Güneş Ayas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güneş Ayas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2017 Salı

19 Mayısa Komplolar ve Türbanlı-Türbansız Matriksçiler

19 Mayısa Komplolar ve Türbanlı-Türbansız Matriksçiler 


Bedri Baykam
26.05.2003/Sayı:31

19 Mayıs’a Komplolar ve “Türbanlı-Türbansız Matriksçiler” (!)
Tanrım, o ne rezil bir komplo sahnesiydi. Millet Meclisi’nde zibidinin biri kürsüye çıkmış “Efendim biz artık stadyumlardaki zoraki militarize programları izlemek istemiyoruz, bu Maoist dayatmalar bitsin artık” türünden bir jargonla Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’na saldırıyor. Olayın tamamen montaj sanayi olduğu o kadar belli ki, o kıza “Mao kim” diye sorsan, “Miyaou mu dedin?” diye ortada kedi arayacak... Ama senaryo işliyor: Bakan hemen mutlu bir gülümsemeyle “Gençliğin bu tepkisini (!) algıladığını, hoşgörüyle ona hak verdiğini ve pek yakında onun da arzusunun bu durumları aşmak olduğunu” belirtiyor. 19 Mayıs törenlerinden ruhu sıkılmış öğrencimiz mutlu, bakan mutlu, gazeteciler mutlu...

Herhalde salonda “Bir dakika, ne oluyor burada, sen kimin adına hangi hakla konuşup, 19 Mayıs’a dil uzatıyorsun, kim sana gençlik adına konuşma yetkisi veriyor, bu ne küstahlık, ne ahlaksızlık!” diye gürleyecek dersiniz değil mi? Ne gezer! Oradaki tüm bebeler anlaşılan derleme! AKP Bakanlarının, milletvekillerinin, il-ilçe başkanlarının çocukları, ya da bu konulardaki “vericiliği” ve “edilgenliği” özenle seçilmiş, onun bunun liberal-sentez çocukları! Sonuç tam bir komedi. Tam bir traji-komedi. (Öğreniyoruz ki CHP’li gençler davetlilermiş, ancak gitmemişlermiş. Doğruysa çok yanlış. Onlar da her yerde mevzileri başı boş bıraka bıraka bir hal oldular. Yoksa yine Genel Merkez’den izin mi çıkmadı? Umarım böyle birşey yoktur.)

Medyamızın yıllardır ve özellikle son zamanlarda ablukası altında olan gençliğimizin bir kısmı da, komplonun, bir parçası değil ama artık o kadar beyni yıkanmış ki malum 2. Cumhuriyetçi bombardımanından, sonuçta sıkılan palavraları büyürken 2450. kere duyduğu için, artık bu fikirleri kendisinin sanıyor. Evet, ne yazık ki, gençliğimizin bir bölümü de, kendi ders, para ya da gönül dertlerinden tuzağın farkında değiller ve türbancıları ya da “19 Mayıs reformcuları”nı (!) gerçekten “demokratik” taleplerde bulunan masum insancıklar sanıyorlar.

Erdoğan, Samsun’da konuşuyor. Atatürk’e vurgu ne kadar biliyor musunuz? Efendi, Bandırma Gemisi’nde, bir kaptan varmış, bir de komutan! Hepsi buymuş! Tabi başka nelerden, kaçar dakika söz etti, onu geçelim.

Evet, senaryo hep aynı: Bizi milli hislerimizden, vatan sevgimizden, yurttaşlık bilincimizden, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk aşkımızdan koparmak. Bundan bir türlü bıkmıyorlar. Kimi kalkıp İstiklal Marşı’nı “prozodi”si bozuk diye değiştirmek istediğini söylüyor, kimi 19 Mayıs’ta bu askeri törenleri boş verelim diyor, kimi ise böyle bir günde bile Atatürk’ü ve onun gerçek hedeflerini ağzına almamaya yemin ediyor. Böyle bir Türkiye’yi “tersinden adım adım kurarak”, (!) bölünmüşlüğü, sen-ben kavgasını yıllardır körükleyerek ülkeyi bu uçurumun eşiğine getiren tüm “Sol liderlerimizi” canı gönülden kutlarım. (Gerçi aralarından biri, artık solculuktan yorulmuş, solu merkeze, merkezi sola, eski sözler ve vaatler sandıklarını da kilere çekip, salon salomanjede eski, IMF müdürü denetiminde keyifli genel ve ev toplantıları düzenlemek istiyormuş, katılım büyük olacakmış. Bu apayrı bir dünya olduğu için, onu şimdilik köşeye koyup, başka sefere diyelim.)

Solumuzdan söz ediyoruz da... O kadar yürüyüşe, mitinge, toplantıya katılıp, o kadar flama, çıkartma ve rozetimsi eşya görüyoruz... Siz hiç kendi bayrağından bu kadar korkan, kendi bayrağının anlamını bu kadar bilmeyen, o bayrağın taşıdığı emekçi-köylü-kuvayı milliyecilerin şehit kanının sevgisiyle alay edercesine onun sembolleşmesini reddeden, başka bir ülkenin solcularını gördünüz mü? İnanın ben görmedim. Rusya’dan Küba’ya, Amerika’dan Fransa’ya, Mısır’dan Tayland’a dünyanın dört bir yanını gezdim, ama görmedim. Mustafa Kemal’in bayrağını “faşistlik”, “Şövenlik”, “Irkçılık” gibi alçakça ve cahilce yorumlarla hırpalamaya çalışanların alnını karışlarım. Siz bölünmeye ve Cumhuriyet’in temel değerlerini küçümseye devam ederken, yobazlar da, bölücüler de, Sevrciler de, 2. Cumhuriyetçiler de ne yazık ki yol alıyor. Kına yakın. Zil takıp oynayın.

