihrist No:22357-224 
153 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91703, Fihrist No:22357-227 
154 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:9112-28, Desimal No:84, Fihrist No:2. 
155 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-12. 
156 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-13. 
157 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-20. 
158 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-18. 
159 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-9. 
160 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-10. 
161 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91703, Fihrist No:22357-62. 
162 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-16. 
163 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91703, Fihrist No:22357-17. 
164 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-80/89. 
165 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91704, Fihrist No:22357-612/22357-613. 
166 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-71 
167 TSK’dan atılıp RP’li Belediye ve şirketlere giren subay ve astsubay adları Ek’tedir. 
168 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91703, Fihrist No:22357-443 
169 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91703, Fihrist No:22357-433 
170 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91703, Fihrist No:22357-341/401. 
171 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-435/436. 
172 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91703, Fihrist No:22357-341/348. 
173 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91703, Fihrist No:22357-349/355.
174 Milliyet Gazetesi, 14 Ağustos 1997. 
175 28 Şubat sürecinin Adalet Bakanı Şevket Kazan, bu ilan hakkında şunları söylemiştir: “Hep aynı üslupla verilmiş. Yargıya, işçilere ve üniversitelere 
seslenilmiş. Ben 2000'de araştırma yaparken gördüm bunları." 28 Şubat sürecinde gazetelerdeki çok önemli bir ilanı fark edemedik”, 28 Şubat 2008, 
Zaman Gazetesi 
176 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91703, Fihrist No:22357-481. 
177 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91704, Fihrist No:22357-297 
178 “28 Şubat sürecinde gazetelerdeki çok önemli bir ilanı fark edemedik”, 28 Şubat 2008, Zaman Gazetesi. 
“Kazan, MİT'in o dönemde Başbakan Erbakan'a ayrı, askerlere ayrı rapor gönderdiğini ileri sürüyor. 28 Şubat'taki MGK toplantısında iki farklı raporun tartışmaya yol açtığını aktarıyor. Kazan, şöyle devam ediyor: "Biz gelinceye kadar MİT birbirine paralel rapor hazırlıyormuş. 28 Şubat'ta okunan MİT raporu başka, MGK üyelerine gönderilen rapor başkaymış. Deniz Kuvvetleri komutanı, 'bendeki rapor başka' deyince o konu tartışılıyor epey MGK'da." Kazan, MGK'daki irtica raporunun okunması sırasında Erbakan'ın kendine şunları söylediğini aktarıyor: "Bu raporun vatanın öz evlatları tarafından yazılmış olabileceğine inanmadım, inanamadım. İnançlı bir Müslüman böyle bir rapor yazamaz." 
179 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-295,296.) 
180 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91704, Fihrist No:22357-451,452) 
181 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91704, Fihrist No:22357-485,486. 
182 Toplantının ertesi günü çıkan gazetelerde“Bu maddenin tam metnini Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.” denilmiştir. Ancak, “Gizli” olması gereken bu tedbir de, bir gün sonra gazetelerde yayımlanmıştır. 
183 “28 Şubat Kararlarını BÇG Hazırladı”, 26 Şubat 2007, Aksiyon Dergisi. Ağaoğlu, sözkonusu röportajında, “18 maddelik paketi hazırlayan bizzat BÇG'nin kendisidir. Komutanlar, kollarının altında BÇG tarafından hazırlanan 
raporlarla geldiler. Teklif sahibi Genelkurmay Başkanlığı idi, genel sekreterlik bu konuda herhangi bir altyapı çalışması yapmamıştı." demiştir. 
184 Mehmet AĞAR’ın 9/11/2012 tarihli Komisyon Tutanağı. 
185 Mehmet AĞAR’ın 9/11/2012 tarihli Komisyon Tutanağı. 
186 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91704, Fihrist No:22357-504/527. 
187 Komisyonumuzda görüşlerine başvurulan Gazeteci Fatih ÇEKİRGE, o dönemde ERBAKAN’ın tutumu hakkında şunları söylemiştir: “…Milli Güvenlik Kurulunda birtakım şeyler oluyor, onlar Bakanlar Kuruna yansımıyor. Biz de 
Hoca’ya soruyorduk: “o dönem, gerek Tansu Hanım’a gerek dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Bey’e ve Erbakan Hoca’ya defalarca sorduk …soruyorduk: Ya, Hocam, kriz var.”. “Siz uyduruyorsunuz.” diyordu….” 
188 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Dolap No:91704, Fihrist No:22357-450. 
189 “Karadayı buradan Meclis’i izliyordu”, 29 Şubat 2012, Star. Basında yer alan 406 sayılı Karar eki aşağıdadır: 
190 Açıklamada; “TSK…Anayasamızın temel niteliklerinin korunmasında ve yasaların kendisine verdiği yetki ve sorumluluğun hudutlarının teyit ve tespitinde fevkalade hassastır. Bu …demokrasiye bağlılığından doğmaktadır. Yüce Türk Milleti, Atatürk’ün kendisine emanet ettiği laik ve demokratik cumhuriyetin tüm imkanlarından istifade ederek, çağdaş medeniyet yolunda azimle ilerleyecektir. Buna hiç kimse mani olamaz ve olamayacaktır. 
Hal böyle iken, zaman zaman TSK’yı siyasi polemiklere konu etmek, şu veya bu şekilde silahlı kuvvetleri siyasetin içindeymiş gibi göstermek üzüntü vericidir. 
MGK yasal bir platformdur. Komutanlar, görüş ve düşüncelerini MGK’nın bir üyesi olarak burada özgür bir şekilde dile getirmektedir.” denilmiştir. GÜRSES, s. 99. 
191 ERBAKAN, MGK Genel Sekreterliğinde şunları söylemiştir: “MGK’yı oluşturan üyeler, millet ve devlet hizmetinde engin deneyimler kazanmış, ülkenin en 
yetişmiş kişileridir. Milletin emanet ettiği büyük görev ve sorumlulukları üstlenmişlerdir. Devletin varlığı ve bağımsızlığı, bölünmezliği ve bütünlüğü, milletin huzur ve güvenliği gibi paylaştığımız ortak değerler, anlam ve içerik olarak milli güvenliğimizin yapı taşlarıdır. Bu unsurların sağlamlığını korumayı cumhuriyet hükümetleri her zaman görev bilmişlerdir. MGK Genel Sekreterliğinde üretilen her türlü belge ve rapor kapsamlı, akılcı, verimli, kaliteli olmuştur. …Güvenlik mimarisini tasarlamak gibi görevlerini başarıyla yapmıştır. MGK ve MGK Sekreteryası, Atatürk ve Cumhuriyetin bir kurumudur. … 
Hükümetimiz görev başına geldiği günden beri MGK’nın gündemine aldığı ve tavsiyelerde bulunduğu stratejik konulara öncelik vermiş, dikkat ve ihtimamla 
uygulanmasına özen göstermiştir.” GÜRSES, s. 113. 
