PAVYON TARAF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PAVYON TARAF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2019 Çarşamba

PAVYON TARAF.,

PAVYON TARAF.,

                      ‘PAVYON’ TARAF VE ORDU

İngiltere’de üniversite öğrencilik yıllarımdan biliyorum. İngiliz Komünist Partisi’nin günlük gazetesi ‘Morning Star’ fabrika önlerinde ve üniversitelerde bedava dağıtılırdı.
Bu gazete, diğer İngiliz gazetelerine hiç benzemezdi. Morning Star, baştan sona sadece komünizm propagandası yapan bir gazeteydi. 
İngiltere’nin ve dünyanın o günkü önemli sorunları bu gazetede ele alınmaz, irdelenmezdi. 
Morning Star’ın tüm yazarları, her Allah’ın günü hemen hemen aynı şeyleri yazar, aynı sloganları tekrarlayıp dururlardı.
Propagandada temel ilke, aynı sloganları sürekli tekrarlamaktır.
Sözünü ettiğim dönemde İngiliz Komünist Partisi’nin yirmi bin kayıtlı üyesi olduğu söylenir, ancak genel seçimlerde en çok on beş bin oy alınca da 
medyada alay konusu olurlardı. İşte Morning Star, böyle bir partinin propaganda aracıydı.

Şimdi ben durup dururken size, niçin Morning Star’ı anlatıyorum?
İki yıla yakındır yayımlanmakta olan günlük Taraf gazetesi, bana Morning Star’ı anımsatıyor da ondan.
Gazetenin kurucusu, Genel Yayın Yönetmeni ve köşe yazarı Ahmet Altan, bir süre önce kendi gazetesini ‘Pavyon’ olarak niteledi. 
Yazarlarından Oya Baydar gazeteden ayrılınca, ona kızıp, ‘Pavyon’un Namuslu Kadını’ diyerek tepki gösterdi.1 
 1 “Pavyondaki Namuslu Kadın”, Hürriyet, 12.05.2009
Namuslu kadınların terk ettiği ‘Pavyon’ Taraf gazetesi, tıpkı kırk yıl önceki İngiliz komünist gazete Morning Star gibi, bir propaganda gazetesidir.
Ve bu gazetenin yazarları, başta Ahmet Altan olmak üzere, propaganda yapmakla ‘görevlidirler’.

Peki, ‘Pavyon’ Taraf, neyin propagandasını yapmakla görevlendirilmiştir?
Bu soruya cevap vermek için, Ahmet Altan’dan başlayalım.
Ahmet Altan’ın 12 Haziran–29 Ekim 2009 tarihleri arasında, yani dört aydan fazladır yazmış olduğu köşe yazılarının hepsini dikkatle okudum, her yazısında 
geçen ‘ordu’ sözcüğünü saydım, Türk ordusunu aşağılayan cümlelerinin altını çizdim. 

İşte sonuçlar: 



12 Haziran 2009 
Ahmet Altan köşe yazısında 16 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrar etmiş ve şunları söylemiş:
“…bu ordu bu ülkeye rahat vermeyecek.”
“…ordunun suç işleme özgürlüğü yoktur.”
“Ergenekon örgütünün bir parçası ordunun içine uzanıyor.”

18 Haziran 2009
13 kez ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan şu ifadeleri kullanmış:
“Ordu, sivilleri kenara iterek şaibeden kurtulamaz.”
“…çok uzun yıllar ordu, denetim dışı kaldı…”

23 Haziran 2009  
Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 6 kere tekrarlanıyor ve şu ifadeler yer alıyor:
“Askerî yargı denilen ucubeyi, ‘cumhuriyeti koruyup kollama’ denilen tuhaflığı…”
“Başbakan Erdoğan, orduya karşı en dik duran yönetici…”

25 Haziran 2009 
Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 11 kere tekrarlanıyor ve Ahmet Altan şunları diyor:
“Türkiye’de ordu, çok hukuksuz işler yaptı.”
“Ordu, kendisinin hukuk dışı bir güç olduğuna inandı.”