Beyninizi zavallı şablon düşünceler üretmek yerine, bari 1-2 gün çalıştırın, sonra uyumaya devam edin. Göreceksiniz ki AB’de o meşhur Oostlander Raporları boş yere yazılmıyor. Göreceksiniz ki, AB’nin, Sevrciler’in, yobazların, Kemalizm ve Ordu düşmanlıkları bölük pörçük ayrı parçalar değil. Bir büyük komplonun birbirini tamamlayan dalları. Yobazlar AB’yi iki hedefleri için kullanıyorlar: Birincisi, AB onları almadıklarında rotayı İran’a, Suriye’ye, Suudiler’e çevirip, “Ne yapalım gördünüz, elimizden geleni yaptık, ama bizi istemediler” diyebilecekler. Öte yandan bizim güya “AB standartlarına uyum paketimiz” (!) çerçevesinde, MGK içinde Ordu’nun gücünü azaltmak, sembolik hale getirmek veya MGK’yı toptan sistemimizden çıkarıp ortalığı toptan “AK (?) Parti”nin emin ellerine teslim etmek, bu anlayışın esas nedeni. Çünkü o zaman apartmanlarda mescitler de rahat açılabilecek, haftalık tatil günleri de Cuma’ya alınabilecek, sudan sebeplerle içki ruhsatları da iptal edilebilecek, uzun lafın kısası, ülkenin ve Atatürkçülüğün karartma operasyonu tüm hızıyla sürebilecek.

Nasıl olsa “Aman dini duyguları yıpratmayalım, biz artık merkeze geldik” diye CHP çok yüksek sesle karşı çıkamaz, basın ise, hükümetle olan çok yönlü ilişkileri (!) doğrultusunda, belirli dengelere hapis durumda! Mesela, çağdaş Türkiye’nin anlı şanlı Sabah Gazetesinde, Ahmet Hakan, AKP’li Sayın Bakanın giydiği slip mayodan dehşete (!) düşebiliyor ve bu çok olağan. Çünkü, Hürriyet Ülsever’i aldıktan sonra, onların ondan da daha tescilli bir islamcıyı hemen afişe çıkarmaları lazımdı. Ama Sabah Gazetesinde Kemalist görüşlerle ilgili kesin yasaklama (Hıncal’ın köşesi hariç) aynen sürüyor. Milliyet Gazetesi ise beni şaşırtıyor. Daha düne kadar yazarların binanın önünde Doğan Medya Grubunun yayın ilkelerini sıralarken “Atatürkçüyüz” diye basbas bağıran bu grup, 19 Mayıs kutlamalarına o alçakça tepkiyi verenleri manşete taşıdı da o haberin Atatürkçüler’de yarattığı tepkiyi görmezden geldi. Nereden mi biliyorum? Birinci elden biliyorum. Arayıp tepki veren bendim, demeç veren bendim, ama ertesi gün o gazetede sözlerimi boş gözlerle aradım. Çünkü bu sefer de 1. sayfadan Abdullah Gül’ün oğlunun demeci vardı: “Anneme (türbanlı diye) Sarslı gibi davrandılar”. İçyüzünü çok iyi bildiğiniz bu polemiğe ve acındırma politikalarına hiç girmeyip Milliyet Gazetesinin dikkatini çekmekle yetineceğim.

Bu makalenin yazıldığı saatlerde, Hürriyet Gazetesi ise, sürmanşetine, 19 Mayıs mızıkçılarının baş sözcülüğünü yapan kızı taşımış. Hanımefendi anlaşılan “maşa” grubundan değil, “saf demokratlar” grubundanmış. 

Onları AKP yönlendirmiyormuş. İnsanlar bugün artık Charlie Chaplin izlemiyormuş, Matriks izliyormuş. (Biri onlara anlatmalı ki, onlar 80 yıl sonra hala Chaplin filmlerinden söz edecekler ve 50 yıl sonra başka filmler geçici olarak moda olduğunda yine Chaplin’le kıyaslanacaklar, Matriks’le değil! Ama bunu düşünebilseler, zaten o tuzaklara düşmezler.) O gençlerimiz, Mehmet Altan neo-liberal dikta rejiminin söylemini iyi ezberlemişler. Bu gösteriler 1930’lardan kalmışmış. Kimse izlemiyormuş. (Vay vay vay. Şu meşhur “1930’larda dikilen ceket bugün bize dar geliyor” safsatası!) Vallahi ben ve ailem keyifle oturup izledik. Ayrıca bu gösterilerin dünyanın onca başka yerinde yapıldığını bildiğimiz gibi, dünyanın en görkemli sportif olayı Olimpiyatların ana sunuluşunda da yine aynı gösterilerin gelişmişi var! Ama doğduklarından beri onlara empoze edilen saçma düşüncelere göre, her toplu yürüyüş, her vatan sevgisi gösterisi, her bayrak ve Cumhuriyet aşkı, hep “Kemalist demode dayatmanın” sonucu!

İyi de, değerli üstün zekalı gençler, Fransızlar, Dünya Kupasını aldıklarında, 7’den 70’e, sağcısından solcusuna, ulusal marşlarını söyleyerek, bayraklarla Champ Elysees’yi doldurmamışlar mıydı? İtalyanı, Brezilyalısı, Arjantinlisi, İngilizi bunu hep yapmıyor mu?

Ama, ben o gençleri anlayabiliyorum... Doğduklarından beri, bombardıman altındalar, Kemalizm’i yasaklamayı demokratiklik sanan sözde neo-liberal, özde neo-faşist salaklar ordusu, her yeri kanser gibi sarmış durumda. Ve şayet bu gençler olayların iç yüzü ve gerçeklerle bir tesadüf sonucu karşılaşmazlarsa, bu batağa saplanıp gidecekler.

İşte Türksolu ve İleri dergileri, Cumhuriyet Gazetesi, bu yüzden önemli, bu yüzden artık toplumumuzda öncü bir rol üstlenmeleri hızlanacak.

Geçen akşam Hulki Cevizoğlu’nun ATV’deki programına Türksolu ve İleri’yi temsilen Güneş Ayas ve Erkin Yurdakul çıktılar. Ardından ben de telefonla katıldım. Telefon görüşmesinin içine sığdıramadığım bazı netleştirmeleri burada yapmam lazım.

