Bedri Baykam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bedri Baykam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Nisan 2020 Perşembe

Bir ittifak çağrısı ve CHP

Bir ittifak çağrısı ve CHP 


Baykam'dan CHP'ye 'solda ittifak' çağrısı,
10.02.2004 - 00:01

CHP eski Parti Meclisi üyesi, ressam-yazar Bedri Baykam, CHP'yi, Mahalli İdareler Genel Seçimleri'nde, ''öteki sol partilerle ittifaka'' veya ''alan paylaşmasına gitmeye'' davet etti.İstanbul'daki Taksim Hill Otel'de basın toplantısı yapan Baykam, Türkiye'nin kritik bir noktadan geçtiğini savunarak, ''CHP'yi yönetenler geçmiş seçimlerde yaşanan oy bölünmelerinden ders almaya, öteki sol partilerle ittifaka veya alan paylaşmasına gitmeye mecburdur'' dedi.     CHP'nin sorumluluklarının bugün her zamankinden daha fazla olduğunu vurgulayan Baykam, şunları söyledi:     ''Türkiye'nin ulusal bütünlüğü ve 3. bin yılda adım adım nerelere sürükleneceğini bugün CHP'nin alacağı kararlar önemli ölçüde belirleyecektir. Türkiye'nin sosyal demokratları bir güç birliğine gitmezlerse 29 Mart sabahı kimin ekmeğine yağ sürdüklerini görürler. Bu işbirliği çağrısını yapmak ve görüşmeler yaparak sonuçlandırmak CHP'nin lider kadrosunun görevidir ve bunun tam zamanıdır.''      

CHP'NİN 30. OLAĞAN KURULTAYI     

Bedri Baykam, CHP'nin 30. Olağan Kurultayı'nda yapılan tüzük değişikliği ile genel başkanlığa adaylık başvurusu yapamadığını da hatırlatarak, kurultayda alınan kararların icrasının durdurulması ve iptaline ilişkin olarak Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığı dava hakkında da bilgi verdi.     Davanın duruşmasının 2 Mart Salı günü görüleceğini ifade eden Baykam, kurultaydan kısa süre önce yapılan tüzük değişikliğinin Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu'na aykırı olduğunu savundu.


Bedri Baykam - 
CHP’NİN TEHLİKELİ İKİLEMLERİ,
BEDRİ BAYKAM



    Geçen hafta “Seyit Rıza” meselesi üzerinden yaşanan kriz, CHP açısıdan da son derece kritik bir yol ayrımına işaret ediyor. CHP yaşanan ağır tartışmaları yok sayarak bu ideolojik çifte başlılığına acilen son vermezse, önümüzdeki her seçim sürecinde hayal kırıklığı yaşamaya mahkum.
    Kılıçdaroğlu, Genel Başkanlık koltuğuna oturduğundan beri “ezber bozmak” adına -ANAP’ın “dört eğilim”sapmasını hatırlatan bir tavırla- liberal, ılımlı islamcı, Kürtçü, yani CHP’nin genel ideolojisi ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine aykırı milletvekilleri, Parti Meclis Üyeleri seçtiriyor. CHP lideri bu sayede Partisine hem Güneydoğu’dan, hem “müslüman” siyaseti (!) öne çıkaranlardan hem de merkez liberallerinden oy akacağını sanyor. Üzerinde durmaya bile gerek yok, bu oportünizm kokan ideolojik biçim bozmanın bir geri adım dönüşü olacağını sanmak en iyi ihtimalle aşırı iyi niyet veya siyasi saflık.
CHP, Kılıçdaroğlu döneminde yaşadığı seçim ve referandum süreçlerinde beklenen oy patlamasını yapamadığı gibi, neredeyse birçok açıdan Baykal CHP’sinin gösterdiği potansiyel yükseliş ivmesinin beklentilerinin gerisinde kalıyor. Büyük umutlarla ve hatırı sayılır bir rüzgarla başlayan bu serüven, bu nedenlerle şimdilik yarattığı umudu dağların arkasına bıraktı. AKP bu sayede 10 yıldır iktidarda olmasına ve halktan bu kadar tepki görmesine rağmen karşısında kendisini yerinden edebilecek bir muhalefeti bile olmayan Parti oldu. Dikensiz gül bahçesinde gezinerek yarattığı tek sesliliğin keyfini Parlamento’da çıkarıyor.
CHP “herkese yaranayım” mantığıyla şekillenen kaygan tavırlarıyla kendisi için marjinal sayılabilecek kesimlerden oy alamadığı gibi, esas kendi arka bahçesi olan Ulusalcı, Atatürkçü, Cumhuriyetçi-Demokrat insanların ışık hızıyla Parti’den uzaklaştığını göremiyor. Bırakın seçmenleri veya üyeleri, CHP’nin yönetim organlarında yer alan insanlar, sürekli muhatap oldukları bu “Y-CHP” saldırısından kaçarak istifa ediyorlarsa veya Parlamento Grubu’nda kazan kaldırıyorlarsa, artık Parti için oturup düşünme vaktidir. Bütün bu şizofrenik parçalanma ve kafa karışıklığının kökeninde Kılıçdaroğlu ekibinin “CHPli gibi CHPliler”yerine her çeşit ithal düşünce sahiplerini öne çıkararak seçimlere ve Parlamento’ya girmeleri ve de üstelik bu sapmalardan övünmeleri yatıyor. Gerek cemaate yakın Kürtçü siyaseti seslendiren milletvekilleri, gerek Parti’ye açık açık Atatürkçüleri tasfiye etmeleri gerektiğini anlatan 2. Cumhuriyetçi-liboş yandaş gazetecilerle “düşünürlerle” (!) kurulan sıkı diyaloglar, ortaya rahatsız ediciden öte bir “ne olduğu belirsiz” Parti yapısı çıkarıyor.

Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun sürekli olarak muz kabuğuna basarcasına üzerine gidip yere yuvarlandığı “anakronizm” hastalığından söz edelim: Parlamento grubunda milletvekillerinin cesur çıkışlarıyla engellenen, Hüseyin Aygün’ün “Seyit Rıza’ya iadeyi-i itibar” yasa tasarısı tartışılırken “Seyit Rıza’yı yargılayan mahkemeler de özel mahkemelerdir. Biz özel mahkemelere karşıyız” demesi bunun çok tipik bir göstergesi. Kılıçdaroğlu‘nun değerlendirmelerinde dönemler, yıllar, yorumlar, ulusal ve uluslararası şartlar, hepsi birbirine karışmış. “Devrim yasaları ve İstiklal Mahkemeleri olmasaydı, ortada Türkiye Cumhuriyeti mi olacaktı?” sorusu, Genel Başkan’ın aklına bile gelmiyor. Neredeyse “Fatih İstanbul’u alırken sosyal medyadan eğilim araştırması yaptı mı” veya “Fetih’in facebook sayfası var mıydı?” sorusuna yanıt arayacak. Sn. Kılıçdaroğlu’nun 20. yüzyıl Türkiye siyaseti ve yakın tarihimizi yani Menemen’i, Dersim’i, Seyit Rıza’yı,  Said-i Nursi’yi, İnönü dönemlerini, 27 Mayıs’ı ele alış şekilleri, bu nedenle sorunludan da öte. 

Yaşanan her olay, o günün şartları ve gerçekleri içinde ele alınmaya mecburdur, bizden hatırlatması!
          
Kılıçdaroğlu’nun geçen hafta Parti’ye yine travma yaşatan Aygün’ü uyarması ve “Parti politikalarına aykırı ve grup onayından geçmemiş yasa önerilerini kamuoyuyla kimsenin paylaşmamasını” istemesi iyi bir başlangıç. Ancak yine de CHP Genel Başkanı’nın iktidar alternatifi olabilmek için kimlerle ittifak yapması gerektiğini anlaması ve Parti’nin yörüngesini sağlam bir rotaya oturtması zaman alacağa benziyor. Ne yazık ki Türkiye‘nin ise kaybedecek tek saniyesi kalmadı... Tabii madalyonun bir de diğer yüzü var. Sivil toplum ve diğer siyasi ulusal kanatlar CHP’ye nasıl bakıyorlar? Onu da gündem elverirse haftaya ele alacağız...




https://www.hurriyet.com.tr/gundem/baykamdan-chpye-solda-ittifak-cagrisi-38567008

***********

MALTEPE’DE YÜKSELEN DALGAYI YAKALAYANLAR VE ALTINDA KALANLAR,

 MALTEPE’DE YÜKSELEN DALGAYI YAKALAYANLAR VE ALTINDA KALANLAR,


Bedri Baykam.,
Bosna Dramından kalanlar 
11.07.2017

Maltepe’de muhteşem bir tablo vardı... Bunun nasıl olduğunu hissedebilmek için inanın katılmış olmak lazımdı. Pazar sabahı, sevgili Uğur Dündar’la buluştuk ve Beşiktaş’tan CHP İlçe örgütünün organize ettiği tekneye bindik. Yanımda sanatçı dostlar, eşim ve oğlum vardı. Teknenin içinde büyük bir heyecan ve neşe hakimdi. 3,5 haftadır, Adalet Yürüyüşü nedeniyle toplumun bilinen bütün yöntemlerle korkutulması, tehdit edilmesi ters tepti! Türkiye, Gezi’den sonra ilk defa tekrar tek yumruk bir muhalefet yakaladı. Arada çıkan cılız itiraz sesleri ise bu ortamda eridi gitti.
Maltepe’de meydanın dört bir yanında heyecan rüzgarları esiyordu. Baykal’ı, yanında uygun adımlarla yürüyen 10-12 gençle protokol tribününe giderken görüp selamladım. Yılmaz Büyükerşen’le kucaklaşma fırsatımız oldu, aynen Ataol Behramoğlu ve Orhan Aydın gibi...
Bu arada kimi yetmez ama evetçi, kimi AKP seçmeni bazı sanatçılar da ortalarda dolanıp o müthiş havadan nasiplenerek o kendi karanlık hallerini unutturmaya çalışıyorlardı! Atatürk ve Cumhuriyet’le dalga geçmeye kalkan havalarından eser kalmamıştı... Aralarında eskiden bu iktidara oy verdikleri için övünen gafiller de vardı!

KILÇDAROĞLU’NUN GELECEĞİ, ECEVİT GİBİ OLMASIN!

