SEMİNER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SEMİNER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Eylül 2016 Perşembe

ORTADOĞUDA İran İç ve Dış Politikası, BÖLÜM 2







ORTADOĞUDA  İran İç ve Dış Politikası, 
BÖLÜM 2



Bir tanesi velayet-i fakihin üstünlüğünü savunan görüştür. 

Bu hala daha ilkeciler diye bugün bahsedilen grup bu geçmişten geliyor. Bunun yanında modern sağ ortaya çıkıyor, modern sağ ise ilkecilerin aşırı muhafazakar tutumuna karşı, ülkenin çıkarı için daha pragmatik politikalar izlenmesi gerektiğini savunan, ekonomik ve siyasi kalkınmayı sağlamak için yavaş yavaş devrim ihracını bırakıp, İslami tonu biraz geriye atıp, dünyayla ilişkileri geliştirerek iktisadi kalkınmayı sağlamak isteyen bir düşüncedir. Bu grup, kültürel alanda da dünyayla ilişkileri geliştikçe, kültürel anlamda açık oluyorlar, modernleşmeci oluyorlar. Radikal grupsa hala daha devrimin ilk yıllarından itibaren İslami sosyalist politikaların uygulanmasını savunan grubun devamıdır. 
Rafsancani döneminde bu iç gelişmelerle beraber pragmatik bir dış politika görüyoruz, devrim ihracından yavaş yavaş vazgeçiliyor. Mevcut durumu kabul edip başka ülkelerde devrim olmasa dahi o ülkelerle ilişkiler kurulabilir mantığıyla daha statükocu bir yaklaşım gelişiyor. İktisadi gelişme batıyla ilişki içine girmeden kolayca sağlanacak bir şey değildir. İran için batıya açılım, batıdan yardım görme, sermaye çekme gibi çeşitli çalışmalar başlıyor. 1997’ye geldiğimizde ise Rafsancani döneminde çok kısıtlı da olsa gerçekleşen açılma, Hatemi döneminde bir halk hareketine dönüşüyor ve Reform hareketi ortaya çıkıyor. Reform hareketi diyorlar artık savaş bitti, biz İslam Cumhuriyeti’ni kurduk ama biz toplumda rahat yaşayamıyoruz, haklarımız anayasal özgürlük lerimiz, hatta o döneme kadar savaş yüzünden uygulanmayan anayasal özgürlükler bize iade edilmeli diyorlar. Dolayısıyla reform hareketi sivil toplum yaratılsın, ifade özgürlüğü hukuk devleti yaratılsın, daha şeffaf bir yönetim olsun diyen bir halk hareketidir. Bu hareketin Hatemi’ye destek vermesiyle 1997-2005 yılları arasında İran toplumunda böyle dinamikler görülmektedir. Bu dönemde sosyal ve kültürel alanda özgürleşme yaşanıyor. Bu özgürleşme nasıl oluyor? Yayında, en çok yayınlarla oluyor, çeşitli seslerin duyulabileceği gazete ve dergilerin çıkmasıyla, pek çok sivil toplum kuruluşunun kurulmasıyla ve özgürce konuşabilmeleriyle bu özgürleşme sağlanıyor. Ama tabii halk bir taraftan bunu isterken, diğer taraftan, baştan beri vurguladığım ikilik mevcut ve ulema hayır, 
bu bizim devletimiz için bir tehlike diyor. Bu kadar çok batıya açılırsak bizim batı karşıtlığımız ne olacak, bu kadar çok özgürlükçü olursak bizim dini ilkelerimiz ne olacak. Bu sekiz yıl zarfında ülke şeriata uygun yönetilmeli diyen grupla, halk hareketi ve Hatemi bir kavgaya tutuşuyorlar. 