192 CHP lideri Deniz BAYKAL, 22 Nisan 1997 tarihli gazetelerde yer alan açıklamasında şunları demiştir: “12’ye 5 var. Herkes ne yapacaksa artık yapmalıdır. …Cumhurbaşkanı son alarmı çalıyor…Kendi Anayasası ve Silahlı Kuvvetleri ile çatışan bir hükümetin göreve devam etmesi mümkün değildir. 
..Parlamento gerçeği görmelidir. … Bu hükümete destek vermeye devam etmek, Türkiye’nin bir çatışmaya sürüklenmesine neden olmak demektir.” 
193 DSP lideri ECEVİT, bu konuşmayı 29 Nisan 1997 tarihinde Meclis kürsüsünden yapmıştır. 
194 GÜRSES, s.93-95. 
195 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ Yer No:91704, Fihrist No:22357-766/22357-802. 
196 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91704 Fihrist No:22357-729. 
197 Erdoğan TEZİÇ’e ait 28/06/2012 tarihli Tutanak. 
198 (E) Korg.Nevzat BÖLÜGİRAY bu konuda şunları söylemektedir: “ ‘Sırtındaki üniformayı çıkarıp öyle konuşsunlar’ diyen ve her türlü yasa dışı işi yapan 
kimi millet vekilleri, önce kendi ‘dokunulmazlık’ zırhını çıkartmalıydılar.” Bu görüş, Türkiye’de asker-sivil ilişkilerinin anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Nevzat BÖLÜGİRAY, 28 Şubat Süreci 1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1999, s.107. 
199 (E ) Tuğg. Nevzat BÖLÜGİRAY, Osman ÖZBEK’in konuşmasını, “TSK’nın tabanının sesiydi” şeklinde tanımlayarak, o dönemde TSK’daki bazı genç subayların kendisine “Bizler, komutanlar için söylenen sözlere tahammül edemiyoruz. Vallahi, komutanlar iyi dayanıyorlar doğrusu…” dediklerini ifade etmektedir. Nevzat BÖLÜGİRAY, 28 Şubat Süreci 1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1999, s.109. 
200 "28 Şubat sürecinde gazetelerdeki çok önemli bir ilanı fark edemedik”, 28 Şubat 2008, Zaman Gazetesi
201 Cumhurbaşkanlığı Arşivi.
202 (E) Korg.Nevzat BÖLÜGİRAY, RP ile koalisyon hükümeti kuran Tansu ÇİLLER için şunları söylemektedir: “RP ile koalisyon kurarak halkın istencine ihanet 
eden kendisiydi. RP ile yolsuzluk savlarını karşılıklı olarak aklayarak Meclis denetimini yozlaştıran, çarpık bir muhalefet anlayışı ile Meclis’i kilitleyen kendileriydi. Hemen her konuşmasında dini siyasete alet eden ve sürekli TSK’ya saldıran Çiller’di. TSK’nın da bunlara seyirci kalamayacağını ve Anayasal ve yasal zeminlerde kimi girişimlerde bulunacağını bile bile bunları yaparak TSK’yı siyasete çeken bizzat Çiller’in kendisiydi.” Nevzat BÖLÜGİRAY, 28 Şubat Süreci 1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1999, s.97. 
203 “Ordu: Öncelik iç tehdit”, Milliyet, 30 Nisan 1997. 
204 Hikmet ÇİÇEK, İrticaya Karşı Genelkurmay Belgeleri, Kaynak Yayınları, 1997, İstanbul. 
205 ÇİÇEK, s. 52. 
206 Komisyonumuzda dinlenen gazeteci Rıdvan AKAR, bu brifing hakkında şunları söylemiştir: “Burada söylemek istediğim şey, özellikle 28 Şubat sürecine dair söylemek istediğim şey: Küçük bir anekdotla belki başlamak mümkün. Biliyorsunuz, gazeteci brifingleri verilirdi ve o gazeteci brifinglerine medyanın önemli isimleri gider askerleri ayakta karşılayarak ve alkışlayarak onların o irtica tehlikesiyle ilgili algılarını daha sonra kamuoyuna yansıtırlardı. Bu irtica tehlikesinin anlatıldığı bir toplantıda, bir brifingde Mehmet Ali Birand da o brifingi izlemişti, biz dışarı çıktığında merakla “Acaba ne tür kanıtlar verildi, ne tür belgeler sunuldu?” diye büyük bir merakla kendisini karşıladığımızda kendisi de büyük bir şaşkınlıkla: “Yahu, inanmayacaksınız ama gösterilen bütün filmler 32.Gün’de yayınlanan dosyalarda hatta hepimizin “Voice-Over”ını orada dinledim, üstelik sesi bile değiştirmemişler.” demişti. Bunu sadece o dönemde bu irtica algısının ciddiyeti konusunun sorgulanması açısından bir anekdot olarak aktarıyorum. “ 
207 Hikmet ÇİÇEK, İrticaya Karşı Genelkurmay Belgeleri, Kaynak Yayınları, 1997, İstanbul. 
208 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ Yer No:91704, Fihrist No:22357-579. 
209 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ Yer No:91704, Fihrist No:22357-582/22357-611. 
210 Genelkurmay Başkanlığınca Eylül 1990’dan itibaren 10 Eylül 1997 tarihine kadar 511 adet suç duyurusunda bulunulduğu, ancak bunların çok azının işleme 
konulduğu, REFAH-YOL döneminin Adalet Bakanı olan Şevket KAZAN’ın, sözkonusu suç duyurularını sümen altı ettiği öne sürülmüştür. Nevzat BÖLÜGİRAY, 28 Şubat Süreci 1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1999, s.94. 
211 “28 Şubat Kararlarını BÇG Hazırladı”, 26 Şubat 2007, Aksiyon Dergisi. 
212 Genelkurmay Başkanlığınca Eylül 1990’dan itibaren 10 Eylül 1997 tarihine kadar 511 adet suç duyurusunda bulunulduğu, ancak bunların çok azının işleme 
konulduğu, REFAH-YOL döneminin Adalet Bakanı olan Şevket KAZAN’ın, sözkonusu suç duyurularını sümen altı ettiği öne sürülmüştür. Nevzat BÖLÜGİRAY, 28 Şubat Süreci 1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1999, s.94. 
213 Vural SAVAŞ, “Anılarım, bir dönemin perde arkası”, Bilgi Yayınevi, Ankara, Nisan 2012, s.160-161. 
214 Cavir ÇAĞLAR’ın 8/11/2012 tarihli Komisyon Tutanağı. 
215 Başbakan Mesut YILMAZ’ın yaptırdığı bir araştırmada “ordunun irticaı abarttığını söyleyenlerin oranının” %62, “ordunun irticaı abartmadığını söyleyenlerin oranının” ise %37.7 olduğu ifade edilmiştir. “İrtica ile savaşımı yetersiz bulanların oranı” %37, “irtica tehlikesi yoktur diyenlerin oranı” ise %39,3 olarak verilmiştir. (Taha AKYOL, 3 Nisan 1998, Milliyet Gazetesi.) (E) Korg.Şevket BÖLÜGİRAY, bu anket sonuçlarını “siyasilerin anketleri kendi eğilimlerine göre yaptırdıkları” şeklinde yorumlamış; REFAHYOL döneminde “ordunun irticaı abartmadığını” söyleyenlerin oranının %80 olduğunu öne sürmüştür. 
216 Mehmet Ali BİRAND’ın 4/10/2012 tarihli Komisyon Tutanağı. 
217 MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER’in 01/11/2012 tarihli Komisyon Tutanağı. 
218 CUMHURBAŞKANLIĞI DEMİREL ARŞİVİ Yer No:91704, Fihrist No:22357-546. 
219 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ Yer No:91704, Fihrist No:22357-528. 
 220 “Belgeleriyle 28 Şubat”, http://www.haberturk.com/gundem/haber/718362-belgeleriyle-28-subat (15 Ekim 2012) 
221 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ, Dolap No:91704 Fihrist No:22357-668-700. 
222 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ, Dolap No:91704 Fihrist No:22357-656/667. 
223 “Askerden Yanıt”, Hürriyet Gazetesi, 21 Mart 1998. 
224 Mehmet Ali BİRAND, Son Darbe 28 Şubat, İstanbul, Şubat 2012, 8. Baskı, s.260. 


