Ahmet Altan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Altan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2019 Çarşamba

PAVYON TARAF.,

PAVYON TARAF.,

                      ‘PAVYON’ TARAF VE ORDU

İngiltere’de üniversite öğrencilik yıllarımdan biliyorum. İngiliz Komünist Partisi’nin günlük gazetesi ‘Morning Star’ fabrika önlerinde ve üniversitelerde bedava dağıtılırdı.
Bu gazete, diğer İngiliz gazetelerine hiç benzemezdi. Morning Star, baştan sona sadece komünizm propagandası yapan bir gazeteydi. 
İngiltere’nin ve dünyanın o günkü önemli sorunları bu gazetede ele alınmaz, irdelenmezdi. 
Morning Star’ın tüm yazarları, her Allah’ın günü hemen hemen aynı şeyleri yazar, aynı sloganları tekrarlayıp dururlardı.
Propagandada temel ilke, aynı sloganları sürekli tekrarlamaktır.
Sözünü ettiğim dönemde İngiliz Komünist Partisi’nin yirmi bin kayıtlı üyesi olduğu söylenir, ancak genel seçimlerde en çok on beş bin oy alınca da 
medyada alay konusu olurlardı. İşte Morning Star, böyle bir partinin propaganda aracıydı.

Şimdi ben durup dururken size, niçin Morning Star’ı anlatıyorum?
İki yıla yakındır yayımlanmakta olan günlük Taraf gazetesi, bana Morning Star’ı anımsatıyor da ondan.
Gazetenin kurucusu, Genel Yayın Yönetmeni ve köşe yazarı Ahmet Altan, bir süre önce kendi gazetesini ‘Pavyon’ olarak niteledi. 
Yazarlarından Oya Baydar gazeteden ayrılınca, ona kızıp, ‘Pavyon’un Namuslu Kadını’ diyerek tepki gösterdi.1 
 1 “Pavyondaki Namuslu Kadın”, Hürriyet, 12.05.2009
Namuslu kadınların terk ettiği ‘Pavyon’ Taraf gazetesi, tıpkı kırk yıl önceki İngiliz komünist gazete Morning Star gibi, bir propaganda gazetesidir.
Ve bu gazetenin yazarları, başta Ahmet Altan olmak üzere, propaganda yapmakla ‘görevlidirler’.

Peki, ‘Pavyon’ Taraf, neyin propagandasını yapmakla görevlendirilmiştir?
Bu soruya cevap vermek için, Ahmet Altan’dan başlayalım.
Ahmet Altan’ın 12 Haziran–29 Ekim 2009 tarihleri arasında, yani dört aydan fazladır yazmış olduğu köşe yazılarının hepsini dikkatle okudum, her yazısında 
geçen ‘ordu’ sözcüğünü saydım, Türk ordusunu aşağılayan cümlelerinin altını çizdim. 

İşte sonuçlar: 



12 Haziran 2009 
Ahmet Altan köşe yazısında 16 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrar etmiş ve şunları söylemiş:
“…bu ordu bu ülkeye rahat vermeyecek.”
“…ordunun suç işleme özgürlüğü yoktur.”
“Ergenekon örgütünün bir parçası ordunun içine uzanıyor.”

18 Haziran 2009
13 kez ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan şu ifadeleri kullanmış:
“Ordu, sivilleri kenara iterek şaibeden kurtulamaz.”
“…çok uzun yıllar ordu, denetim dışı kaldı…”

23 Haziran 2009  
Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 6 kere tekrarlanıyor ve şu ifadeler yer alıyor:
“Askerî yargı denilen ucubeyi, ‘cumhuriyeti koruyup kollama’ denilen tuhaflığı…”
“Başbakan Erdoğan, orduya karşı en dik duran yönetici…”

25 Haziran 2009 
Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 11 kere tekrarlanıyor ve Ahmet Altan şunları diyor:
“Türkiye’de ordu, çok hukuksuz işler yaptı.”
“Ordu, kendisinin hukuk dışı bir güç olduğuna inandı.”

26 Haziran 2009  
Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 9 kere tekrarlanıyor ve şu ifadeler yer alıyor:
“Bu ülke, ‘iyi bir paşa’ değil, ‘iyi bir ordu’ istiyor artık.”
“Mafyayla ilişkisi olduğu saptanan albayı generalliğe terfi…”

27 Haziran 2009
Ahmet Altan yazısında ‘ordu’ sözcüğünü 9 kere tekrarlamış ve şunları söylemiş:
“ …ordu içinde bir cunta ortaya çıktı.”
“Kimsenin Genelkurmay Başkanı’ndan korkmaya niyeti yok.”
“…ordu kendi halkına karşı psikolojik savaş yürütüyor.” 

12 Temmuz 2009 
Ahmet Altan köşe yazısında tam 19 kere ‘ordu’ demiş. Bir köşe yazısında aynı sözcük 19 kere tekrarlanır mı diye sormayınız, sabrediniz, onun iki katına da 
tanık olacaksınız! Bu yazısında Ahmet Altan fetva veriyor:
“Toplumun gelişebilmesi ancak ordunun baskısından kurtulmasıyla mümkündür.”

13 Temmuz 2009 
9 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarlayan Ahmet Altan, emir veriyor:
“Ordu kışlasına çekilecektir.”

27 Ağustos 2009 
Yazısında 20 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarlayan Ahmet Atan, propagandayı sürdürüyor:
“Bizim ordunun doğru söylememek gibi bir alışkanlığı var.”
“Türkiye ordusunu düzeltmek zorunda.”
“…bizimki gibi bir ordu kalmadı gelişmiş ülkelerde.”

