İSRAİL SENİNLE GURUR DUYUYOR
Ali Özsoy
07.08.2008
İsrail seninle gurur duyuyor!
Simon Peres niçin Tayyip Erdoğan’a hayran
Tüm dünya kamuoyu İsrail’in Lübnan’ı işgalini ve katliamlarını nefretle kınayarak izliyor. Mazlumların emperyalizm ve Siyonizme kini ve savaşma azmi artıyor. Türkiye’de bu hisler çok daha güçlü ortaya çıkıyor. Sağlı sollu tüm partiler “taban” dedikleri Türk Milleti’nden kopmamak için bu konuda genellikle hümanizmin ötesine geçmeyen kınama açıklamaları yapıyor.
ABD’nin asla izni dışına çıkamamış siyaset kurumunun halkı kandırmak için ortaya serdiği klasik bir oyundur bu. Türk Milleti İsrail’e düşmandır. Ama bunlar düşman olamaz. O yüzden görüntüyü kurtarmak zorundadırlar.
Bu kukla oyununu bırakırsak ve İsrail’in en azılı Siyonistlerinden bakan Simon Peres’in açıklamalarına kulak verirsek, sadece Türkiye için değil, “Büyük Ortadoğu” dedikleri bölge için çok açık bir gerçeği hemen görebiliriz.
AKP’li milletvekili ve hükümet üyelerinin timsah gözyaşlarına kanmayın. Bakın Peres ne diyor: “Türkiye’de AKP’nin iktidar olması hem İsrail için hem de dünya için çok büyük bir fırsattır. AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a İsrail olarak hayranız. Teşekkürlerimizi iletiyoruz.”
Bu kadar basit. Peres AKP hükümetinin ilk aylarında da “AKP bizim için Türk lokumu” demişti. Bu sözleri ise Lübnan’ın güneyinde Kana Kasabası’nı İsrail kasapları bombaladıktan ve 50’ye yakın çocuğu katlettikten hemen sonra söylendi.
Rastlantı değil... İsrail’e en dost hükümet
AKP iktidarına İsrail ne kadar hayran olsa yeridir. Çünkü AKP iktidarı, Türkiye Cumhuriyeti’nin İsrail’le en sıkı ilişkiler kuran, askeri, ekonomik ve siyasi her alanda işbirliğinin geliştirildiği ve en son İsrail’in Lübnan işgalinde olduğu İsrail politikalarına Türkiye hükümetinin en çok angaje edildiği bir dönemin sorumlusudur.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde İsrail’e en çok resmi gezi AKP döneminde gerçekleşmiştir. En çok bakan, başbakan ve resmi heyet AKP iktidarı döneminde İsrail’e gitmiştir. Yine İsrailli bakan, başbakan ve Cumhur başkanlarının Ankara’ya en çok geldikleri dönem AKP iktidarı dönemidir.
AKP’nin TBMM’de büyük bir çoğunluğunu ele geçirdiği son dönemde tarihimizde ilk defa Meclis’te “Türk-İsrail Dostluk Grubu” kurulmuştur. 160’ı aşkın “İsrail Dostu”yla en kalabalık dostluk grubunu AKP’li milletvekilleri kurmuştur.
Devam edelim.
AKP iktidarı sayesinde İsrail sermayesi ilk defa Türkiye’de stratejik kaynaklara el koymuştur. AKP iktidarı sayesinde İsrail’in satın aldığı Türk toprakları ve gayrimenkulları kat kat artmıştır.
Ve tüm bunlar ne zaman oldu? İsrail’in Filistin’e en vahşice saldırdığı dönemde bu “hayranlık duyulacak büyük dostluk” inşa edildi. Filistin direniş liderlerinin suikastla katledildiği, Arafat’ın zehirlenerek şehit edildiği, Filistin mülteci kamplarında İsrail’in büyük katliamlar gerçekleştirdiği ve İsrail’in Filistin topraklarını duvarlarla bölüp, yeni işgallere giriştiği bir dönemde, Tayyip Erdoğan Peres’te ve İsrail devletinde “hayranlık” uyandıracak bir “bölgesel liderlik” örneği ortaya koydu.
Aslında sadece AKP’ye değil, Türkiye’de gerici siyasi akımın tüm geleneğine ABD ve İsrail çok şey borçludur. Bugünden geçmişe tek tek örnekleri sıralayalım.