 ***

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 24

 28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 24


 E- İRTİCAIN TSK'NE YÖNELİK FAALİYETLERİ: 

 İrtica'ın hedefine ulaşmada, en büyük engel olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini gördüğü bilinen bir gerçektir. 

 İrtica taraftarları; 

 İslam devletini gerçekleştirme yönünde faaliyetlerini devam ettirirken, ılımlı davranışları ve bazen demokrasi şemsiyesi altındaki örtülü hareketleri ile bazı 
Devlet kademelerinde kadrolaşma imkanını bulmalarına rağmen, Türkiye Cumhuriyetinin temel dayanaklarından Silahlı Kuvvetlere sızma girişimlerini 
tamamlamadan hedeflerine varamayacaklarını daima gözönünde bulundurmuşlardır. Bu nedenle; Cumhuriyet tarihi boyunca İrtica'ın Silahlı 
Kuvvetlere sızma girişimleri hep var olmuş ve her seferinde de bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 

 İDDİA-9: 

 Silahlı Kuvvetlerin yasal yetki ve görevleri çerçevesinde ve Genelkurmay Başkanlığı'nın emirleri ile karargah çalışması yapmak üzere teşkil edilen Batı 
Çalışma Grubu'na ve Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere çalışma grupları kurmuşlar, bu gruplar vasıtasıyla hayali senaryolar 
üreterek ve çeşitli mercilere gönderdikleri Komutanları hedef alan mektuplarla; kasıtlı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri personelini, Müslüman -Ateist, Alevi-Sünni 
şeklinde bölmeye, karşılıklı güvensizlik ortamı yaratarak emir-komuta sistemini parçalamaya yönelik propaganda yapmaya başlamışlardır. (Syf-36) 


 ONERI-9: 

 Belirli mihraklar tarafından, TSK üst kademelerine Alevi kökenli üst subay ve generallerin hakim olduğu ve Alevilerin TSK'de kritik makamları ele geçirdiği 
şeklinde sistematik olarak mektup ve fakslarla sinsi bir propaganda faaliyeti yürütülmektedir. Cumhurbaşkanlığına da bu konularla ilgili birçok mektup ve faks gelmekte, bu faaliyet özellikle Askeri Şura öncesinde yoğunlaşmaktadır. 

 Bu tür dedikodu ve propagandaların milletimizin göz bebeği TSK'lerini yıpratmaya yönelik faaliyetler olduğu her kesimce bilinmeli ve böyle değerlendirilmelidir. 

 İDDİA-10: 

 Her fırsatta General, Subay ve Astsubayların itibarını düşürmeye yönelik faaliyetler ile, YAŞ kararları bahane edilerek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 
uygulamalarının dinsel özgürlüklerle çeliştiği yönündeki propaganda faaliyetleri hız kazanmıştır. 

