STRATEJİ MERKEZİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
STRATEJİ MERKEZİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2017 Pazar

BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 8


BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 8





Suriyeli sığınmacı sayısı 120 bini aşkın olarak tespit edilse de yapılan tahminlere göre Türkiye’de resmi ve gayri resmi olarak Esed rejiminden kaçan 
yaklaşık 185 bin civarında sığınmacı bulunmakta-dır. Nitekim Suriyeli sığınmacıların büyük bölümü çadırkent veya konteynerkent kurulan 7 ilde barındırılırken bir bölümü de Türkiye’nin çeşitli bölgelerine kendi imkânlarıyla yerleşmiştir. Bu durum muvacehesinde Türkiye, topraklarına daha fazla 
sığınmacı girişini önlemek için NATO’nun ve BM’nin gündemine taşıdığı tampon bölge talebini kararlılıkla dile getirmeye devam etmeli, Suriyelilere üçüncü 

ülkelerde mülteci statüsünün verilmesi için çaba sarf etmelidir. 


36 21 Kasım 2012 tarihli verilere göre Hatay’da 12 bin 497, Gaziantep’te (İslâhiye ilçesinde 8 bin 458, Karkamış ilçesinde 6 bin 311, Nizip ilçesinde 8 bin 293 olmak üzere) 23 bin 62, Kilis’te 13 bin 455, Şanlıurfa’da (Ceylanpınar ilçesinde 26 bin 579, Akçakale ilçesinde 17 bin 698 olmak üzere) 
44 bin 277, Kahramanmaraş’ta 15 bin 425, Osmaniye’de 8 bin 99 ve Adıyaman’da 6 bin 265 Suriyeli sığınmacı barınmaktadır. Bkz. T.C. Başbakanlık 
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Bugün İtibariyle Barınma Merkezlerinde 123.747 Suriye Vatandaşı Bulunmaktadır, 
     http://www.afad.gov.tr/TR/HaberDetay.aspx?IcerikID=857&ID=12, Erişim: 27.11.2012 


< Suriye sınırına yakın illerde güvenlik sorununa dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin güvenliği problemli hale gelebilir. >


< Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli, silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir. >


Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar ülke ekonomisine ciddi bir yük oluşturmaktadır. 
Türkiye AFAD koordinasyonuyla sığınmacıların insani yardım ihtiyaçlarını karşılamakta, sığınmacılara barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik, 
eğitim, haberleşme ve bankacılık hizmetleri sunmaktadır. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in 16 Ekim 2012 tarihli beyanına göre, Türkiye bütçeden Suriyeli 
sığınmacılar için 400 milyon lira kaynak ayırmıştır. Maliye Bakanı Şimşek, belediyelerin ve devletin dolaylı hizmetler kapsamındaki genel harcamalarının 
ise bundan fazla olduğunu ifade etmiştir.37 Yaklaşan kış mevsiminin şartları ve sığınmacı sayısındaki artış dikkate alındığında, Suriyeli sığınmacılar meselesinin 
Türkiye’ye getirdiği mali yükün giderek artacağı değerlendirilebilir. Çadırkentlerin bulunduğu sınır illerine Suriye’den kaçak yollarla sokulan ürünler ise yerli esnafı olumsuz etkilemektedir. Türkiye bu nedenle sığınmacıların barındırıldığı illerin sınırlarını daha sıkı denetlemelidir. 

Suriyeli sığınmacılar meselesi, Türkiye’de çadırkent ve konteynerkentlerin yer aldığı bölgelerde güvenlik riskleri doğurmuştur. Sığınmacıların kaldığı 
kamplardaki hadiseler bu risklere işaret etmektedir. 27 Ekim 2012 tarihinde Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin kaldığı çadırkentte giyim yardımlarının kendilerine ulaştırılmadığını iddia eden sığınmacılar ile görevliler arasında çıkan tartışma 2’si polis 3 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Kamplar içinde 
adi suçlarla mücadele ve asayişin sağlanması Türkiye için önemli bir sorundur. Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli, 
silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir. Kamplara yerleşen Suriye vatandaşlarının kimlikleri daha sıkı denetlenmeli, 
Esed rejimine bağlı istihbarat görevlilerinin kamplara sızmasının önüne geçilmelidir. 


Suriye’deki iç savaş PKK terör örgütüne ciddi bir dış destek doğurmuştur. Suriye’nin kuzeyindeki otorite boşluğu ve Esed rejiminin Türkiye’ye karşı 
örgüte destek vermeye yönelmesi PKK’ya bölgede hareket alanı sağlamıştır. Esed rejimi PKK terör örgütünü ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki Kürtlerin 
muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanmakta, bu doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmektedir. PKK da Esed rejiminin 
sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye çalışmaktadır. 
Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefleyen KCK sisteminin parçaları olarak hareket eden PKK ve PYD bölgedeki 
ayrılıkçı eğilimi tahrik etmektedir. 


37 Şimşek: Mültecilere 400 milyon TL aktardık, 
    http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1230457-simsek-multecilere-400-milyon-tl-aktardik ,   Erişim: 17.10.2012 


Suriye’nin kuzeyindeki ayrılıkçı oluşumun Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bir tehdit oluşturduğu değerlendirilmektedir. 