Sabetayist arayanlar aynaya baksın
ABD ve İsrail dostlarının Batı emperyalizmine bu sadakatini neyle açıklamalı?
İslamcılar komplo teorilerine çok meraklıdır. Herkes de bir Yahudi kanı ararlar. Özellikle son yıllarda dönmeler ve Sabetayistler üzerine teoriler ve spekülasyonlar ortalığı çok sardı.
Soner Yalçın’ın bir nevi Sabetayistlerin tarihini yazdığı Efendi-1 kitabını gericiler çok sevmişti. Soner Yalçın kitabında böyle bir şey demese bile hepsi Atatürk’ün dönme olduğu imaları ve iddialarıyla Türk Milleti’nin değerlerine her zamanki gibi saldırmaya başlamışlardı.
Atatürk’ün damarlarındaki asil Türk kanından kimse en ufak bir şüphe duymaz. Zaten tersi bir durum olsaydı ağızlarından köpükler saçarak bu konuyu kaşırlardı.
Ama Soner Yalçın, Efendi-2 kitabıyla İslamcı gelenek içindeki Sabetayist ve dönmeleri ortaya saçınca birdenbire tüm İslamcı kesim komploculuk karşıtı kesildi. Bunlar saçma sapan teorilermiş, dönme iddiaları derin devletin uydurmalarıymış.
Nakşi şeyhleri, Saidi Nursi ve Fethullah Gülen’in ırki ve dini olarak Yahudiliğe bağları var mı bilemeyiz. Soner Yalçın gibi geniş araştırma olanaklarımız yok. Özellikle Fethullah’ın Aksiyon dergisi bu konuda aşırı hassaslaşmış durumda.
Yarası olan gocunur.
Kısacası her taşın altında Yahudi arayan gericilere tek öğüdümüz var. Dönün ve aynaya bakın. Genetik olarak Yahudi değilseniz bile ruhen ABD ve İsrail’in uşağısınız. Zaten Museviler sizi Musevi olarak da görmek istemez. Hizmetkarlar Musevilik dinine geçemez.
AKP Yahudi sermayesinin bekçisi
Gericiler gözlerini kısıp, tüm dünyadaki Siyonist komplodan bahsetmeyi, uluslararası Yahudi sermayesinin başımıza ördüğü çoraplardan bahsetmeyi çok severler.
Meğersem bu arka sokak tüccarlarının tüm derdi Yahudi sermayesinin desteğiyle biraz da kendi ceplerini doldurmakmış.
AKP iktidarı sayesinde adeta masal kahramanı gibi adından o çokça bahsedilen “uluslararası Yahudi sermayesi” Koç’u, Sabancı’yı veya herhangi bir yerli acentayı da aşarak tüm endamıyla Türkiye’nin içine girdi.
AKP iktidarının ekonomideki en kahramanca (!) ve şiddetli olarak verdiği mücadele, dünyaca meşhur Yahudi tefecisi Sami Ofer’i Türkiye’ye usulsüz ihaleler, kamu teşekküllerinin kanunsuz hisse satışları kanalıyla sokmak oldu. Yasalara karşı amansız bir mücadele veren Tayyip Erdoğan ve Kemal Unakıtan, bu talancı Yahudi sermayesine karşı çıkanları, “ırkçı ve antisemitist” olmakla suçladı.
Böylelikle on binlerce Müslümanı “helal sermaye, faizsiz kazanç, İslami kalkınma” palavralarıyla kandırıp dolandıranlar, Türkiye’ye Yahudi sermayesini fiilen, aracısız ilk sokan “kazanç ortakları” olma şerefine ulaştı. Sadece İsrail devleti değil, Yahudi sermayesi de sizinle gurur duyuyor.
Sınırlar İsrail’e, Telekom CIA-MOSSAD’a
Bu kadar yeter mi?
Yetmez. Siyonistin hayranlığını kazanmak için daha çok hizmet gerekir.
Devam edelim.
Bugün İsrail Lübnan’da bu kadar kolay katliamlar düzenliyorsa nedeni Suriye birliklerinin ABD ve tüm Batı dünyasının baskılarıyla Lübnan’dan çıkarılmış olmasıdır. Bu dönemde Abdullah Gül, Beşar Esad’ın kulağını çekip, akıllı olması için uyarmak gibi büyük bir misyon üstlenmişti. Washington, Tel Aviv ve Şam arasındaki “mekik diplomasisi” başarılı oldu diyebiliriz. Bugün Lübnan İsrail’in saldırılarına karşı korunmasız. Suriye de saldırılacak ülkeler sırasına girdi.