Değerli dostum Cevizoğlu, öncelikle göbekçe medyanın aksine vuku bulan olaylara saçma aceleci yorumlarla katılacağına Türksolu ve ADKF’yi temsil eden gençlere söz hakkı vermeyi tercih etti. Bunun için gerçekten kendisine teşekkür borçluyuz. Bu konu elbette ki medyanın en kritik saatlerine girmeyi hak ediyor. Ama hepimiz biliyoruz ki, bu medyanın birçok önemli odağı ruhunu da, beynini de, izanını da kaybetmiş durumda. Buna karşın Cevizoğlu, Türksolu’nun “ Dayan Irak, Dayan Saddam ” kapağına takmış. Cevizoğlu diyor ki, “Evet, büyük çoğunluk o savaşa karşıydı, ama Saddam gibi bir diktatör nasıl desteklemiş?” diyor. Sevgili Cevizoğlu, bunun yanıtı çok net. O gün onca konu arasında Saddam’a dönmeye fırsatımız olmadı. Dünya ve Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğu o savaşta Irak’ı tutuyordu. Bunu siz de biliyorsunuz. Es Sahaf televizyona çıktığında herkes “Cepheden iyi haberler var mı” diye TV başına üşüşüyordu, nasıl unutulur? İşte herkes ve bizler, o emperyalist saldırıya karşı, ABD’yi tutarken doğal olarak o Irak ordusunun bir başkomutanı, bir hiyerarşisi, bir dizini, bir erlerine kadar giden emir komuta zinciri var. Çünkü orada yaşanan bir savaş, atari veya Monopoly oyunu değil. Bir ülkenin de böyle bir savaşı kazanması ancak orduların başkomuta kademesinin, yani Irak’ta Saddam’ın yere sağlam basmasıyla olabilirdi. Başka bir ihtimal yoktu. Dolayısıyla o halkın özgürlüğü, yediği bombalar, sömürgeleşmesi, bunların hepsi o anda Irak halkının yanında olanlar, endirekt olarak Saddam’ın yanında oluyorlarsa, bu Saddam’ı ve onun geçmiş politikalarını veya katliamlarını-diktatörlüğünü destekledikleri anlamına hiç gelmiyor. Aynı şekilde o savaş süresinde “Ben Saddam’ı desteklemiyorum, o pis diktatör varsın yok olsun, devrilsin, ama ben bu savaşta Amerika’yı değil, mazlum Irak halkını tutuyorum” demenin de hiçbir mantığı ve elle tutulur tarafı, takdir edersiniz ki yok.

Bu tartışmaya son noktayı koymak adına şunu vurgulayalım ki, tabii ki ne Saddam, ne Bush ne de Blair ya da Chirac, Atatürk’le kıyaslanabilirler. Kimse abesle iştigal etmesin, kimse laf üretmesin. Atatürk bin yılda bir gelen, tarihin bir komple atletiydi. Büyük devrimci, ideal devlet adamı, kültür devrimcisi, büyük komutan, halk insanı, hümanist bir zeka ve cesaret deryası... Hem de mütevazılığı ve insancıllığı ile tüm halkının gönlünü asırlar boyu fethedecek bir tarihi istisna. Türksolu’nun o başlığının ne anlama gelip gelmediğini artık lütfen kimse bu açıklamalardan sonra ağzına sakız yapmasın. Aklı başında herkes tabii ki Irak’a demokratik bir rejim gelmesini, Saddam’ın gitmesini ister. Ama bunun Amerikan sömürgeciliğine boyun eğmekle bir alakası yoktur. Ne Amerika hiçbir ülkeye tepeden inme demokrasi getirebilir, ne de zaten bunu arzular. ABD’nin demokrasiden anladığı, kendi çıkar ilişkilerine onay verecek herhangi bir çıkar şebekeler grubunu, el atabildiği her yerde göreve taşımaktır. Bunu herkes bilsin ve “Dünyaya realist bakmaktan” filan söz etmesin.

Bu davul, bu sütunda anlayana çalmaya devam ediyor.


http://www.turksolu.org/31/baykam31.htm

27 Ocak 2015 Salı

Atatürkçü Öğrenciler İkinci Cumhuriyetçi Ahmet Altan’ı '' Yumurta atarak Protesto etti ''




Atatürkçü Öğrenciler İkinci Cumhuriyetçi Ahmet Altan’ı  '' Yumurta atarak Protesto etti ''

Güneş Ayas
04.11.2002 Sayı:16


24 Ekim’de İstanbul Üniversitesi’nde Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu’na bağlı öğrenciler Ahmet Altan’a yönelik bir yumurtalı protesto gösterisi düzenlediler.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne İktisat Kulübü’nün davetlisi olarak gelen Ahmet Altan’ı İktisat Fakültesi koridoruna girdiği sırada “Türk Düşmanı Ahmet üniversiteden defol”, “Atatürk düşmanı Ahmet Altan üniversiteden defol”, “İşbirlikçi Ahmet Altan’ı üniversitede istemiyoruz” dövizlerini açan yaklaşık 50 kişilik Atatürkçü öğrenci sloganlarla karşıladı.

Sloganlar karşısında şaşkına dönen Altan daha ne olduğunu anlamadan Atatürkçü öğrenciler tarafından yumurta yağmuruna tutuldu. Yüzüne ve vücuduna gelen yumurtalarla omlete dönen Altan koşturarak İktisat Fakültesi kapısına yöneldi. Atatürkçü öğrencilerin kovaladığı Altan arkasına bakmadan üniversiteden kaçtı.”

Protesto sona erdikten sonra da yukarıdaki metin tüm basın-yayın kuruluşlarına fakslandı. Faksın ulaşmasıyla birlikte dergi büromuzu arayan basın kuruluşlarına olayın görüntülerinin de elimizde olduğu ve isterlerse alabilecekleri söylendi. Bir kaç saat içinde Star gazetesi ve televizyonu, Milliyet ve Hürriyet gazeteleri ile Kanal D televizyonlarının muhabirleri gazetemize geldiler.