29 Ağustos 2009 
Ahmet Altan bu köşe yazısında ‘ordu’ sözcüğünü tam 38 kere tekrarlamış!
Gelişmiş ülkelerin gelişmiş gazetelerinde böyle bir yazıya da, böyle bir yazara da yer vermezler! Ama unutmayın, Taraf gazetesi sıradan bir gazete değil, 
Ahmet Altan da sıradan bir gazeteci!
Bakın neler söylüyor.
“Eğer Türk ordusu ‘ulus devlet’in savunucusu olmak istiyorsa yapabileceği tek şey ‘ayaklanmaktır’; çünkü Türkiye’nin resmi politikası ‘ulus-devletten’ 
çıkıp ‘ulus ötesi’ bir örgütleme olan Avrupa Birliği’ne girmektir.
Hem Avrupa Birliği’ne üye olup hem ulus-devleti nasıl savunacaksınız?
Eğer Avrupa üyesi olursak Avrupa’nın parasını, anayasasını, bayrağını kullanacağız.
Başka ülkelerle ortak parası, ortak anayasası, ortak bayrağı olan ulus-devlet olur mu?
Eee, ordu Avrupa Birliği’ne karşı mı?
Karşıysa ordunun dediğini mi yapacağız, halkın iradesiyle seçilen parlamentosunun dediğini mi?”

2 Eylül 2009
10 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan şunları söylüyor:
“Ordu bağımsız olmaz, olamaz.”
“…bu ülkenin ordusu, devletten ve devleti yöneten hükümetten bağımsızlığını ilan etmiş…”

27 Ekim 2009 
16 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan propagandasını sürdürüyor:
“Bizim ordu disiplinden kopmuş.”
“Bizim ordunun her yanından hukuksuzluk fışkırıyor.”

28 Ekim 2009 
Ahmet Altan köşe yazısında 14 kere ‘ordu’ sözcüğünü kullanıyor ve propagandanın şiddetini artırıyor:
“ordu suçüstü yakalandı.”
“…halk, generallerin saygısız ve aldırmaz tavırlarından bıktı.”
“kendi halkını fişleyen, korkutan, sürekli darbe planları yapan, siyasetçileri tehdit eden bir ordu.”
29 Ekim 2009 
10 kere ‘ordu’ sözcüğünü kullandığı yazısında Ahmet Altan, üniter devlet yapısının korunmasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev ve yetkisi olmadığını 
buyuruyor:
“Darbeciliğin hesabını vermek yerine biz ‘üniter devletin teminatıyız’ demek de nereden çıktı?”
 “Devletin idari yapısının nasıl olacağına Parlamento karar verir. Uygun görüyorsa ‘üniter’ bir yapı sürdürür, uygun görürse federasyona geçer.”
“Gücünüz, kendi halkınızla çatışmaya yetmez…”

Eğer Ahmet Altan ezelden beri orduya ve darbelere karşı koyan bir tutum izlemiş olsaydı, bu tavrını beğenmesek de, görüşünde tutarlı olduğu için 
bugün kendisinin ‘görevlendirilmiş’ bir propagandacı olduğunu söyleyemezdik.
Oysa Ahmet Altan, geçmişte ordu karşıtı da değildi, darbe karşıtı da!
İşte bugün onun ‘görevlendirilmiş’ ordu karşıtı bir propagandacı olduğunun en yalın kanıtı budur.
Açıklıyorum.
12 Eylül 1980 darbesi sırasında Ahmet Altan, 30 yaşındaydı.
30 yaşında, aklı başında Ahmet Altan, 12 Eylül faşist darbesinden yanaydı!
Ahmet Altan, faşist darbeye karşı direnen Şener Yazar ve Özbil Aras gibi 18–20 yaşlarındaki gençleri ‘seksomanyak’ ilan etmişti.2  
Ahmet Altan kalemini, 12 Eylül’e yaranmak için kullanıyordu.
2  Tayfun Er, “Yalıdakiler”, Destek Yayınları, Ankara, Eylül 2009, sf. 81

Tunceli’nin Hozat ilçesi, Taşıtlı köyünde 1958 yılında doğan Hıdır Aslan, Devrimci Yol üyesi olduğu için 12 Eylül 1980 tarihinde tutuklanır. 
12 Eylül mahkemelerinde yargılanır, 4 yıl hapis yattıktan sonra idama mahkûm edilir. Bu karar, TBMM’de Turgut Özal’ın emriyle ve ANAP’lı milletvekillerinin 
oylarıyla onaylanır. 
Hiçbir şekilde adam öldürmediği ve öldürmeyle sonuçlanan bir olaya katılmadığı gerçeği yalnız mahkeme dosyalarına değil, TBMM’nin tutanaklarına da 
geçen Hıdır Aslan, sadece siyasi nedenlerle, 24 Ekim 1984 tarihinde asılır. 
Bu idamın hemen ertesinde, tüm Altan sülalesi, Çetin Altan, Ahmet Altan, Mehmet Altan, dönemin başbakanı Turgut Özal’a, “yaşa, varol” diyerek 
övgüler yağdırır.
Şimdi söyler misiniz, 12 Eylül 1980 faşist darbesini alkışlayan, faşist generallere övgüler dizen, 12 Eylül darbesine karşı çıkıp direnen gençlere 
‘seksomanyak’ sıfatını takan, hiç kimseyi öldürmediği ve öldürmeyle sonuçlanan bir olaya katılmadığı resmen saptanan 26 yaşındaki Hıdır Aslan’ın 
idamından sonra, sorumlu generalleri ve devrin başbakanını sevinç çığlıkları atarak alkışlayan Ahmet Altan’ın, bugün ordu ve darbe karşıtlığı yapmasının 
nedeni, böyle ‘görevlendirilmiş’ olması değildir de ya nedir?

30 yaşında, aklı başındayken faşist darbeyi öven, alkışlayan Ahmet Altan için  12 Eylül 1980 tarihi, yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. 
O tarihten sonra Ahmet Altan paraya, şöhrete ve üne kavuşmuştur.
Ahmet Altan’ın velinimeti, 12 Eylül’dür!3 
3  A.g.e.