Bu kavgadan da maalesef Hatemi yenik çıkıyor. Bu dönemde çok ciddi olaylar oluyor. Ülkenin özgürlükçü aydınları zincir cinayetler denilen bir dizi cinayetle ülkenin istihbarat kurumlarından ama tam da kim olduğu belli olmayan şekilde faili meçhul diyebiliriz bunlara, zincir cinayetlerle öldürülüyorlar. 1999’da öğrenci olayları başlıyor, pek çok öğrenci hapislere atılıyor, bu olayların da sebebi bir reformcu gazetenin kapatılmasıdır. Özgürlükçü aydınların seslerinin duyulduğu bir ortam, iktidar tarafından kapatılınca öğrenciler sokaklara çıkıyorlar. Protestolarda tabii maalesef şiddet uygulanıyor ve öğrenciler hapse atılıyorlar. Hatemi döneminin sonunu getirense, seçim yasasında reform yapma 
isteği ve cumhurbaşkanı yetkilerini güçlendirme isteğidir. Buna dair bir yasa tasarısı meclise sunuluyor, meclisten geçiyor ancak koruyucular konseyi bu taslağı reddediyor. Koruyucular konseyi bahsetmiştim seçilmemiş bir organ, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyen bir organdır. 

Reddedilince Hatemi’de yasayı geri çekince, halk anlıyor ki bu reform hareketi dini yönetim karşısında başarılı olamayacak ve zaten o dönem de Hatemi’nin son dönemidir. Yeni iktidara gelen hükümetle reform hareketi bitiyor. Bu dönemde batıya açılım var, medeniyetler arası diyalog Hatemi’nin en önemli şiarıdır. Batıyla ilişkileri geliştirme isteğini görüyoruz, bu dönemde ABD’ye giden ve CNN’e röportaj veren bir İran cumhurbaşkanı var. Daha sonra Ahmedinecad dönemi başlıyor 2005 -2013. Bu neo- radikal dönem biraz ABD’deki neo- radikallere Bush ve yönetimine benziyor. Binyılcı (millennarist) bir anlayışla iktidara geliyorlar. Muhafazakar ve reformculara karşı duruyorlar tabii çünkü 
yeniden İslamileştiren, yozlaşan İran toplumunu batının kültürel saldırısına uğrayan kültür yozlaşmasına uğrayan İran toplumunu yeniden İslamileştireceğiz şiarıyla ortaya çıkıyorlar. Devrim muhafızları ise  şu ana kadar hiç bahsetmemiş tim, devrimden sonra kurulan normal ordunun yanında devrimi korumak amacıyla kurulan devrimci bir ordudur. 


Dolayısıyla ekonomiden, kültüre, savunmaya, paramiliter güçlere pek çok alanda devrim muhafızları etkindir çünkü devrimi her açıdan koruma amacıyla kurulmuşlardır. Devrim muhafızları bu yeniden İslamileştirme döneminde Ahmedinecad’a yardım eden kurumdur ve bu dönemde onların siyasete etkisi çok yükseliyor. Ekonomideyse, özelleştirme ve sübvansiyonların kesilmesini görüyoruz. Sübvansiyonlar tamamen İran’ın rantiyer bir devlet olmasından kaynaklanan bir durum, petrol ve doğal gaz üreticisi olduğu için halka,vergi yoksa temsil de yok sistemini devam ettiren bir rantiyer devlet durumu söz konusu İran’da. Bu durumu biraz yıkan şey ise İran’ın anayasa devriminden gelen cumhuriyetçi gelenektir ve onu zayıflatıyor. Arap ülkelerindeki Suudi Arabistan’daki gibi yüzde yüz rantiyer olmaktan çıkartıyor. Ama halkın geliri 
büyük ölçüde sübvansiyonlara dayanıyor. Ahmedinecad döneminde kesiliyor sübvansiyonlar çünkü ekonomi gerçekten kötü durumda, ekonomide bir reform yapılması gerekiyor ancak Ahmedinecad popülist bir lider olduğu için sübvansiyonları kesip devlete aktarırken bir taraftan da kendi eliyle o geliri halka dağıtıyor. Kendi ihtiyaç gördüğü yerlere dağıtıyor, doğrudan kullanım için şehirlere gidip dağıtıyor. Ahmedinecad döneminde böyle bir karma ekonomi durum söz konusudur. Bu dönemin siyasi olarak en büyük olayı 2009’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ahmedinecad’ın ikinci defa seçildiği seçim reform hareketinin yeniden ortaya çıkması, reformcu bir lideri desteklemesi ancak devletin İslamileştirmeci politikaları sonucunda bu reform hareketinin şiddet yoluyla bastırmasıdır. 2009 seçimlerinde reformcu liderin seçilmeyişinden sonra 
çok ciddi bir seçim hileleri iddiaları ortaya çıkıyor. Bunların tabii kanıtları da var ama seçim sandıklarından elde edilen sonuçlar bunların temsilcilerin sonuçları kanıtlar ancak bu kanıtlar göz ardı ediliyor ve Ahmedinecad tekrar cumhur başkanı ilan ediliyor. 