Esed rejimi, PKK terör örgütünü destekleyerek ve ülkenin kuzeyindeki Kürt oluşumuna müsaade ederek Suriye muhalefetine ev sahipliği yapan Türkiye’ye misillemede bulunmaya teşebbüs etmiştir. Beşşar Esed yönetiminin bölgedeki Kürt meselesini Türkiye’ye zarar verecek biçimde yönlendirdiği yönünde yayınlar yapılmaktadır. Esed rejimi, Suriye Kürtleri üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak suretiyle Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda hareket edebilir. Nitekim Suriye Kürtlerindeki ayrılıkçı eğilim diğer taraftan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni harekete geçirmiş, Barzani Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında Suriye Kürtlerini birleştirmeye teşebbüs etmiştir. Barzani’nin girişimi Ankara’yı harekete geçirmiş, 1 Ağustos 2012 tarihinde Davutoğlu beraberindeki heyetle Erbil’i ziyaret ederek Barzani ile görüşmüş, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun olası sonuçlarını ve Türkiye’nin hassasiyetlerini bildirmiştir.38 

Suriye’deki kriz iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri durma noktasına getirmiştir. 2009’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tesisiyle 
birçok alanda işbirliğine giden, karşılıklı vizeleri kaldıran iki ülkenin39 kriz öncesindeki ikili ticaret hacmi hızlı bir büyüme trendi yakalamıştı.40 Suriye’deki 
krizle birlikte Türkiye’nin bölgede başlattığı ekonomik bütünleşme süreci akim kalmış, iki ülke arasındaki ticari bağlar ciddi ölçüde zarar görmüştür. 
Türkiye’nin Arap dünyasına açılmasına imkân tanıyan Suriye’deki kara yolları kriz nedeniyle kapanmıştır. Suriye topraklarından geçen kara yollarının 
kapanması Türkiye’nin Arap dünyasıyla yürüttüğü ticarete zarar vermiştir. 

Sığınmacılar meselesi, PKK terör örgütü sorunu ve Suriye’nin kuzeyindeki ayrılıkçı eğilimler, ikili ekonomik ilişkilerin asgari düzeye inmesi krizin 
Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Doğrudan etkilere ilave olarak Ankara’nın Tahran ve Bağdat’la olan ilişkilerindeki gelişmeler krizin 
Türkiye’yi dolaylı olarak da etkilediğine işaret etmektedir. Türkiye’nin Esed rejimine karşı muhalefet hareketini desteklemesi, bölgesel stratejisini Esed 
iktidarının ayakta kalmasına bağlayan İran’la ilişkileri olumsuz etkilemiştir. İranlı bazı üst düzey yetkililerin bu süreçte Türkiye’ye yönelik tehdit içerikli 
açıklamaları dikkat çekmiştir. 


38 Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-Meclis El-Şaab Garb Kurdustani (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı Kürdistan Halk 
     Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), 
    http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646, Erişim: 11.07.2012 
39 Ali Semin, Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı, 
    http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx, Erişim: 8.08.201240 
    Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri, 
    http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasiiliskileri-.tr.mfa,  Erişim: 10.09.2012 

<  Esed rejimi, Suriye Kürtleri üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak suretiyle Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda hareket edebilir.  >


İran’ın, Suriye krizindeki tutumuna karşılık Türkiye’ye tepkisel bir duruş sergilediği ve PKK terör örgütünü tekrar desteklemeye başladığı yönünde haber 
ve yorumlar yayımlanmaktadır. 

<  Barzani’nin Suriye Kürtlerini Birleştirme Girişimi ;
Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, 11 Temmuz 2012 tarihinde, PYD’nin de içinde yer aldığı Suriyeli Kürt muhalif grupları Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında birleştirmeye yönelik bir girişim başlatmıştır. Mesut Barzani, bu girişimi uluslararası toplumun dikkatini, Suriye Ulusal Konseyi’nin taleplerine yeterince cevap vermediği ve ihmal edildikleri duygusuna kapılan Suriyeli Kürtler üzerine çekmek amacıyla yapmıştır. 
Barzani, bu girişimle bölgesel düzeyde bir Kürt lideri olduğunu göstermeye çalışmış, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile arasında Suriye Kürtleri üzerinde nüfuz tesis etmeye yönelik devam eden rekabette öne çıkmaya çabalamıştır. Nitekim uzun yıllar Suriye’de bulunmasından dolayı Talabani’nin Suriye Kürtleri üzerindeki etkisi büyüktür. 
Barzani’nin Suriyeli Kürtlerle ilgili girişiminin arkasındaki diğer bir neden de Esed sonrası dönemle ilgilidir. Barzani, Esed rejiminin devrilmesi durumunda Suriye’de muhtemel bir Kürt bölgesi veya özerkliği kurulursa, bu sürecin kendi denetimi altında gerçekleşmesini hedeflemektedir. Başka bir ifadeyle Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin kendi denetimi dışında herhangi bir Kürt özerkliğine izin vermeyeceği ifade edilebilir. >


İranlı istihbarat görevlilerinin Türkiye’deki askeri tesisler hakkında bilgi topladığı tespit edilmiş, bu bilgileri terör örgütüyle paylaştığına yönelik değerlendirmeler 
yapılmıştır. İran’ın sınır karakollarından bazılarını geçici olarak PKK’ya tahsis ettiği ve terör örgütü militanlarının İran sınırından Türkiye’ye girerek eylem yapmalarına imkân sağladığı basına yansımıştır. İran’ın etkisiyle Irak’taki Maliki iktidarının da aynı dönemde Tarık Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmasını gerekçe 
göstererek Ankara karşıtı politikalar izlemeye başladığı gözlemlenmiştir. Maliki iktidarının Türkiye ile ilişkilere zarar verebilecek girişimlerde bulunduğu, Türkiye’nin PKK terör örgütüyle mücadelesini zorlaştırabilecek adımlar atabileceği değerlendirilmektedir. 