26 Haziran 2009  
Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 9 kere tekrarlanıyor ve şu ifadeler yer alıyor:
“Bu ülke, ‘iyi bir paşa’ değil, ‘iyi bir ordu’ istiyor artık.”
“Mafyayla ilişkisi olduğu saptanan albayı generalliğe terfi…”

27 Haziran 2009
Ahmet Altan yazısında ‘ordu’ sözcüğünü 9 kere tekrarlamış ve şunları söylemiş:
“ …ordu içinde bir cunta ortaya çıktı.”
“Kimsenin Genelkurmay Başkanı’ndan korkmaya niyeti yok.”
“…ordu kendi halkına karşı psikolojik savaş yürütüyor.” 

12 Temmuz 2009 
Ahmet Altan köşe yazısında tam 19 kere ‘ordu’ demiş. Bir köşe yazısında aynı sözcük 19 kere tekrarlanır mı diye sormayınız, sabrediniz, onun iki katına da 
tanık olacaksınız! Bu yazısında Ahmet Altan fetva veriyor:
“Toplumun gelişebilmesi ancak ordunun baskısından kurtulmasıyla mümkündür.”

13 Temmuz 2009 
9 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarlayan Ahmet Altan, emir veriyor:
“Ordu kışlasına çekilecektir.”

27 Ağustos 2009 
Yazısında 20 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarlayan Ahmet Atan, propagandayı sürdürüyor:
“Bizim ordunun doğru söylememek gibi bir alışkanlığı var.”
“Türkiye ordusunu düzeltmek zorunda.”
“…bizimki gibi bir ordu kalmadı gelişmiş ülkelerde.”

29 Ağustos 2009 
Ahmet Altan bu köşe yazısında ‘ordu’ sözcüğünü tam 38 kere tekrarlamış!
Gelişmiş ülkelerin gelişmiş gazetelerinde böyle bir yazıya da, böyle bir yazara da yer vermezler! Ama unutmayın, Taraf gazetesi sıradan bir gazete değil, 
Ahmet Altan da sıradan bir gazeteci!
Bakın neler söylüyor.
“Eğer Türk ordusu ‘ulus devlet’in savunucusu olmak istiyorsa yapabileceği tek şey ‘ayaklanmaktır’; çünkü Türkiye’nin resmi politikası ‘ulus-devletten’ 
çıkıp ‘ulus ötesi’ bir örgütleme olan Avrupa Birliği’ne girmektir.
Hem Avrupa Birliği’ne üye olup hem ulus-devleti nasıl savunacaksınız?
Eğer Avrupa üyesi olursak Avrupa’nın parasını, anayasasını, bayrağını kullanacağız.
Başka ülkelerle ortak parası, ortak anayasası, ortak bayrağı olan ulus-devlet olur mu?
Eee, ordu Avrupa Birliği’ne karşı mı?
Karşıysa ordunun dediğini mi yapacağız, halkın iradesiyle seçilen parlamentosunun dediğini mi?”

2 Eylül 2009
10 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan şunları söylüyor:
“Ordu bağımsız olmaz, olamaz.”
“…bu ülkenin ordusu, devletten ve devleti yöneten hükümetten bağımsızlığını ilan etmiş…”

27 Ekim 2009 
16 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan propagandasını sürdürüyor:
“Bizim ordu disiplinden kopmuş.”
“Bizim ordunun her yanından hukuksuzluk fışkırıyor.”

28 Ekim 2009 
Ahmet Altan köşe yazısında 14 kere ‘ordu’ sözcüğünü kullanıyor ve propagandanın şiddetini artırıyor:
“ordu suçüstü yakalandı.”
“…halk, generallerin saygısız ve aldırmaz tavırlarından bıktı.”
“kendi halkını fişleyen, korkutan, sürekli darbe planları yapan, siyasetçileri tehdit eden bir ordu.”
29 Ekim 2009 
10 kere ‘ordu’ sözcüğünü kullandığı yazısında Ahmet Altan, üniter devlet yapısının korunmasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev ve yetkisi olmadığını 
buyuruyor:
“Darbeciliğin hesabını vermek yerine biz ‘üniter devletin teminatıyız’ demek de nereden çıktı?”
 “Devletin idari yapısının nasıl olacağına Parlamento karar verir. Uygun görüyorsa ‘üniter’ bir yapı sürdürür, uygun görürse federasyona geçer.”
“Gücünüz, kendi halkınızla çatışmaya yetmez…”