Böyle olunca toplumda ciddi bir ayaklanma başlıyor Yeşil hareket, eski reform hareketinin devamı daha özgürlükçü unsurlar, sokağa çıkıyorlar ancak sokakta şiddetle bastırılıp sesleri kesiliyor. 

Öğrenci: Hocam bu hareketin peki ekonomik olarak sol görüşle hala bağlantısı var mı? 

-Bu hareket yeşil hareketin ekonomi alanında açıkçası bir vizyonu yoktu. Seçilseydi onların lideri o zaman açıklayacakları ekonomik reformları vardı da daha ziyade bu toplumun tekrar İslamileştirilmesinin İran’ın zararına olduğunu düşünüyorlardı çünkü daha baskıcı politikalar yayınların kapatılması dışarıyla kavga halinde olması bu tür sosyal hukuk devletine karşıtı politikaları eleştirerek o dönem seslerini duyurdular. 

Öğrenci: Geçmişteki radikal ve elitist ayrımının devamı değil yani? Türkiye’de bir kent- kırsal ayrımı olarak vardır. 

-Elitist radikal ayrımının aslında biraz devamı ama hani zaman içerisinde ülkede koşullar değiştikçe savunulan şeyler de değişiyor. Fikir olarak evet halkın egemenliği ön planda daha refahın topluma eşit yayıldığı belirli bir zümrenin refaha sahip olmadığı ama halka da yayıldığı bu tür bir fikirden geliyorlar. Ama özellikle 2009’da yaşanan olaylarda siyasi temsil sorunu var. Ben sandığa gidiyorum oy veriyorum ancak benim oyum çalınıyor. Ben halbuki bu siyasi sistemde anayasal olarak halk olarak temsil hakım var ve sen de o egemen yönetime bunu vermez zorundasın bu benim hakkım diye ortaya çıkan bir durum. Bastırılınca bu grup ve sesleri kesilince daha fazla bir vizyonları olmuyor daha ziyade toplumda İran’ın halkçı ve cumhuriyetçi fikirlerini temsil eden bir entelektüel akım olarak İran dışında özelilikle yazıp çiziyorlar. Zaten çoğu yurt dışına çıktı İran’da kalanlar çoğu hapiste çok azı serbest bırakıldı. Liderlerin hala ev hapsinde zaten iki liderleri var. Dolayısıyla bu grubun Ruhani seçilene 
kadar çok da politikasını duymadık duyamadık. Ahmedinejad dönemi dış politikasında yeniden İslamileştirme devrimci ideallerin ön plana çıkartılmasıyla beraber devrimci retorik yükselişe geçiyor. Batıya karşı çok sert söylemler başlıyor batıyla beraber en çok da İsrail’e karşı sert söylemler başlıyor. Duymuşsunuzdur Ahmedinejad’ın İsrail’in haritadan silinmesi gerektiğine varan çok radikal açıklamaları oluyor. Batıyla karşı karşıya gelip de daha çok doğuya ve 3. Dünya’ya dış yatırımını yapıyor bu dönemde nükleer mesele önemli bir problem olarak karşımıza çıkıyor. 

İran’ın Nükleer programı batılı güçler için zaten bir sorundu nükleer programı devam ettiriyor. İran ama bu nükleer silah yapımına varacak mı? Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’yla uyumlu çalışıyor mu? çalışmıyor mu? Ahmedinejad döneminde Atom Enerjisi Kurumu’yla bağlar tamamen kopuyor ve kurum BM Genel Kurulu’na dosyayı sevk ediyor. Böyle olunca İran’a karşı nükleer silah şüpheleri artıyor ve yaptırımlar uygulanmaya başlanıyor. Hem BM, hem ABD ve AA tarafından çok ciddi petrol satışını para akışını kısıtlayan, dış yatırımları zaten tamamen kesen yaptırımlar uygulanmaya başlanıyor. Dolayısıyla nükleer mesele, Ahmedinejad döneminde bu kadar setleşmesinin sebebidir. 

