Özgür Billur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özgür Billur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ocak 2015 Salı

Kemalizme İhanet Eden CHP


Kemalizme İhanet Eden CHP




Özgür Billur
23.09.2002


CHP, bir ABD operasyonuyla KEMAL Derviş Partisine dönüştürüldüğü günden itibaren tüm seçim sonrası senaryoların merkezine yerleşti. Bir darbeyle DSP’nin ikiye bölünerek saf dışı edilmesi, darbe partisi YTP’nin ise darbeciler ve Kemal Derviş tarafından ortada bırakılması CHP’nin öne çıkmasını kolaylaştırdı. Geçtiğimiz seçimlerde meclis dışında kalan CHP’nin bu kez sermayenin önemli bir kesimini, medyayı ve Derviş’in şahsında ABD’yi de arkasına alarak oylarını arttıracağı görülüyor. 

“Atatürk’ün Partisi”, “solcu” CHP bir kez daha umut haline geliyor. Baykal da yeni “Karaoğlan”, yeni “Umut” olarak CHP tarihine geçmeye hazırlanıyor. Kimi solcular CHP’nin yükselişini halkın mevcut uygulamalara tepkisinin bir sonucu olarak alkışlarken “toplumsal uyanışın meclise taşınacağı” günleri düşünerek sevinç çığlıkları atıyorlar. Onlara göre artık “halkı ezdirmeyecek, devleti soydurtmayacak” bir iktidar gelecek, AKP’nin önü böylece kesilmiş olacak ve Cumhuriyet’in teminatı olarak kurulan parti şeriata geçit vermeyecek.

Bu yüzden de bizlere önerilen şey, bu tarihsel fırsatı kaçırmamak ve solun zaferini engellememek için susmak oluyor. CHP’nin sağcı çizgisini ömrü boyu eleştirmiş isimlerin bile AKP korkusu ve solun zaferine engel olma çekingenliğiyle CHP’ye sınırsız bir kredi açtığı bir dönemi yaşıyoruz.

CHP seçimlere ABD’nin partisi olarak giriyor


CHP gerçekten Atatürk’ün partisi olsa veya toplumsal uyanışı örgütleme ve şeriatın önünü kesme gibi niyetleri olsa bu yükseliş gerçekten bizi mutlu edebilirdi. Oysa ki CHP tüm bu niteliklerini kaybedeli uzun yıllar oluyor. CHP’deki tahribat, devrimci ve halkçı niteliğini kaybetmekle de sınırlı değil. Zaten 60 yıldır CHP’nin böyle bir çizgide olmadığı açık. ABD’nin Derviş’i CHP’nin başına getiren operasyonu ise daha büyük bir dönüşüme işaret ediyor. Yeni CHP’nin işlevi artık kesin olarak belirlenmiş durumda: Kuvayı Milliye’nin, toplumsal uyanışın ve şeriata karşı mücadelenin karşısında konumlanmak.

CHP’nin seçimlere ABD’nin partisi olarak katıldığını bilelim. ABD’nin gözünde de CHP artık Atatürk’ün kurduğu parti değil Derviş’in katıldığı partidir. ABD’nin bir numaralı adamı Derviş Türkiye’de siyaset yapmak için CHP’yi seçmiştir. IMF programını en başarılı şekilde uygulayan Kemal Derviş eliyle Atatürk’ün kurduğu parti, liberal Amerikancı bir partiye dönüşmüştür. Derviş’in yedinci okunun anlamı altı okun çöpe atılmasıdır. Yeni CHP’de ne devletçiliğe yer vardır ne de halkçılığa. Atatürk’ün bütün okları kesin bir şekilde CHP’den kovulmuştur ve hiçbir okun Amerikancı CHP kapısından içeri girme şansı kalmamıştır. ABD operasyonunun en büyük başarısı da budur.

Yeni CHP’nin hükümet programı şimdiden bellidir. Yeni CHP hükümeti kesinkes bir IMF hükümetidir, öyle ki ekonomi IMF’nin en güvenilir memurunun eline teslim edilecektir. Ama operasyon bununla da sınırlı değildir. Yeni CHP hükümeti aynı zamanda bir savaş hükümetidir. Baykal Irak’a karşı ABD’nin yürüttüğü operasyonda komutan olmaya hazırlanmaktadır.

CHP, Şeriatın Alternatifi değildir


Hem IMF’ci hem Amerikancı olup halkı peşine takmanın ve solcuların oyunu almanın kolay olmayacağı ortada. Bu noktada solcu ve ilerici kesimleri avlamak için bir süredir başka bir tuzak kuruluyor. CHP’nin laikliğin teminatı olduğu ve AKP’nin önünü kesecek tek güç olduğu söyleniyor. CHP’nin sağcılaştığını teslim eden kimi Atatürkçüler “başka seçenek yok” diyerek şeriatın önünü kesmek için CHP’ye oy verme çağrısı yapıyorlar. Bu tuzak medyada AKP’yi birinci parti, diğer partileri barajın altında gösteren anketlerle destekleniyor. Böylece CHP şeriatın alternatifi olarak ön plana çıkarılıyor. CHP’ye atılmayan her oy AKP’nin hanesine yazılıyor.

İşin ilginç olan tarafı medyanın ve kimi solcuların CHP’ye şeriatın önünü kesmek gibi bir görev bahşetmelerine karşın Baykal’ın hiç de böyle bir niyetinin olmaması. Baykal, Tayyip’i bir tehdit olarak görmüyor ki onu engellemeye çalışsın. Baykal bırakalım Tayyip’in önünü kesmeyi düşünmeyi onunla koalisyon kurmaya bile sıcak bakıyor. Tayyip’le koalisyon kurabileceğini açıklayan Recai Kutan değil Tayyip’i engelleyeceği söylenen Baykal oldu. 70’lerin CHP’si de aynı şekilde Erbakan’ı başbakan yardımcılığına taşımıştı. Hem de gericilerin önünü keseceği düşünülürken.