 ONERI-10: 

 Türk Silahlı Kuvvetleri, milletimizin daima övünç kaynağı olmuştur. RTÜK'ün, tüm illere kadar yayılacak teşkilatı ile bu güzide Kuruluşumuza yönelik propaganda faaliyetleri denetim altına alınmalı, suç işleyenler cezalandırılarak bu yönde yayın yapan kuruluşlar kapatılmalıdır. 

 Bu konuda il ve ilçe denetim kurullarına büyük görev düşmektedir. 

 İDDİA-11: 

 İmam Hatip Lisesi mezunlarının Harp Okullarına alınmasını sağlama girişimleri ve tarikatlar vasıtası ile Askeri Okul ve Birliklere sızma girişimleri mevcuttur. 
(Syf-35) 

 Özellikle, son dönemde Fethullah GÜLEN Nurcu tarikatının Silahlı Kuvvetlere sızma girişimleri artmıştır. Bu kesim planlı, programlı, sinsi ve yanıltmacı bir 
biçimde sürdürdükleri çalışmaların önünde engel olarak hep Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedir. 

 Bu bakımdan her fırsatta orduyu ele geçirmek amacıyla sızma girişimlerini sessiz ve derinden devam ettirmektedir. 

 Bu meyanda; 

 F. GÜLEN tarikatına ait yurtdışındaki okulların açılış törenlerine, özellikle bazı emekli generallerin davet edilmesi, dolaylı olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine 
yakınlaşma gayretlerinin yanısıra, kamuoyuna da askeri kesim tarafından kabul görüldüğü imajının verilmesini amaçlamaktadır. (Syf-37) 

 ÖNERİ-11: 

 Halihazırda İmam Hatip Lisesi mezunlarının bugün için Harp Okullarına girmeleri mümkün değildir. Esasen, Hükümetin "Milli Eğitim Temel Kanunu"nun 31 inci 
maddesiyle ilgili çalışmaları sonuçlandığında, İmam Hatip Lisesi mezunları sadece dini eğitim veren meslek yüksek okulları ile bu konuda eğitim veren 
fakültelere girebileceklerdir. 

 Ancak, bazı tarikatların kontrolünde olan "Özel Okullar"dan mezun olacak öğrencilerin Harp Okulu başta olmak üzere askeri okullara girişini engellemek 
mümkün görülmemektedir. Bu konuda TSK'nin okullara öğrenci alımları için yapılan mülakatlarda", öğrencilerin mezun oldukları okul konusunda çok titiz 
davrandığı ve bu tür girişleri büyük ölçüde önledikleri bilinmektedir. 

 İDDİA-12: 

 F. GÜLEN Nurcu tarikatı tarafından, Silahlı Kuvvetler içerisinde yapılanabilmek ve ileride etkinliğe kavuşabilmek amacıyla yeni projeler üretilmeye başlanmış, 
bu çerçevede; askeri okullarda okuyan öğrenciler öncelikli hedef olarak belirlenmiş, kültür düzeyi yüksek tarikat mensubu ve türban takmayan bayanların askeri öğrencilerle tanışmaları ve evlenmelerinin sağlanabilmesi için gerekli vasatı oluşturacak bir yapılanmaya gidilmiştir. 

 Anılan kesim tarafından bu yöntemle 10 yıla kadar olan bir sürede Silahlı Kuvvetler içerisinde tarikat olarak sözsahibi bir konuma gelebilecekleri şeklinde 
değerlendirmeler yapılmaktadır. (Syf-37) 

 ÖNERİ-12: 

 TSK her zaman laiklik konusuna hassasiyet göstermiş, askeri öğrencilikten başlayarak her rütbedeki elemanlarını sıkı bir denetime tabi tutarak, zararlı 
kişileri bünyesinden uzaklaştırmıştır. Bugün için sürdürülen bu çaba on yıl sonra da aynen devam edecek, tarikat mensuplarının bu Kurum içinde söz sahibi bir 
konuma gelebilmeleri TSK'lerinin kendi iç denetimi sayesinde asla mümkün olamayacaktır. 

 F- DİĞER HUSUSLAR: 

 Yukarıda ki konulardan ayrı olarak irtica ile mücadelede önemli yer tutacağına inanılan aşağıdaki konuların da Yüksek Huzura sunulmasında yarar görülmüştür. 

 a. Kılık kıyafet dahil Anayasanın 174 üncü maddesinde sayılan İnkılap Kanunlarının etkinlikle uygulanmasını sağlamak amacıyla Hükümet tarafından 
hazırlanıp Meclise sunulan "Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" ile; 

 (1) Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Şeddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair 677 Sayılı Kanunun 1 inci maddesinin 2 inci 
fıkrasında ceza " 6 Aydan az olmamak üzere hapis ve elli Milyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır." şeklinde üçüncü fıkrasındaki ceza " Bir yıldan az 
olmamak üzere hapis ve iki yüzelli milyon liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile cezalandırılır." şeklinde değiştirilmektedir. 

 (2) 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 526 ncı maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmektedir. 

 "Şapka İktisası Hakkında 671 sayılı Kanunun veya Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında 1353 sayılı Kanunun veya Bazı Kisvelerin Giyilemiyeceğine dair 
2596 sayılı Kanunun koyduğu yasaklara veya yükümlülüklere aykırı hareket edenlere altı aydan bir yıla kadar hafif hapis ve elli milyon liradan yüz milyon liraya kadar hafif para cezası verilir." 

 Bu suretle, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmaya ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden bu Kanunlardaki 
cezalar caydırıcı bir boyuta getirilmektedir. 

 b. Hükümet tarafından Meclise sevkedilen "Bazı Örgütlü Suçlarla Mücadele Kanun Tasarısı" ile "Suç örgütü" tanımı yapılarak; doğrudan veya dolaylı 
biçimde bir kurumun, kuruluşun veya teşebbüsün yönetim ve denetimini ele geçirmek, kamu hizmetlerinde, basın ve yayın kuruluşları üzerinde, ihale, imtiyaz ve ruhsat işlemlerinde etkinlik ve denetim elde etmek, ekonomik faaliyetlerde kartel ve tröst yaratmak, madde ve eşyanın nedretini, fiatların artmasını sağlamak, kendilerine veya başkalarına haksız menfaat temin etmek, seçimlerde oy elde etmek veya seçimleri engellemek maksadı ile zor veya tehdit 
uygulamak veya kişileri kendilerine tabi kılmaya zorlamak veya mensupları arasında her ne suretle olursa olsun açık veya gizli işbirliği yapmak suretiyle 
yıldırma veya korkutma veya sindirme gücünü kullanarak suç işlemek için örgüt kuranlara veya örgütü yönetenlere veya örgüt adına faaliyette bulunanlara veya 
bilerek hizmet yüklenenlere sadece bu nedenlerden dolayı üç yıldan altı yıla kadar ağır hapis cezası, örgüte üye olanlara da iki yıldan dört yıla kadar hapis 
cezası verilecektir. 