Kılıçdaroğlu halkına “saat 18.00’de Maltepe’de” randevu vermişti ve tam o saatte geldi! O mucize gerçekleştiği zaman, birçok kişinin benim gibi gözü yaşardı. 69 yaşında bir insan, o randevuyu 25 gün önce vermiş ve ne mutlu bizlere ki, sağlığı buna elvermişti!
1977 Haziranı’nda Taksim’de Ecevit mitinginin deneyimini yaşamış bir insan olarak konuşuyorum: Halkımızda belki uzuuunnn yıllardan sonra ilk defa, o günkü umut ve dayanışma vardı! (Pazar günkü hava, Cumhuriyet Mitinglerinden daha siyasi bir duruşa sahipti). Ama bu Ecevit kıyaslamasını yapıyorum ya, hemen ekleyeyim: Umarım Kemal Bey ileride Ecevit’e benzemez! O muhteşem 70’lerin ardından, biliyorsunuz ki Karaoğlan’ın ne Fetoculuğu kaldı ne de solu ısrarla bölen adam olma utancı! Koca bir hayal kırıklığından başka bir şey kalmamıştı kendisinden... Şimdi Kılıçdaroğlu ile tersini yaşayalım! Hayal kırıklığı yolun başında, “ekmek için Ekmeleddin” projesinde kalsın ve ileriye yalnız umut ve daha güzel günler için bakalım.
Sonuçta günün, haftanın, ayın süper starı Kılıçdaroğlu idi! Herkesin haklı sevgisi ve hayranlığı sel gibi akıyordu! İnsanlarda şaşırtıcı şekilde yıllardır kaybolmuş büyük bir aidiyet duygusu ve dayanışma ruhu kabarmıştı. Doğru, Kılıçdaroğlu biraz daha vurgulu ve şahlandırıcı bir üslupta konuşabilirdi. Televizyonda açık oturumlarda yaptığı dev ilerlemeyi, kürsüde de yapabilir ama kendisine bir hak verelim; 430 km yol yürüdükten sonra o kürsüye çıktı! Zaten bence ileride çok daha vurucu ve heyecanlı konuşmalar yapacak!

RAKAMLAR ÜZERİNE NASREDDİN HOCA HİKAYELERİ

Solun yepyeni lideri -bakmayın 7 yıldır CHP Genel Başkanı olmasına- bir saatten biraz fazla konuştuktan sonra eşiyle güvercinleri göklere özgür bırakıp gitti... Ardından sıra 2 milyon kişinin dağılmasına geldi! Kolay olmadı bizler için! 2-3 saat sürdü inanın!
Ertesi gün saat gece yarısını 1.22 geçmişken, İstanbul Valiliği sanki kendilerine sorulmuş gibi “175.000 kişinin geldiğini” ifade ederek, miting sonrası İstanbul polisinin verdiği 1,600.000 kişi geldi raporunu gölgelemeye çalışıyordu. Belli ki birileri rahatsız olmuştu! Melih Gökçek de bu eksiltme furyasına doğrudan katkıda bulundu. Ertesi gün gazetelerde Adalet Mitingini aşağılama yarışına zaten giriştiler. Meydan fotoğraflarında, komik ötesi fotoşoplarla kimse gelmemiş havası yaratmaya çalışanlarla, hakaret ustaları kendi acınası meydanlarına doluştular. Neyse, sol kesimde 1,600.000 ila 2,5 milyon arasında değişen tahmini rakamların, AKP yorum hattında 100.000’in altına indiğini de gördük. İyi ki bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı’nın 2015’te yaptığı bir konuşmada Maltepe Meydanı’nın net dolu kapasitesinin 2 milyon kişi olduğunu öğrendik de, tartışma bitti! Teşekkür ederiz kendisine. “Kendine güveniyorsan bu meydanlara gel miting yap” demişti sayın Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu da davete icap etti! İşin en matrak tarafı aynı alanın dolu fotoğraflarına “2,5 milyon-dev miting!” başlığı atan yandaş gazetelerin, bu sefer eksiltme operasyonunda düştükleri içler acısı durumdu. Biliyorum çok konuşuldu ama komedi ve yüzsüzlük abartılı boyutlara çıkınca, insan kendini tutamıyor!
Bir başka traji komedi daha vardı: Olayı gerçek boyutlarıyla vermekten fellik fellik kaçan o “ana akım merkez medya”nın durumları! İlk sorumuz şu: 15 Temmuz kutlamalarına ve anmalarına da bu kadar mesafeli duracaklar mı? Uzun canlı yayınlar filan yine yasak olacak mı, yoksa hiç mi bahsetmeyecekler? Yoksa, aksine sabahtan akşama kadar damardan yayın mı yapılacak? Zor dostum zor, Penguen TV olmak çok zor!

SİYASETE ISINAN BİR TOPLUM MU GELİYOR?