CHP 28 Şubat günlerinde de Ordu partiyi şeriata karşı mücadeleye çekmek için elinden geleni yapmasına karşılık şeriatla uzlaşmayı seçmişti. Baykal öyle bir dönemde ordunun siyasete müdahalesinin demokrasiye yakışmadığını söylemiş ve kapatılan RP’nin yanında yer almıştı. 28 Şubat öncesinde Şeriata karşı mücadelenin kitle gösterilerine dönüştüğü bir zamanda bile CHP’nin rolü bunları yatıştırmak olmuştu.

Şimdilerde ise Baykal’ın türbanlılardan oy isteyen açıklamaları, Derviş’in üniversitelerde türban yasağının kaldırılması yönündeki söylemi CHP’nin şeriata karşı nasıl bir mücadele vereceği ve AKP’nin önünü nasıl keseceği konusunda bir fikir verebilir.

CHP’ye atılacak her oy aynı zamanda Şeriatı güçlendirecek


Olası bir CHP iktidarı, yalnız laiklik ilkesinden vazgeçtiği için şeriatçıları güçlendirmeyecek. Asıl sorun, Türkiye’yi uçuruma sürükleyecek bir siyasi programın “laik ve Atatürkçü” bir iktidar tarafından uygulunacak olmasıdır.

Türkiye’de şeriatçı hareketin yükselmesinin temel sebebi, liberal iktidarların uyguladıkları siyasi ve ekonomik programların faturasıdır. Bu programlar sayesinde halk yoksullaştı ve düzene tepki şeriatçı hareketlere kaydı. Bir de bu programları uygulayanların Atatürkçü maskesi taktıklarını düşündüğümüzde şeriatçılığın nasıl geliştiğini anlayabiliriz.

Atatürk’ün laiklik ilkesi halkçılık ve devletçilikle beraber uygulandığı için şeriatçılar sürekli güç kaybettiler. Halkçılık ve devletçiliğin ortadan kalktığı Batıcı iktidarlar ise laikliği halka karşı Batıcı değerlerin ve komprador yaşamlarının bir simgesi olarak dayattılar. Bunun sonucu ise halkın şeriatçı örgütlerin kucağına düşmesi oldu.

CHP, DYP ile koalisyon kurduğu dönemde IMF programlarını eksiksiz uygulayıp halka acı ilacı içirirken büyüyen Adil Düzen sloganı altında halkın tepkisini örgütleyen şeriatçılar oldu. 28 Şubat’tan sonraki gelişmeler de “sol” bir iktidarın hiç de sanıldığı gibi şeriatçılığı zayıflatmadığını bir kez daha ortaya çıkardı. ANAP ve DSP’nin kurduğu ve CHP’nin dışarıdan katıldığı laik ve “solcu” hükümetin yarattığı Türkiye ortadadır. AKP ile SP’nin bugünkü oylarını topladığımızda 28 Şubat’a göre %10’luk bir artışla karşılaşırız. Bunun nedeni ise basittir. IMF programları “Atatürkçü ve solcu” hükümetlere uygulattırıldığı sürece şeriatçı hareket büyüyecektir.

Yeni CHP iktidarı da hem bir IMF iktidarıdır hem de savaş iktidarı. Halk ise hem IMF düşmanıdır hem de Irak dostu. Bu programla iktidara gelecek bir CHP’nin başarabileceği tek şey şeriatçıların bir dahaki seçimlerde oylarına bir %10 daha eklemek olabilir. Bu yüzden CHP’ye atılacak her oy bir dahaki seçimde şeriatçı partinin hanesine yazılacaktır.

CHP’nin Misyonu: Toplumsal Uyanışı Engellemek


CHP’ye kullanılan oylar şeriatı güçlendirmekle kalmayacak aynı zamanda toplumsal uyanışın sahte bir umut peşinde boğulması anlamına gelecek. CHP dün olduğu gibi bugün de toplumsal uyanışı boğmak, halkın öfkesini yatıştırarak düzene entegre etmek gibi tarihsel bir görev üstleniyor. Bu yüzden de CHP’yi sadece sağcılaştığı için veya şeriatla mücadele etmediği için eleştirmek çok hafif bir eleştiri olur. CHP’nin rolü bunun da ötesinde Türkiye’nin sömürgeleşme sürecine meydan okuyacak her uyanışın da karşısına dikilmesidir. CHP’nin tarihsel rolü düzenin emniyet sübapı olmaktır. Ne zaman ki halk arasında ciddi bir uyanış başlar, milliyetçi tepkiler gitgide solculaşarak Kuvayı Milliye Ruhu yaygınlaşır, CHP birden halkın önüne bir kurtarıcı olarak çıkıp düzenin devamını sağlar. Her seferinde sağcı, Batıcı bir programla gelir ama Atatürk’ün mirası üzerine kurulduğu ve Türkiye’nin en geniş tabanlı sol partisi olduğu için yükselen sol muhalefeti kandırmayı başarır.

Atatürk’ün emperyalist Batı’ya karşı mücadele ederek kurduğu bağımsız Türkiye, İnönü’nün CHP’si eliyle tekrar Batının kucağına çekilmişti. Gericiliğe tavizler de ilk defa İnönü döneminde verilmişti. Türkiye’nin küçük Amerika olma sürecine ve gericileşmesine karşı gençlik ve Ordu bir devrim yaparak DP’yi devirdiğinde ise devrimin ateşini bir günde sürdüren yine İnönü’nün CHP’siydi. Türk halkı tam parlemento dışında devrimci bir seçenek üretme noktasına geldiğinde İnönü’nün CHP’si eliyle tekrar parlementarizmin içine çekildi. Menderes hortlamasın diye İnönü’ye verilen destek Demirel’in kılığında Menderes zihniyetini daha da güçlenerek iktidar yaptı.

Morrison Süleyman’a karşı gençlik İkinci Kurtuluş Savaşı’nı başlattığında CHP, TİP’in de önünü kesmek için ortanın solu olduğunu duyurmuştu. “Toprak işleyenin su kullananındı” Ama bağımsız Türkiye ve Kuvayı Milliye ağza alınmadı. CHP yükselen Kuvayı Milliye’yi arkasına alacağına Reddi Miras yoluyla Atatürk’ün devrimci mirasını terkettiğini duyurdu. Bir yandan da “ortanın solu” sloganıyla halkı arkasına alarak toplumsal uyanışın boğulmasını sağladı. 70’lerde gelişen parlemento dışı sol muhalefet de “umudumuz Ecevit” sloganlarıyla parlementarizme hapsedildi. O gün gericiler gelmesin diye CHP’yi destekleyen sol, Erbakan ile Ecevit’in koalisyonuyla karşılaştı. Irkçı hareketin önü kesilmek şöyle dursun CHP ile birlikte onlar da büyüdü.