 Örgüt silahlı ise, bu cezalar üçte birden yarıya kadar artırılarak hükmedilecektir. 

 Suç faili memur veya kamu hizmetlisi ise, verilecek ceza keza, üçte birden yarıya kadar artırılacaktır. 

 Suçun işlenmesine yarayan veya suçun işlenmesinde kullanılan veya suçtan doğan değer veya ürünlerin veya bunlar yerine geçen şeylerin müsaderesi gereken her türlü eşya, gelirleri Devletin mal varlığına geçecektir. 

 Bu Kanun Tasarısının yasalaşmasından sonra suç faillerinin ve ilgililerin telefonları, faksları, bilgisayarları gibi aletleri dinlenecek ve içindeki bilgilerden 
yararlanılacaktır. 

 c. Yine Hükümet tarafından sevkedilen, "3194 Sayılı İmar Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı" ile bundan böyle camiler, mevzuat 
çerçevesinde plan ve programlara uygun ve ihtiyaca göre il, ilçe, kasaba ve köylerde müftülerin izni alınmak suretiyle yapılacaktır.” 

 Çalışmanın ekinde yer alan “REKABET KURUMU” başlıklı belgede, o tarihte Kurumda çalışan Başkan, 2. Başkan, Başkan Yardımcıları ve Kurul Üyelerinin 
isimleri ve biyografileri hakkında bilgi yer almaktadır. 

      ANASOL-D Hükümetine 20 Mart 1998 tarihinde verilen “ Genelkurmay Muhtırası ”: 

Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Tiflis seyahatinde gazetecilere "Bazı askerler irtica tehlikesini 30 Ağustos'ta yapılacak Yüksek Askeri Şûra'da görev sürelerini 
uzatmak için kullanıyorlar açıklaması üzerine, 20 Mart 1998 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığında üst düzey komutanların katılımıyla yapılan toplantıya ilişkin Basın Açıklaması kamuoyuna yansımıştır. 

Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ile Genelkurmay Başkanlığı karargahındaki toplantıya, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Salim Dervişoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlhan Kılıç ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fikret Özden Boztepe katıldığı toplantı sonra açıklanan basın bildirisi şöyledir:223 

“1- Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görev ve yetkileri ile konumu Anayasa ve yasalarla tespit edilmiştir ve TSK'nın her ferdi bunun bilincindedir. 

2- Türk Silahlı Kuvvetleri, bütün mensupları ile demokrasiye bağlı, yüce milletin emrinde çağdaş değerlerin ve dünyadaki gelişmelerin bilincinde olarak, 
hiçbir farklı düşünceye sahip olmaksızın şerefli görevlerinin başındadırlar. Bu inançla, hiçbir art niyet ve düşüncesi olmaksızın, ülke bütünlüğü ve halkımızın 
güvenliği için içte ve dışta canını dişine takarak pekçok şehitler pahasına mücadeleye devam etmektedir. 

3- Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasamızda belirtilen Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizin temel 
niteliklerinin öncelikle korunmasını her türlü siyasi mülahazanın üzerinde görmektedir. Bu nitelikleri ve ülkemizin bütünlüğü ile geleceğini tehdit 
eden bölücü ve irticai gelişmelerin kesinlikle karşısındadır. Ayrıca, terör ve irtica ile mücadele, bu ülkede hür ve bağımsız yaşamak isteyen her vatandaşın 
en büyük ve öncelikli görevidir. Türk Silahlı Kuvvetleri Anayasa ve yasaların kendisine verdiği görevleri, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da eksiksiz 
olarak yerine getirmeye devam edecektir. Bu hususta kesin kararlıdır ve bunu yaparken de hiçbir kimsenin bu görevini hatırlatmasına ihtiyacı yoktur. 

4- Türk Silahlı Kuvvetleri, yüce milletimizin güvenine mazhar olan bütün cumhuriyet hükümetlerine bağlıdır, saygı duyar ve başarılarını mutlulukla karşılar. 
Ancak; makamı, konumu ve görevi ne olursa olsun, hiç kimse kişisel menfeatleri ve siyasi ihtirasları uğruna, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yasal görevi olan ülke 
güvenliğine yönelik bölücü ve irticai gelişmelere karşı mücadele azminden vazgeçirecek, zayıflatacak, tereddüte düşürecek veya kararlılığını gölgeleyecek 
hiçbir tavır, tutum, beyan ve telkinlerde bulunamaz. Türk Silahlı Kuvvetleri ayrıca, bu tarz tartışmaların devamının ülkenin demokratik yapısına ve milli 
menfaatlerine son derece zararlı olduğu düşüncesini taşımaktadır. 

5- Bazı talihsiz beyanlarda olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetleri, bir tehdit değil aksine ülkemiz için bir güvencedir. Türk Silahlı Kuvvetleri dün olduğu gibi, 
bugün de yüce milletinin kendine duyduğu güven ve itibara gölge düşürecek hiç bir davranış içinde olmamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri gelecekte de her 
türlü siyasi mülahazanın dışında olarak bu tutum ve davranışını sürdürecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.'' 