Ama AKP iktidarının İsrail’e hizmetleri bunlarla da sınırlı değil. Bilindiği gibi Lübnan’dan Suriye’yi çekilmek zorunda bırakan olaylar dizisi Hariri isimli Batı ve İsrail yanlısı bir sermaye babasının öldürülmesiyle başlamıştı. Lübnan’da Soğuk Savaş döneminden kalma, Batı tarafından örgütlü işbirlikçi ve Ortadoğu’nun genel nüfusuna aykırı etnik gruplar Hariri lehine, Suriye aleyhine gösterilere başlamış, Müslüman Arap nüfus ise karşı gösteriler yapmıştı.
Ama Hariri ailesine en ballı başsağlığı taziyesini yine AKP sundu. İsrail-ABD-İngiliz sermayesine paravanlık eden Hariri’nin Oger firması AKP sayesinde, Türkiye’nin en büyük ve en kârlı kamu kuruluşuna, Telekom’a el koydu.
Bu özelleştirmenin ekonomik yağma olarak ihanet kısmını bir tarafa bırakıyoruz. Sadece istihbarat anlamında AKP’nin, CIA ve MOSSAD’a ne büyük bir hizmet yaptığını daha geçtiğimiz haftalarda gazetelere yansıyan küçük bir haber ortaya çıkarıyor. Telekom’da çalışan 10 İngiliz, ajanlık suçlamasıyla gözaltına alındı.
Artık her gün ortaya çıkan Türk Ordusu’nun komutanlarına yönelik tele-kulak skandalları, suçsuz insanlara “telefon kayıtları” vesilesiyle komplolar düzenlenmesi olayları Türkiye için olağan olaylar haline gelmiştir. Sadece İsrail değil, CIA ve MOSSAD da sizinle gurur duyuyor.
Bu arada AKP’nin Türkiye-Suriye sınırlarını mayın toplama adı altında İsraillilere teslim etmek istemesini de hatırlatalım.
İsrail daha ne ister?
İsrail ile AKP ortak Filistinli toplama kampı kuruyor
Daha fazlasını da ister? İsrail’in istekleri bitmez. Ve AKP’nin tüccar kafalı olmakla övünen Başbakanı ve bakanları da bu isteklere hemen atlar.
Tayyip Erdoğan’ın son İsrail gezisinde imzalanan ve “büyük ticari proje”, “bölgesel barışın güvencesi”, “Türkiye’nin liderlik misyonu” olarak adlandırılan anlaşma bunlardan biri. İsrail Filistin’i parça parça işgal ederken, halkını da kendi topraklarında duvarlar örerek hapsediyor.
Tayyip Erdoğan ise bu duvarların çevireceği bir “serbest ticaret ve sanayi bölgesi”nde İsrail-Türk sermayesinin ortaklığıyla İsrail ile Filistin arasında “ekonomik ve ticari ortaklık temelinde barış köprüsü” kurmak hayalleri kuruyor.
Açıklama bu yönde. Ama gerçek ne?
İsrail Filistin halkından gasp ettiği topraklarda Filistinlileri karın tokluğuna işçi (ya da köle diyelim) olarak çalıştıracağı kârlı çalışma kampları kurma derdinde. Kendi güvenliğine çok düşkün olduğu için Filistinli işçileri Tel Aviv’de Kudüs’te görmek istemiyor. Ve bu toplama kampına bulduğu en iyi ortak Tayyip Erdoğan.
Kendisinin Filistinlileri de ikna edeceğini umuyorlar. Filistinlilere AKP eliyle İsrail’den gelecek barış ve özgürlük ancak böyle olur. “Serbest ticaret ve sanayi bölgesinin” duvarlarına da büyük harflerle şu sloganları yazsınlar: “Arbeit macht frei”, “Kazancımız faizsiz ve helâldir.”
Arafat’ın ölümüne sevinen “Müslümanlar”
Arafat’ın ölümüne dünyada en çok kimler sevindi?