Ahmedinecad’ın aşırı derecede batı karşıtı ve İsrail’e düşmanca söylemleridir. Bu dönemde Devrim muhafızları da zaten etkin. Nükleer silah yaparsa İran kesinlikle İsrail’e saldıracak batıya tehdit olacak gibi nedenlerle büyük güçler ABD ve BM’in daimi devletleri İran’a karşı yaptırımlar uygulamaya başlıyorlar. Yine Ahmedinejad döneminde Arap baharı fenomeni ortaya çıkıyor. Arap Baharı Ahmedinecad’ın cumhurbaşkanı olarak doğrudan etki ettiği bir süreç olmuyor çünkü bölgesel ve ülkenin genel güvenliğini ilgilendiren bir durum olduğu için yüksek güvenlik konseyi Arap Baharı’na karşı tutum belirliyor. Ancak Arap Baharı ülke içerisinde muhalefet ve devlet ayrılığı bir kez daha gösteriyor çünkü 
devlet Arap Baharı’nı İslami uyanış olarak algılıyor ve devrim yapılan ülkelerde Tunus’ta Mısır’da İslami devletler kurulacağı varsayımıyla politika geliştiriyor. Halbuki yeşil hareket ve muhalefet Arap Baharı’nı demokratik ve halkçı devrimler olarak algılayıp, İran içerisinde tekrar muhalefetlerini arttırmaya başlıyorlar. 

Zaten Arap Baharı’na destek için Yeşil Hareket’in desteklediği bir protesto onların son seslerinin çıktığı yer oluyor, 2011’in Şubat’ından sonra liderleri de ev hapsine alınıyor. 

Dolayısıyla Arap Baharı’nın İran iç siyasetinde böyle bir etkisi oluyor. Geliyoruz 2013’e geçtiğimiz haziran ayında şu anki İran’da cumhurbaşkanlığına cumhurbaşkanı Ruhani seçildi. Ruhani Ahmedinecad’ın bıraktığı kötü mirasın üzerine geldi. Bu kötü miras, yaptırımlar yüzünden büyük ölçüde ve plansız popülist ekonomik uygulamalar nedeniyle. Ekonominin kötüleşmesi Yine Ahmedinecad’ın sert batı karşıtı söylemleri yüzünden İran’ın uluslararası sistemden izolasyonu söz konusuydu. Ruhani böyle bir izolasyon döneminde cumhurbaşkanı seçildi. Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesi büyük ölçüde aslında İran’da değişim isteyen hem reformcu hem ılımlı muhafazakar grubun 
desteğiyle oldu. Çünkü Ruhani itidalli bir değişim sözü vermişti, iktidara ‘ülkenin durumu iyi değil ben sert reformlar yaparak sistemi kökünden sarsmayacağım ama itidalli bir şekilde değişikliğe gideceğim dolayısıyla hem ekonomik hem sosyal olarak ülkenin durumunu iyileştireceğim sözüyle geldi. Zaten kurduğu hükümetin adını da İhtiyat ve Umut Hükümeti olarak belirledi. 

Çünkü gerçekten Ahmedinejad’ın son dönemde kötüleşen durum yüzünden İran halkı umutsuzluğa sürüklenmişti. Çok ciddi bir enflasyon artışı vardı, petrol satamıyorlardı ve petrol gelirinde ciddi bir düşüş var. Dolayısıyla standartları ciddi şekilde düşmüştü, uçakları için yedek parça alamıyorlardı, yurtdışında okuyan öğrencilerine para transferi yapılamıyordu, büyük bir umutsuzluk söz konusuydu Ruhani’nin İhtiyat ve Umut hükümeti kuracağım sözü insanlara çok iyi geldi. Hem reformcuların desteğiyle hem de ılımlı muhafazakarların desteğiyle Ruhani iktidara seçildi. 