12 Eylül’den sonra Kemalizmin ve Kuvayı Milliye Ruhu’nun önemli bir atılımı yapabileceği zaman 28 Şubat dönemi oldu. Gericiliğe ve emperyalizme karşı geniş bir halk hareketi başladı. Ordu da bu hareketin en önünde mücadele veriyordu. Emperyalizm, parlemento ve gericilik halk ve ordunun hedefleri haline gelmişti. Bu devrimci ortam içinde en çok sesi çıkması gereken dönemde CHP birden sustu. Laikliğin ve Cumhuriyet’in teminatı olduğunu tekrarlamakla yetindi. Hatta konuştuğu zamanlar şeriatçılara umut verecek açıklamalar yaptı. Kurulan yeni ANAP’lı hükümete destek olarak bu hükümetin sol ve laik bir hükümet olduğu havasının yaratılmasını sağladı. Böylece CHP eliyle halkın gericiliğe karşı öfkesi dindirildi ve halk hareketinin yerini gerici tehditin bittiği yanılsaması üzerine kurulu bir rehavet aldı.

Kemalizme ihanet eden CHP Kuvayı Milliye’nin önünden çekilsin,

Bugün CHP’nin yerine getirdiği misyon ise her zamankinden daha tehlikeli. Türkiye, tarihinin en büyük sömürgeleşme saldırısını yaşıyor. Kurtuluş Savaşı yıllarından beri ilk defa Türkiye’nin paylaşılma planı emperyalistler tarafından yürürlüğe konulmuş durumda. Türkiye, ekonomisi çökertilip bütünüyle Batıya bağlanmakla kalmıyor tamamen yok olma sürecine girmiş bulunuyor.

Türkiye yok olmaya doğru giderken buna karşı güçlü bir tepki ve toplumsal bir uyanış olgunlaşıyor. Türkiye’nin tüm kesimlerinde milliyetçi ve devrimci tepki tek kelimeyle ifade ediliyor: Kuvayı Milliye. 68’den beri ilk defa Kuvayı Milliye bu kadar geniş kesimlerde tartışılıyor. Kuvayı Milliye Ruhu yıllardır ilk kez bu kadar güçlü çağrışımlarla kitleleri etkiliyor. Öyle ki Kuvayı Milliye sağ kesimlerde bile güçlü bir yankı buluyor. Ordu da yakın dönemde uyanışa katılarak Kuvayı Milliye söylemini sahipleniyor. Gericiliğe karşı amansız bir mücadele veriyor, siyaset kurumunu çoğu kez karşısına almak ve parlemento dışı bir mücadeleye girişmekten çekinmiyor. Ordu ve halk arasında Türkiye’nin sömürgeleşmesine karşı ciddi bir Kuvayı Milliye direnişinin şartları her geçen gün daha da olgunlaşıyor.

“Atatürk’ün Partisi” ise ülkeyi kaplayan Kuvayı Milliye ruhuna karşılık tüm bu tartışmaların dışında kalıyor. Bununla da kalmayıp Atatürk’ten o partiye kalan ne varsa yıkıyor, yok ediyor. Ortada kaynağını Atatürk’ten alan milliyetçi bir tepki ve toplumsal bir uyanış söz konusu ama Atatürk’ün partisi kendini bu uyanışa karşı konumlandırmış durumda.

Kaynağını Atatürk’ten alan Kuvayı Milliyeci uyanışa CHP’nin verdiği cevap Kemalizme bütünüyle ihanet etmek oluyor. Atatürk’ün CHP’si “serbest piyasayı en çok savunan, IMF programını en iyi uygulayacak Parti” olmakla övünüyor. Özelleştirmelere devam edeceğini duyuruyor. Devletçiliğe ihanet böyle gerçekleşiyor. Baykal halkçılığı Kemal Derviş’in CHP’ye getireceği Yuppilerle sağlamayı düşünüyor. Aday listelerindeki iş adamlarıyla övünüyor. Kapısı sendika patronlarına, gerçek patronlara ve Arı Grubuna açık ama halka kapalı bir CHP yaratılıyor. Halkçılığa da böyle ihanet ediliyor. Bölünme yasaları alkışlanıyor, Irak’ta ABD askeri olmak kabul ediliyor. Gericilikle mücadele terkediliyor.

Buna karşın halktan Atatürk’ün partisine oy vermesi isteniyor. Kuvayı Milliyecilere de Ak Parti ve sağcılar gelmesin diye Atatürk’ün partisine destek olma çağrısı yapılıyor. Kuvayı Milliyeyi yok etmek için çalışan parti iktidara gelmek için Kuvayı Milliyecileri peşine takmaya koyuluyor. İşin en tehlikeli yanı da bu.

CHP’nin sağcılaşması toplumsal uyanışı peşine takarak söndürme işlevinin yanında çok çok önemsiz kalıyor. Hatta sağcılaşan CHP bu kulvardan çekilip Kuvayı Milliye’nin yolunu açsa Türkiye için pek de hayırlı olacak. Kemalizme ihanet eden CHP’ye Derviş’le birlikte yolun açık olsun diyoruz.

http://www.turksolu.com.tr/13/billur13.htm


.

Atatürkçü Öğrenciler İkinci Cumhuriyetçi Ahmet Altan’ı '' Yumurta atarak Protesto etti ''




Atatürkçü Öğrenciler İkinci Cumhuriyetçi Ahmet Altan’ı  '' Yumurta atarak Protesto etti ''

Güneş Ayas
04.11.2002 Sayı:16


24 Ekim’de İstanbul Üniversitesi’nde Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu’na bağlı öğrenciler Ahmet Altan’a yönelik bir yumurtalı protesto gösterisi düzenlediler.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne İktisat Kulübü’nün davetlisi olarak gelen Ahmet Altan’ı İktisat Fakültesi koridoruna girdiği sırada “Türk Düşmanı Ahmet üniversiteden defol”, “Atatürk düşmanı Ahmet Altan üniversiteden defol”, “İşbirlikçi Ahmet Altan’ı üniversitede istemiyoruz” dövizlerini açan yaklaşık 50 kişilik Atatürkçü öğrenci sloganlarla karşıladı.