30 yaşında, 12 Eylül faşist darbeyi alkışlayarak, överek paraya, şöhrete ve üne kavuşan Ahmet Altan, bugün 59 yaşında, orduya karşı yalana dayalı bir 
propaganda yürütmekte, darbelere karşıymış gibi yaparak demokrat rolü oynamaktadır..
Dün kendisine, 12 Eylül faşist darbeden yana olma ‘görevi’ verilmişti.
Bugün de orduya karşı propaganda yürütme ‘görevi’ verilmiştir.
Dün, 12 Eylül’ü övme ‘görevini’ başarıyla yerine getirme karşılığı olarak Ahmet Altan; paraya, şöhrete ve üne kavuşturulmuştur.                                                                                   
Bakalım, bugün de orduya karşı propaganda yürütme ‘görevi’ nedeniyle Ahmet Altan nasıl ödüllendirilecek? 
Tabii, eğer bu ‘görev’ başarıyla sonuçlanırsa!

‘Pavyon’ Taraf gazetesinin orduya saldırmakla ‘görevlendirilmiş’ köşe yazarlarından biri de, Rasim Ozan Kütahyalı.
‘Pavyon’un bu ‘görevli’ çığırtkanı, 28.10.2009 tarihli yazısında şöyle diyor:
“27 Mayıs’ta alçak bir darbe ile indirilen Başbakan Menderes asılırken…”
‘Pavyon’un bu çaylak ‘görevlisi’, 27 Mayıs 1960 ihtilâlını, ‘alçak bir darbe’ olarak niteliyor.
Neden mi bu ‘görevli’ yazara çaylak diyorum?
Bu ‘görevli’ yazarın gazetedeki patronu kim? Ahmet Altan.
Peki, Ahmet Altan’ın babası kim? Çetin Altan.
Bugün, oğlu Ahmet Altan gibi, orduyu karalama propagandası yürüten, darbelere karşı olduğunu vurgulayan Çetin Altan’ın, 27 Mayıs 1960 ihtilalını 
övenlerin başında geldiğini ‘Pavyon’ ‘görevlisi’ Rasim Ozan Kütahyalı bilmiyor, yani acemi çaylak!  

Çetin Altan, 27 Mayıs’ı, “Yaşasın Türk milleti, yaşasın Türk ordusu” diye biten Milliyet’teki yazısında aynen şöyle selamlamıştı: 4
4  A.g.e.

“Bütün Türk vatanperverleri bu muazzam ve şanlı günün sevinci ve heyecanı içindedirler. Çürümüş, sufli politika tertiplerinin şahsi ihtiraslarla Türkiye’yi 
en tehlikeli badirelere, kardeş kavgalarına sürüklemekte olduğu bir sırada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin medeni bir şekilde devlet idaresine el koymaları ve 
memleketi karanlık bir akıbetten kurtarmaları milletimize hür ve İnsan Hakları’na uygun yeni ufuklar açmaktadır… 
Atatürk inkılâplarına bağlı olarak demokratik bir memlekette Türklüğün şerefine yakışan bir nizamın temelleri atılmaktadır.”

Öyleleri vardır ki, yüzlerine tükürseniz, ‘Oh ne güzel, Nisan yağmuru’ derler!
Yukarıdaki yazısından hemen bir gün sonra, Ahmet Altan’ın babası Çetin Altan şöyle yazıyordu:
“Bize bu güzel günleri taddıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. 
Kardeşkanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor, övünüyor, seviniyoruz.”

Yukarıda yazmış olduklarımı okuyup; Ahmet Altan’a, Çetin Altan’a ve Rasim Ozan Kütahyalı’ya sakın ola, ‘namussuz, şerefsiz, onursuz, ahlâksız, 
uşak, satılmış!’ demeye kalkışmayınız. 
Böyle demeniz hem yersiz hem de yanlış olur, asıl fotoğrafı görmenizi engeller.
Bu kişiler, sadece ve sadece ‘görevli’ kişilerdir.
Onların görevli kişiler olduğunu bilelim ve duyuralım, şimdilik yeter.
Kemalist devrimciler hükümet olduklarında, bu görevlilerin ne sesi ne de nefesi çıkacaktır. Çoğu sus pus olup kuyruklarını kıvırıp oturacak, bazıları da 
herkesten önce devrimcileri övme yarışına başlayacaktır.
Böyle olacağını Kurtuluş Tarihimizden bir örnek vererek gösterelim.
Kemalist devrimcilere karşı çıkanların başında gelen mandacı yazar Ali Kemal, 25 Nisan 1920 tarihinde şöyle yazar:
“İdam, idam, idam! Mustafa Kemal cezasını bulacak!”
Kemalist devrimciler savaşı kazanır, 9 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusu İzmir’e girer. Hemen ertesi günü, Ali Kemal şöyle yazar:
“Gayeler bir idi ve birdir.”

“Gayeler bir idi ve birdir.”


Yılmaz Dikbaş
29 Ekim 2009 
dikbas@kalinka.com.tr
www.kalinka.com.tr  


***

27 Ocak 2015 Salı

Atatürkçü Öğrenciler İkinci Cumhuriyetçi Ahmet Altan’ı '' Yumurta atarak Protesto etti ''




Atatürkçü Öğrenciler İkinci Cumhuriyetçi Ahmet Altan’ı  '' Yumurta atarak Protesto etti ''

Güneş Ayas
04.11.2002 Sayı:16


24 Ekim’de İstanbul Üniversitesi’nde Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu’na bağlı öğrenciler Ahmet Altan’a yönelik bir yumurtalı protesto gösterisi düzenlediler.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne İktisat Kulübü’nün davetlisi olarak gelen Ahmet Altan’ı İktisat Fakültesi koridoruna girdiği sırada “Türk Düşmanı Ahmet üniversiteden defol”, “Atatürk düşmanı Ahmet Altan üniversiteden defol”, “İşbirlikçi Ahmet Altan’ı üniversitede istemiyoruz” dövizlerini açan yaklaşık 50 kişilik Atatürkçü öğrenci sloganlarla karşıladı.

Sloganlar karşısında şaşkına dönen Altan daha ne olduğunu anlamadan Atatürkçü öğrenciler tarafından yumurta yağmuruna tutuldu. Yüzüne ve vücuduna gelen yumurtalarla omlete dönen Altan koşturarak İktisat Fakültesi kapısına yöneldi. Atatürkçü öğrencilerin kovaladığı Altan arkasına bakmadan üniversiteden kaçtı.”