Böyle bir şiarla gelince güvenlik devletini sona erdireceğini söyledi. Güvenlik devletinden kasıt hem güvenlik merkezli politikalar içeride ve dışarıda, halka uygulanan sosyal ve kültürel anlamda baskıcı politikalar hem de devrim muhafızlarının siyasetteki etkinliğini azaltmadır. Yönetim devrim muhafızları etkin olduğu sürece bütün meselelere güvenlik perspektifinden bakıyordu. Ruhani devrim muhafızlarının etkisini kıracağı sözü verdi ancak daha iktidarda çok yeni bu konuda çok ciddi bir şey yaptığını henüz söylemek mümkün değil. Tabii Ruhani dediğim gibi nükleer meseleden yaptırımlardan dolayı İran kötü bir duruma geldiği dönemde iktidara geldiği için en büyük vaadi nükleer meseleyi çözmek ve batılı ülkelerle anlaşmaktı ve ilk dış politikasını da bu yönde geliştirdi. Teknokratlardan oluşan dış politika uzmanlarından oluşan bir heyet kurdu. Dışişleri bakanlığına da bir dış politika profesörü olan Cevad Zarif’i atadı. Onun ekibi yeni bir dış politika belirlemeye başladı bu da ilk önce batılı ülkelerle masaya oturmak için gerekli koşulları sağlamak ve nükleer meselede anlaşmaya varmaktı. Nitekim 24 Kasım 2013’te Cenevre anlaşması imzaladılar. Bu anlaşmayı imzalayanlar BM Daimi Konseyi’nin daimi 5 üyesi ve Avrupa’nın büyük gücü Almanya’dır. Dolayısıyla Kasım 2013’ten beri özellikle hem 5+1 ama özellikle ABD ile görüşmeleri ön plandadır. ABD önemli çünkü İran için en büyük 
düşmanlardan biriydi. ( devrim tehdidi, devrim ihracı tehdidi ve ABD’ye karşı politikalar) Kasım 2013’ten beri görüşmeler devam ediyor. Cenevre Anlaşması geçici bir anlaşma, bu anlaşma sonucu İran’a barışçıl nükleer program izni tanınır ve İran’da nükleer silah yapmayacağına dair gerekli garantiyi verebilirse batılı ülkelere iki taraf anlaşacaktır. Şu an yaptırımlar biraz kaldırıldı. Ekonomik olarak İran biraz rahatladı ve anlaşmaya varılması durumunda yaptırımların tamamen kaldırılması söz konusu. Ancak iki tarafın tabii ki birbirine güven tesis etmesi lazım. Bu çerçevede dış politikada yine yumuşama ve karşılıklı saygı daha doğrusu nükleer anlaşmaya varılmadan önce ilkeler ortaya kondu. İlkeler sayesinde zaten biraz nükleer anlaşma gerçekleşebilir oldu, bu ilkelerin en önemlisi iddialı ve yapıcı dış politikadır. Bu, Ruhani’nin seçilirken dış dünyaya 
verdiği mesajdı ve Ruhani dedi ki yumuşak ve karşılıklı saygıya dayanan bir dış politika belirleyeceğiz. Bu da eski Ahmedinecad döneminin savaşçı ve agresif retoriğinin ters çevrileceğinin işareti oldu. Dolayısıyla Kasım ayında Cenevre anlaşması imzalandı. Teşekkürler dinlediğiniz için. Sorularınız varsa detaylı tartışma yapalım çünkü detayları epey atladım aslında. 

Buyurun. 

Öğrenci: Ahmedinejad İsrail’in haritadan silinmesi gerektiğini söylerken gerekçeleri neydi? İkinci sorum; İsrail’i bu şekilde hedef almak sadece 
Ahmedinecad’ın mı yoksa İran’ın genel politikası mı? 

- İkinci sorudan başlayayım isterseniz İsrail’i hedef almak İran’ın genel politikası çünkü devrim yapıldığında 4 Kasım 1979 yılında ne doğu, ne batı, ne ABD, ne Rusya, bağlantısızlık, İsrail de ABD’nin Orta Doğu’daki ajanı gibi görülüyordu. Dolayısıyla bu devletlerin çıkarlarına hizmet etmeyen politikalar gütme devrimin başından beri devrimci liderliğin önem verdiği bir şeydi. 1979 yılında İran’daki ABD büyükelçiliğini bir grup öğrenci işgal ettiler. 444 gün süren bir işgal yaşandı. ABD büyükelçiliğinin Şah ile İran’a karşı nasıl komplolar kurduğunu ortaya çıkartmak ve büyükelçiliğin İran’da oynadığı oyunları protesto etmek için bir işgal gerçekleşti. Bu işgal zaten İran ile ABD’nin devrimci İran’ın ilişkilerini 
koparttı. ABD diplomatları orada 444 gün rehine tutuldu. Dolayısıyla ABD’ye karşı hiçbir şekilde diplomatik ilişki kurulmayan hep büyük düşman şeytan olarak görülen bir tutum vardı. Ahmedinejad bunu devam ettirdi ama bunu İsrail bölgede, ABD’nin çıkarlarını uyguluyor ve Müslümanları,Filistinlileri öldürüyor. İsrail Siyonist bir devlet ve biz İran olarak Siyonist bir devletin Müslümanları ezen, katleden ABD’nin uşağı uzantısı bir Siyonist devleti kabul etmiyoruz. 