Bölgesel bir güç olması ve coğrafi yakınlığından ötürü Türkiye’nin Suriye krizine ilgi göstermesi doğaldır. Bununla birlikte Orta Doğu sorunlarının kara delik misali çözüm sürecine müdahil olan aktörleri sorunun parçası haline getirme özelliği sürekli hatırda tutulmalıdır. Türkiye, Suriye’deki krizin Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidarın değişmesi ile sonuçlanan süreçlerden farklı seyredebileceğini öngörememiş, krizde sorunun tarafı haline gelmeye başlamıştır. Ankara, iç dinamikleri bakımından iktidarı değişen Arap ülkelerinden belirgin ölçüde ayrılan Suriye’deki krizin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini değerlendirememiştir. 


Türkiye-Suriye ilişkilerindeki kopuş, Türk dış politikasında tatbik edilmeye çalışılan “sıfır sorun” politikasının Orta Doğu gibi bir bölgede oldukça zor 
olduğunu göstermiştir. Nitekim Ankara’nın Esed rejimine karşı tavır alması neticesinde İran ve Irak’la ilişkilerde de problemler belirmeye başlamış, 
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle sorunsuz ilişkiler hedefi çarpıcı biçimde sekteye uğramıştır. 

Türkiye, BM kararıyla Suriye sınırları içinde kurulacak tampon bölge fikrini desteklemeye devam etmelidir. Suriye’de kuzeyden 25 km derinlikte doğubatı 
doğrultusunda kurulacak bir tampon bölge, yerlerini terk etmek zorunda kalan vatandaşların ülke dışına çıkmadan güvenli bölgeye geçmesine imkân 
tanıyacak, Türkiye’nin sığınmacılar sorununa çözüm konusunda yardımcı olabilecektir. 

Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar dikkate alınarak Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki 
yetersizliğinin giderilmesi için Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye topraklarında konuşlandırılması gereklidir. Bu şekilde caydırıcılık 
sağlanabilir ve fiili bir saldırı durumunda vahim sonuçların ortaya çıkması engellenebilir. Patriot füzelerinin konuşlandırılmasının ardından Türkiye’nin, 
Türk hava sahasına yaklaşan Suriyeli hava unsurlarının vurulacağını beyan etmesi durumunda ülkenin kuzeyindeki 20 km’lik hat fiili bir tampon bölgeye 
dönüşebilir. Nitekim Özgür Suriye Ordusu, Suriye’nin kuzeyinde yaklaşık 20 km’lik doğu-batı doğrultusundaki kuşağa hâkim olmaya başlamıştır. Böyle 
bir durumda Esed rejiminin NATO’yu karşısına alamayacağı ve Türkiye’nin NATO’nun desteğiyle bu kuşağı fiilen uçuşa yasak bölge haline getirebileceği 
değerlendirilmektedir. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (BİLGESAM), uçak krizinin ardından yaptığı “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış” 
başlıklı anket çalışmasındaki sonuçlar dikkate değerdir. Ankette “Türkiye Suriye’deki muhalif gruplara destek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?” sorusuna 
ise katılımcıların %59,1’i “destek olmamalıdır” şeklinde cevap verirken, %40,9’luk bir oran “desteklenmelidir” cevabını tercih etmiştir. “Türk uçağının 
düşürülmesi olayında Türkiye’nin tavrı ne olmalıydı?” sorusuna verilen cevaplarda “Türkiye’nin mevcut tavrı doğrudur” seçeneği %46,4 oranında 
işaretlenirken “Türkiye, NATO desteğini alarak müdahalede bulunmalıydı” cevabı %18,3 oranında desteklenmiştir. Anketteki “Hükümetin Suriye politikasını 
nasıl buluyorsunuz?” sorusuna katılımcıların %45’i “doğru buluyorum” şeklinde cevap verirken %55’i “yanlış buluyorum” seçeneğini tercih 
etmiştir.41 Suriye krizindeki olaylar ve anket verileri dikkate alındığında Türkiye’nin sıcak savaştan kaçınmasının ve saldırılara misli ile mukabele etmesinin en makul seçenek olduğu değerlendirilmektedir. 

< Türkiye-Suriye ilişkilerindeki kopuş, Türk dış politikasında tatbik edilmeye çalışılan “sıfır sorun” politikasının Orta Doğu gibi bir bölgede oldukça zor olduğunu göstermiştir. >


< Türkiye, PKK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli ancak Suriye Kürtlerini karşısına almamalıdır. >


Türkiye’nin sonuçlarından doğrudan etkilendiği Suriye krizi karşısında tamamen kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak Ankara’nın krizin çözümüne katkı sağlama hedefiyle, sürece imkân ve kabiliyetlerini aşabilecek düzeyde sorumluluklar üstlenerek dâhil olması da akılcı değildir. Krize askeri açıdan 
daha çok dâhil olması durumunda Türkiye, Suriye meselesinde sorunun belirgin bir tarafı haline gelecektir. Türkiye Suriye krizinde Esed rejimine karşı silahlı çatışmaya girerse, hem yerelde hem de bölgesel ve küresel düzeyde bir çatışma hattına dâhil olacak, İran’la karşı karşıya kalacağı gibi Rusya ve Çin’le olan iyi ilişkiler de zarar görebilecektir. 