Eğer Ahmet Altan ezelden beri orduya ve darbelere karşı koyan bir tutum izlemiş olsaydı, bu tavrını beğenmesek de, görüşünde tutarlı olduğu için 
bugün kendisinin ‘görevlendirilmiş’ bir propagandacı olduğunu söyleyemezdik.
Oysa Ahmet Altan, geçmişte ordu karşıtı da değildi, darbe karşıtı da!
İşte bugün onun ‘görevlendirilmiş’ ordu karşıtı bir propagandacı olduğunun en yalın kanıtı budur.
Açıklıyorum.
12 Eylül 1980 darbesi sırasında Ahmet Altan, 30 yaşındaydı.
30 yaşında, aklı başında Ahmet Altan, 12 Eylül faşist darbesinden yanaydı!
Ahmet Altan, faşist darbeye karşı direnen Şener Yazar ve Özbil Aras gibi 18–20 yaşlarındaki gençleri ‘seksomanyak’ ilan etmişti.2  
Ahmet Altan kalemini, 12 Eylül’e yaranmak için kullanıyordu.
2  Tayfun Er, “Yalıdakiler”, Destek Yayınları, Ankara, Eylül 2009, sf. 81

Tunceli’nin Hozat ilçesi, Taşıtlı köyünde 1958 yılında doğan Hıdır Aslan, Devrimci Yol üyesi olduğu için 12 Eylül 1980 tarihinde tutuklanır. 
12 Eylül mahkemelerinde yargılanır, 4 yıl hapis yattıktan sonra idama mahkûm edilir. Bu karar, TBMM’de Turgut Özal’ın emriyle ve ANAP’lı milletvekillerinin 
oylarıyla onaylanır. 
Hiçbir şekilde adam öldürmediği ve öldürmeyle sonuçlanan bir olaya katılmadığı gerçeği yalnız mahkeme dosyalarına değil, TBMM’nin tutanaklarına da 
geçen Hıdır Aslan, sadece siyasi nedenlerle, 24 Ekim 1984 tarihinde asılır. 
Bu idamın hemen ertesinde, tüm Altan sülalesi, Çetin Altan, Ahmet Altan, Mehmet Altan, dönemin başbakanı Turgut Özal’a, “yaşa, varol” diyerek 
övgüler yağdırır.
Şimdi söyler misiniz, 12 Eylül 1980 faşist darbesini alkışlayan, faşist generallere övgüler dizen, 12 Eylül darbesine karşı çıkıp direnen gençlere 
‘seksomanyak’ sıfatını takan, hiç kimseyi öldürmediği ve öldürmeyle sonuçlanan bir olaya katılmadığı resmen saptanan 26 yaşındaki Hıdır Aslan’ın 
idamından sonra, sorumlu generalleri ve devrin başbakanını sevinç çığlıkları atarak alkışlayan Ahmet Altan’ın, bugün ordu ve darbe karşıtlığı yapmasının 
nedeni, böyle ‘görevlendirilmiş’ olması değildir de ya nedir?

30 yaşında, aklı başındayken faşist darbeyi öven, alkışlayan Ahmet Altan için  12 Eylül 1980 tarihi, yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. 
O tarihten sonra Ahmet Altan paraya, şöhrete ve üne kavuşmuştur.
Ahmet Altan’ın velinimeti, 12 Eylül’dür!3 
3  A.g.e.

30 yaşında, 12 Eylül faşist darbeyi alkışlayarak, överek paraya, şöhrete ve üne kavuşan Ahmet Altan, bugün 59 yaşında, orduya karşı yalana dayalı bir 
propaganda yürütmekte, darbelere karşıymış gibi yaparak demokrat rolü oynamaktadır..
Dün kendisine, 12 Eylül faşist darbeden yana olma ‘görevi’ verilmişti.
Bugün de orduya karşı propaganda yürütme ‘görevi’ verilmiştir.
Dün, 12 Eylül’ü övme ‘görevini’ başarıyla yerine getirme karşılığı olarak Ahmet Altan; paraya, şöhrete ve üne kavuşturulmuştur.                                                                                   
Bakalım, bugün de orduya karşı propaganda yürütme ‘görevi’ nedeniyle Ahmet Altan nasıl ödüllendirilecek? 
Tabii, eğer bu ‘görev’ başarıyla sonuçlanırsa!