Sloganlar karşısında şaşkına dönen Altan daha ne olduğunu anlamadan Atatürkçü öğrenciler tarafından yumurta yağmuruna tutuldu. Yüzüne ve vücuduna gelen yumurtalarla omlete dönen Altan koşturarak İktisat Fakültesi kapısına yöneldi. Atatürkçü öğrencilerin kovaladığı Altan arkasına bakmadan üniversiteden kaçtı.”

Protesto sona erdikten sonra da yukarıdaki metin tüm basın-yayın kuruluşlarına fakslandı. Faksın ulaşmasıyla birlikte dergi büromuzu arayan basın kuruluşlarına olayın görüntülerinin de elimizde olduğu ve isterlerse alabilecekleri söylendi. Bir kaç saat içinde Star gazetesi ve televizyonu, Milliyet ve Hürriyet gazeteleri ile Kanal D televizyonlarının muhabirleri gazetemize geldiler.

Sömürge basınının Atatürkçü gençlere yönelik yalan ve linç kampanyası


Hepsine basın açıklaması metniyle beraber olayın görüntüleri ve Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu’nu etraflıca tanıtan broşürler verildi, olay en ince ayrıntısına kadar konuşuldu. Hatta Kanal D, olayın görüntülerini satın almak için 250 milyon lira teklif etmesine karşılık bu teklif reddedildi ve tüm gazete ve kanallara bir basın kuruluşunun doğru ve eksiksiz bir haber için ihtiyaç duyduğu tüm malzeme dağıtıldı.

Ne var ki akşam televizyon başına geçip Kanal D’nin haber bültenini izlemeye koyulduğumuzda bambaşka bir haberle karşılaştık. Bir grup saldırgan öğrenci Ahmet Altan’a çirkin bir saldırı gerçekleştirmiş ve “Din düşmanı Altan” diye bağırarak terör estirmişti.

Kanal D’nin ana haber bültenini hazırlayanlar, Altaylı ile Altan arasındaki kişisel kavganın hemen sonrasında Altan’ı komik ve zavallı duruma düşürecek görüntüleri ustaca kullanarak patronlarını memnun edecek bir haber yaptılar. Ancak ADKF’nin basın açıklamasıyla ilgisiz ve tamamen yalan üzerine kurulu bir haber yaparak da Atatürkçü gençlere yönelik bir linç kampanyasının önünü açtılar. Zaten Fatih Altaylı eylemi saldırı olarak niteleyen ve Atatürkçü gençleri kınayan bir yazı da yazdı. Böylece Fatih Altaylı hem kişisel rakibi Altan’ı küçük düşürerek hem de Atatürkçü, devrimci gençleri şeriatçı, sağcı saldırganlar olarak göstererek bir taşla iki kuş vurmaya çalıştı.

Kanal D’nin haberini diğer gazete ve televizyonlardaki haberler, ardından da köşe yazıları izledi. Olayın ardından “Türk Basını”nın bütününde eylem aleyhinde bir karalama kampanyası başlatıldı.

Bir hafta boyunca iki tür tepkiyle karşılaştık. Atatürkçü gençleri gördüğü her yerde tebrik eden, büromuzu arayarak “gençlerin ellerine sağlık” diyen vatandaşlar ve Atatürkçü gençlere karşı bir linç kampanyası başlatan, işi ADK-ADD’lerin kapatılması önerisine kadar götüren 2. Cumhuriyetçi-şeriatçı zevatın köşeyazarları.

Bir haftadır Atatürkçü gençlere yönelen yalan ve linç kampanyası elbette ki halkta Ahmet Altan’a yönelik en küçük bir sempati bile yaratamadı. Halk kendisine küfredene hoşgörü duymayacağını gösterdi. Ama yine de bunca yalana ve çarpıtmaya karşı kamuoyunu tekrar bilgilendirmek ve Ahmet Altan’ın yolundan gitmeyi sürdürenleri uyarmak üzerimize farz oldu.

 ***

Salına Salına gelip, Hoplaya Zıplaya Kaçtı!


Birtan Ürün


Vay vay vay, bu ne sürpriz! Fransız Ahmet İstanbul Üniversitesi’ne şeref vermişler. 

Şu adama bak hele, bak şu asalete. Boyu posu, kirli sakalıyla, loş ışıkta pırlanta gibi parlayan keliyle işte karşımızda. Her tarafından entelektüellik fışkırıyor mübarek. Nasıl da salına salına yürüyor koridorda. Neredeyse duvarlar secdeye yatacak bu müthiş karizma karşısında.

Gerçi bu “iğrenç”, köklü halk üniversitesine geldiğinden midir nedir kendisini biraz Fransız hissediyor bu ortamda. Onun halkla nasıl bir münasebeti olabilir ki daha onu anlamıyorlardı bile.

Ama içi az sonra öğrenci arkadaşları engin kültürüyle aydınlatacak olmanın huzuruyla doluyor. Bilgisini ve mantalitesini borçlu olduğu o müthiş Batı kültürüyle öğrencilerin kafasını öyle yoğurmalı ki asıl medeniyet beşiğinin Anadolu kültürü değil Batı kültürü olduğunu iyice kavrasınlar.

Zaten Türkler medeniyet adına ne yapmışlar ki bugüne kadar. Yahu arkadaş, şu Türklerin ancak kavga döğüşten, adam kazıklamaktan anlayan düzenbaz, aşağılık kişiler olduğunu anlamak bu kadar da zor mu?

Sen kalk “Yurta sulh cihanda sulh” de ondan sonra da tüm komşularınla kavgalı ol! Hele ulusal parası bu kadar değersizken ulusal onur diye yırtınıp durmak da dangalaklığın daniskası hani. Ah ne vardı sanki Batılı olarak doğsaydı, baştan aşağı kültürle bezenmiş o yerlerde büyüseydi.