Sömürge basınının Atatürkçü gençlere yönelik yalan ve linç kampanyası


Hepsine basın açıklaması metniyle beraber olayın görüntüleri ve Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu’nu etraflıca tanıtan broşürler verildi, olay en ince ayrıntısına kadar konuşuldu. Hatta Kanal D, olayın görüntülerini satın almak için 250 milyon lira teklif etmesine karşılık bu teklif reddedildi ve tüm gazete ve kanallara bir basın kuruluşunun doğru ve eksiksiz bir haber için ihtiyaç duyduğu tüm malzeme dağıtıldı.

Ne var ki akşam televizyon başına geçip Kanal D’nin haber bültenini izlemeye koyulduğumuzda bambaşka bir haberle karşılaştık. Bir grup saldırgan öğrenci Ahmet Altan’a çirkin bir saldırı gerçekleştirmiş ve “Din düşmanı Altan” diye bağırarak terör estirmişti.

Kanal D’nin ana haber bültenini hazırlayanlar, Altaylı ile Altan arasındaki kişisel kavganın hemen sonrasında Altan’ı komik ve zavallı duruma düşürecek görüntüleri ustaca kullanarak patronlarını memnun edecek bir haber yaptılar. Ancak ADKF’nin basın açıklamasıyla ilgisiz ve tamamen yalan üzerine kurulu bir haber yaparak da Atatürkçü gençlere yönelik bir linç kampanyasının önünü açtılar. Zaten Fatih Altaylı eylemi saldırı olarak niteleyen ve Atatürkçü gençleri kınayan bir yazı da yazdı. Böylece Fatih Altaylı hem kişisel rakibi Altan’ı küçük düşürerek hem de Atatürkçü, devrimci gençleri şeriatçı, sağcı saldırganlar olarak göstererek bir taşla iki kuş vurmaya çalıştı.

Kanal D’nin haberini diğer gazete ve televizyonlardaki haberler, ardından da köşe yazıları izledi. Olayın ardından “Türk Basını”nın bütününde eylem aleyhinde bir karalama kampanyası başlatıldı.

Bir hafta boyunca iki tür tepkiyle karşılaştık. Atatürkçü gençleri gördüğü her yerde tebrik eden, büromuzu arayarak “gençlerin ellerine sağlık” diyen vatandaşlar ve Atatürkçü gençlere karşı bir linç kampanyası başlatan, işi ADK-ADD’lerin kapatılması önerisine kadar götüren 2. Cumhuriyetçi-şeriatçı zevatın köşeyazarları.

Bir haftadır Atatürkçü gençlere yönelen yalan ve linç kampanyası elbette ki halkta Ahmet Altan’a yönelik en küçük bir sempati bile yaratamadı. Halk kendisine küfredene hoşgörü duymayacağını gösterdi. Ama yine de bunca yalana ve çarpıtmaya karşı kamuoyunu tekrar bilgilendirmek ve Ahmet Altan’ın yolundan gitmeyi sürdürenleri uyarmak üzerimize farz oldu.

 ***

Salına Salına gelip, Hoplaya Zıplaya Kaçtı!


Birtan Ürün


Vay vay vay, bu ne sürpriz! Fransız Ahmet İstanbul Üniversitesi’ne şeref vermişler. 

Şu adama bak hele, bak şu asalete. Boyu posu, kirli sakalıyla, loş ışıkta pırlanta gibi parlayan keliyle işte karşımızda. Her tarafından entelektüellik fışkırıyor mübarek. Nasıl da salına salına yürüyor koridorda. Neredeyse duvarlar secdeye yatacak bu müthiş karizma karşısında.

Gerçi bu “iğrenç”, köklü halk üniversitesine geldiğinden midir nedir kendisini biraz Fransız hissediyor bu ortamda. Onun halkla nasıl bir münasebeti olabilir ki daha onu anlamıyorlardı bile.

Ama içi az sonra öğrenci arkadaşları engin kültürüyle aydınlatacak olmanın huzuruyla doluyor. Bilgisini ve mantalitesini borçlu olduğu o müthiş Batı kültürüyle öğrencilerin kafasını öyle yoğurmalı ki asıl medeniyet beşiğinin Anadolu kültürü değil Batı kültürü olduğunu iyice kavrasınlar.

Zaten Türkler medeniyet adına ne yapmışlar ki bugüne kadar. Yahu arkadaş, şu Türklerin ancak kavga döğüşten, adam kazıklamaktan anlayan düzenbaz, aşağılık kişiler olduğunu anlamak bu kadar da zor mu?

Sen kalk “Yurta sulh cihanda sulh” de ondan sonra da tüm komşularınla kavgalı ol! Hele ulusal parası bu kadar değersizken ulusal onur diye yırtınıp durmak da dangalaklığın daniskası hani. Ah ne vardı sanki Batılı olarak doğsaydı, baştan aşağı kültürle bezenmiş o yerlerde büyüseydi.

Yine de Fransız Ahmet şanslı görür kendini, bu yobaz, medeniyetten nasibini almamış, gönüllleri vatan millet sevgisiyle dolu cahil insancıklardan kopmayı başamıştır.

Ya Atatürk denilen tam bağımsızlık manyağı aynı zamanda halkçı ve milliyetçi de olan bu adam öldükten sonra başımıza medeni ve mantıklı zatlar gelmeseydi! Düşüncesi bile kanını dondurmaya yetti.

Mösyö Ahmet işte bu karmaşık düşüncelerle yürüyordu okul koridorunda. Fakat bu çatırtılar da neyin nesi? Kel kafasından ağzına doğru akan bu iğrenç beyaz sarı sıvı da ne oluyor? Acaba fazla düşünmekten beyni mi sulanmıştı?