‘Pavyon’ Taraf gazetesinin orduya saldırmakla ‘görevlendirilmiş’ köşe yazarlarından biri de, Rasim Ozan Kütahyalı.
‘Pavyon’un bu ‘görevli’ çığırtkanı, 28.10.2009 tarihli yazısında şöyle diyor:
“27 Mayıs’ta alçak bir darbe ile indirilen Başbakan Menderes asılırken…”
‘Pavyon’un bu çaylak ‘görevlisi’, 27 Mayıs 1960 ihtilâlını, ‘alçak bir darbe’ olarak niteliyor.
Neden mi bu ‘görevli’ yazara çaylak diyorum?
Bu ‘görevli’ yazarın gazetedeki patronu kim? Ahmet Altan.
Peki, Ahmet Altan’ın babası kim? Çetin Altan.
Bugün, oğlu Ahmet Altan gibi, orduyu karalama propagandası yürüten, darbelere karşı olduğunu vurgulayan Çetin Altan’ın, 27 Mayıs 1960 ihtilalını 
övenlerin başında geldiğini ‘Pavyon’ ‘görevlisi’ Rasim Ozan Kütahyalı bilmiyor, yani acemi çaylak!  

Çetin Altan, 27 Mayıs’ı, “Yaşasın Türk milleti, yaşasın Türk ordusu” diye biten Milliyet’teki yazısında aynen şöyle selamlamıştı: 4
4  A.g.e.

“Bütün Türk vatanperverleri bu muazzam ve şanlı günün sevinci ve heyecanı içindedirler. Çürümüş, sufli politika tertiplerinin şahsi ihtiraslarla Türkiye’yi 
en tehlikeli badirelere, kardeş kavgalarına sürüklemekte olduğu bir sırada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin medeni bir şekilde devlet idaresine el koymaları ve 
memleketi karanlık bir akıbetten kurtarmaları milletimize hür ve İnsan Hakları’na uygun yeni ufuklar açmaktadır… 
Atatürk inkılâplarına bağlı olarak demokratik bir memlekette Türklüğün şerefine yakışan bir nizamın temelleri atılmaktadır.”

Öyleleri vardır ki, yüzlerine tükürseniz, ‘Oh ne güzel, Nisan yağmuru’ derler!
Yukarıdaki yazısından hemen bir gün sonra, Ahmet Altan’ın babası Çetin Altan şöyle yazıyordu:
“Bize bu güzel günleri taddıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. 
Kardeşkanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor, övünüyor, seviniyoruz.”

Yukarıda yazmış olduklarımı okuyup; Ahmet Altan’a, Çetin Altan’a ve Rasim Ozan Kütahyalı’ya sakın ola, ‘namussuz, şerefsiz, onursuz, ahlâksız, 
uşak, satılmış!’ demeye kalkışmayınız. 
Böyle demeniz hem yersiz hem de yanlış olur, asıl fotoğrafı görmenizi engeller.
Bu kişiler, sadece ve sadece ‘görevli’ kişilerdir.
Onların görevli kişiler olduğunu bilelim ve duyuralım, şimdilik yeter.
Kemalist devrimciler hükümet olduklarında, bu görevlilerin ne sesi ne de nefesi çıkacaktır. Çoğu sus pus olup kuyruklarını kıvırıp oturacak, bazıları da 
herkesten önce devrimcileri övme yarışına başlayacaktır.
Böyle olacağını Kurtuluş Tarihimizden bir örnek vererek gösterelim.
Kemalist devrimcilere karşı çıkanların başında gelen mandacı yazar Ali Kemal, 25 Nisan 1920 tarihinde şöyle yazar:
“İdam, idam, idam! Mustafa Kemal cezasını bulacak!”
Kemalist devrimciler savaşı kazanır, 9 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusu İzmir’e girer. Hemen ertesi günü, Ali Kemal şöyle yazar:
“Gayeler bir idi ve birdir.”

“Gayeler bir idi ve birdir.”


Yılmaz Dikbaş
29 Ekim 2009 
dikbas@kalinka.com.tr
www.kalinka.com.tr  


***