Yine de Fransız Ahmet şanslı görür kendini, bu yobaz, medeniyetten nasibini almamış, gönüllleri vatan millet sevgisiyle dolu cahil insancıklardan kopmayı başamıştır.

Ya Atatürk denilen tam bağımsızlık manyağı aynı zamanda halkçı ve milliyetçi de olan bu adam öldükten sonra başımıza medeni ve mantıklı zatlar gelmeseydi! Düşüncesi bile kanını dondurmaya yetti.

Mösyö Ahmet işte bu karmaşık düşüncelerle yürüyordu okul koridorunda. Fakat bu çatırtılar da neyin nesi? Kel kafasından ağzına doğru akan bu iğrenç beyaz sarı sıvı da ne oluyor? Acaba fazla düşünmekten beyni mi sulanmıştı?

Gökten yumurta yağıyor sanki, güzelim siyah ceketi, pantalonu, gömleği iğrenç köy yumurtasına bulanmıştı, tek gördüğüyse ona doğru bağıra çağıra yumurta atan kaba ve vahşi erkekler! Dörtbir yandan yumurta yağıyor, sığınacak bir fare deliği de yok ki ortalarda.

Hayret işe yaramaz Türk erkekleri de ammma keskin nişancılarmış meğer. İyice yumurta manyağı olmadan tabanları yağlamalı, yağlamalı da ne tarafa? En iyisi arkaya bile bakmadan geldiği gibi gitmek, ama bu sefer salına salına değil hoplaya zıplaya! Aman Ahmet dedi kendi kendine bacaklara kuvvet yoksa omlete döneceksin...

Bu ne sürat Fransız Ahmet kimden korkuyorsun yumurtadan mı yoksa Türk erkeklerinden mi? Aslında Türk erkeklerinden korkmakta da haklısın, adamlar kadın ruhundan bile anlamıyorlar, sanattan sanatçıdan mı anlayacaklar!

“Dünyanın en tehlikeli eğlencesi Türk olmaktır ve biz korkuyla eğleniriz” demiştin ya, seni dudağında uçuk çıkartacak kadar korkutan olay emin ol başkalarını çok eğlendirdi.
 
Saldırı değil, Protesto Gösterisi.,  !


Olay, tüm gazete ve televizyonlarda Ahmet Altan’a yönelik bir saldırı olarak gösterildi. Hatta Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı işi protesto gösterisini vahşi Afrika’daki bir av sahnesine benzetmeye kadar vardırdı.

Oysa görüntülerden de rahatlıkla anlaşılabileceği gibi Atatürkçü öğrenciler bırakalım Altan’a saldırmayı, saldırma girişiminde bile bulunmadılar. Yapılan, sadece tüm dünyada benzer durumlarda yapıldığı gibi yumurta fırlatarak protesto etmekti. Ahmet Altan’ın 28 Ekim tarihli olayı anlatan yazısında kendisine saldırılmadığını bizzat söylemesine karşılık Altan’dan daha fazla Altancı köşe yazarları durmadan bu saldırı edebiyatını pompalayıp durdular.

Tüm dünyada yumurta, domates veya pasta fırlatarak yapılan eylemler saldırı değil, protesto gösterisi olarak adlandırılır. Atatürkçü gençlere saldıran köşe yazarları ve onların gazeteleri Avrupa’da geçen benzer olaylarda nedense şimdiye kadar hiç saldırı ifadesini kullanmadılar. Tersine benzer eylemlerde yumurtayı yiyen şahısın düştüğü komik durumun kahkaha efektleriyle gösterildiği haberler hala akıllardadır. Sömürge basını yazarlarının o çok övdükleri AB yasalarında bile zaten bunlar bir linç girişimi değil, demokratik bir protesto şekli olarak kabul edilir.

Yumurtaları kafasına yiyince hoplaya zıplaya kaçması sadece Ahmet Altan’ın korkaklığının sonucudur. Ancak bu kaçma olayından saldırı sonucuna varmak son derece ciddiyetsiz ve kasıtlı bir değerlendirmedir.

Basınımız kendi ulusundan o kadar kopmuştur ki Avrupalı yaptığında şirin ve renkli eylemler olarak gazete sütunlarında yer alan olay, Türkler tarafından yapılınca birden vahşi bir av töreni oluvermektedir.

Batıcı aydınların herşeyi Avrupa’nın tekelinde gördüğünü biliyorduk, ama Türklere protesto gösterisi yapmayı yasaklayacak kadar Batılılaştıklarını biz bile düşünememiştik.

Protestonun gerekçesi, Ahmet Altan’ın Türk ve Atatürk düşmanı olmasıdır..,


Basın, kendisi sloganlar uydurarak ve yalan haberler üreterek protestonun gerekçesini de gözden kaçırmak istedi. Protesto ADKF’ye bağlı Atatürkçü, devrimci gençler tarafından düzenlenmiştir. Protestoyu ırkçı ve şeriatçı militanların saldırısı olarak göstermek kasıtlı bir tavırdır.

Protesto sırasında “Din düşmanı Altan” sloganı hiç bir şekilde atılmamıştır. Bu yalan haber İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi haber ajansına yuvalanmış 2.Cumhuriyetçiler tarafından yayılmıştır. İkinci cumhuriyetçiler Atatürkçü gençlerin halk içindeki itibarını bildikleri için protestocuları ırkçı-şeriatçı saldırganlar olarak gösterme yolunu tutmuşlardır.

Protestonun gerekçesi Ahmet Altan’ın Atatürk’e, Atatürkçülüğe ve Türklere yönelik küfre varan hakaret ve aşağılamalarıdır. Bu şahıs düşünce özgürlüğü kılıfı altında ve İkinci cumhuriyetçi, gerici ve mandacı şakşakçılarını da arkasına alarak küfürlerini yıllardır sürdürmektedir.