Türkiye, PKK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli ancak Suriye Kürtlerini karşısına almamalıdır. Ankara, Suriye’deki Kürtleri kendi tarafına çekmeli, kriz döneminde Kürtlerde ortaya çıkan kaygıları giderebilecek şekilde hareket etmelidir. Türkiye, Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun temsil niteliğinin geliştirilmesine dönük girişimleri desteklemeli, başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki diğer tüm unsurların muhalefet cephesinde temsil edilmesini sağlamalıdır. Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesi yönünde irade göstermelidir. 

Türkiye krize müdahalede insani boyutu ön planda tutmalı, muhtemel bir uluslararası koalisyonda silahlı çatışmadan ziyade insani yardım ve lojistik noktasında devreye girmelidir. Türkiye, dikkat ve enerjisini Esed sonrası Suriye’nin yeniden inşasına teksif etmeli, imkânlarını bu doğrultuda seferber etmelidir. Yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin büyük desteğini alan Suriye’deki yeni iktidarla birlikte ikili ilişkiler de oldukça güçlü olabilecektir. 


41 Salih Akyürek ve Cengiz Yılmaz, “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış”, (Ankara: BİLGESAM, 2012), 8,12,10. 


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 7


BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 7



6. KRİZİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ VE MUHTEMEL SENARYOLAR 


6.1. Krizin Türkiye’ye Etkileri 

Türkiye-Suriye sınırı 910 km’dir ve Türkiye’nin en uzun sınır hattına sahip komşusu Suriye’dir. İki ülke arasındaki sınır doğuda Dicle Nehri’nden batıda 
Akdeniz’e kadar uzanır. Türkiye’nin doğuda Şırnak’tan batıda Hatay’a kadar altı ilinin Suriye’ye sınırı vardır. İki ülke arasında ekonomik ve güvenlik 
alanlarında coğrafi yakınlıktan ileri gelen karşılıklı bağımlılık söz konusudur. Suriye Türkiye’nin Lübnan, Ürdün ve diğer Arap ülkelerine açılan kapısı konumundadır. İki ülkede sınıra yakın bölgelerde yaşayan vatandaşlar arasında akrabalık bağları vardır. 

Türkiye-Suriye ilişkilerinin yakın geçmişine bakıldığında Hatay meselesi ve su sorununun öne çıktığı görülmektedir. 1990’lı yıllarda ise ikili ilişkilerdeki 
en önemli problem Hafız Esed rejiminin PKK terör örgütüne sağladığı destek olmuştur. Suriye terör örgütünün uzun süre Beka Vadisi’ndeki faaliyetlerine 
müsaade etmiş, örgüte himaye sağlamıştır. Şam yönetiminin örgüte sağladığı destek nedeniyle iki ülke savaşın eşiğine gelmiş, Ankara’nın gösterdiği tepki 
neticesinde 1998 yılında PKK terör örgütü lideri Öcalan, Suriye topraklarından çıkarılmıştır. Öcalan’ın sınır dışı edilmesiyle Türkiye-Suriye arasında 20 
Ekim 1998 tarihinde Adana Mutabakatı ve Güvenlik İşbirliği Antlaşması imzalanmış, ikili ilişkiler normalleşmeye başlamıştır. 

Adana Mutabakatı’nın ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000 yılında Hafız Esed’in cenazesine katılması iki ülke arasındaki karşılıklı diplomatik 
ziyaretlere öncülük etmiştir. Bu dönemde cereyan eden uluslararası ve bölgesel gelişmeler Suriye’nin dış politika vizyonuna etki etmiş, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesi Şam’ın güvenlik kaygılarını artırmıştır. Suriye, Irak’ın ardından sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmiş, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine daha olumlu yaklaşmıştır. ABD işgalinin ardından Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye ve Suriye’yi ortak tehditlerle karşı karşıya bırakmış, iki ülke Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda ortak politikalar geliştirmiştir. 2004 yılında gerçekleştirilen karşılıklı üst düzey ziyaretlerin 
ardından iki ülke arasında serbest ticaret antlaşması imzalanmıştır. 

 < Hariri suikastını takip eden süreçte Suriye uluslararası tecride maruz kalmış,  Suriye, Irak’ın ardından sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmiş, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine daha olumlu yaklaşmıştır. >


Türkiye ise Şam yönetimiyle ilişkileri geliştirmeye devam etmiştir. 2005 senesinde ABD’nin tepkisine rağmen Cumhurbaşkanı Sezer ve 2007’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Şam’ı ziyaret etmiştir. Türkiye bu dönemde bölgede kalıcı barış ve istikrarın tesisi amacıyla Suriye-İsrail arasında arabuluculuk girişimine başlamış, taraflar arasında doğrudan görüşmelere zemin hazırlamıştır. Ancak İsrail’in 2006 yılında Lübnan’ı işgali ve 2009’da Gazze’ye saldırması Türkiye’nin girişimlerini sonuçsuz bırakmıştır. Ankara, 2009’da Bağdat’taki bombalı saldırılar nedeniyle Suriye-Irak arasında ortaya çıkan gerilimi yatıştırmak maksadıyla da devreye girmiştir. Bağdat-Şam arasında mekik diplomasisi yürüten Türk yetkililer iki ülke arasında uzlaşmanın teminine çalışmıştır. 