12 Eylül darbesinin üzerinden 37 yıl geçti. Getirdiği depolitizasyonun izleri hala tam silinmedi. Arada köprülerin altından çok sular aktı, inişler çıkışlar oldu ve aslında Türkiye hala siyaset yapmanın neredeyse en riskli alan olduğu ülke haline geldi. Yapabileceğiniz en standart siyasi yorumlar, “subliminal mesaj veriyorsun” adı altında soruşturma kovuşturma gözaltına alınma sebebi olabiliyor. “İnsanlar sosyal medyayı kullanmaktan bile korkuyor” derken, Maltepe’ye akın eden 2 milyon kişi, bize bir gerçeği göstermiş oluyor: Halkın kaybedecek bir şeyi kalmadığı zaman, o meydanlar her şeye rağmen coşkuyla inançla mahşeri kalabalığa ulaşıyor! Kimse bunu unutmasın. Dolayısıyla AKP genel başkan yardımcısı Mahir Ünal, Kılıçdaroğlu’nu sokak ve isyanı teşvik etmekle suçlayacağı zaman, önce kendi partisine bakmalı. Siz siyasetin Parlamento’da ve yargıda objektif ve tarafsız bir şekilde tartışılmasını zora sokarsanız, dünyanın her yerinde insanlar bu çaresizlik içinde tarihte dün ve bugün, protestoya başvurur! Bunda şaşılacak bir şey yoktur, çünkü o insanlar çaresizlik duvarının dibine itilmiş hissederler kendilerini...

AKŞENER VE KOCASAKAL FARKI ŞAŞIRTTI..

CHP’de bu Maltepe mitingi sonrası oluşan umutlu Türkiye havası çerçevesinde herkes, yönetiminden en sade üyesine kadar şımarmadan sorumluluklarının farkında olmalı çünkü Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi, esas yürüyüş şimdi başlıyor...
Bu dalgayı yakalayamayanlar oldu. İnsanlar bu konuda Kocasakal ve Feyzioğlu’nu çok eleştirdiler. CHP’de siyaset yapmanın anlamını veya zorluğunu tarih üstünden çok iyi bilen biri olarak bu tavırlarıyla kendilerine bu Parti’de siyaset yapmayı alabildiğine zorlaştırdıklarını düşünüyorum. Çünkü hiç kimsenin milyonların karşısına geçip “ben sizden daha akıllıyım, daha Atatürkçüyüm, daha doğruyum, daha çalışkanım, daha mantıklıyım” diyerek bu ormanda kendine bir yol açması pek mümkün değil, hatta hiç mümkün değil. Bunu görememiş olmalarını biraz gençliklerine, biraz siyasi tecrübe noksanlıklarına bağlıyorum; çünkü dernekçilik, dergicilik, sivil toplumculuk ve reel siyaset, ilişkili ama apayrı alanlar. Benim tabii ki bu yürüyüşe karşı çıkan arkadaşların donanımından ve Cumhuriyetçiliğinden şüphem yok. Ancak önceliklerini iyi saptayamadıklarını, biraz aceleci davrandıklarını ve tabloya makro açıdan bakamadıklarını söyleyebilirim.
Meral Şener’e ise bravo diyorum. Çünkü araya rezerv koymadan Kılıçdaroğlu’nu kutladı, teşekkür etti ve 2019 işbirliğinin sinyalini verdi. Türkiye’nin duymak, görmek istediği bu. Kimsenin siyasi detay ayrımcılıklarda boğulmaya hali, vakti, enerjisi yok. Halk artık bezmiş bu tavırlardan!

Tabii son sözlerimiz yine Kılıçdaroğlu’na: Ne kadar teşekkür etsek azdır. Umarım kendisi de halkla beraber inançla siyaset yapmanın güzellikleri ile, “Ekmelettin projeleri” üstünden siyaset yapmaktan farkını artık anlamış ve yeni bir milat başlatmıştır. CHP artık bu yeni dönemde, halkın ivmesini düşürmeden kendisinden beklenen seviyede, sağlam bir siyasi çizgi üzerinden, kitlelerle bütünleşme yoluna gitmeye mecburdur. 

http://bedribaykam.blogspot.com/2017/07/maltepede-yukselen-dalgayi-yakalayanlar.html

***

Bedri Baykam Siyasal sorumsuzluk AKP’yi nerelere taşıyor?

Bedri Baykam Siyasal sorumsuzluk AKP’yi nerelere taşıyor? 

 Bedri Baykam yazdı:"CHP ve ‘Muhalif’ Kesimlerin Ölümcül Hatası…"
Sözcü Haber 
18 Ekim 2011 Salı,

İnsan hatalarından ders alır. Bebeklikten başlar bu “bedel ödeyerek tecrübe edinme” süreci. “Evladım, bu ateş, elinle dokunma, yanarsın” der anneler… Ama bebek elini yakmadan bu açıklamaya prim vermez. Hatayı üst üste 10 kere yaparsa, bir psikiyatra götürülür, soruna teşhis koyabilmek için…
Ne yazık ki Türk solunun durumu, öğrendiği acılardan, edindiği tecrübelerden ders alamayan çocukların durumuna benziyor. Bir yandan solun ana partisi CHP, bir türlü tüm muhalif grupları çatısı altına toplamak için bir efor harcamaz, kendi gücüne (haksız yere) güvenip “olsa da olur, olmasa da olur” havasındadır. Diğer yandan muhalif kanaat önderleri, demok-ratik kitle örgütleri, belki biraz da CHP’nin bu tavrı yüzünden, başka bir tuzağa düşerler: “Efendim biz burada hiçbir partiyi tutmuyoruz, hepsine eşit mesafedeyiz, şu anda bu konuda seçimimiz yok.”