Eylemi düzenleyen gençlerin ırkçılığından ve hoşgörüsüzlüğünden çokça sözedildi. Oysa, ortada ırkçı olan birisi varsa o da Ahmet Altan’dır. Son 20 yıldır yazarlık adına yaptığı şey “Türklerin ne kadar ilkel ve kaba, Avrupalı’nın ise ne kadar ileri ve üstün” olduğunu anlatmaktır. Türk ulusunu aşağılamak ve Türklere küfretmek mandacı yazarlarımızca çağdaşlığın ve aydın olmanın gereklerinden birisi sayılırken ırkçı küfürlere karşı Türklerin kendini savunması ırkçılık olarak damgalanmaktadır.

Ahmet Altan açıkça vatanı satmanın propagandasını yapan biridir. Türkleri aşağılayan, Atatürk’ü devamlı küçümseyen ve ona hakaret eden, Kurtuluş Savaşı’nı hiç yapılmamış sayan, “Kahrolsun bağımsızlık” diyen, “Ben vatanı kiraz ağacının gölgesine ve kadın memesine satarım” diyen birisini protesto etmek Atatürkçü gençlerin sadece hakkı değil, görevidir de.

İkinci cumhuriyetçi mandacıları bu kadar şımartan da şimdiye kadar birinin çıkıp da bunlara haddini bildirmemesidir. Ahmet Altan’ın ataları olan Ali Kemaller ve Rıza Tevfikler de Atatürkçü gençler onlara haddini bildirene dek Türkler ve vatanseverlere bol keseden küfürlerini savurmuşlardı.

Ali Kemal Kuvayı Milliyecilere “Eşkiya” Mustafa Kemal’e “Ankara’nın serserisi” deyip işgalciyi savunurken Rıza Tevfik ise İstanbul Üniversitesi’ne gelip hiç utanmadan şu sözleri sarfedebilmişti: “...Türkün asırlar boyu bileğinde salladığı kılıncından başka nesi var? Hala İstanbul’da oturabiliyorsanız bunu Düvel-i Muazzama’nın Alem-i İslam’a karşı hizmetine borçlusunuz”.

İşte onlara haddini bildiren Kuvayı Milliyeci üniversite öğrencileri olmuştur. Önce yumurtalanıp sonra da okuldan kovulan bu işbirlikçilerin ağzından bir daha küfür duyulmamıştır.

Bugün Atatürkçü gençlerin düzenlediği eylem 80 yıl önce yapılandan farksızdır. Küfürleri engellemenin başka bir yolu da henüz keşfedilmiş değildir.

Mandacı yazarlar dokunulmazlık istiyor

  ***

İstanbul Üniversitesi öğrencileri daha önce de Ali Kemal’i Yumurtalamıştı


Alpay Kabacalı

İşgal İstanbul’undaki gençler, içinde bulundukları onur kırıcı durum dolayısıyla ulusçuluk düşünü (milliyet duygusu) yönünden alabildiğine duyarlıydılar... Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan, Kuvayı Milliyecileri “eşkiya diye niteleyen Peyam-ı Sabah ve Alemdar gibi gazetelerin yayınları da gençleri incitmekteydi. Hem Peyam-ı Sabah’ın başmakalelerini yazan hem de Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde müderrislik yapan Ali Kemal başta olmak üzere öğretim üyelerinden Rıza Tevfik, Cenap Şahabettin, Hüseyin Daniş ve Barsamyan’ın sözü geçen gazetelerdeki yazılarına tepkilerini, Türk ve İngiliz polisinden gizli olarak düzenledikleri Edebiyat Fakültesi öğrenci kongresinde kabul edilen bir bildiriyle dile getirdiler... Bildiride şöyle diyorlardı:

“1.Edebiyat Fakültesi talebesi kendi samimi varlığı arasında manevi heyecanların zevkinden mahrum, bağımsızlık, kutsallık ve milliyet hislerine yabancı ve saldırgan kişileri görmekle üzüntülüdür.

2. Darülfünun gençliği memleketin kamu vicdanınca esasen mahkum edilmiş bulunan fakat her nasılsa ahlak ve kültür ocağına sokulmuş olan bu efendilere karşı nefret ve tiksintisini bildirir.

3. ...Cenap Şahabettin, Ali Kemal, Rıza Tevfik, Hüseyin Daniş ve muallim Barsamyan Beylere bu kararı bildirerek kendilerini istifaya davet ettiğini ve öğrencilerin bilim ve kültür adına değil, basit bir vatandaş sıfatıyla dahi kendileriyle ilişkide bulunmayacaklarını ilan eder. ...”

Daha sonra toplanan fakülte profesörler kurulu beş öğretim üyesi hakkındaki suçlamaların incelenip yersiz bulunduğunu açıkladı.... Suçlananlar da gazetelerde öğrencileri aşağılayan yazılar yayımlamaya başladılar. Edebiyat Fakültesi öğrencileri öteki üç fakültenin öğrencilerini de yanlarına alarak “grev”e gittiler.

... Ertesi günkü gazeteler Fen Fakültesi hocası ve Maarif Nazırı Said Bey’in “Bütün uygar ülkelerde öğrencilerin bu gibi gösterileri olur” dediğini yazıyor; “Bu olayda öğrencilerin kışkırtmalara kapıldıkları söyleniyor, ne dersiniz?” sorusunu “ Hayır, olamaz. Zira bununla Darülfünun öğrencileri yeteneksizlikle suçlanmış olur, oysa Darülfünun öğrencileri kışkırtmaya asla kapılmaz” diye yanıtladığını belirtiyordu.

19 Nisan günlü gazetelerde, Ankara’daki TBMM üyelerinden Dr. Fikret, Mahmut Esat Bozkurt, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Numan Usta’nın üniversite öğrencilerine çektikleri telgraf yayımlandı:

“... Vatanın en değerli evlatları, öğretim için tahsis edilen kürsüleri kötüye kullanmış olanlara karşı gösterdiğiniz yiğitlik ve direnci övünçlerle öğrendik, var olunuz. Vatan ve millet sizden hoşnut olur ve sizinle övünürse yeri vardır. Saygılarımızın kabülünü rica ederiz.”