Türkiye ve Suriye kara kuvvetleri karşılıklı dostluk, işbirliği ve güveni pekiştirmek için 26 Nisan 2009 tarihinde Kilis’teki Yüksektepe Hudut Karakolu 
ile Suriye’nin Şamarin-Azez bölgesinde ortak bir tatbikat icra etmiştir.33 Şam yönetimi, Türkiye’nin 2009 yılında başlattığı Kürt açılımına destek vermiş, 
açılım kapsamında terör örgütü mensubu Suriyelilerin dağdan inmeleri halinde affedilebileceğini beyan etmiştir. İki ülke arasında yine 2009’da Yüksek 
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması imzalanmış, Konsey’in ilk toplantısı aynı yıl içinde gerçekleştirilmiştir. İlk toplantıda dış politika, ekonomi, 
sulama, eğitim ve ulaşım alanlarında karşılıklı müzakereler yapılmış, bu bağlamda 50 protokol, proje ve mutabakat zaptı kararlaştırılmıştır.34 İki ülke ortak kabine toplantılarının ardından karşılıklı vize uygulamasını da kaldırmıştır. 

Siyasi açıdan ilerleme kaydeden Türkiye-Suriye ilişkileri iki ülke arasındaki ticaret hacminin istikrarlı bir şekilde büyümesini sağlamıştır. Özellikle Yüksek 
Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşmasının etkisiyle ticari ilişkilerde belirgin bir artışın yakalandığı gözlemlenmiştir. 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret 
hacmi bir önceki yıla göre %30 artarak 2,5 milyar dolar düzeyine çıkmıştır.35 Türkiye’nin Suriye sınırına yakın illerindeki ekonomi canlanmış, Türkiye’ye 
gelen Suriyeli turist sayısı ve Suriye’deki Türk yatırımcıların sayısı artmıştır. İkili ekonomik ilişkilerdeki gelişme, Orta Doğu’da istikrara katkı sağlayacak 
ekonomik bir entegrasyonun gerçekleşebileceği yönünde beklentiler ortaya çıkarmış, bölgede Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ü kapsayan bir serbest 
bölge oluşturulması gündeme gelmiştir. 


33 Suriye-Türkiye İlişkileri, http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri, Erişim: 11.08.2012 
34 Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi, 22-23 Aralık, Şam 
     http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23aralik_sam.tr.mfa, Erişim: 11.11.2012 
35 Ali Semin, Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı, 19 Nisan 2011, BİLGESAM, 
    http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadoguanalizler&
Itemid=150, Erişim: 25.11.2012 

Dolayısıyla Türkiye-Suriye ilişkileri uluslararası ve bölgesel şartların etkisiyle ve iki ülkedeki siyasi iktidarların tercihleriyle nispeten kısa bir süre içinde 
gelişme göstermiştir. ABD’nin Irak’ı işgaliyle güvenlik kaygıları artan ve Hariri suikastı sonrası gerek Batılı ülkeler gerekse Arap dünyası tarafından 
tecride maruz kalan Suriye, Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmıştır. Beşşar Esed iktidarı, Batı ile ilişkilerinde ve ekonomik kalkınma hedefi bağlamında Türkiye’nin desteğinin değerli olduğunu fark etmiştir. Türkiye, ABD işgali sonrası Irak konusunda ve Orta Doğu’da barış ve istikrarın tesisi maksadıyla Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde irade göstermiştir. PKK terör örgütünün lider kadrosunun ve militanlarının önemli bir bölümünün Suriyelilerden oluşması, bölgede İran’la devam eden rekabet ve Arap dünyasıyla artan ticari ilişkiler Suriye’yi Türkiye için önemli kılmıştır. Suriye Türkiye’nin 
Arap dünyasıyla gerçekleştirdiği ticarette transit ülke haline gelmiş, Ankara bu dönemde Şam yönetiminin de desteğini alarak bölgedeki konjonktüre PKK 
terör örgütüne aleyhinde yön vermeye başlamıştır. 

Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça iyi düzeyde olduğu böyle bir dönemde, Orta Doğu’da Arap uyanışı süreci baş göstermiştir. Türkiye, Arap ülkelerinde 
demokratik hak ve hürriyet talepleri ile ortaya çıkan halk hareketlerine destek vermiştir. Türk dış politikasının halk hareketleri lehindeki duruşu Suriye 
krizinde ise problemli bir zeminle karşılaşmıştır. Suriye’deki muhalefet hareketinin Esed rejimine karşı netice alamaması, krizin iç savaş halini alarak 
bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşmesi Türkiye’yi güney sınırında ciddi bir sınavla karşı karşıya bırakmıştır. Kriz, Türkiye’nin güvenliğini tehdit 
etmekte, Ankara’nın bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini, Orta Doğu’daki siyasi ve ekonomik alanlarda tesis ettiği işbirliği süreçlerini olumsuz etkilemektedir. 