İyi güzel de insan biraz düşünür… Şu anda Silivri’de suçsuz olduğunu söyleyen ve ikna edici kanıt yokluğunda gençliğinden, ailesinden, işinden koparılan aydın, sivil toplumcu, asker ve gazeteci dostlar bu zaaflar nedeniyle, umutsuzluk içinde yüzerek acılarını kalplerine gömüyorlar. “Dışarıdakiler” birbirleriyle didişip şu durumda bile hâlâ bölünmelerle kendi dirençlerini kırarken onlar bir hücrede, Tuncay Özkan’ın “Hapiste Yatacak Olana Öğütler” kitabında nefis sade bir dille anlattığı içler acısı deneyimlere maruz kalıyorlar. CHP ve muhalifler bu “nazlı-kaprisli” buluşmalarla yetindikçe, AKP daha çoook seçim kazanır ve masum kardeşlerimiz daha çoook içerde yatarlar!

Bu sütunlarda CHP’nin iktidara gelmesi için düşüncelerini masaya yatıran, öte yandan, bu yolda yapıldığına inandığı tüm hataları acımasızca eleştiren biriyim. CHP bugün belki bir tek DP döneminde üstlenmeye mecbur kalmış olduğu bir sorumluluğun altında. Cumhuriyeti kuran partiye aşırı önem vermeliyiz, çünkü alternatifi yok. Bu gerçek, CHP’yi doğru olduğuna inandığımız yola çekmek için ona yön göstermemize mani değil. Çünkü siyaset ve sandıkta somutlaşan sonuçlar, bir acımasızlık içinde yol alıp bir ülkeyi bazen dümdüz edecek sonuçlara ulaşır. AKP’ye karşı en sert muhalefeti yaptığına inanan insanlar, aslında güçlerini geniş bir ortak payda içinde dayanışmaya taşıyamazlarsa, bu gücü sandıkta AKP’yi mağlup edebilecek tek parti olan CHP’ye akıtamazlarsa, kendi kendilerini aldatmaktan başka bir şey yapmamış olacaklardır.

Şimdi kitle örgütlerinin içinde yüzdükleri trajikomik hatayı gözden geçirelim. “Her partiye eşit uzaklıktayız”... İyi, Hüseyin Ergün’ün daha geçen gün yeniden kurduğu SODEP’e de, yarın parti kuracak olsam bana da, son seçimde hiçbir oy alamayan “iddialı”(!) DSP’ye de aynı uzaklıkta olun… Böylece CHP’nin AKP’yi bir gün alt etme şansı toptan ortadan kalksın ve siz rahat uyuyun. Silivri’de yaşam kavgası veren aydınlarımız da oralarda yaşlansın gitsin, öyle mi? Sorarlar insana, dün iyi niyetlerle kurulan ÖDP, Yaşar Nuri Öztürk’ün, Vural Savaş’ın, Yekta Güngör Özden’in, Metin Akpınar’ın, adını hatırlamadığımız Alevi işadamlarının partileri ne oldu? Onlara da eşit uzaklıktaydınız, değil mi? Nereye kadar? Bu sorumsuzluk ülkeyi yok edecek! Türk solunun artık adının yanında “parti başkanı” sıfatı görmekten başka hedefi olamayacak egosantriklerden uzaklaşması lazımdır.

Neden mi bunları şimdi gözler önüne seriyorum? Çünkü daha geçen gün, bu sağlıksız düşüncenin hortladığı bir ortamda bulundum ve hâlâ bu bilinçsizlikte olan bazı dostlarımıza şaşırdım. Geçmişte de onca seçim mağlubiyetine neden olan bu hesaplaşmalar, bugün artık Cumhuriyeti bitirebilecek bir veba. Mühim olan bu hastalıkları tedavi edip seçimler kapıya dayanmadan köprüleri inşa edebilmektir. Solun tek adresi CHP’dir. CHP bugün yanlış yollara sapmışsa, bunun mücadelesi yine yalnız CHP’de verilir. Türkiye bu sözde alternatiflerle zaman kaybederek demokrasisini gömme noktasına gelmiştir: Bugüne kadar siyasete girmemişlerin, sendikaların tek adresi CHP olabilir. İP, DSP veya Türkiye Komünist Partisi bile kendi programlarını takip edip seçimlerde açıkça CHP’ye destek vermelidirler. CHP ise kendi tarihini dinlemeye, muhaliflere çağrı yapıp onlarla el ele vermeye, bahanelerin arkasına sığınmadan, acilen hazırlanan yeni demokratik tüzükleri ciddiye almaya, AKP’nin Aydınlanmanın tüm kalelerine savaş açtığını görmeye mecburdur. Bu dayanışma acilen başarılamazsa, Türk solu son nefesini verme noktasına kadar gerileyecektir!