Gökten yumurta yağıyor sanki, güzelim siyah ceketi, pantalonu, gömleği iğrenç köy yumurtasına bulanmıştı, tek gördüğüyse ona doğru bağıra çağıra yumurta atan kaba ve vahşi erkekler! Dörtbir yandan yumurta yağıyor, sığınacak bir fare deliği de yok ki ortalarda.

Hayret işe yaramaz Türk erkekleri de ammma keskin nişancılarmış meğer. İyice yumurta manyağı olmadan tabanları yağlamalı, yağlamalı da ne tarafa? En iyisi arkaya bile bakmadan geldiği gibi gitmek, ama bu sefer salına salına değil hoplaya zıplaya! Aman Ahmet dedi kendi kendine bacaklara kuvvet yoksa omlete döneceksin...

Bu ne sürat Fransız Ahmet kimden korkuyorsun yumurtadan mı yoksa Türk erkeklerinden mi? Aslında Türk erkeklerinden korkmakta da haklısın, adamlar kadın ruhundan bile anlamıyorlar, sanattan sanatçıdan mı anlayacaklar!

“Dünyanın en tehlikeli eğlencesi Türk olmaktır ve biz korkuyla eğleniriz” demiştin ya, seni dudağında uçuk çıkartacak kadar korkutan olay emin ol başkalarını çok eğlendirdi.
 
Saldırı değil, Protesto Gösterisi.,  !


Olay, tüm gazete ve televizyonlarda Ahmet Altan’a yönelik bir saldırı olarak gösterildi. Hatta Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı işi protesto gösterisini vahşi Afrika’daki bir av sahnesine benzetmeye kadar vardırdı.

Oysa görüntülerden de rahatlıkla anlaşılabileceği gibi Atatürkçü öğrenciler bırakalım Altan’a saldırmayı, saldırma girişiminde bile bulunmadılar. Yapılan, sadece tüm dünyada benzer durumlarda yapıldığı gibi yumurta fırlatarak protesto etmekti. Ahmet Altan’ın 28 Ekim tarihli olayı anlatan yazısında kendisine saldırılmadığını bizzat söylemesine karşılık Altan’dan daha fazla Altancı köşe yazarları durmadan bu saldırı edebiyatını pompalayıp durdular.

Tüm dünyada yumurta, domates veya pasta fırlatarak yapılan eylemler saldırı değil, protesto gösterisi olarak adlandırılır. Atatürkçü gençlere saldıran köşe yazarları ve onların gazeteleri Avrupa’da geçen benzer olaylarda nedense şimdiye kadar hiç saldırı ifadesini kullanmadılar. Tersine benzer eylemlerde yumurtayı yiyen şahısın düştüğü komik durumun kahkaha efektleriyle gösterildiği haberler hala akıllardadır. Sömürge basını yazarlarının o çok övdükleri AB yasalarında bile zaten bunlar bir linç girişimi değil, demokratik bir protesto şekli olarak kabul edilir.

Yumurtaları kafasına yiyince hoplaya zıplaya kaçması sadece Ahmet Altan’ın korkaklığının sonucudur. Ancak bu kaçma olayından saldırı sonucuna varmak son derece ciddiyetsiz ve kasıtlı bir değerlendirmedir.

Basınımız kendi ulusundan o kadar kopmuştur ki Avrupalı yaptığında şirin ve renkli eylemler olarak gazete sütunlarında yer alan olay, Türkler tarafından yapılınca birden vahşi bir av töreni oluvermektedir.

Batıcı aydınların herşeyi Avrupa’nın tekelinde gördüğünü biliyorduk, ama Türklere protesto gösterisi yapmayı yasaklayacak kadar Batılılaştıklarını biz bile düşünememiştik.

Protestonun gerekçesi, Ahmet Altan’ın Türk ve Atatürk düşmanı olmasıdır..,


Basın, kendisi sloganlar uydurarak ve yalan haberler üreterek protestonun gerekçesini de gözden kaçırmak istedi. Protesto ADKF’ye bağlı Atatürkçü, devrimci gençler tarafından düzenlenmiştir. Protestoyu ırkçı ve şeriatçı militanların saldırısı olarak göstermek kasıtlı bir tavırdır.

Protesto sırasında “Din düşmanı Altan” sloganı hiç bir şekilde atılmamıştır. Bu yalan haber İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi haber ajansına yuvalanmış 2.Cumhuriyetçiler tarafından yayılmıştır. İkinci cumhuriyetçiler Atatürkçü gençlerin halk içindeki itibarını bildikleri için protestocuları ırkçı-şeriatçı saldırganlar olarak gösterme yolunu tutmuşlardır.

Protestonun gerekçesi Ahmet Altan’ın Atatürk’e, Atatürkçülüğe ve Türklere yönelik küfre varan hakaret ve aşağılamalarıdır. Bu şahıs düşünce özgürlüğü kılıfı altında ve İkinci cumhuriyetçi, gerici ve mandacı şakşakçılarını da arkasına alarak küfürlerini yıllardır sürdürmektedir.

Eylemi düzenleyen gençlerin ırkçılığından ve hoşgörüsüzlüğünden çokça sözedildi. Oysa, ortada ırkçı olan birisi varsa o da Ahmet Altan’dır. Son 20 yıldır yazarlık adına yaptığı şey “Türklerin ne kadar ilkel ve kaba, Avrupalı’nın ise ne kadar ileri ve üstün” olduğunu anlatmaktır. Türk ulusunu aşağılamak ve Türklere küfretmek mandacı yazarlarımızca çağdaşlığın ve aydın olmanın gereklerinden birisi sayılırken ırkçı küfürlere karşı Türklerin kendini savunması ırkçılık olarak damgalanmaktadır.

Ahmet Altan açıkça vatanı satmanın propagandasını yapan biridir. Türkleri aşağılayan, Atatürk’ü devamlı küçümseyen ve ona hakaret eden, Kurtuluş Savaşı’nı hiç yapılmamış sayan, “Kahrolsun bağımsızlık” diyen, “Ben vatanı kiraz ağacının gölgesine ve kadın memesine satarım” diyen birisini protesto etmek Atatürkçü gençlerin sadece hakkı değil, görevidir de.