Öğrenci: Hocam bir ekleme yapayım naçizane. İran ilk devrimi gerçekleştir diğinde Filistin sorunu İran’ın dış politikasını etkileyen sorunlardan birisi değildir ancak Soğuk Savaş sona erdikten sonra Orta Doğu’da bölgesel dengeler değiştikten sonra İran ve İsrail karşı karşıya geldi. 

Yani uzun süre boyunca benim okuduğum yazıya göre İsrail Filistin problemi İran’ın dış politikasını belirleyen bir neden değildi. 

- O konuda haklısın çünkü savaş yaşanıyor İran’da doğrudan İsrail’e yönelik bir söylem görmüyoruz iddialar var. İsrail’in savaşta İran’a silah sattığına dair kesin olmamakla beraber iddialar var. Savaş yüzünden doğrudan karşı karşıya gelmediler. Ama söylemde siyonist bir söylem vardı, 89’dan sonra daha belirgin oldu. 

Öğrenci: İsrail’in Soğuk Savaş’tan sonra bölgede Arap ülkeleriyle ittifak kurmaya başlamasından sonra iki ülke karşı karşıya gelmeye başladılar. 

- Tabii Arapların İsrail’e karşı savaşları var, Lübnan’da kurulan Hizbullah’ın İran desteğiyle, Arapların savaşını sürdürüyor olması var. Orada bölgesel dinamikler işin içine giriyor. 

Öğrenci: 1979’da devrim oldu. 1977’de yine devrimde önemli rol oynayan bir şahıs Ali Şeriati öldürüldü bildiğimiz kadarıyla. Peki eğer Ali Şeriati yaşasaydı bugün İran’da gerçekleşecek olan devrim büyük bir İslami bir devrim mi olacaktı yoksa tamamen başka bir devrim mi? 

- Onu söylemek zor. Ali Şeriati yaşasaydı denilebilir. Ayetullah Montazeri rehber olsaydı denilebilir çünkü Montazeri din adamlarının halkçı kanadını temsil ediyordu. O şekilde seçilmeyip yerine Hamanei seçildi bunlar olsaydı ne olurdu? Ben şunu görüyorum İran’da bunlar olmasa da onların temsil ettiği görüşler yaşıyor. Reform hareketi, Yeşil Hareket, Ruhani’ye destek veren reformcular bu reformcuların mesela Ruhani’den nükleer meseleyi çözdükten sonra düşünce özgürlüğüne yönelik beklentiler var. Dolayısıyla onların temsil ettiği veya topluma anlattığı düşünce hala yaşıyor. Ama siyasal olarak komplo her zaman komplodur belki yine ele geçirilirdi yaşasalardı onu bilmiyorum. 

Öğrenci: İran iç siyasetine baktığımızda benim bu dersten çıkarımım şöyle bir durum var bu devrimi sıkı sıkıya benimseyen bir grup ilkeciler. 

Ve reformcular seçimle başa gelen bir hükümet söz konusu olursa genelde reformcular başa geliyor sonra bu reformcular bir şeyleri gerçekten değiştirmeye çalıştığında önü kesiliyor ve ondan sonra yine bir şekilde o ilkeciler yönetimi ele alıyor. Böyle bir seyri var İran siyasetinin. Bu bağlamda siz Ruhani’nin geleceğini veya aslında İran’ın iç siyasetini ben mesela baktığımda daha fazla stabil kalabileceğini düşünmüyorum uzun yıllar. Otuz yıl da İran böyle gitmez diye düşünüyorum orada. Zaten Yeşil Hareket de bunun baya sağlam bir emaresi hatta Arap Baharı’yla birlikte gelmesi. Sonuç olarak sizin projeksiyonunuz nedir? 