Protesto sona erdikten sonra da yukarıdaki metin tüm basın-yayın kuruluşlarına fakslandı. Faksın ulaşmasıyla birlikte dergi büromuzu arayan basın kuruluşlarına olayın görüntülerinin de elimizde olduğu ve isterlerse alabilecekleri söylendi. Bir kaç saat içinde Star gazetesi ve televizyonu, Milliyet ve Hürriyet gazeteleri ile Kanal D televizyonlarının muhabirleri gazetemize geldiler.

Sömürge basınının Atatürkçü gençlere yönelik yalan ve linç kampanyası


Hepsine basın açıklaması metniyle beraber olayın görüntüleri ve Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu’nu etraflıca tanıtan broşürler verildi, olay en ince ayrıntısına kadar konuşuldu. Hatta Kanal D, olayın görüntülerini satın almak için 250 milyon lira teklif etmesine karşılık bu teklif reddedildi ve tüm gazete ve kanallara bir basın kuruluşunun doğru ve eksiksiz bir haber için ihtiyaç duyduğu tüm malzeme dağıtıldı.

Ne var ki akşam televizyon başına geçip Kanal D’nin haber bültenini izlemeye koyulduğumuzda bambaşka bir haberle karşılaştık. Bir grup saldırgan öğrenci Ahmet Altan’a çirkin bir saldırı gerçekleştirmiş ve “Din düşmanı Altan” diye bağırarak terör estirmişti.

Kanal D’nin ana haber bültenini hazırlayanlar, Altaylı ile Altan arasındaki kişisel kavganın hemen sonrasında Altan’ı komik ve zavallı duruma düşürecek görüntüleri ustaca kullanarak patronlarını memnun edecek bir haber yaptılar. Ancak ADKF’nin basın açıklamasıyla ilgisiz ve tamamen yalan üzerine kurulu bir haber yaparak da Atatürkçü gençlere yönelik bir linç kampanyasının önünü açtılar. Zaten Fatih Altaylı eylemi saldırı olarak niteleyen ve Atatürkçü gençleri kınayan bir yazı da yazdı. Böylece Fatih Altaylı hem kişisel rakibi Altan’ı küçük düşürerek hem de Atatürkçü, devrimci gençleri şeriatçı, sağcı saldırganlar olarak göstererek bir taşla iki kuş vurmaya çalıştı.

Kanal D’nin haberini diğer gazete ve televizyonlardaki haberler, ardından da köşe yazıları izledi. Olayın ardından “Türk Basını”nın bütününde eylem aleyhinde bir karalama kampanyası başlatıldı.

Bir hafta boyunca iki tür tepkiyle karşılaştık. Atatürkçü gençleri gördüğü her yerde tebrik eden, büromuzu arayarak “gençlerin ellerine sağlık” diyen vatandaşlar ve Atatürkçü gençlere karşı bir linç kampanyası başlatan, işi ADK-ADD’lerin kapatılması önerisine kadar götüren 2. Cumhuriyetçi-şeriatçı zevatın köşeyazarları.

Bir haftadır Atatürkçü gençlere yönelen yalan ve linç kampanyası elbette ki halkta Ahmet Altan’a yönelik en küçük bir sempati bile yaratamadı. Halk kendisine küfredene hoşgörü duymayacağını gösterdi. Ama yine de bunca yalana ve çarpıtmaya karşı kamuoyunu tekrar bilgilendirmek ve Ahmet Altan’ın yolundan gitmeyi sürdürenleri uyarmak üzerimize farz oldu.

 ***

Salına Salına gelip, Hoplaya Zıplaya Kaçtı!


Birtan Ürün


Vay vay vay, bu ne sürpriz! Fransız Ahmet İstanbul Üniversitesi’ne şeref vermişler. 

Şu adama bak hele, bak şu asalete. Boyu posu, kirli sakalıyla, loş ışıkta pırlanta gibi parlayan keliyle işte karşımızda. Her tarafından entelektüellik fışkırıyor mübarek. Nasıl da salına salına yürüyor koridorda. Neredeyse duvarlar secdeye yatacak bu müthiş karizma karşısında.

Gerçi bu “iğrenç”, köklü halk üniversitesine geldiğinden midir nedir kendisini biraz Fransız hissediyor bu ortamda. Onun halkla nasıl bir münasebeti olabilir ki daha onu anlamıyorlardı bile.

Ama içi az sonra öğrenci arkadaşları engin kültürüyle aydınlatacak olmanın huzuruyla doluyor. Bilgisini ve mantalitesini borçlu olduğu o müthiş Batı kültürüyle öğrencilerin kafasını öyle yoğurmalı ki asıl medeniyet beşiğinin Anadolu kültürü değil Batı kültürü olduğunu iyice kavrasınlar.

Zaten Türkler medeniyet adına ne yapmışlar ki bugüne kadar. Yahu arkadaş, şu Türklerin ancak kavga döğüşten, adam kazıklamaktan anlayan düzenbaz, aşağılık kişiler olduğunu anlamak bu kadar da zor mu?

Sen kalk “Yurta sulh cihanda sulh” de ondan sonra da tüm komşularınla kavgalı ol! Hele ulusal parası bu kadar değersizken ulusal onur diye yırtınıp durmak da dangalaklığın daniskası hani. Ah ne vardı sanki Batılı olarak doğsaydı, baştan aşağı kültürle bezenmiş o yerlerde büyüseydi.

Yine de Fransız Ahmet şanslı görür kendini, bu yobaz, medeniyetten nasibini almamış, gönüllleri vatan millet sevgisiyle dolu cahil insancıklardan kopmayı başamıştır.

Ya Atatürk denilen tam bağımsızlık manyağı aynı zamanda halkçı ve milliyetçi de olan bu adam öldükten sonra başımıza medeni ve mantıklı zatlar gelmeseydi! Düşüncesi bile kanını dondurmaya yetti.