Bu bildiriyle ilgili olarak Mesut Yılmaz;224 “Bence bu bir muhtıraydı, çünkü bir kere kendi görev alanlarına giren, yani net olarak askerlikle ilgili, savunmayla ilgili konuların, aslında o konularda bile açıklama yapmaları bağlı oldukları merciin emrine bağlıdır. Ama ona girmeyen bir konuda, ülkenin genci yönetimini ilgilendiren bir konuda hükümeti aşarak direkt kamuoyuna böyle bir açıklama yapmaları, burada da dolaylı olarak hükümetin değil kendilerinin sorumlu olduklarını vurgulamış olmaları bence bir muhtıraydı. Diğer bütün muhtıralar gibi yasalara aykırı bir muhtıraydı. 
Hukuki kaynaktan yoksun bir açıklamaydı. Ben baktım ki yeni bir kopmaya gidiyor, ülke yeni bir krizi kaldıracak durumda değil, durumu yumuşatmak için 
dedim ki: "Genelkurmay kendi görüşünü açıklamıştır, ama bu konuda sorumlu olan hükümettir" dedik ve biz yola devam ettik.”açıklamasını yapmıştır. 

 “ Bence bu bir muhtıraydı ” açıklamasını yapan Mesut Yılmaz bildirinin yayınlandığı günün akşamı "Siyaset Meydanı ”programında "Kuvvet komutanları 
toplanmışlar, aralarında son gelişmeleri değerlendirmişler, bununla ilgili görüşlerini kamuoyuna açıklamışlar… demokratik bir tavırdır" şeklinde açıklama 
yapmıştır. 

 Konuyla ilgili olarak Eyüp Aşık; “Mesut Bey, Başbakan ve ANAP Genel Başkanı olarak grup toplantısında bir konuşma yaptı. Konuşmasında dedi ki: "İrtica ile 
mücadele dediğin askerlerin görüşü değildir. İrtica ile mücadele hükümetin görevidir" dedi. "Başbakan olarak ben askerlere böyle bir görev vermedim, ben 
kimseye görev vermedim. Başbakanlıkta zaten irtica ile mücadele için bir çalışma grubu kurulmuş. Ben onunla çalışıyorum, bunun dışında kimseye görev 
vermedim" falan... 

Çok sert bir konuşma yaptı. "Bizim işimize karışmasınlar, bize müdahale etmesinler" gibi... Benim için çok sürpriz oldu, bu konuşmadan sonra hemen yanına gittim. (Gruptaki odasında dedim ki: "Akşam bana deseydin ki 'Yarın böyle bir konuşma yapacağım', ben şahsen yapma derdim. Yani konuşmanın 
içeriği bizim bugünkü konumumuza uygun değil, sıkıntıya girebileceğimiz bir konuşma yaptın. Ama bak bu konuşmayı yaptın, burada geri adım atarsan yanarız. 
Siyaseten tükeniriz. Mademki yaptın, bundan sonra bu konuşmanın arkasında durmak mecburiyetindeyiz. Bu konuşmanın arkasında durursak biz bir daha 
seçim kaybetmeyiz... Mesut Bey o gece televizyonda düzelten bir açıklama yaptı. Ye bizim bir yerde kırılma noktamız oldu... Çok yoğun baskı geldi, işte 
Genelkurmay'da ışıklar sönmedi, toplantılar oldu. giden gelenler oldu, rahatsızlık oldu yani... Dengeleri gözetmek zorunda kalıyorsunuz, kendine zarar verse bile. 
Yani Mesut Bey orada "Başıma bir iş gelir, darbe olur. ben bir zarar görürüm değil. "Eğer ülkem zarar görecekse zararı yok, ben de o konuşmadan vazgeçerim" dedi. ANAP için kırılma noktasıydı.” açıklamasını yapmıştır. 

 Toplantı sonrası askerler tarafından yapılan bildiride; “Türk Silahlı Kuvvetleri Anayasa ve yasaların kendisine verdiği görevleri, bundan önce olduğu gibi 
bundan sonra da eksiksiz olarak yerine getirmeye devam edecektir. Bu hususta kesin kararlıdır ve bunu yaparken de hiçbir kimsenin bu görevini hatırlatmasına 
ihtiyacı yoktur.” ifadesi ile Anayasa ve yaslarda verilen görevleri hatırlatılarak İç Hizmet Kanunu 35. madde hatırlatılmış, “Ancak; makamı, konumu ve 
görevi ne olursa olsun,” ifadesi ile açıkça Başbakana ikazda bulunulmuştur. 

Diğer taraftan; “…Türk Silahlı Kuvvetleri gelecekte de her türlü siyasi mülahazanın dışında olarak bu tutum ve davranışını sürdürecektir.” ifadesi ile yapılan açıklamayla ise baştan beri yaptıkları siyasi açıklama ile çelişmiş, açıkça siyasete müdahale edilmiştir. 

25 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

30 Mayıs 2017 Salı

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Tarihi



Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Tarihi 



Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Tarihi1* 
Murat Nalçacı 
* Ordered to Die. A History of the Ottoman Army in the First World War, Edward J. Erickson Greenwood Press, Westport, Connecticut and London, 2001. 
265 sayfa. ISBN 0 313 31516 7. 


1914’te Avrupa merkezli olarak başlayıp 1918’e kadar dünyanın büyük bir bölümünü etkisi altına alan Birinci Dünya Savaşı, bitiminden itibaren tarihçilerin ilgi odağı haline gelmiştir. Savaşın cepheleri, savaşa katılan devletler ve ordularla ilgili farklı dillerde pek çok eser kaleme alınmıştır. Yazar, Edward J. Erickson’ın “Ordered to Die. A History of the Ottoman Army in the First World War” isimli kitabı, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunu anlatan, tamamen akademik bir anlayışla yazılmış ilk İngilizce eserdir. Fransızca olarak kaleme alınan bazı eserler ayrı tutulursa, Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki faaliyetleri ile ilgili böyle bir eser daha önce ortaya konulmamıştır. 
Bu açıdan yazar, Osmanlı ordusunu Türkçe kaynaklardan takip edemeyen dünya tarihçileri için çok önemli bir hizmette bulunmuştur. 

Erickson çalışmasında, ağırlıklı olarak Türk resmi tarihi ve Genelkurmay kaynaklarını kullanmış, ayrıca az da olsa, dönemin komuta merkezine ait 
Osmanlıca belgelerden istifade etmiştir. 