Hatırlayalım. Bush bunu terörizmi kapatacak yeni bir dönemin başlangıcı olarak adlandırdı. ABD’ye göre zaten dünyadaki tüm Ulusal Kurtuluş Hareketleri ve liderleri teröristtir. Zamanında Atatürk için de ABD gazeteleri ve devlet adamları “eşkıya” derdi.
Arafat ölünce İsrail resmi bayram ilan etti. Sokaklarda Siyonistler dans etti.
Türkiye’de ve tüm Müslüman dünyada ise halk adeta Filistin direnişinin adı haline gelmiş Arafat için yas tutarken, bir büyük dış politika atılımı için daha heyecanlanan Abdullah Gül tıpkı Bush gibi sevincini saklayamadı. “Bundan sonra barış için daha uygun bir ortamın ortaya çıktığını” duyurdu.
Barış dedikleri, teslimiyet ve esaret. Arafat yaşarken gerçekten de buna asla boyun eğilmeyeceği ortadaydı. HAMAS ve El Fetih gerginliğine bu yüzden İsrail gibi en çok AKP sevindi. HAMAS lideri Türkiye’ye çağrıldığında Tayyip Erdoğan ABD ve İsrail’deki efendilerini kızdırmamak için kendisinden köşe bucak kaçtı. Dünyaya da “Biz Hamas’ı terörizmden vazgeçirmek için çağırdık” dediler. Kendi tabanlarına ise yüzsüzce İslamcı bir Filistin iktidarını destekledikleri propagandasını yaptılar. Sonunda yine İsrail’i memnun etmeyi başardılar.
İsrail her gün tepeden Lübnan’a bomba ve füze yağdırıyor. Ancak karada Lübnan işgali tıkanmış durumda. ABD’nin Irak’ta yaşadıkları İsrail’i oldukça korkutmuş gibi. Hizbullah direnişi kolay bir İsrail zaferinin bu sefer mümkün olmadığını açıkça gösteriyor. Ateşkes olsun olmasın tartışması buradan kaynaklanıyor. İsrail’in Lübnan’ı işgal edemeyeceği ortaya çıktı. ABD önderliğinde uluslararası bir gücün Lübnan’ı işgal etmesini istiyor. ABD buna dünden razı. Ama önce Güney Lübnan’daki halkın tamamen katledilmesini veya göç ettirilmesini istiyor. Lübnan’da ortaya çıkan yeni Arap direnişinden onlar da korkuyor. Bu yüzden Bush ve Rice İsrail’e ateşkese kadar biraz daha vakit vermek gerektiğini savunuyor. Tüm Batı dünyası Arap direnişine karşı İsrail’in düzenleyeceği soykırım için verilen bu süreyi onayladı. BM zaten Irak işgalinden önce tarihin çöplüğüne atılmış bir sahtekarlık anıtı haline gelmişti. Şimdi ise İsrail katliamlarını resmi onaylayan mercii durumunda. Türk askerine ve milletine haince saldıran ABD ve İsrail uşağı PKK teröristlerine karşı K. Irak’a girmeyi “delilik” ve “duygusallık” addeden AKP, ABD ve İsrail’in Lübnan’a Türkler uluslararası güç olarak girsin teklifine büyük bir sevinçle evet dedi.
K. Irak’a girmek “delilik”, Lübnan’da İsrail emrine girmek “fırsat”
AKP’nin İsrail için yapabileceği daha ne kalmış olabilir diyenler biraz beklesin.
AKP’nin kalan son bir hizmeti var: AKP İsrail için paralı askerlik yapmak için fırsat kolluyor.
İsrail her gün tepeden Lübnan’a bomba ve füze yağdırıyor. Ancak karada Lübnan işgali tıkanmış durumda. ABD’nin Irak’ta yaşadıkları İsrail’i oldukça korkutmuş gibi. Hizbullah direnişi kolay bir İsrail zaferinin bu sefer mümkün olmadığını açıkça gösteriyor.
Ateşkes olsun olmasın tartışması buradan kaynaklanıyor. İsrail’in Lübnan’ı işgal edemeyeceği ortaya çıktı. ABD önderliğinde uluslararası bir gücün Lübnan’ı işgal etmesini istiyor. ABD buna dünden razı. Ama önce Güney Lübnan’daki halkın tamamen katledilmesini veya göç ettirilmesini istiyor. Lübnan’da ortaya çıkan yeni Arap direnişinden onlar da korkuyor. Bu yüzden Bush ve Rice İsrail’e ateşkese kadar biraz daha vakit vermek gerektiğini savunuyor. Tüm Batı dünyası Arap direnişine karşı İsrail’in düzenleyeceği soykırım için verilen bu süreyi onayladı. BM zaten Irak işgalinden önce tarihin çöplüğüne atılmış bir sahtekarlık anıtı haline gelmişti. Şimdi ise İsrail katliamlarını resmi onaylayan mercii durumunda.