- Tabii İran Devrimi daha çok taze 35. Yılını kutladı. 35 yıl böyle yapısal bir değişiklik için kısa bir süre. Zaman içerisinde toplumsal beklentiler talepler değiştikçe ben de İran rejiminin halkın beklentilerine daha duyarlı hale geleceğini tahmin ediyorum. Ama yapıyı sarsmak da kolay değil. Çünkü toplumsal kalkışmayla bir devrim yapılıyor yeni bir düzen kuruluyor. Kemalist devrim gibi düşünebilirsiniz belki o kurulan yapının devam etmesi için mücadele veriliyor tabii. Ama uzun vade ben de size katılıyorum. 

Buyurun. 

Öğrenci; Türkiye ile İran arasındaki ilişkilere nasıl bakıyorsunuz. Suriye sorunu var İran Esad güçlerini destekliyor. 

- Türkiye İran ilişkileri AKP döneminde gayet iyi seyrediyordu. Çünkü komşularla sıfır sorun politikasıyla birlikte, aslında daha doğrusu Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanıyken İran’a bir ziyaret yapmıştı. O zamandan beri İran ile ilişkilerimiz normalleşmeye girmişti. Çünkü daha önce devrimci yönetimi bütün bölgeye tehditken tabii Türkiye’ye de tehditti. Hele ki orada yeni bir hükümet Türkiye’de laik bir cumhuriyet var. Dolayısıyla İran-Türkiye ilişkileri her ne kadar doğal gaz petrol alışverişimiz olsa da retorik olarak çok iyi durumda değildi. Ama AKP ile beraber İran da Türkiye’ye daha fazla güvenmeye başladı. Hem dini tonu daha baskına bir hükümet iş başında hem de komşularla anlaşacağız diyor. Dolayısıyla bu İran için bir güvence oldu ve İran da Türkiye’ye yaklaşmaya başladı. Ta ki Suriye sorunu, bir de füze kalkanı projesi çıkana kadar. İkisi İran için ciddi tehdit oldular. İran’ın Suriye’de çıkarları var çünkü Suriye üzerinden Hizbullah’a yardım yapıyor burada yine İsrail karşıtı olma durumu önemli. Suriye’nin İran için en büyük önemi birlikte İsrail karşıtı cepheyi oluşturuyorlar. Türkiye ise tam tersi Esed yönetiminin karşısında. Bu iki ülke ilişkileri açısından ciddi bir sorun doğurdu. Ama anlaşma imzalandı mı derseniz zannetmiyorum çünkü bu sorun çıktığından beri söylenen biz ekonomik ilişkilerimizi geliştirmek is bu yönde irademiz var her ne kadar bölgesel siyasette fikir ayrılığı yaşasak da bölgesel siyasetteki fikir ayrılığı bizim ikili ilişkilerimize tesir ederse iki ülke de zararlı çıkar. Böyle bir yaklaşım var ama Suriye meselesi ilişkilere bir soğukluk getirdi. 

- Belki şu açıdan bakabiliriz 1639’dan beri İran ve Türkiye yani Osmanlı İran Türkiye ne doğrudan bir savaşa girmiş ne çatışmaya girmiş karşılıklı olarak. 1639 da çizilen ve bugüne kadar devam eden sınır iki ülkenin birbirine sataşmamasının sınırı gibi. Yani bu anlamda fikirsel olarak etkisi olmuş olabilir tabii. Uzun bir pratik var ama doğrudan Suriye politikasında biz uzun zamandır savaşmıyoruz bunu sürdürelim gibi bir şey olamaz. 

Öğrenci; İran’ın ve Şia’nın Müslümanları Şia çatısı altında birleştirmek gibi bir hedefi olduğunu biliyoruz. Devrim ihracı İran’ın politikası. Acaba İran sınırı içerisinde Şia olmayan vatandaşlara karşı bir politika uyguluyor mu?