Şam ile ilişkilerin gelişmeye başladığı 2000’li yıllardan itibaren Türk liderlerin Suriyeli muhataplarına demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi 
doğrultusunda reform tavsiye ettiği bilinmektedir. 2011 yılı başında Arap uyanışı süreci ortaya çıktığında ve Mart ayında Suriye’de halk kitleleri reform 
talebiyle gösteri yürüyüşleri düzenlemeye başlayınca, Türkiye reform çağrılarını kamuoyu önünde dile getirmeye başlamıştır. Ankara, Suriye’de sağlıklı 
bir reform süreci yürütülebilmesi için Esed iktidarıyla temasa geçmiş, Şam yönetimine kararlı bir şekilde reform telkininde bulunmuştur. Dışişleri Bakanı 
Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Şam’ı ziyaret etmiş, Beşşar Esed’i reformlara teşvik etmiştir. Suriye’de kitlesel gösterilerin yaygınlaşma 
eğilimi gösterdiği 2011 yılının bahar aylarında Türkiye diplomatik temsilciler göndermeyi sürdürerek Esed rejimini demokratikleşme doğrultusunda reform 
yapması için cesaretlendirmeye devam etmiştir. 

<  Türkiye, ABD işgali sonrası Irak konusunda ve Orta Doğu’da barış ve istikrarın tesisi maksadıyla Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde irade göstermiştir. >

Ancak Türkiye’nin girişimleri Esed rejimi üzerinde etkili olmamış, Baas iktidarı ülkedeki halk hareketinin şiddet yoluyla bastırılması gerektiği yönündeki 
duruşunda ısrar etmiştir. Esed rejiminin ülkedeki Baas Partisinin iktidar tekeline son vermeye dönük somut bir adım atmaması, kitlesel halk gösterilerini 
silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya yönelmesi ile Türkiye’nin tutumu değişmeye başlamıştır. Diplomatik girişimlerin ardından Esed rejiminin tutumunu ilk elden dinleyen ve rejimin ülkedeki halk hareketine bakışının değişmeyeceğini anlayan Türkiye, Şam yönetimiyle ilişkilerini askıya almıştır. 
Suriye’deki muhalefet hareketinin ülke geneline yayılması ve silahlı bir ayaklanmaya dönüşmesi neticesinde ise Türkiye açıkça Esed rejimi aleyhinde 
tavır geliştirmiştir. 

Türkiye, Suriye’deki demokratikleşme sürecine dâhil olabilecekleri kanaatiyle muhalif unsurlarla da temas kurmuş, muhalefetin toplantılarına ev sahipliği 
yapmıştır. Türkiye, Esed iktidarına yönelik tutumunu Ağustos ayı içinde değiştirdikten sonra muhalefeti Baas rejimine alternatif olarak görmeye başlamış ve bu doğrultuda hareket etmiştir. Suriye muhalefeti, 31 Mayıs’ta Antalya’da ve 23 Ağustos’ta İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de ilk etapta düzenlediği iki toplantının ardından tek çatı altında birleşmeyi kararlaştırmıştır. Aynı dönemde (Temmuz 2011) Özgür Suriye Ordusu da kurulmuş, Suriye’deki 
kitlesel yürüyüşler silahlı ayaklanma halini almıştır. Suriyeli muhaliflerin devam eden Türkiye toplantıları neticesinde 2 Ekim 2011’de muhalefeti temsil 
edecek Suriye Ulusal Konseyi Burhan Galyon başkanlığında kurulmuştur. Türkiye böylece Suriye muhalefetinin tanınmasına ve tek çatı altında toplanmasına 
destek olmuş, muhalefeti Esed rejimine karşı desteklemeye başlamıştır. Ankara, Tunus’da Bin Ali iktidarının, Mısır’da Mübarek yönetiminin ve Libya’da Kaddafi rejiminin yıkıldığı bir dönemde Suriyeli muhalefetin de Esed rejimine karşı sonuç alabileceğini değerlendirmiş, Suriye krizi politikasını bu doğrultuda belirlemiştir. 

Esed iktidarının silahlı kuvvete başvurması sonucunda iç çatışmaların başladığı Suriye’deki kriz İran’ın ve Arap Birliği’nin müdahil olmasıyla bölgesel bir 
anlaşmazlık haline gelmiştir. Esed rejiminin Arap Birliği’nin hazırladığı çözüm planına riayet etmemesi üzerine Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. Bu gelişmeyi müteakip, Türkiye de bu ülkeye karşı tek taraflı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Türkiye tek taraflı yaptırımlarla Arap Birliği ile birlikte hareket ederek Esed rejimi üzerindeki uluslararası baskıyı artırmaya çalışmıştır. 

Türkiye’nin 30 Kasım 2011 tarihinde 9 madde halinde açıkladığı yaptırımlar kapsamında; 

• Suriye’de halkıyla barışık bir yönetim kurulana kadar Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının askıya alındığını, 
• Baas iktidarında halka karşı şiddete başvuran kişilerin Türkiye’ye seyahatlerinin yasaklandığını ve Türkiye’deki mal varlıklarının dondurulacağını, Esed rejiminin kuvvetli destekçisi konumundaki bazı işadamlarına da benzer tedbirlerin getirileceğini, 
• Suriye ordusuna her türlü askeri malzemenin satış ve tedarikinin durdurulacağını, 
• Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin önleneceğini, 
• Suriye Merkez Bankası ile ilişkilerin durdurulacağını 
• Suriye hükümetinin Türkiye’deki finansal mal varlıklarının dondurulacağını, 
• Suriye hükümeti ile kredi ilişkilerinin durdurulacağını, 
• Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulacağını, 
• Suriye’deki altyapı projelerinin finansmanı için imzalanan Eximbank kredi anlaşmasının askıya alındığını duyurmuştur. 