Mösyö Ahmet işte bu karmaşık düşüncelerle yürüyordu okul koridorunda. Fakat bu çatırtılar da neyin nesi? Kel kafasından ağzına doğru akan bu iğrenç beyaz sarı sıvı da ne oluyor? Acaba fazla düşünmekten beyni mi sulanmıştı?

Gökten yumurta yağıyor sanki, güzelim siyah ceketi, pantalonu, gömleği iğrenç köy yumurtasına bulanmıştı, tek gördüğüyse ona doğru bağıra çağıra yumurta atan kaba ve vahşi erkekler! Dörtbir yandan yumurta yağıyor, sığınacak bir fare deliği de yok ki ortalarda.

Hayret işe yaramaz Türk erkekleri de ammma keskin nişancılarmış meğer. İyice yumurta manyağı olmadan tabanları yağlamalı, yağlamalı da ne tarafa? En iyisi arkaya bile bakmadan geldiği gibi gitmek, ama bu sefer salına salına değil hoplaya zıplaya! Aman Ahmet dedi kendi kendine bacaklara kuvvet yoksa omlete döneceksin...

Bu ne sürat Fransız Ahmet kimden korkuyorsun yumurtadan mı yoksa Türk erkeklerinden mi? Aslında Türk erkeklerinden korkmakta da haklısın, adamlar kadın ruhundan bile anlamıyorlar, sanattan sanatçıdan mı anlayacaklar!

“Dünyanın en tehlikeli eğlencesi Türk olmaktır ve biz korkuyla eğleniriz” demiştin ya, seni dudağında uçuk çıkartacak kadar korkutan olay emin ol başkalarını çok eğlendirdi.
 
Saldırı değil, Protesto Gösterisi.,  !


Olay, tüm gazete ve televizyonlarda Ahmet Altan’a yönelik bir saldırı olarak gösterildi. Hatta Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı işi protesto gösterisini vahşi Afrika’daki bir av sahnesine benzetmeye kadar vardırdı.

Oysa görüntülerden de rahatlıkla anlaşılabileceği gibi Atatürkçü öğrenciler bırakalım Altan’a saldırmayı, saldırma girişiminde bile bulunmadılar. Yapılan, sadece tüm dünyada benzer durumlarda yapıldığı gibi yumurta fırlatarak protesto etmekti. Ahmet Altan’ın 28 Ekim tarihli olayı anlatan yazısında kendisine saldırılmadığını bizzat söylemesine karşılık Altan’dan daha fazla Altancı köşe yazarları durmadan bu saldırı edebiyatını pompalayıp durdular.

Tüm dünyada yumurta, domates veya pasta fırlatarak yapılan eylemler saldırı değil, protesto gösterisi olarak adlandırılır. Atatürkçü gençlere saldıran köşe yazarları ve onların gazeteleri Avrupa’da geçen benzer olaylarda nedense şimdiye kadar hiç saldırı ifadesini kullanmadılar. Tersine benzer eylemlerde yumurtayı yiyen şahısın düştüğü komik durumun kahkaha efektleriyle gösterildiği haberler hala akıllardadır. Sömürge basını yazarlarının o çok övdükleri AB yasalarında bile zaten bunlar bir linç girişimi değil, demokratik bir protesto şekli olarak kabul edilir.

Yumurtaları kafasına yiyince hoplaya zıplaya kaçması sadece Ahmet Altan’ın korkaklığının sonucudur. Ancak bu kaçma olayından saldırı sonucuna varmak son derece ciddiyetsiz ve kasıtlı bir değerlendirmedir.

Basınımız kendi ulusundan o kadar kopmuştur ki Avrupalı yaptığında şirin ve renkli eylemler olarak gazete sütunlarında yer alan olay, Türkler tarafından yapılınca birden vahşi bir av töreni oluvermektedir.

Batıcı aydınların herşeyi Avrupa’nın tekelinde gördüğünü biliyorduk, ama Türklere protesto gösterisi yapmayı yasaklayacak kadar Batılılaştıklarını biz bile düşünememiştik.

Protestonun gerekçesi, Ahmet Altan’ın Türk ve Atatürk düşmanı olmasıdır..,


Basın, kendisi sloganlar uydurarak ve yalan haberler üreterek protestonun gerekçesini de gözden kaçırmak istedi. Protesto ADKF’ye bağlı Atatürkçü, devrimci gençler tarafından düzenlenmiştir. Protestoyu ırkçı ve şeriatçı militanların saldırısı olarak göstermek kasıtlı bir tavırdır.

Protesto sırasında “Din düşmanı Altan” sloganı hiç bir şekilde atılmamıştır. Bu yalan haber İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi haber ajansına yuvalanmış 2.Cumhuriyetçiler tarafından yayılmıştır. İkinci cumhuriyetçiler Atatürkçü gençlerin halk içindeki itibarını bildikleri için protestocuları ırkçı-şeriatçı saldırganlar olarak gösterme yolunu tutmuşlardır.

Protestonun gerekçesi Ahmet Altan’ın Atatürk’e, Atatürkçülüğe ve Türklere yönelik küfre varan hakaret ve aşağılamalarıdır. Bu şahıs düşünce özgürlüğü kılıfı altında ve İkinci cumhuriyetçi, gerici ve mandacı şakşakçılarını da arkasına alarak küfürlerini yıllardır sürdürmektedir.

Eylemi düzenleyen gençlerin ırkçılığından ve hoşgörüsüzlüğünden çokça sözedildi. Oysa, ortada ırkçı olan birisi varsa o da Ahmet Altan’dır. Son 20 yıldır yazarlık adına yaptığı şey “Türklerin ne kadar ilkel ve kaba, Avrupalı’nın ise ne kadar ileri ve üstün” olduğunu anlatmaktır. Türk ulusunu aşağılamak ve Türklere küfretmek mandacı yazarlarımızca çağdaşlığın ve aydın olmanın gereklerinden birisi sayılırken ırkçı küfürlere karşı Türklerin kendini savunması ırkçılık olarak damgalanmaktadır.