İkinci cumhuriyetçi mandacıları bu kadar şımartan da şimdiye kadar birinin çıkıp da bunlara haddini bildirmemesidir. Ahmet Altan’ın ataları olan Ali Kemaller ve Rıza Tevfikler de Atatürkçü gençler onlara haddini bildirene dek Türkler ve vatanseverlere bol keseden küfürlerini savurmuşlardı.

Ali Kemal Kuvayı Milliyecilere “Eşkiya” Mustafa Kemal’e “Ankara’nın serserisi” deyip işgalciyi savunurken Rıza Tevfik ise İstanbul Üniversitesi’ne gelip hiç utanmadan şu sözleri sarfedebilmişti: “...Türkün asırlar boyu bileğinde salladığı kılıncından başka nesi var? Hala İstanbul’da oturabiliyorsanız bunu Düvel-i Muazzama’nın Alem-i İslam’a karşı hizmetine borçlusunuz”.

İşte onlara haddini bildiren Kuvayı Milliyeci üniversite öğrencileri olmuştur. Önce yumurtalanıp sonra da okuldan kovulan bu işbirlikçilerin ağzından bir daha küfür duyulmamıştır.

Bugün Atatürkçü gençlerin düzenlediği eylem 80 yıl önce yapılandan farksızdır. Küfürleri engellemenin başka bir yolu da henüz keşfedilmiş değildir.

Mandacı yazarlar dokunulmazlık istiyor

  ***

İstanbul Üniversitesi öğrencileri daha önce de Ali Kemal’i Yumurtalamıştı


Alpay Kabacalı

İşgal İstanbul’undaki gençler, içinde bulundukları onur kırıcı durum dolayısıyla ulusçuluk düşünü (milliyet duygusu) yönünden alabildiğine duyarlıydılar... Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan, Kuvayı Milliyecileri “eşkiya diye niteleyen Peyam-ı Sabah ve Alemdar gibi gazetelerin yayınları da gençleri incitmekteydi. Hem Peyam-ı Sabah’ın başmakalelerini yazan hem de Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde müderrislik yapan Ali Kemal başta olmak üzere öğretim üyelerinden Rıza Tevfik, Cenap Şahabettin, Hüseyin Daniş ve Barsamyan’ın sözü geçen gazetelerdeki yazılarına tepkilerini, Türk ve İngiliz polisinden gizli olarak düzenledikleri Edebiyat Fakültesi öğrenci kongresinde kabul edilen bir bildiriyle dile getirdiler... Bildiride şöyle diyorlardı:

“1.Edebiyat Fakültesi talebesi kendi samimi varlığı arasında manevi heyecanların zevkinden mahrum, bağımsızlık, kutsallık ve milliyet hislerine yabancı ve saldırgan kişileri görmekle üzüntülüdür.

2. Darülfünun gençliği memleketin kamu vicdanınca esasen mahkum edilmiş bulunan fakat her nasılsa ahlak ve kültür ocağına sokulmuş olan bu efendilere karşı nefret ve tiksintisini bildirir.

3. ...Cenap Şahabettin, Ali Kemal, Rıza Tevfik, Hüseyin Daniş ve muallim Barsamyan Beylere bu kararı bildirerek kendilerini istifaya davet ettiğini ve öğrencilerin bilim ve kültür adına değil, basit bir vatandaş sıfatıyla dahi kendileriyle ilişkide bulunmayacaklarını ilan eder. ...”

Daha sonra toplanan fakülte profesörler kurulu beş öğretim üyesi hakkındaki suçlamaların incelenip yersiz bulunduğunu açıkladı.... Suçlananlar da gazetelerde öğrencileri aşağılayan yazılar yayımlamaya başladılar. Edebiyat Fakültesi öğrencileri öteki üç fakültenin öğrencilerini de yanlarına alarak “grev”e gittiler.

... Ertesi günkü gazeteler Fen Fakültesi hocası ve Maarif Nazırı Said Bey’in “Bütün uygar ülkelerde öğrencilerin bu gibi gösterileri olur” dediğini yazıyor; “Bu olayda öğrencilerin kışkırtmalara kapıldıkları söyleniyor, ne dersiniz?” sorusunu “ Hayır, olamaz. Zira bununla Darülfünun öğrencileri yeteneksizlikle suçlanmış olur, oysa Darülfünun öğrencileri kışkırtmaya asla kapılmaz” diye yanıtladığını belirtiyordu.

19 Nisan günlü gazetelerde, Ankara’daki TBMM üyelerinden Dr. Fikret, Mahmut Esat Bozkurt, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Numan Usta’nın üniversite öğrencilerine çektikleri telgraf yayımlandı:

“... Vatanın en değerli evlatları, öğretim için tahsis edilen kürsüleri kötüye kullanmış olanlara karşı gösterdiğiniz yiğitlik ve direnci övünçlerle öğrendik, var olunuz. Vatan ve millet sizden hoşnut olur ve sizinle övünürse yeri vardır. Saygılarımızın kabülünü rica ederiz.”

...Öğrenciler Sultanahmet’te Akademi denilen kahvede toplanarak belirlenen günde fakültelere gidip olay çıkartmak ve böylece üniversite yönetimine derslere yeniden ara verdirmek kararı aldılar... Daha sonra öğrenciler hocaları Ali Kemal, Köprülüzade Fuat, Cenap Şahabettin ve Ali Reşat beyleri üzerlerine çürük yumurta atarak protesto ettiler... Bunun üzerine Senato yetkisini kullanarak öğrenciler tarafından istenmeyen hocalara süresiz izin verdi ve yerlerine yeni öğretim üyeleri atadı. Karar 29 Temmuz 1922’de onaylandı... Kazım İsmail Gürkan o günü (8 Kasım 1922) şöyle anlatıyor:

Zeynep Hanım konağı önünde toplanan halk, gençleri bağrına basmak istiyor, ahali arasından gençlere sevgi gösterileri yapılıyor, binanın balkonundan, pencerelerinden heyecanlı cevaplarla ‘Mustafa Kemal, Ordu’ seslenişleri yükseliyordu.”