Bedri Baykam
CUMHURİYET 

http://sozcuhaber.blogspot.com/2011/10/bedri-baykam-yazdchp-ve-muhalif.html

***

3 Ekim 2017 Salı

19 Mayısa Komplolar ve Türbanlı-Türbansız Matriksçiler

19 Mayısa Komplolar ve Türbanlı-Türbansız Matriksçiler 


Bedri Baykam
26.05.2003/Sayı:31

19 Mayıs’a Komplolar ve “Türbanlı-Türbansız Matriksçiler” (!)
Tanrım, o ne rezil bir komplo sahnesiydi. Millet Meclisi’nde zibidinin biri kürsüye çıkmış “Efendim biz artık stadyumlardaki zoraki militarize programları izlemek istemiyoruz, bu Maoist dayatmalar bitsin artık” türünden bir jargonla Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’na saldırıyor. Olayın tamamen montaj sanayi olduğu o kadar belli ki, o kıza “Mao kim” diye sorsan, “Miyaou mu dedin?” diye ortada kedi arayacak... Ama senaryo işliyor: Bakan hemen mutlu bir gülümsemeyle “Gençliğin bu tepkisini (!) algıladığını, hoşgörüyle ona hak verdiğini ve pek yakında onun da arzusunun bu durumları aşmak olduğunu” belirtiyor. 19 Mayıs törenlerinden ruhu sıkılmış öğrencimiz mutlu, bakan mutlu, gazeteciler mutlu...

Herhalde salonda “Bir dakika, ne oluyor burada, sen kimin adına hangi hakla konuşup, 19 Mayıs’a dil uzatıyorsun, kim sana gençlik adına konuşma yetkisi veriyor, bu ne küstahlık, ne ahlaksızlık!” diye gürleyecek dersiniz değil mi? Ne gezer! Oradaki tüm bebeler anlaşılan derleme! AKP Bakanlarının, milletvekillerinin, il-ilçe başkanlarının çocukları, ya da bu konulardaki “vericiliği” ve “edilgenliği” özenle seçilmiş, onun bunun liberal-sentez çocukları! Sonuç tam bir komedi. Tam bir traji-komedi. (Öğreniyoruz ki CHP’li gençler davetlilermiş, ancak gitmemişlermiş. Doğruysa çok yanlış. Onlar da her yerde mevzileri başı boş bıraka bıraka bir hal oldular. Yoksa yine Genel Merkez’den izin mi çıkmadı? Umarım böyle birşey yoktur.)

Medyamızın yıllardır ve özellikle son zamanlarda ablukası altında olan gençliğimizin bir kısmı da, komplonun, bir parçası değil ama artık o kadar beyni yıkanmış ki malum 2. Cumhuriyetçi bombardımanından, sonuçta sıkılan palavraları büyürken 2450. kere duyduğu için, artık bu fikirleri kendisinin sanıyor. Evet, ne yazık ki, gençliğimizin bir bölümü de, kendi ders, para ya da gönül dertlerinden tuzağın farkında değiller ve türbancıları ya da “19 Mayıs reformcuları”nı (!) gerçekten “demokratik” taleplerde bulunan masum insancıklar sanıyorlar.

Erdoğan, Samsun’da konuşuyor. Atatürk’e vurgu ne kadar biliyor musunuz? Efendi, Bandırma Gemisi’nde, bir kaptan varmış, bir de komutan! Hepsi buymuş! Tabi başka nelerden, kaçar dakika söz etti, onu geçelim.

Evet, senaryo hep aynı: Bizi milli hislerimizden, vatan sevgimizden, yurttaşlık bilincimizden, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk aşkımızdan koparmak. Bundan bir türlü bıkmıyorlar. Kimi kalkıp İstiklal Marşı’nı “prozodi”si bozuk diye değiştirmek istediğini söylüyor, kimi 19 Mayıs’ta bu askeri törenleri boş verelim diyor, kimi ise böyle bir günde bile Atatürk’ü ve onun gerçek hedeflerini ağzına almamaya yemin ediyor. Böyle bir Türkiye’yi “tersinden adım adım kurarak”, (!) bölünmüşlüğü, sen-ben kavgasını yıllardır körükleyerek ülkeyi bu uçurumun eşiğine getiren tüm “Sol liderlerimizi” canı gönülden kutlarım. (Gerçi aralarından biri, artık solculuktan yorulmuş, solu merkeze, merkezi sola, eski sözler ve vaatler sandıklarını da kilere çekip, salon salomanjede eski, IMF müdürü denetiminde keyifli genel ve ev toplantıları düzenlemek istiyormuş, katılım büyük olacakmış. Bu apayrı bir dünya olduğu için, onu şimdilik köşeye koyup, başka sefere diyelim.)

Solumuzdan söz ediyoruz da... O kadar yürüyüşe, mitinge, toplantıya katılıp, o kadar flama, çıkartma ve rozetimsi eşya görüyoruz... Siz hiç kendi bayrağından bu kadar korkan, kendi bayrağının anlamını bu kadar bilmeyen, o bayrağın taşıdığı emekçi-köylü-kuvayı milliyecilerin şehit kanının sevgisiyle alay edercesine onun sembolleşmesini reddeden, başka bir ülkenin solcularını gördünüz mü? İnanın ben görmedim. Rusya’dan Küba’ya, Amerika’dan Fransa’ya, Mısır’dan Tayland’a dünyanın dört bir yanını gezdim, ama görmedim. Mustafa Kemal’in bayrağını “faşistlik”, “Şövenlik”, “Irkçılık” gibi alçakça ve cahilce yorumlarla hırpalamaya çalışanların alnını karışlarım. Siz bölünmeye ve Cumhuriyet’in temel değerlerini küçümseye devam ederken, yobazlar da, bölücüler de, Sevrciler de, 2. Cumhuriyetçiler de ne yazık ki yol alıyor. Kına yakın. Zil takıp oynayın.