Ahmet Altan açıkça vatanı satmanın propagandasını yapan biridir. Türkleri aşağılayan, Atatürk’ü devamlı küçümseyen ve ona hakaret eden, Kurtuluş Savaşı’nı hiç yapılmamış sayan, “Kahrolsun bağımsızlık” diyen, “Ben vatanı kiraz ağacının gölgesine ve kadın memesine satarım” diyen birisini protesto etmek Atatürkçü gençlerin sadece hakkı değil, görevidir de.

İkinci cumhuriyetçi mandacıları bu kadar şımartan da şimdiye kadar birinin çıkıp da bunlara haddini bildirmemesidir. Ahmet Altan’ın ataları olan Ali Kemaller ve Rıza Tevfikler de Atatürkçü gençler onlara haddini bildirene dek Türkler ve vatanseverlere bol keseden küfürlerini savurmuşlardı.

Ali Kemal Kuvayı Milliyecilere “Eşkiya” Mustafa Kemal’e “Ankara’nın serserisi” deyip işgalciyi savunurken Rıza Tevfik ise İstanbul Üniversitesi’ne gelip hiç utanmadan şu sözleri sarfedebilmişti: “...Türkün asırlar boyu bileğinde salladığı kılıncından başka nesi var? Hala İstanbul’da oturabiliyorsanız bunu Düvel-i Muazzama’nın Alem-i İslam’a karşı hizmetine borçlusunuz”.

İşte onlara haddini bildiren Kuvayı Milliyeci üniversite öğrencileri olmuştur. Önce yumurtalanıp sonra da okuldan kovulan bu işbirlikçilerin ağzından bir daha küfür duyulmamıştır.

Bugün Atatürkçü gençlerin düzenlediği eylem 80 yıl önce yapılandan farksızdır. Küfürleri engellemenin başka bir yolu da henüz keşfedilmiş değildir.

Mandacı yazarlar dokunulmazlık istiyor

  ***

İstanbul Üniversitesi öğrencileri daha önce de Ali Kemal’i Yumurtalamıştı


Alpay Kabacalı

İşgal İstanbul’undaki gençler, içinde bulundukları onur kırıcı durum dolayısıyla ulusçuluk düşünü (milliyet duygusu) yönünden alabildiğine duyarlıydılar... Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan, Kuvayı Milliyecileri “eşkiya diye niteleyen Peyam-ı Sabah ve Alemdar gibi gazetelerin yayınları da gençleri incitmekteydi. Hem Peyam-ı Sabah’ın başmakalelerini yazan hem de Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde müderrislik yapan Ali Kemal başta olmak üzere öğretim üyelerinden Rıza Tevfik, Cenap Şahabettin, Hüseyin Daniş ve Barsamyan’ın sözü geçen gazetelerdeki yazılarına tepkilerini, Türk ve İngiliz polisinden gizli olarak düzenledikleri Edebiyat Fakültesi öğrenci kongresinde kabul edilen bir bildiriyle dile getirdiler... Bildiride şöyle diyorlardı:

“1.Edebiyat Fakültesi talebesi kendi samimi varlığı arasında manevi heyecanların zevkinden mahrum, bağımsızlık, kutsallık ve milliyet hislerine yabancı ve saldırgan kişileri görmekle üzüntülüdür.

2. Darülfünun gençliği memleketin kamu vicdanınca esasen mahkum edilmiş bulunan fakat her nasılsa ahlak ve kültür ocağına sokulmuş olan bu efendilere karşı nefret ve tiksintisini bildirir.

3. ...Cenap Şahabettin, Ali Kemal, Rıza Tevfik, Hüseyin Daniş ve muallim Barsamyan Beylere bu kararı bildirerek kendilerini istifaya davet ettiğini ve öğrencilerin bilim ve kültür adına değil, basit bir vatandaş sıfatıyla dahi kendileriyle ilişkide bulunmayacaklarını ilan eder. ...”

Daha sonra toplanan fakülte profesörler kurulu beş öğretim üyesi hakkındaki suçlamaların incelenip yersiz bulunduğunu açıkladı.... Suçlananlar da gazetelerde öğrencileri aşağılayan yazılar yayımlamaya başladılar. Edebiyat Fakültesi öğrencileri öteki üç fakültenin öğrencilerini de yanlarına alarak “grev”e gittiler.

... Ertesi günkü gazeteler Fen Fakültesi hocası ve Maarif Nazırı Said Bey’in “Bütün uygar ülkelerde öğrencilerin bu gibi gösterileri olur” dediğini yazıyor; “Bu olayda öğrencilerin kışkırtmalara kapıldıkları söyleniyor, ne dersiniz?” sorusunu “ Hayır, olamaz. Zira bununla Darülfünun öğrencileri yeteneksizlikle suçlanmış olur, oysa Darülfünun öğrencileri kışkırtmaya asla kapılmaz” diye yanıtladığını belirtiyordu.

19 Nisan günlü gazetelerde, Ankara’daki TBMM üyelerinden Dr. Fikret, Mahmut Esat Bozkurt, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Numan Usta’nın üniversite öğrencilerine çektikleri telgraf yayımlandı:

“... Vatanın en değerli evlatları, öğretim için tahsis edilen kürsüleri kötüye kullanmış olanlara karşı gösterdiğiniz yiğitlik ve direnci övünçlerle öğrendik, var olunuz. Vatan ve millet sizden hoşnut olur ve sizinle övünürse yeri vardır. Saygılarımızın kabülünü rica ederiz.”

...Öğrenciler Sultanahmet’te Akademi denilen kahvede toplanarak belirlenen günde fakültelere gidip olay çıkartmak ve böylece üniversite yönetimine derslere yeniden ara verdirmek kararı aldılar... Daha sonra öğrenciler hocaları Ali Kemal, Köprülüzade Fuat, Cenap Şahabettin ve Ali Reşat beyleri üzerlerine çürük yumurta atarak protesto ettiler... Bunun üzerine Senato yetkisini kullanarak öğrenciler tarafından istenmeyen hocalara süresiz izin verdi ve yerlerine yeni öğretim üyeleri atadı. Karar 29 Temmuz 1922’de onaylandı... Kazım İsmail Gürkan o günü (8 Kasım 1922) şöyle anlatıyor:

Zeynep Hanım konağı önünde toplanan halk, gençleri bağrına basmak istiyor, ahali arasından gençlere sevgi gösterileri yapılıyor, binanın balkonundan, pencerelerinden heyecanlı cevaplarla ‘Mustafa Kemal, Ordu’ seslenişleri yükseliyordu.”