Kitap dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun önsözü (Foreword) ile başlar. Kıvrıkoğlu, eserin, dünya kamuoyuna Türk ordusunu doğru ve objektif bir şekilde aktarmasından duyduğu memnuniyeti ifade eder. Kitabın ikinci önsözü diyebileceğimiz (Preface) bölümüne Erickson, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum...” sözleriyle başlar. Yazar devamında, “Osmanlı Ordusu, dört yıllık savaş boyunca düşmanlarını şaşkınlığa ve yenilgiye uğratan, savaşarak ölen, büyük zorluk ve felaketlere dayanan bir orduydu. Rusya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya orduları pes ettikten çok sonraları bile hala ayaklarının üzerinde durarak inat ve kararlılıkla savaşmayı sürdüren bir orduydu.” (s. XIV) ifadeleriyle, Osmanlı ordusu hakkındaki olumlu düşüncelerini daha ilk satırlarda dile getirmiş 
olur. Erickson kitabın genelinde Osmanlı ordusu ile ilgili yorumlarını da bu minvalde yapmıştır. Kitap Birinci Dünya Savaşı’nı, sekiz bölüm halinde, 
kronolojik bir düzen içerisinde, Osmanlı ordusu perspektifinden ele alarak işlemektedir. 
İlk olarak Birinci Dünya Savaşı öncesi, Balkan Savaşlarından başlar, 
Osmanlı’nın savaş planından bahseder devamında 1914-1915 yılları taarruz operasyonlarıyla, Çanakkale Cephesi’ni anlatır. Savaşın doruk noktası 
1916 çarpışmalarından, 1917’deki duraklamalardan, savaşın 1918’de sona ermesi ve imparatorluğun çöküşünden bahseder. 

Erickson, tarihçiler tarafından, şimdiye kadar, hafife alınan ve yanlış değerlendirilen Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki üstün kabiliyetlerini öne çıkarmak konusunda oldukça iddialıdır. Yazar, 1917 yılı ile ilgili şöyle der: “Müttefikler, Türkleri siperlerinden sökmek için çok üstün 
kuvvet ve malzeme gerektiğini görüyorlardı. Mezopotamya ve Filistin`de Türkler, asker sayısı, ateş gücü ve kaynaklar açısından hasımlarının çok 
gerisinde kalmışlardı. Buna rağmen başarılı oyalama muharebeleri yaparak geri çekildiler ve Bağdat ile Kudüs gibi önemli kentleri yitirmiş olmalarına 
rağmen, sahadaki ordularını ayakta tuttular. Fransa ve Rusya gibi diğer ülkelerde, sahra orduları savaş yorgunluğu, içten çürüme ve isyanlarla stratejik açıdan duraksama belirtileri gösteriyorlardı. Türkler ise her zaman oldukları kadar atik ve kendilerine güvenliydiler.” (s. 160). 

Başka bir yerde: “31 Ekim`den başlayarak 31 Aralık tarihine kadar süren İngiliz
saldırısında, Yıldırım Orduları Grubu`nun ölü, yaralı, esir ve kayıp 
olarak zayiatı 25.337 kişiydi. Her ne kadar bu rakam yüksek görünse de, İngilizler yaklaşık 18 bin asker yitirmişti. İngilizlerin piyadede bire 
ikiden fazla, süvaride ise bire sekizlik bir üstünlüğe sahip olduğu düşünülürse, başarının pek o kadar büyük olmadığı anlaşılır. Sonuçta, Türklerin 
çok yoğun İngiliz baskısı altında savaşarak çekilmeleri, büyük bir başarı olarak görülebilir” (s. 175). 

Erickson savaşın sonu ile ilgili ise şunları söylemektedir: “Türk ordusu her ne kadar ağır darbeler almış ve aşırı yıpranmışsa da, 31 Ekim 1918 
günü mütareke imzalandığında, garnizonlarında değil, hala sahadaydı. 25 piyade tümeni, 4 kale komutanlığı ve 3 geçici piyade tümenine sahipti. 
Türk ordusunun komuta kontrol yapısı ayaktaydı ve yaklaşık 1 milyon asker ile muharebe operasyonları yapma yeteneği vardı. Her ne kadar 
ağır kayıplar vermişse de, anavatanı Anadolu`yu ve Rusların Kafkas vilayetlerinin çoğunu ayakta tutuyorlardı. İngilizler, Türk ordusunun 
çöküntünün eşiğinde olduğunu düşünüyor, ama sonuna kadar savaşacağından da kuşku duymuyorlardı.”(s.204). 

Savaşın bittiği 1919’da Osmanlı Devleti, ordusunun tamanını terhis etmedi. Ordu, yeni bir plan çerçevesinde, dar bir kadro ile, olması muhtemel 
görülen işgal faaliyetlerine karşı duracaktı. Yeni plana göre, ordu savaş sonrası, barış düzeni alarak yirmi piyade tümeninden oluşacak, ordunun 
büyük çoğunluğunu Anadolu Türkleri oluşturacaktır. Türklerin çoğunlukta olmadıkları tümenler terhis edilecektir (s.207); bu ifadelerin devamında 
Erickson şu bilgileri verir: “ 27 Ocak 1919 tarihinde, Britanyalıların İstanbul ve çevresini işgale hazırlandıkları esnada Türkler bu planlarını uygulama konusunda hayli mesafa almışlardı. Bu, dar kardo planı çerçevesinde Türk Ordusu elinde 40.000 piyade ve 240 top tutmayı hedeflemekteydi. 

Bu sayıdan daha fazlası ise jandarma ve geri hizmet eri olarak kaydedilecekti. Kayıtlarda 48.000 tüfeğin kaldığı gösterilmişti fakat depolarda 791.000 tüfek daha vardı. Buna ek olarak Anadolunun merkezi yerlerinde 945 top ve 4.000 makineli tüfek saklanmıştı. Savaş sonrası ordu, bugünki modern Türkiye Cumhuriyeti’nin garnizonu görevini yerine getirmiştir.”(s. 207-208). Bu ifadeleriyle Erickson Osmanlı ordusunun Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasındaki rolüne değinmiş olur. 