Türk askerine ve milletine haince saldıran ABD ve İsrail uşağı PKK teröristlerine karşı K. Irak’a girmeyi “delilik” ve “duygusallık” addeden AKP, ABD ve İsrail’in Lübnan’a Türkler uluslararası güç olarak girsin teklifine büyük bir sevinçle evet dedi.
Zaten İsrail’i tüm laf ebeliklerine rağmen bir kez bile Lübnan saldırılarından dolayı kınamayan AKP, kendisine biçilen yeni görevi memnuniyetle kabul etti.
Bush-Olmert’in güvendiği savaş gücü AKP
İşte AKP için “bölgesel liderlik” fırsatı doğdu. İsrail’in paralı askeri olarak Arap direnişine karşı Türk çocukları Güney Lübnan’a sokulacak. Hem Tayyip Erdoğan hem de Abdullah Gül buna ilkesel olarak onay verdiler. Hatta Tayyip Erdoğan heyecanla Blair ve Bush’la konuyla ilgili görüşmelere başladı.
İşte Cüneyt Zapsu’nun ABD’de bahsettiği “kullanılma fırsatı.” Hem “ecdadımızın, Osmanlı’nın topraklarına gidiyoruz” palavralarıyla iki yüzlü propaganda da yapabilirler.
Oysa Hizbullah ve Filistin sözde “barış gücüne” tamamen karşı. Gelenlerin bedel ödeyeceklerini açıkça duyurdular. Bu gücün amacı Güney Lübnan’ı İsrail’in güvenliği için işgal etmek olacak. İsrail Lübnan’daki Arap direnişinden böyle kurtulmayı hayal ediyor. ABD ise Lübnan’dan Suriye’ye sıçramayı planlıyor. Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan BM kararı olsun gidelim diyor. Hiç merak etmesin. Irak’ın işgalini gecikmeli olarak onaylayan BM bu sefer erkenden Lübnan’ın işgali için karar verir.
ABD ve İsrail’in uluslararası gücü bu kadar çok istediği bir dönemde, Tayyip Erdoğan bu işgal gücüne “barış gücü” adı vererek hemen gönüllü yazıldı. İsrail’in yeni katliam sorumlusu Başbakan Olmert en çok güvendiği kişilerden birinin Tayyip Erdoğan olduğunu açıkça söyledi. “Barış gücü” dediklerinin ne olduğunu da gizlemeden ortaya koydu:
“… Türk hükümetine çok güveniyoruz. Güney Lübnan’a BM kararıyla yerleşecek güç, savaşçı birliklerden oluşmalıdır. İçinde Fransa, İngiltere, İtalya, Türkiye ve Avustralya yer alabilir. Onlar gelir gelmez ateşi kesebiliriz.”
İşte Tayyip Erdoğan’ın çokça bahsettiği ateşkes ve barış gücü çözümü budur. İsrail için “savaşçı birlikler” Lübnan’ı işgal edecek. İsrail’in 60 yıldır ezemediği Arap direnişi böylelikle bölgenin 1. Dünya Savaşı’ndan kalma eski sömürgeci güçleriyle ezilecek. Türk askeri ise kendi ülkesini de bölecek olan Rice’in bahsettiği “Yeni Ortadoğu Düzeni” için gurkalık yapacak. Zaten Tayyip Erdoğan dememiş miydi: “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı biziz.” Şimdi yaptıkları da tüm Ortadoğu’yu parçalamak olan bu projeye taşeronluk.
Olmert Lübnan’a NATO’nun gelmesini isterken, Tayyip Erdoğan “PKK’ya karşı Türkiye’nin güvenliğini NATO sağlasın” dedi. Aynı günlere rastlayan bu demeçlerdeki paralellik rastlantı değil. Türkiye değil tüm Ortadoğu’yu NATO kanalıyla ABD-İsrail işgali altına almak istiyorlar.