Olayın bir saldırı veya provokasyon değil, demokratik bir öğrenci protestosu olduğunu anlatan açıklamaları gazetelere gönderdiğimiz günden itibaren bu sefer de başka bir argüman piyasaya sürüldü.

Mandacı yazarlar bir yumurtalı protesto gösterisinin nasıl olacağı ve kime karşı yapılacağı hakkında yönetmelik gibi maddeler sürdüler önümüze. Anlaşılan yazarlarımız protestonun kime karşı ve nasıl yapılması gerektiğini belirleme yetkisini de kendi tekellerinde görüyorlardı. Onlara göre bir protesto gösterisi ancak politikacılara, devlet adamlarına, yani iktidar gücünü elinde bulunduranlara karşı yapılabilirdi. Bir yazar ise asla bu şekilde protesto edilemezdi. Adnan Ekinci ise Atatürkçü gençleri göstere göstere polise ihbar eden yazısında yumurtalı protestonun kaç metreden yapılabileceğinin bile kurallarını koyuyordu. Ona göre eylem iki metreden yapıldığı için geçersizdi. ‘Özgürlükçü’ yazarlarımız nedense kendilerinden biri protesto edilince birden yasa, yönetmelik ve kolluk kuvveti hayranı oluvermişti.

Öncelikle yumurtalı protestonun nasıl yapılacağını belirleyen bir yasa, kaide veya yönetmelikten haberimiz olmadığını belirtelim. Bu konuda tek teamül yumurtanın protesto edilecek kişinin kafasında patlamasıdır ve kural-kaide meraklısı yazarlarımızın televizyonlardan da izlediği gibi bu teamül yerine getirilmiştir.

Bunun da ötesinde protesto eylemi yazarların saydığı anlamsız kurallara bile uymaktadır. Ahmet Altan sıradan bir yazar değildir. Ölçüt, protesto edilecek kişinin arkasındaki iktidar gücüyse eğer; Altan’da bu, istemediğiniz kadar vardır. 80 yıl önce Ali Kemal’lerin arkasındaki iktidar ve güç bugün de Altan’ın arkasındadır.

Ahmet Altan 12 Eylül rejiminin yarattığı; sola, Atatürk’e ve tüm milli değerlere saldırarak yükselmiş bir ‘yazardır’. ‘Solcu’ olduğunu ilan eden yazarların sola küfrederek yazarlık serüvenine başlamış ve bu uğurda 12 Eylül rejimince de desteklenen Altan’a sahip çıkmaları ilginçtir.

Altan’ın arkasında büyük sermaye grupları ve medyanın büyük reklam kampanyaları vardır ve bunlar olmaksızın bir Ahmet Altan düşünülemez. Ahmet Altan şahsında protesto edilen, bu yazarı yaratan 20 yıllık Amerikancı, Avrupacı, işbirlikçi iktidarlardır.

Şimdi köşelerinde Ahmet Altan’ı savunarak Atatürkçü gençlere karşı bir linç kampanyası başlatan yazarlar da aynı sürecin ürünüdürler. Atatürkçü gençlere saldıran yazarların hepsi aynen Ahmet Altan gibi Kenan Evrenler, Özallar ve onların arkasındaki emperyalistler sayesinde bulundukları yere gelebilmişlerdir. Mandacılık ve işbirlikçilik yaparak geldikleri yerin sarsılacağını ve Atatürkçü gençlerin artık küfürlerine sessiz kalmayacağını gören yazarlar Ahmet Altan’ı bahane ederek kendilerine dokunulmazlık talep etmektedirler.

Gerçekte kimsenin Ahmet Altan’ı veya yazarlık onurunu düşündüğü yoktur. Ahmet Altan gibi bunlar da korkaktırlar ve daha şimdiden dokunulmazlık talep ederek kendilerini kurtarma derdine düşmüşlerdir. Kendilerini kurtarmak için de “biz yazarız, biz istediğimiz kadar işbirlikçilik yapabiliriz, Türklere ve Atatürk’e isteğimiz kadar küfür edebiliriz” demektedirler. Ama halkın öfkesi karşısında onları kurtaracak hiçbir dokunulmazlık zırhının olamayacağını da bilmelidirler.


Fikir adamı değil küfürbaz, edebiyatçı değil pornocu.,



Tabi tüm bu yazılanlar Ahmet Altan’ı bir fikir adamı ve bir edebiyatçı sanma şaşkınlığıyla da elele yürümektedir. “Ahmet Altan bir fikir adamıdır ve fikirlerine fikirle karşılık verilmelidir” denmektedir. Mandacı ve işbirlikçi bir fikre fikirle karşılık vermek diye bir zorunluluk yoktur. Atatürçülerin vatanı satma fikrine karşı mücadelesi bir fikir mücadelesi değil, tam bağımsızlık mücadelesidir, bu mücadele emperyalistleri ve uşaklarını ülkeden kovana dek sürer.

Kaldı ki Ahmet Altan ortaya bir fikir de sürmemektedir. Yaptığı tek şey Atatürk’e, Türklere ve sola küfretmektir. Küfrün de elbette ki bir karşılığı vardır. Ahmet Altan bir fikir adamı değil, küfürbazdır ve bir küfürbaza nasıl davranılması gerekiyorsa ona da o şekilde davranılacaktır.