Erickson, bu çalışmasıyla, Osmanlı ordusuyla ilgili Batılı tarihçiler tarafından inanılan pek çok yanlış “mit”i çürütmeye çalıştığını ifade etmektedir. 
Bu mitlerden ilki, Osmanlı ordusunun pek çok cephede düşmanlarına karşı sayısal üstünlüğü olduğuna dair inanış; ikincisi, Osmanlı ordusunun 
önemli harekatlarının Almanlar tarafından planlandığı ya da komuta edil-diğine dair inanış; üçüncüsü, Osmanlı ordusunun kayıt tutma konusunda 
yetersiz olduğuna dair inanış; dördüncüsü, Osmanlı birliklerinin yoğun baskı karşısında mevzilerini terk etmeye olan yatkınlığına dair inanış; beşincisi, 
Enver Paşa ve diğer idarecilerin, özellikle son savaşlarda kaybedilen toprakları geri kazanma konusunda çok ısrarcı olduklarına dair inanış; altıncısı 
ise, Osmanlı birliklerinin çarpışmalarda diğer ordulara nazaran çok yüksek sayıda kayıp verdiğine dair inanıştır (s.214-215). Erickson, iddia ettiği bu mitlere dair kaynakları zikretmemekle beraber, bunların ortak bir yargı olduğunu söylemektedir. Erickson bu varsayımlarının çoğunda haklı olmakla birlikte, diğer ordularda gördüğümüz, anı, hatırat gibi savaşın insan üzerindeki etkisini birinci elden aktarabilecek kaynakların Osmanlı ordusu için eksik olması, savaşın çok boyutlu olarak incelenmesi konusunda sorunlar yaratmaktadır. Aynı zamanda, Erickson dahi savaşlarda verilen kayıpları net olarak ortaya koyma konusunda sıkıntı yaşamıştır. Bu noktada cephede özellikle hastane kayıtlarının yetersizliği, çatışmalardaki insan kayıplarının net bir şekilde ortaya konabilmesindeki en büyük engeldir. Hususiyetle Sarıkamış Operasyonunda Osmanlı ordusunun insan kaybı konusunda Rus tarafının verdiği rakamlar Batılı tarihçiler tarafından kabul görmüş, Türk tarihçilerin bu noktada net bir rakamla konuyu aydınlatamamaları savaşın sonuçları açısından yanlış değerlendirmelere zemin hazırlamıştır. Yine Erickson’un, Osmanlı ordusundaki askerden kaçmaların 
diğer ordulara nazaran çok yüksek olduğuna dair genel inanışın doğru olmadığına dair tezi sorgulamaya açık bir durumdadır, zira bizzat kendisi 
savaş boyunca ordudan kaçanların sayısını “500.000” (s. 243) olarak vermektedir. Elbette bu firarilerin büyük bir bölümünü Arap, Ermeni ve Kürt 
gibi etnik unsurların oluşturduğu da bir gerçektir. 

Erickson belki de kullandığı kaynakların etkisiyle, Osmanlı ordusunu neredeyse tamamen stratejik ve operasyonel düzlemde ele almıştır. Yazar Osmanlı ordusunu taktik, insan ve toplum perspektiflerinden irdeleme-miştir. Öte yandan, Osmanlı’nın “ İttifak Devletleri ” arasında savaşa girmesindeki 
nedenler, Enver Paşanın felaketle sonuçlanan agresif tutumu ya da Ermeni olayları tartışmalarını incelerken daha toplum merkezli, insanı 
ön plana çıkaran bir yaklaşımla konuları ele aldığını da söylemek lazım. 

Erickson, Osmanlı ordusunu eleştirirken öncelikle, Enver Paşanın gerçekçi olmayan savaş planlarından bahseder,( s. 103, 179) ayrıca, ordunun ulaşım ve iletişim sistemlerinin yetersizliği yanında sağlık hizmetleri konusundaki eksiklikleri de dile getirir. Yazar, temelde 1915 Ermeni sürgünü esnasında, Ermenilerin katliam derecesinde zarar gördüklerini kabul etmekle birlikte, Osmanlı’nın bu hareketine gerekçe olarak, Ermeni çetelerinin düşmanla işbirliği halinde askeri birliklere ve sivil halka saldırmasını gösterir (s. 96-104). Osmanlı ordusunun bu çete faaliyetlerine karşı sürgün yoluna başvurduğunu ifade eder. Yazar, sürgün sırasında yüksek sayıdaki can kaybının nedenleri olarak, Osmanlı ordusunun yürüyüş sırasında çıkabilecek sorunlarla ilgili yeterli önlemleri almamasını ve kırsal arazide erzak olmadan ilerlemek zorunda kalınmasını gösterir (s.104). 

Erickson’un eseri Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki hikayesini İngilizce olarak, dünyaya anlatması açısından son derece önemlidir. 

Yazar eserini, Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki rolü ile ilgili olarak, kendisinden sonra gelecek tarihçiler için bir temel eser, yeni araştırma ve çalışmalarla üzerine bina inşa edilecek bir platform olarak tanımlamaktadır (s. XVIII). 

Doktora eğitimini İngiltere’de Leeds Üniversitesinde tamamlayan Edward J. Erickson, Körfez ve 2003 Irak savaşlarında, Amerika Birleşik Devletleri Ordusunda topçu subayı olarak görev yapmış ve daha sonra topçu yarbayı olarak emekliye ayrılmıştır. Erickson’un, Ordered to Die. A History of the Ottoman Army in the First World War kitabı 2011 yılında Mehmed Tanju Akad tarafından Türçeye çevrilerek “Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu” ismiyle Kitap Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Yazarın tanıtmaya çalıştığımız bu eseri yanında, “Defeat in Detail: The Ottoman Army in the Balkans, 1912–1913; Ottoman Army Effectiveness in World War I: A Comparative Study; Gallipoli & The Middle East 1914–1918; Ottomans and Armenians. A Study in Counter-Insurgency, gibi belli başlı eserleri vardır. 

***