-İran anayasasına göre ehli kitap olan bütün mezhepler eşit anayasal haklardan faydalanırlar. Sünni olur Hıristiyan, Yahudi her ne kadar İran anti-Siyonist İsrail karşıtı olsa da içeride Yahudilere eşit mesafede olması gerek ve duruyor da. Yani şu anlamda her mecliste temsilci veriyor mesela Hıristiyan, Yahudi, Sünniler. Dolayısıyla içeride şunu belki demek mümkün olabilir genel anlamda kültürel olarak baskıcı bir yönetim söz konusu olduğu için Yahudilerin kültürünü ortaya çıkaran bir faaliyetine izin verilmeyebilir. O Şii rejim karşıtı bir faaliyette bulunacaksa bu aynı şekilde Hristiyan’a da olur Şii’ye de. Kültürel anlamda bir baskı olduğunu söyleyebilirim ama siyasi anlamda siyasal hakların kullanılmasına yönelik bir baskı ne gördüm ne de okudum. 

Öğrenci; Bahailer peki? 

- Bahailer çünkü ehli kitap kabul edilmiyor. 

Öğrenci; Arap Baharı ve sonrasında yaşanan gelişmeler Tunus’ta, Suriye’de, Irak’ta yaşanan gelişmeler sizce İran’ı nasıl etkiledi? Kazançlı mı çıktı güç mü kaybeder nasıl yorumlarsınız? 

-Arap baharı sonrası gelişmeler… bu benim için şu an projeksiyon yapması çok zor bir soru ama İran’ın aslında alanı genişledi söz söylediği alan genişledi,ben öyle görüyorum. Ama gücü arttı mı bunu söylemek şu an zor. Çünkü İran karşıtı bölgeler var. Dolayısıyla o blok İran’a, İran her ne kadar bölgeyle iyi ilişkiler geliştirmek istese de özellikle Ruhani ile beraber İran karşıtı bölge ülkeleri İran’ın politikalarına karşı duran Suudi Arabistan, körfez ülkeleri, Ürdün bunlar hala İran’ı bir tehdit olarak gösteriyorlar çünkü onun Şii politikası güttüğünü iddia ediyorlar. Suriye bu noktada İran aleyhine bir durum oldu. İran Arap baharıyla daha çok güç, söz söyleme gücü kazandı ama çok bölgesel dinamikleri 
değiştirecek bir güç kazandığını söyleyemeyeceğim. 

Öğrenci; Rehberin İran dış politikasındaki etkinliğinden bahsettiniz. Peki nükleer görüşmelerin başlamasında Ruhani’nin etkisi nedir herhangi bir etkisi var mı yoksa İran dış politikası hala rehberin kontrolü altında mı yarın bir gün şartlar değiştiğinde rehber tamam artık böyle bir anlaşma yok diyebilir mi yoksa seçilmiş liderin etkisi nedir İran dış politikasında? 


Açıkçası bunu ben bir İranlı diplomatın ağzından dinledim aktardığı şuydu Yüksek Güvenlik Konseyi ülkenin genel siyasetini, dış politikasını ve güvenliğe dayalı siyasetini belirler. Nükleer mesele de ülkenin güvenliğini ilgilendiren bir mesele dolayısıyla Yüksek Güvenlik Konseyi’nde batıyla görüşme kararı alındı, ülkenin yararına olduğu için ancak bu rehberin onayıyla ancak yürürlüğe koyulabilir. Rehber de Yüksek Güvenlik Konseyi’nin bu kararını onayladı. Dolayı cumhurbaşkanı Yüksek Güvenlik Konseyi’nin üyelerinden biri bu konseyde üst düzey komutanlar, bakanlar var oldukça üst düzey karar mercileri bu konseyde bunların ittifakıyla görüşme kararı alındı ama rehber onaylamasa bu karar alınmazdı dedi diplomat. 

Durum böyle dış işleri bakanlığının ve Cumhurbaşkanının söz hakkı var ama en Nihai sözü söyleyemiyorlar. 


RAPOR NO; 38 , 
Mayıs 2015 

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 
ORSAM ORTADOĞU  YAZ OKULU SEMİNERİ,PROGRAMI 

Yayına Hazırlayan, 
Dr. Tuğba Evrim Maden
Kazım Özalp Mahallesi Rabat Sokak No: 27/2 
GOP Çankaya/ANKARA 
Tel: 0 312 431 21 55 
ISBN: 978-605-4615-89-6 
ANKARA - Mayıs 2015 
Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Çankaya / Ankara 
Tel: +90 (312) 430 26 09 & Faks: +90 (312) 430 39 48 
www.orsam.org.tr, 
orsam@orsam.org.tr 


****