Yalçın Küçük, Ahmet Altan romanları için küfür romanları derken doğru fakat eksik bir değerlendirme yapıyordu. Ahmet Altan’ı bir edebiyatçı, yazdıklarını da roman saymak hata olur. Bize hayatı mahkemelerde geçen muhalif yazar olarak sunulan Altan’ın, davalarında düzene muhalefetten yargılandığı sanılmasın. ‘Kahraman muhalif’ Altan’ın davaları, daha ziyade genel ahlaka muhalif porno yayınlarıyla ilgilidir. Ahmet Altan’ın yazdığı porno fantezilere roman demek, bu memlekette yetişmiş bu kadar romancıya yapılmış bir ayıptır. Yazara, edebiyatçıya saygıdan sözedenler pornocuların hiç de saygı duyulacak bir iş yapmadığının farkına varmalıdır.

Atatürkçülük küfürler karşısında susup kalmak değildir

 

ADKF Başkanı Özgür Billur:

 '' İhbarcı gazeteciler, işte adımız, adresimiz ''


Ahmet Altan protestosu “Türk Basını” içindeki ihbarcı gazetecileri de bir bir ortaya çıkardı. Atatürkçü gençlere yönelik bir linç kampanyası başlatan, polisi ve savcılığı göreve çağıranlar kendi ihbarcılıklarını teşhir etmekten başka bir sonuca ulaşamadılar.

 Arkalarını belli güçlere dayayarak gazetelerde köşe kapmış bu yazarların ne kadar demokrat ve özgürlükçü oldukları da ortaya çıkmış oldu. Mandacıların artık üniversitelerde konuşturulmadığını görünce telaşa kapılan bu yazarlar bizi de kendileri gibi sanmış olacaklar ki polisle, savcılıkla korkutmaya çalıştılar.

Şeriatçı Mehmet Yavuz ile Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı açık açık ADK’ların kapatılmasını istediler ve Atatürkçü gençlere yönelik saldırıları da kışkırttılar. Adnan Ekinci ise köşesinde “Polis nerede? Savcılık nerede?” diye telaşla sorup durdu.

 Polisle savcılığın nerede olduğunu bilemeyiz ama bizim yerimiz belli. Açın gazetenin künyesini; işte adımız, işte adresimiz. Tüm ihbarcı gazeteciler sıraya girip “Atatürkçü teröristlere” karşı ava çıkabilirsiniz.


Protesto sonrası Atatürkçü gençlere karşı yürütülen linç kampanyası “demokrat” yazarlarımızın köşelerinde Kenan Evren zihniyetini tekrar hortlatmıştır. Atatürkçü gençlerin eylemini Atatürkçülüğe karşı gösterenler işi Atatürkçülüğün yasaklanmasını teklif etmeye kadar götürmüşlerdir.

Şeriatçı Yeni Şafak yazarı Mehmet Yavuz ile Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı’yı birleştiren çizgi Kenan Evren’in Atatürk’ü koruma kılıfı altında Atatürkçülüğü yasaklama anlayışıdır. Kimin Atatürkçü olduğunu belirleme yetkisini kendilerinde bulanlar durmadan yapılan protestonun Atatürkçülüğe yakışmadığını tekrarlamaktadır.

İşin ilginci “Atatürk’ü Atatürkçü gençlere karşı savunma” işi şeriatçı Yeni Şafak Gazetesi yazarı Memmet Yavuz ve onunla elele veren Orhan Bursalı’ya düşmektedir. İkisi de Atatürkçü gençleri, ADK ve ADD’yi hedef göstermekte ve bu kuruluşların kapatılmasını istemektedir.

Telaşa kapılan İkinci Cumhuriyetçiler ve şeriatçılar belli merkezlere mesaj göndererek bizleri hedef göstermekte ve Atatürkçü gençlere yönelik saldırıların kışkırtıcılığını yapmaktadır. Muammer Aksoy’lar, Uğur Mumcular, Kışlalılar öldürüldüğünde ne yazarlığın ne de Atatürkçülüğün sözünü etmeyenler Ahmet Altan protesto edilince birden yazarlara yönelik saldırılara karşı çıkmayı ve Atatürk’e sahip çıkmayı akıllarına getirmişlerdir.

Atatürkçülük küfürler karşısında susup kalmak değil, bu küfürlere cevap vermektir. 

Atatürkçülerin mücadelesi yalnız emperyalistlere ve şeriatçılara değil, aynı zamanda Atatürk’ü halktan koparmaya çalışan Gardrop Atatürkçülerine de karşıdır. 
Gardrop Atatürkçüleri gençleri de kendilerine benzetmek istemektedirler. 

Atatürkçülük hiç de onların sandığı gibi uslu çocuk olmak demek değildir. 

Mandacılara karşı Atatürkçülerin vereceği mücadelenin kaynağı Bursalı’nın ve şeriatçıların tavsiyeleri değil, Atatürk’ün gençliğe hitabesi ve Bursa Nutku’nda dile getirdiği esaslardır.

Ahmet Altan’ı hoplaya zıplaya kaçırtan da, onun medyadaki tüm dostlarını ve ikinci cumhuriyetçi zevatı bu kadar telaşlandıran da gençlerin ve halkın tekrar devrimci Atatürk’e sahip çıkmasıdır. Milliyetçi gençlerin Ali Kemalleri üniversiteden kovması kurtuluş savaşının ateşleyici unsurlarından birisi olmuştu. Şimdi de Atatürkçü gençlerin Ahmet Altan gibi bir Türk ve Atatürk düşmanı işbirlikçiyi üniversiteden kovması hayırlı gelişmelerin habercisidir.

 Bu protestonun toplumda Atatürk düşmanlığını körüklediğini savunanlara en güzel yanıt, günlerdir gösteriyi yapan arkadaşlarımızı tebrik eden yurttaşlarımızın, öğrencilerin, üniversite çalışanlarının coşkusu ve sevincidir. Artık Atatürk düşmanlarını gördüğü yerde protesto etmek, konuşturmamak sadece Atatürkçü öğrencilerin değil tüm yurtttaşların görevidir. İkinci Cumhuriyetçi zevat korkmakta ve korkusundan ciyaklamakta sonuna dek haklıdır. Çünkü pek yakında sokağa bile çıkamayacak duruma düşecekler.


http://www.turksolu.com.tr/16/ayas16.htm