Bölücülüğü azdırıp, Türk askerini PKK’nın önüne canlı hedef gibi atan AKP iktidarı, bu sefer Mehmetçik’i ABD- İsrail ordusunun emrine verip kurban etmek istiyor. Eğer bunu gerçekleştirebilirlerse sadece ABD ve İsrail AKP’yle gurur duymaz, İsrail’deki işgalci Yahudiler ve ABD’nin emperyalizmin tehlikeli yönlerinden korunan tüm vatandaşları da sonsuz vefa borcu hisseder.
Yahudi Cesaret Ödüllü tek başbakan
Tayyip Erdoğan ise İsrail’e bu kadar hizmetten sonra emeklilik hayatını belki de İsrail’de devam ettirmek istiyordur. Vahdettin İngiliz gemisiyle Malta’ya kaçmıştı.
Amerikan Yahudi Konseyi’nden Yahudi Cesaret Ödülü olan “Davut Boynuzu”nu alan sadece Türkiye’den değil, tüm Müslüman dünyadan tek devlet adamı Tayyip Erdoğan’dır. Bir gün İsrail’e gidip, orada yaşamak zorunda kalırsa İsrailliler kendisini omuzlarına alıp: “İsrail seninle gurur duyuyor” diye karşılayabilirler.
Tabii hâlâ sığınabilecekleri bir İsrail kalır mı bilemeyiz. Onu da Ortadoğu halklarının mücadelesi tayin edecek. “Yahudi cesareti”ne karşı bizlerin cesaretinin mutlak ağır basacağını düşünüyoruz.
Gericilerin emperyalizme ve Siyonizme uşaklık tarihi
ABD’nin ikiz çocukları: İsrail ve Yeşil Kuşak
AKP şahsında iktidar olan Kürt-İslamcılar, tarikatlar ve aşiretler koalisyonuna dayanmaktadır. Bu güçler hem Türkiye’yi onursuzca ABD ve İsrail’in kuklası yapmakta hem de çeşitli mitingler düzenleyerek Filistin halkı için timsah gözyaşları dökmektedirler.
Gerçek Müslümanlar artık bu oyuna gelmesin. Gericilerin tüm tarihinin emperyalizme ve Siyonizme uşaklık tarihi olduğunu görmek, zulme gerçekten karşı çıkmak için şarttır.
AKP’yi yoldan çıkmakla suçlayan SP, BBP gibi Kürt-İslamcı güçlerin küçük kalmış partileri, Türk halkında ABD ve İsrail’e karşı yükselen kini sömürmek istiyorlar.
Oysa bunların tümünün mayası aynıdır. Geldikleri yer de, geçmişte yaptıkları da, gelecek de gidecekleri yer de ortaktır.
Türkiye’de gericiliğin Batı emperyalizmine hizmeti ve Türk Milleti şahsında tüm mazlumlara ve Müslümanlara ihaneti İstiklal Savaşı’ndan günümüze sabittir. Osmanlı’nın İngiliz ve Hıristiyan uşağı son halifesi ve şeyhülislamı abdestli mi öldüler bilemeyiz. Ama “gavur”ların hizmetleri için önlerine attıkları son kemikleri kemirerek Türkiye dışında öldükleri bilinen bir gerçek. Yine de Vahdettin hepsinin “kahramanı”dır.
İngiltere yerini ABD’ye bıraktı. ABD ve İsrail’e uşaklık söz konusu olunca gericilerin bambaşka hizmetleri ve ABD’ye vefa borçları vardır. Türkiye’de Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı gerici hareket Menderes döneminde ABD sayesinde yeniden dirilmiş, yok olmak üzere olan tarikatlar serpilmiş ve sonunda iktidar olmuşlardır. Aynı Menderes İsrail’in kanlı lideri Gurion ile gizlice görüşen ve Türkiye’yi İsrail politiklarına ilk bağlayan sağcı-gerici siyasetçidir.
ABD’ye çıraklık yılları boyunca sürekli Atatürkçülere, devrimcilere ve milliyetçilere saldıran gerici hareketin beslendiği odaklar hep aynıdır. Sağ iktidarlar döneminde kanları bitlenir. Komünizme Mücadele Dernekleri, Milli Görüş hareketi, komando ve mücahit kampları hepsinin mezun olduğu Amerikan okuludur.