...Öğrenciler Sultanahmet’te Akademi denilen kahvede toplanarak belirlenen günde fakültelere gidip olay çıkartmak ve böylece üniversite yönetimine derslere yeniden ara verdirmek kararı aldılar... Daha sonra öğrenciler hocaları Ali Kemal, Köprülüzade Fuat, Cenap Şahabettin ve Ali Reşat beyleri üzerlerine çürük yumurta atarak protesto ettiler... Bunun üzerine Senato yetkisini kullanarak öğrenciler tarafından istenmeyen hocalara süresiz izin verdi ve yerlerine yeni öğretim üyeleri atadı. Karar 29 Temmuz 1922’de onaylandı... Kazım İsmail Gürkan o günü (8 Kasım 1922) şöyle anlatıyor:

Zeynep Hanım konağı önünde toplanan halk, gençleri bağrına basmak istiyor, ahali arasından gençlere sevgi gösterileri yapılıyor, binanın balkonundan, pencerelerinden heyecanlı cevaplarla ‘Mustafa Kemal, Ordu’ seslenişleri yükseliyordu.”

Olayın bir saldırı veya provokasyon değil, demokratik bir öğrenci protestosu olduğunu anlatan açıklamaları gazetelere gönderdiğimiz günden itibaren bu sefer de başka bir argüman piyasaya sürüldü.

Mandacı yazarlar bir yumurtalı protesto gösterisinin nasıl olacağı ve kime karşı yapılacağı hakkında yönetmelik gibi maddeler sürdüler önümüze. Anlaşılan yazarlarımız protestonun kime karşı ve nasıl yapılması gerektiğini belirleme yetkisini de kendi tekellerinde görüyorlardı. Onlara göre bir protesto gösterisi ancak politikacılara, devlet adamlarına, yani iktidar gücünü elinde bulunduranlara karşı yapılabilirdi. Bir yazar ise asla bu şekilde protesto edilemezdi. Adnan Ekinci ise Atatürkçü gençleri göstere göstere polise ihbar eden yazısında yumurtalı protestonun kaç metreden yapılabileceğinin bile kurallarını koyuyordu. Ona göre eylem iki metreden yapıldığı için geçersizdi. ‘Özgürlükçü’ yazarlarımız nedense kendilerinden biri protesto edilince birden yasa, yönetmelik ve kolluk kuvveti hayranı oluvermişti.

Öncelikle yumurtalı protestonun nasıl yapılacağını belirleyen bir yasa, kaide veya yönetmelikten haberimiz olmadığını belirtelim. Bu konuda tek teamül yumurtanın protesto edilecek kişinin kafasında patlamasıdır ve kural-kaide meraklısı yazarlarımızın televizyonlardan da izlediği gibi bu teamül yerine getirilmiştir.

Bunun da ötesinde protesto eylemi yazarların saydığı anlamsız kurallara bile uymaktadır. Ahmet Altan sıradan bir yazar değildir. Ölçüt, protesto edilecek kişinin arkasındaki iktidar gücüyse eğer; Altan’da bu, istemediğiniz kadar vardır. 80 yıl önce Ali Kemal’lerin arkasındaki iktidar ve güç bugün de Altan’ın arkasındadır.

Ahmet Altan 12 Eylül rejiminin yarattığı; sola, Atatürk’e ve tüm milli değerlere saldırarak yükselmiş bir ‘yazardır’. ‘Solcu’ olduğunu ilan eden yazarların sola küfrederek yazarlık serüvenine başlamış ve bu uğurda 12 Eylül rejimince de desteklenen Altan’a sahip çıkmaları ilginçtir.

Altan’ın arkasında büyük sermaye grupları ve medyanın büyük reklam kampanyaları vardır ve bunlar olmaksızın bir Ahmet Altan düşünülemez. Ahmet Altan şahsında protesto edilen, bu yazarı yaratan 20 yıllık Amerikancı, Avrupacı, işbirlikçi iktidarlardır.

Şimdi köşelerinde Ahmet Altan’ı savunarak Atatürkçü gençlere karşı bir linç kampanyası başlatan yazarlar da aynı sürecin ürünüdürler. Atatürkçü gençlere saldıran yazarların hepsi aynen Ahmet Altan gibi Kenan Evrenler, Özallar ve onların arkasındaki emperyalistler sayesinde bulundukları yere gelebilmişlerdir. Mandacılık ve işbirlikçilik yaparak geldikleri yerin sarsılacağını ve Atatürkçü gençlerin artık küfürlerine sessiz kalmayacağını gören yazarlar Ahmet Altan’ı bahane ederek kendilerine dokunulmazlık talep etmektedirler.

Gerçekte kimsenin Ahmet Altan’ı veya yazarlık onurunu düşündüğü yoktur. Ahmet Altan gibi bunlar da korkaktırlar ve daha şimdiden dokunulmazlık talep ederek kendilerini kurtarma derdine düşmüşlerdir. Kendilerini kurtarmak için de “biz yazarız, biz istediğimiz kadar işbirlikçilik yapabiliriz, Türklere ve Atatürk’e isteğimiz kadar küfür edebiliriz” demektedirler. Ama halkın öfkesi karşısında onları kurtaracak hiçbir dokunulmazlık zırhının olamayacağını da bilmelidirler.


Fikir adamı değil küfürbaz, edebiyatçı değil pornocu.,



Tabi tüm bu yazılanlar Ahmet Altan’ı bir fikir adamı ve bir edebiyatçı sanma şaşkınlığıyla da elele yürümektedir. “Ahmet Altan bir fikir adamıdır ve fikirlerine fikirle karşılık verilmelidir” denmektedir. Mandacı ve işbirlikçi bir fikre fikirle karşılık vermek diye bir zorunluluk yoktur. Atatürçülerin vatanı satma fikrine karşı mücadelesi bir fikir mücadelesi değil, tam bağımsızlık mücadelesidir, bu mücadele emperyalistleri ve uşaklarını ülkeden kovana dek sürer.

Kaldı ki Ahmet Altan ortaya bir fikir de sürmemektedir. Yaptığı tek şey Atatürk’e, Türklere ve sola küfretmektir. Küfrün de elbette ki bir karşılığı vardır. Ahmet Altan bir fikir adamı değil, küfürbazdır ve bir küfürbaza nasıl davranılması gerekiyorsa ona da o şekilde davranılacaktır.