Olayın bir saldırı veya provokasyon değil, demokratik bir öğrenci protestosu olduğunu anlatan açıklamaları gazetelere gönderdiğimiz günden itibaren bu sefer de başka bir argüman piyasaya sürüldü.

Mandacı yazarlar bir yumurtalı protesto gösterisinin nasıl olacağı ve kime karşı yapılacağı hakkında yönetmelik gibi maddeler sürdüler önümüze. Anlaşılan yazarlarımız protestonun kime karşı ve nasıl yapılması gerektiğini belirleme yetkisini de kendi tekellerinde görüyorlardı. Onlara göre bir protesto gösterisi ancak politikacılara, devlet adamlarına, yani iktidar gücünü elinde bulunduranlara karşı yapılabilirdi. Bir yazar ise asla bu şekilde protesto edilemezdi. Adnan Ekinci ise Atatürkçü gençleri göstere göstere polise ihbar eden yazısında yumurtalı protestonun kaç metreden yapılabileceğinin bile kurallarını koyuyordu. Ona göre eylem iki metreden yapıldığı için geçersizdi. ‘Özgürlükçü’ yazarlarımız nedense kendilerinden biri protesto edilince birden yasa, yönetmelik ve kolluk kuvveti hayranı oluvermişti.

Öncelikle yumurtalı protestonun nasıl yapılacağını belirleyen bir yasa, kaide veya yönetmelikten haberimiz olmadığını belirtelim. Bu konuda tek teamül yumurtanın protesto edilecek kişinin kafasında patlamasıdır ve kural-kaide meraklısı yazarlarımızın televizyonlardan da izlediği gibi bu teamül yerine getirilmiştir.

Bunun da ötesinde protesto eylemi yazarların saydığı anlamsız kurallara bile uymaktadır. Ahmet Altan sıradan bir yazar değildir. Ölçüt, protesto edilecek kişinin arkasındaki iktidar gücüyse eğer; Altan’da bu, istemediğiniz kadar vardır. 80 yıl önce Ali Kemal’lerin arkasındaki iktidar ve güç bugün de Altan’ın arkasındadır.

Ahmet Altan 12 Eylül rejiminin yarattığı; sola, Atatürk’e ve tüm milli değerlere saldırarak yükselmiş bir ‘yazardır’. ‘Solcu’ olduğunu ilan eden yazarların sola küfrederek yazarlık serüvenine başlamış ve bu uğurda 12 Eylül rejimince de desteklenen Altan’a sahip çıkmaları ilginçtir.

Altan’ın arkasında büyük sermaye grupları ve medyanın büyük reklam kampanyaları vardır ve bunlar olmaksızın bir Ahmet Altan düşünülemez. Ahmet Altan şahsında protesto edilen, bu yazarı yaratan 20 yıllık Amerikancı, Avrupacı, işbirlikçi iktidarlardır.

Şimdi köşelerinde Ahmet Altan’ı savunarak Atatürkçü gençlere karşı bir linç kampanyası başlatan yazarlar da aynı sürecin ürünüdürler. Atatürkçü gençlere saldıran yazarların hepsi aynen Ahmet Altan gibi Kenan Evrenler, Özallar ve onların arkasındaki emperyalistler sayesinde bulundukları yere gelebilmişlerdir. Mandacılık ve işbirlikçilik yaparak geldikleri yerin sarsılacağını ve Atatürkçü gençlerin artık küfürlerine sessiz kalmayacağını gören yazarlar Ahmet Altan’ı bahane ederek kendilerine dokunulmazlık talep etmektedirler.

Gerçekte kimsenin Ahmet Altan’ı veya yazarlık onurunu düşündüğü yoktur. Ahmet Altan gibi bunlar da korkaktırlar ve daha şimdiden dokunulmazlık talep ederek kendilerini kurtarma derdine düşmüşlerdir. Kendilerini kurtarmak için de “biz yazarız, biz istediğimiz kadar işbirlikçilik yapabiliriz, Türklere ve Atatürk’e isteğimiz kadar küfür edebiliriz” demektedirler. Ama halkın öfkesi karşısında onları kurtaracak hiçbir dokunulmazlık zırhının olamayacağını da bilmelidirler.


Fikir adamı değil küfürbaz, edebiyatçı değil pornocu.,



Tabi tüm bu yazılanlar Ahmet Altan’ı bir fikir adamı ve bir edebiyatçı sanma şaşkınlığıyla da elele yürümektedir. “Ahmet Altan bir fikir adamıdır ve fikirlerine fikirle karşılık verilmelidir” denmektedir. Mandacı ve işbirlikçi bir fikre fikirle karşılık vermek diye bir zorunluluk yoktur. Atatürçülerin vatanı satma fikrine karşı mücadelesi bir fikir mücadelesi değil, tam bağımsızlık mücadelesidir, bu mücadele emperyalistleri ve uşaklarını ülkeden kovana dek sürer.

Kaldı ki Ahmet Altan ortaya bir fikir de sürmemektedir. Yaptığı tek şey Atatürk’e, Türklere ve sola küfretmektir. Küfrün de elbette ki bir karşılığı vardır. Ahmet Altan bir fikir adamı değil, küfürbazdır ve bir küfürbaza nasıl davranılması gerekiyorsa ona da o şekilde davranılacaktır.