Rastlantı değildir. Türkiye’nin bağımsızlığı için İkinci Kurtuluş Savaşı başlatan devrimci gençler, aynı zamanda Filistin’in Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın da Türkiye’deki tek dostlarıydı. Devrimci gençlere CIA ve MOSSAD emrinde saldıran “mücahitler” ise “İslam” adına ABD ve İsrail’e hizmet etmeyi o yıllarda öğrenmişti.
Tayyip Erdoğan’ın “hocası” ve kimilerine göre “anti-siyonist” olduğu için devrilen Erbakan AKP’den çok önce “İsrail ile Ticaret ve Askeri İşbirliği Antlaşması” imzalamıştı. Milli Görüş geleneği devam ediyor. Hocası, Tayyip Erdoğan ile gurur duyabilir. Filistin’i susuzluğa mahkum eden İsrail’e ta Manavgat’tan su taşımak fikri Erbakan’ındı. Ama uygulama fırsatını Erdoğan ele geçirdi.
Bakın Abdullah Gül, ABD gazetesi Washington Post’a gençlikte Milli Görüş’ten aldığı terbiyeyi nasıl özetliyor: “Benim neslimin kalbinde ABD hep insan hakları ve demokrasinin koruyucusu olarak yer almıştır. Ortadoğu’ya çözüm getirebilecek tek süper güç olarak lütfen harekete geçin.”
Senin neslin keşke Deniz Gezmiş’in nesli gibi cesur olup Filistin’e gidebilseydi. Deniz Filistinli gerillalara Türk Milleti’nin desteğini sunarken, sen de bugünleri beklemeden İsrail ordusuna yazılırdın.
Böylelikle gericilerin yıllardır devam ettirdiği bu iki yüzlü politika rezilliğini midemiz bulanarak izlemek zorunda kalmazdık.
Aslında sadece Türkiye’de değil tüm mazlum Müslüman dünyasında geçerli olan bir Siyonist-gerici kardeşlik ilişkisinden bahsediyoruz. Soğuk Savaş yıllarında ABD’nin Müslüman dünyasında milliyetçi ve devrimci Ulusal Kurtuluş Hareketlerine saldırmak için kullandığı değişmeyen iki beslemesi vardır.
Bunlardan biri Ortadoğu’nun hançer gibi kalbine saplanan ve tüm halklara saldıran kukla İsrail’dir. Diğeri ise devrimci, antiemperyalist milliyetçilik hareketlerine karşı örgütlenen gerici hareketlere dayanan Yeşil Kuşak projesidir.
Arap birliğinin ve milliyetçiliğinin lideri Nasır’ın birleştirdiği Mısır’a ve Suriye’ye İsrail, ABD ve Batı silahlarıyla saldırırken, içte Batının yarattığı “Müslüman” Kardeşler örgütü terör eylemleri düzenliyordu. İngiltere’den ABD’nin devraldığı Müslüman dünyadaki gerici işbirlikçi gelenek, İsrail’in aslında kardeşidir.
Arap dünyasında milliyetçi ve ilerici gelenek çok güçlenemediği için, Soğuk Savaş bitince milliyetçi direnişin içinde Batıya cephe alan tek tük İslamcı örgütler de yer aldı. Ancak Türkiye’de böyle tek bir istisna göremezsiniz. Türkiye’deki gericiler çok kan dökmüştür. Ama katlettikleri istisnasız Atatürkçü, ilerici, devrimci, antiemperyalist, ABD ve İsrail karşıtı aydınlar olmuştur. ABD’nin ve İsrail’in önünde hep hazır ola geçerler.
Yine de dini açıdan mutlu olabilirler. Suudi Arabistan’ın en yüksek Vahhabi şeyhi Abdullah Bin Cebren fetva vermiş. Hizbullah İslam karşıtıymış. Sünnilerin Hizbullahı kınaması gerekiyormuş. İsrail’e karşı Hizbullah’ın eylemlerine Müslümanlar asla destek vermemeliymiş. İran’ın provokasyonlarına gelinmemeliymiş.
Söz konusu olan emperyalizme hizmet olunca en “katı” gericiler bile uşaklık fetvası verecek bir “ilmi kaynak” bulur. Bazen mezhep farkı bahane olur, bazen halifeye biat etmek gerekçedir.
Türkiye’deki Nakşi şeyhleri ve Nurcu baronlardan da fetva bekliyoruz. İsrail uşaklığını ve paralı askerliğini caiz kılın.
.