Yalçın Küçük, Ahmet Altan romanları için küfür romanları derken doğru fakat eksik bir değerlendirme yapıyordu. Ahmet Altan’ı bir edebiyatçı, yazdıklarını da roman saymak hata olur. Bize hayatı mahkemelerde geçen muhalif yazar olarak sunulan Altan’ın, davalarında düzene muhalefetten yargılandığı sanılmasın. ‘Kahraman muhalif’ Altan’ın davaları, daha ziyade genel ahlaka muhalif porno yayınlarıyla ilgilidir. Ahmet Altan’ın yazdığı porno fantezilere roman demek, bu memlekette yetişmiş bu kadar romancıya yapılmış bir ayıptır. Yazara, edebiyatçıya saygıdan sözedenler pornocuların hiç de saygı duyulacak bir iş yapmadığının farkına varmalıdır.

Atatürkçülük küfürler karşısında susup kalmak değildir

 

ADKF Başkanı Özgür Billur:

 '' İhbarcı gazeteciler, işte adımız, adresimiz ''


Ahmet Altan protestosu “Türk Basını” içindeki ihbarcı gazetecileri de bir bir ortaya çıkardı. Atatürkçü gençlere yönelik bir linç kampanyası başlatan, polisi ve savcılığı göreve çağıranlar kendi ihbarcılıklarını teşhir etmekten başka bir sonuca ulaşamadılar.

 Arkalarını belli güçlere dayayarak gazetelerde köşe kapmış bu yazarların ne kadar demokrat ve özgürlükçü oldukları da ortaya çıkmış oldu. Mandacıların artık üniversitelerde konuşturulmadığını görünce telaşa kapılan bu yazarlar bizi de kendileri gibi sanmış olacaklar ki polisle, savcılıkla korkutmaya çalıştılar.

Şeriatçı Mehmet Yavuz ile Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı açık açık ADK’ların kapatılmasını istediler ve Atatürkçü gençlere yönelik saldırıları da kışkırttılar. Adnan Ekinci ise köşesinde “Polis nerede? Savcılık nerede?” diye telaşla sorup durdu.

 Polisle savcılığın nerede olduğunu bilemeyiz ama bizim yerimiz belli. Açın gazetenin künyesini; işte adımız, işte adresimiz. Tüm ihbarcı gazeteciler sıraya girip “Atatürkçü teröristlere” karşı ava çıkabilirsiniz.


Protesto sonrası Atatürkçü gençlere karşı yürütülen linç kampanyası “demokrat” yazarlarımızın köşelerinde Kenan Evren zihniyetini tekrar hortlatmıştır. Atatürkçü gençlerin eylemini Atatürkçülüğe karşı gösterenler işi Atatürkçülüğün yasaklanmasını teklif etmeye kadar götürmüşlerdir.

Şeriatçı Yeni Şafak yazarı Mehmet Yavuz ile Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı’yı birleştiren çizgi Kenan Evren’in Atatürk’ü koruma kılıfı altında Atatürkçülüğü yasaklama anlayışıdır. Kimin Atatürkçü olduğunu belirleme yetkisini kendilerinde bulanlar durmadan yapılan protestonun Atatürkçülüğe yakışmadığını tekrarlamaktadır.

İşin ilginci “Atatürk’ü Atatürkçü gençlere karşı savunma” işi şeriatçı Yeni Şafak Gazetesi yazarı Memmet Yavuz ve onunla elele veren Orhan Bursalı’ya düşmektedir. İkisi de Atatürkçü gençleri, ADK ve ADD’yi hedef göstermekte ve bu kuruluşların kapatılmasını istemektedir.

Telaşa kapılan İkinci Cumhuriyetçiler ve şeriatçılar belli merkezlere mesaj göndererek bizleri hedef göstermekte ve Atatürkçü gençlere yönelik saldırıların kışkırtıcılığını yapmaktadır. Muammer Aksoy’lar, Uğur Mumcular, Kışlalılar öldürüldüğünde ne yazarlığın ne de Atatürkçülüğün sözünü etmeyenler Ahmet Altan protesto edilince birden yazarlara yönelik saldırılara karşı çıkmayı ve Atatürk’e sahip çıkmayı akıllarına getirmişlerdir.

Atatürkçülük küfürler karşısında susup kalmak değil, bu küfürlere cevap vermektir. 

Atatürkçülerin mücadelesi yalnız emperyalistlere ve şeriatçılara değil, aynı zamanda Atatürk’ü halktan koparmaya çalışan Gardrop Atatürkçülerine de karşıdır. 
Gardrop Atatürkçüleri gençleri de kendilerine benzetmek istemektedirler. 

Atatürkçülük hiç de onların sandığı gibi uslu çocuk olmak demek değildir. 

Mandacılara karşı Atatürkçülerin vereceği mücadelenin kaynağı Bursalı’nın ve şeriatçıların tavsiyeleri değil, Atatürk’ün gençliğe hitabesi ve Bursa Nutku’nda dile getirdiği esaslardır.

Ahmet Altan’ı hoplaya zıplaya kaçırtan da, onun medyadaki tüm dostlarını ve ikinci cumhuriyetçi zevatı bu kadar telaşlandıran da gençlerin ve halkın tekrar devrimci Atatürk’e sahip çıkmasıdır. Milliyetçi gençlerin Ali Kemalleri üniversiteden kovması kurtuluş savaşının ateşleyici unsurlarından birisi olmuştu. Şimdi de Atatürkçü gençlerin Ahmet Altan gibi bir Türk ve Atatürk düşmanı işbirlikçiyi üniversiteden kovması hayırlı gelişmelerin habercisidir.

 Bu protestonun toplumda Atatürk düşmanlığını körüklediğini savunanlara en güzel yanıt, günlerdir gösteriyi yapan arkadaşlarımızı tebrik eden yurttaşlarımızın, öğrencilerin, üniversite çalışanlarının coşkusu ve sevincidir. Artık Atatürk düşmanlarını gördüğü yerde protesto etmek, konuşturmamak sadece Atatürkçü öğrencilerin değil tüm yurtttaşların görevidir. İkinci Cumhuriyetçi zevat korkmakta ve korkusundan ciyaklamakta sonuna dek haklıdır. Çünkü pek yakında sokağa bile çıkamayacak duruma düşecekler.


http://www.turksolu.com.tr/16/ayas16.htm