Yalçın Küçük, Ahmet Altan romanları için küfür romanları derken doğru fakat eksik bir değerlendirme yapıyordu. Ahmet Altan’ı bir edebiyatçı, yazdıklarını da roman saymak hata olur. Bize hayatı mahkemelerde geçen muhalif yazar olarak sunulan Altan’ın, davalarında düzene muhalefetten yargılandığı sanılmasın. ‘Kahraman muhalif’ Altan’ın davaları, daha ziyade genel ahlaka muhalif porno yayınlarıyla ilgilidir. Ahmet Altan’ın yazdığı porno fantezilere roman demek, bu memlekette yetişmiş bu kadar romancıya yapılmış bir ayıptır. Yazara, edebiyatçıya saygıdan sözedenler pornocuların hiç de saygı duyulacak bir iş yapmadığının farkına varmalıdır.

Atatürkçülük küfürler karşısında susup kalmak değildir

 

ADKF Başkanı Özgür Billur:

 '' İhbarcı gazeteciler, işte adımız, adresimiz ''


Ahmet Altan protestosu “Türk Basını” içindeki ihbarcı gazetecileri de bir bir ortaya çıkardı. Atatürkçü gençlere yönelik bir linç kampanyası başlatan, polisi ve savcılığı göreve çağıranlar kendi ihbarcılıklarını teşhir etmekten başka bir sonuca ulaşamadılar.

 Arkalarını belli güçlere dayayarak gazetelerde köşe kapmış bu yazarların ne kadar demokrat ve özgürlükçü oldukları da ortaya çıkmış oldu. Mandacıların artık üniversitelerde konuşturulmadığını görünce telaşa kapılan bu yazarlar bizi de kendileri gibi sanmış olacaklar ki polisle, savcılıkla korkutmaya çalıştılar.

Şeriatçı Mehmet Yavuz ile Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı açık açık ADK’ların kapatılmasını istediler ve Atatürkçü gençlere yönelik saldırıları da kışkırttılar. Adnan Ekinci ise köşesinde “Polis nerede? Savcılık nerede?” diye telaşla sorup durdu.

 Polisle savcılığın nerede olduğunu bilemeyiz ama bizim yerimiz belli. Açın gazetenin künyesini; işte adımız, işte adresimiz. Tüm ihbarcı gazeteciler sıraya girip “Atatürkçü teröristlere” karşı ava çıkabilirsiniz.


Protesto sonrası Atatürkçü gençlere karşı yürütülen linç kampanyası “demokrat” yazarlarımızın köşelerinde Kenan Evren zihniyetini tekrar hortlatmıştır. Atatürkçü gençlerin eylemini Atatürkçülüğe karşı gösterenler işi Atatürkçülüğün yasaklanmasını teklif etmeye kadar götürmüşlerdir.

Şeriatçı Yeni Şafak yazarı Mehmet Yavuz ile Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı’yı birleştiren çizgi Kenan Evren’in Atatürk’ü koruma kılıfı altında Atatürkçülüğü yasaklama anlayışıdır. Kimin Atatürkçü olduğunu belirleme yetkisini kendilerinde bulanlar durmadan yapılan protestonun Atatürkçülüğe yakışmadığını tekrarlamaktadır.

İşin ilginci “Atatürk’ü Atatürkçü gençlere karşı savunma” işi şeriatçı Yeni Şafak Gazetesi yazarı Memmet Yavuz ve onunla elele veren Orhan Bursalı’ya düşmektedir. İkisi de Atatürkçü gençleri, ADK ve ADD’yi hedef göstermekte ve bu kuruluşların kapatılmasını istemektedir.

Telaşa kapılan İkinci Cumhuriyetçiler ve şeriatçılar belli merkezlere mesaj göndererek bizleri hedef göstermekte ve Atatürkçü gençlere yönelik saldırıların kışkırtıcılığını yapmaktadır. Muammer Aksoy’lar, Uğur Mumcular, Kışlalılar öldürüldüğünde ne yazarlığın ne de Atatürkçülüğün sözünü etmeyenler Ahmet Altan protesto edilince birden yazarlara yönelik saldırılara karşı çıkmayı ve Atatürk’e sahip çıkmayı akıllarına getirmişlerdir.

Atatürkçülük küfürler karşısında susup kalmak değil, bu küfürlere cevap vermektir. 

Atatürkçülerin mücadelesi yalnız emperyalistlere ve şeriatçılara değil, aynı zamanda Atatürk’ü halktan koparmaya çalışan Gardrop Atatürkçülerine de karşıdır. 
Gardrop Atatürkçüleri gençleri de kendilerine benzetmek istemektedirler. 

Atatürkçülük hiç de onların sandığı gibi uslu çocuk olmak demek değildir. 

Mandacılara karşı Atatürkçülerin vereceği mücadelenin kaynağı Bursalı’nın ve şeriatçıların tavsiyeleri değil, Atatürk’ün gençliğe hitabesi ve Bursa Nutku’nda dile getirdiği esaslardır.

Ahmet Altan’ı hoplaya zıplaya kaçırtan da, onun medyadaki tüm dostlarını ve ikinci cumhuriyetçi zevatı bu kadar telaşlandıran da gençlerin ve halkın tekrar devrimci Atatürk’e sahip çıkmasıdır. Milliyetçi gençlerin Ali Kemalleri üniversiteden kovması kurtuluş savaşının ateşleyici unsurlarından birisi olmuştu. Şimdi de Atatürkçü gençlerin Ahmet Altan gibi bir Türk ve Atatürk düşmanı işbirlikçiyi üniversiteden kovması hayırlı gelişmelerin habercisidir.

 Bu protestonun toplumda Atatürk düşmanlığını körüklediğini savunanlara en güzel yanıt, günlerdir gösteriyi yapan arkadaşlarımızı tebrik eden yurttaşlarımızın, öğrencilerin, üniversite çalışanlarının coşkusu ve sevincidir. Artık Atatürk düşmanlarını gördüğü yerde protesto etmek, konuşturmamak sadece Atatürkçü öğrencilerin değil tüm yurtttaşların görevidir. İkinci Cumhuriyetçi zevat korkmakta ve korkusundan ciyaklamakta sonuna dek haklıdır. Çünkü pek yakında sokağa bile çıkamayacak duruma düşecekler.


http://www.turksolu.com.tr/16/ayas16.htm