Beyninizi zavallı şablon düşünceler üretmek yerine, bari 1-2 gün çalıştırın, sonra uyumaya devam edin. Göreceksiniz ki AB’de o meşhur Oostlander Raporları boş yere yazılmıyor. Göreceksiniz ki, AB’nin, Sevrciler’in, yobazların, Kemalizm ve Ordu düşmanlıkları bölük pörçük ayrı parçalar değil. Bir büyük komplonun birbirini tamamlayan dalları. Yobazlar AB’yi iki hedefleri için kullanıyorlar: Birincisi, AB onları almadıklarında rotayı İran’a, Suriye’ye, Suudiler’e çevirip, “Ne yapalım gördünüz, elimizden geleni yaptık, ama bizi istemediler” diyebilecekler. Öte yandan bizim güya “AB standartlarına uyum paketimiz” (!) çerçevesinde, MGK içinde Ordu’nun gücünü azaltmak, sembolik hale getirmek veya MGK’yı toptan sistemimizden çıkarıp ortalığı toptan “AK (?) Parti”nin emin ellerine teslim etmek, bu anlayışın esas nedeni. Çünkü o zaman apartmanlarda mescitler de rahat açılabilecek, haftalık tatil günleri de Cuma’ya alınabilecek, sudan sebeplerle içki ruhsatları da iptal edilebilecek, uzun lafın kısası, ülkenin ve Atatürkçülüğün karartma operasyonu tüm hızıyla sürebilecek.

Nasıl olsa “Aman dini duyguları yıpratmayalım, biz artık merkeze geldik” diye CHP çok yüksek sesle karşı çıkamaz, basın ise, hükümetle olan çok yönlü ilişkileri (!) doğrultusunda, belirli dengelere hapis durumda! Mesela, çağdaş Türkiye’nin anlı şanlı Sabah Gazetesinde, Ahmet Hakan, AKP’li Sayın Bakanın giydiği slip mayodan dehşete (!) düşebiliyor ve bu çok olağan. Çünkü, Hürriyet Ülsever’i aldıktan sonra, onların ondan da daha tescilli bir islamcıyı hemen afişe çıkarmaları lazımdı. Ama Sabah Gazetesinde Kemalist görüşlerle ilgili kesin yasaklama (Hıncal’ın köşesi hariç) aynen sürüyor. Milliyet Gazetesi ise beni şaşırtıyor. Daha düne kadar yazarların binanın önünde Doğan Medya Grubunun yayın ilkelerini sıralarken “Atatürkçüyüz” diye basbas bağıran bu grup, 19 Mayıs kutlamalarına o alçakça tepkiyi verenleri manşete taşıdı da o haberin Atatürkçüler’de yarattığı tepkiyi görmezden geldi. Nereden mi biliyorum? Birinci elden biliyorum. Arayıp tepki veren bendim, demeç veren bendim, ama ertesi gün o gazetede sözlerimi boş gözlerle aradım. Çünkü bu sefer de 1. sayfadan Abdullah Gül’ün oğlunun demeci vardı: “Anneme (türbanlı diye) Sarslı gibi davrandılar”. İçyüzünü çok iyi bildiğiniz bu polemiğe ve acındırma politikalarına hiç girmeyip Milliyet Gazetesinin dikkatini çekmekle yetineceğim.

Bu makalenin yazıldığı saatlerde, Hürriyet Gazetesi ise, sürmanşetine, 19 Mayıs mızıkçılarının baş sözcülüğünü yapan kızı taşımış. Hanımefendi anlaşılan “maşa” grubundan değil, “saf demokratlar” grubundanmış. 

Onları AKP yönlendirmiyormuş. İnsanlar bugün artık Charlie Chaplin izlemiyormuş, Matriks izliyormuş. (Biri onlara anlatmalı ki, onlar 80 yıl sonra hala Chaplin filmlerinden söz edecekler ve 50 yıl sonra başka filmler geçici olarak moda olduğunda yine Chaplin’le kıyaslanacaklar, Matriks’le değil! Ama bunu düşünebilseler, zaten o tuzaklara düşmezler.) O gençlerimiz, Mehmet Altan neo-liberal dikta rejiminin söylemini iyi ezberlemişler. Bu gösteriler 1930’lardan kalmışmış. Kimse izlemiyormuş. (Vay vay vay. Şu meşhur “1930’larda dikilen ceket bugün bize dar geliyor” safsatası!) Vallahi ben ve ailem keyifle oturup izledik. Ayrıca bu gösterilerin dünyanın onca başka yerinde yapıldığını bildiğimiz gibi, dünyanın en görkemli sportif olayı Olimpiyatların ana sunuluşunda da yine aynı gösterilerin gelişmişi var! Ama doğduklarından beri onlara empoze edilen saçma düşüncelere göre, her toplu yürüyüş, her vatan sevgisi gösterisi, her bayrak ve Cumhuriyet aşkı, hep “Kemalist demode dayatmanın” sonucu!