2012 yılının Ocak-Şubat döneminde Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan Suriye krizinin küresel bir anlaşmazlığa dönüştüğü anlaşılmış, Türkiye bu süreçte Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını sürdürmüş tür. Esed iktidarı da rejime bağlı güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilen eylemlerde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında Türkiye’yi de suçlamaya başlamıştır. Türkiye’nin muhalefet hareketiyle sürdürdüğü temaslara karşılık Esed rejiminin bu dönemde PKK terör örgütü lideriyle irtibat kurduğu, Suriye’nin kuzeyinde PKK ve PYD ile birlikte hareket ettiği basına yansımıştır. 

Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, 22 Haziran 2012 tarihinde Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde uluslararası hava 
sahasında Esed rejimine bağlı kuvvetler tarafından düşürülmüştür. Keşif amacıyla silahsız uçan uçağın uluslararası hava sahasında düşürülmesi ve iki Türk pilotun şehit olmasını müteakip Türkiye, Suriye’ye karşı “angajman” kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan Suriyeli unsurların hedef alınacağını beyan etmiştir. 

Bu dönemde Türkiye, krizin iç savaş halini almasıyla büyüyen sığınmacılar sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulabileceği yönündeki 
kanaatini NATO’nun ve BM’nin gündemine taşımış, batılı müttefiklerinden bu konuda destek talep etmiştir. Tampon bölge önerisi Fransa tarafından 
desteklenirken, ABD öneriye temkinli yaklaşmış, Rusya ise böyle bir uygulamaya karşı çıkmıştır. 

Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mermilerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardından 
Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almıştır. 

Esed rejiminin, protesto yürüyüşü yapan Suriye vatandaşlarına ateş açmasıyla derinleşen ve muhalefetin silahlanmasıyla iç savaşa dönüşen kriz Türkiye’yi 
doğrudan etkilemektedir. Sığınmacılar sorunu, Esed rejiminin PKK terör örgütüne sağladığı himaye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ayrılıkçı eğilimler ve 
iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin kesintiye uğraması Suriye’deki krizin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Türkiye-İran-Irak hattındaki 
gelişmeler de krizin dolaylı etkileri olarak değerlendirilebilir. 

Suriye krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu beraberinde getirmiştir. Çatışmadan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a sığınmaktadır. Hâlihazırda bu dört ülkeye giriş yapmış olan 400 binden fazla Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’ye giriş yapan 
sığınmacı sayısı ise Ankara’nın psikolojik sınır olarak tespit ettiği 100 bini aşmış durumdadır ve sürekli artmaktadır. Türkiye hukuki ve ahlaki açıdan doğru 
olanı yaparak güney komşusundaki iç savaştan kaçan Suriyelileri kabul etmeye devam etmektedir. Ancak sığınmacılar meselesi Türkiye’de ciddi bir mali 
külfete yol açtığı gibi özellikle Suriye sınırına yakın illerde güvenlik sorununa dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların 
Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin güvenliği problemli hale gelebilir. 

Türkiye’de bulunan sığınmacı sayısı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nin 21 Kasım 2012 tarihli 
açıklamasına göre 123 bin 747’dir. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adıyaman’da yer 
alan 13 çadırkent, 1 geçici kabul merkezi ve 1 adet konteynerkentte barındırılmaktadır. 

AFAD tarafından 2011 yılının Nisan ayından bu yana kurulan 13 çadırkentin beş tanesi Hatay’da, ikisi Şanlıurfa’da, üçü Gaziantep’tedir. Kahramanmaraş, 
Osmaniye ve Adıyaman’da 1’er tane çadırkent bulunmaktadır. Kilis’te ise 12 bin kişilik 1 adet konteynerkent vardır.36 Çadırkent ve konteynerkentler 
dışında Türkiye’deki çeşitli hastanelerde refakatçi, hasta ve yaralı olarak 100’lerce Suriye vatandaşı bulunmaktadır. 



8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***






BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 6


BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 6


5. KRİZİN KÜRESEL ETKİLERİ 


Arap Birliği’nin Suriye’deki krize yönelik çözüm girişimlerinin sonuçsuz kalması, krizin BM’ye taşınmasına yol açmıştır. 24 Şubat 2012 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ve Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabî tarafından yapılan açıklamada, Suriye’deki krizin çözüme kavuşturulması için Kofi Annan’ın BM-Arap Birliği ortak özel temsilcisi olarak atandığı duyurulmuştur. Annan, BM Genel Kurulu’nun 16 Şubat’ta aldığı 66/253 sayılı karar gereğince özel temsilci olarak atanmıştır. Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesinin beklendiği bir dönemde, BM ve Arap Birliği’nin Annan’ı özel temsilci olarak ataması, İran, Rusya ve Çin’in Suriye yönetiminin yanında yer almasından dolayıdır. 