İyi de, değerli üstün zekalı gençler, Fransızlar, Dünya Kupasını aldıklarında, 7’den 70’e, sağcısından solcusuna, ulusal marşlarını söyleyerek, bayraklarla Champ Elysees’yi doldurmamışlar mıydı? İtalyanı, Brezilyalısı, Arjantinlisi, İngilizi bunu hep yapmıyor mu?

Ama, ben o gençleri anlayabiliyorum... Doğduklarından beri, bombardıman altındalar, Kemalizm’i yasaklamayı demokratiklik sanan sözde neo-liberal, özde neo-faşist salaklar ordusu, her yeri kanser gibi sarmış durumda. Ve şayet bu gençler olayların iç yüzü ve gerçeklerle bir tesadüf sonucu karşılaşmazlarsa, bu batağa saplanıp gidecekler.

İşte Türksolu ve İleri dergileri, Cumhuriyet Gazetesi, bu yüzden önemli, bu yüzden artık toplumumuzda öncü bir rol üstlenmeleri hızlanacak.

Geçen akşam Hulki Cevizoğlu’nun ATV’deki programına Türksolu ve İleri’yi temsilen Güneş Ayas ve Erkin Yurdakul çıktılar. Ardından ben de telefonla katıldım. Telefon görüşmesinin içine sığdıramadığım bazı netleştirmeleri burada yapmam lazım.

Değerli dostum Cevizoğlu, öncelikle göbekçe medyanın aksine vuku bulan olaylara saçma aceleci yorumlarla katılacağına Türksolu ve ADKF’yi temsil eden gençlere söz hakkı vermeyi tercih etti. Bunun için gerçekten kendisine teşekkür borçluyuz. Bu konu elbette ki medyanın en kritik saatlerine girmeyi hak ediyor. Ama hepimiz biliyoruz ki, bu medyanın birçok önemli odağı ruhunu da, beynini de, izanını da kaybetmiş durumda. Buna karşın Cevizoğlu, Türksolu’nun “ Dayan Irak, Dayan Saddam ” kapağına takmış. Cevizoğlu diyor ki, “Evet, büyük çoğunluk o savaşa karşıydı, ama Saddam gibi bir diktatör nasıl desteklemiş?” diyor. Sevgili Cevizoğlu, bunun yanıtı çok net. O gün onca konu arasında Saddam’a dönmeye fırsatımız olmadı. Dünya ve Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğu o savaşta Irak’ı tutuyordu. Bunu siz de biliyorsunuz. Es Sahaf televizyona çıktığında herkes “Cepheden iyi haberler var mı” diye TV başına üşüşüyordu, nasıl unutulur? İşte herkes ve bizler, o emperyalist saldırıya karşı, ABD’yi tutarken doğal olarak o Irak ordusunun bir başkomutanı, bir hiyerarşisi, bir dizini, bir erlerine kadar giden emir komuta zinciri var. Çünkü orada yaşanan bir savaş, atari veya Monopoly oyunu değil. Bir ülkenin de böyle bir savaşı kazanması ancak orduların başkomuta kademesinin, yani Irak’ta Saddam’ın yere sağlam basmasıyla olabilirdi. Başka bir ihtimal yoktu. Dolayısıyla o halkın özgürlüğü, yediği bombalar, sömürgeleşmesi, bunların hepsi o anda Irak halkının yanında olanlar, endirekt olarak Saddam’ın yanında oluyorlarsa, bu Saddam’ı ve onun geçmiş politikalarını veya katliamlarını-diktatörlüğünü destekledikleri anlamına hiç gelmiyor. Aynı şekilde o savaş süresinde “Ben Saddam’ı desteklemiyorum, o pis diktatör varsın yok olsun, devrilsin, ama ben bu savaşta Amerika’yı değil, mazlum Irak halkını tutuyorum” demenin de hiçbir mantığı ve elle tutulur tarafı, takdir edersiniz ki yok.

Bu tartışmaya son noktayı koymak adına şunu vurgulayalım ki, tabii ki ne Saddam, ne Bush ne de Blair ya da Chirac, Atatürk’le kıyaslanabilirler. Kimse abesle iştigal etmesin, kimse laf üretmesin. Atatürk bin yılda bir gelen, tarihin bir komple atletiydi. Büyük devrimci, ideal devlet adamı, kültür devrimcisi, büyük komutan, halk insanı, hümanist bir zeka ve cesaret deryası... Hem de mütevazılığı ve insancıllığı ile tüm halkının gönlünü asırlar boyu fethedecek bir tarihi istisna. Türksolu’nun o başlığının ne anlama gelip gelmediğini artık lütfen kimse bu açıklamalardan sonra ağzına sakız yapmasın. Aklı başında herkes tabii ki Irak’a demokratik bir rejim gelmesini, Saddam’ın gitmesini ister. Ama bunun Amerikan sömürgeciliğine boyun eğmekle bir alakası yoktur. Ne Amerika hiçbir ülkeye tepeden inme demokrasi getirebilir, ne de zaten bunu arzular. ABD’nin demokrasiden anladığı, kendi çıkar ilişkilerine onay verecek herhangi bir çıkar şebekeler grubunu, el atabildiği her yerde göreve taşımaktır. Bunu herkes bilsin ve “Dünyaya realist bakmaktan” filan söz etmesin.

Bu davul, bu sütunda anlayana çalmaya devam ediyor.


http://www.turksolu.org/31/baykam31.htm