10 Mart 2012 tarihinde BM ve Arap Birliği’nin özel temsilcisi Kofi Annan, Şam’ı ziyaret ederek Esed ile görüşmüş ve 16 Mart’ta Esed iktidarı ile muhalefet 
arasında ateşkesin sağlanması için 6 maddelik bir barış planı sunmuştur. Annan Planına Şam yönetimi 27 Mart 2012 tarihinde olumlu cevap vermiş, 
planın uygulanması için 12 Nisan’da ateşkes ilan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi, Suriye’ye 250 kişiden oluşan bir gözlemci görevi atama kararı almış ve 
ilk aşamada 16 Nisan’da 30 gözlemci gönderilmesini onaylamıştır. Sonrasında, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun planlanan gözlemci sayısının 250 kişiden 
300’e yükseltilmesini talep etmiştir. Planda yer alan maddeler şunlardır: 

• Suriyeli halkın meşru taleplerine ve endişelerine cevap verecek şekilde Suriyeliler tarafından yürütülecek ve herkesi kapsayacak bir siyasi süreç için özel temsilciyle (Kofi Annan) çalışmayı taahhüt etmek ve bu amaçla gerekirse (müzakereler için) bir temsilcinin atanmasına onay vermek. 
• Saldırıları bırakıp, BM tarafından gözetilecek ateşkesin derhal sağlanması (bu amaçla öncelikle Suriye hükümetinin, halkın yaşadığı bölgelerde ağır silahlar kullanmaya son vermesi ve askerlerini geri çekmesi, muhalefetin ve Suriye’deki diğer unsurların saldırıları bırakıp ateşkesin sağlanması için işbirliği yapması). 
• İnsani yardımın gerekli olan her yere ulaşabilmesi için ilk adım olarak uygulanmak üzere günde iki saat insani yardım için çatışmaların durdurulması. 
• Keyfi olarak tutuklanan ve gözaltına alınanların serbest bırakılması. 29 
• Gazetecilerin ülke içinde serbestçe dolaşmalarının sağlanması. 
• Barışçıl toplanma ve protesto hakkına saygı duyulması. 


29 Suriye’den Flaş Karar, 
     http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyedenflas-karar , Erişim: 25.05.2012 


BM Güvenlik Konseyi öncülüğünde Suriye’deki şiddeti durdurmak ve Esed rejimi ile muhalifler arasında ateşkesi sağlayarak, siyasi bir geçiş süreci tesis etme amacıyla yola çıkan Kofi Annan, 3 Ağustos 2012 tarihinde istifa ettiğini açıklamış ve 31 Ağustos’ta da görevinden resmen ayrılmıştır. Annan’ın yerine Cezayirli eski diplomat El-Ahdar İbrahimi atanmıştır. 

İbrahimi görevi devraldıktan sonra Suriye konusunda başarılı olmasının imkânsıza yakın olduğunu açıklamıştır. İbrahimi’nin başarısız olan BM Suriye 
planı üzerinde göreve başladığı ve yeni bir öneriyle gelmediği dikkate alındığında uluslararası toplumda Suriye krizini çözme konusunda belirgin bir isteksizlik olduğu göze çarpmaktadır. Bölgesel düzeyde çözüm arayışlarının başarısız olmasından sonra BM’nin devreye girmesiyle küresel düzeye taşınan 
Suriye krizi çözümsüzlüğe mahkûm edilmiştir. Krize müdahale edebilecek Avrupa Birliği ve NATO ise BM sistemi dışındaki aktörler de Suriye’deki 
halk hareketine söylemde destek verse de çözüm konusunda bir tutum geliştirmemiştir. 2012 yılının Kasım ayında ABD’deki başkanlık seçimi, Avrupa’daki ekonomik kriz ve bölgedeki gelişmeler (Irak, Mısır, Libya, Yemen ve İran’ın nükleer programından kaynaklanan kriz) Suriye’nin iç dinamikleriyle 
birlikte değerlendirildiğinde krizin belirli bir süre daha devam edeceği değerlendirilebilir. 


BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye krizinin çözümü doğrultusunda gündeme getirilen öneriler ve karar tasarıları Esed rejimini desteklemeye devam 
eden daimi üyeler Rusya ve Çin tarafından veto edilmiştir. Suudi Arabistan ve Katar’ın Arap Birliği vasıtasıyla başlattığı ve Güvenlik Konseyi’ne taşınan 
girişimler Konsey’den geri dönmüştür. Arap Birliği’nin Suudi Arabistan ve Katar öncülüğünde Güvenlik Konseyi’ne taşıdığı Suriye’de ateşkesin sağlanması 
amacıyla Arap Barış Gücü’nün teşkil edilmesi, insani yardım koridoru açılması, ülkede tampon/güvenli bölge oluşturulması, Beşşar Esed’in iktidarı yardımcısı na devretmesi (Yemen Modeli) gibi öneriler ABD ve Batılı devletler tarafından desteklenirken Rusya ve Çin muhalefetiyle karşılaşmıştır. 

Suriye krizinin bu nedenle küresel aktörler arasında bir anlaşmazlığa dönüştüğü ve güç mücadelesini doğurduğunu ifade etmek mümkündür. ABD’nin 
Afganistan müdahalesi ve Irak işgalinin ardından Orta Doğu’daki Rus nüfuzunun ciddi biçimde zayıfladığını fark eden Kremlin, Suriye meselesinde ABD, İngiltere ve Fransa ile rekabete girmiş durumdadır. Rusya’nın Çin ile birlikte Esed rejimine karşı BM Güvenlik Konseyi’nde gündeme getirilen karar tasarılarını veto etmesi ve Esed iktidarının devamı doğrultusunda irade göstermesi Suriye üzerinde küresel aktörlerin bir güç mücadelesine girdiğini göstermektedir. 

Arap uyanışı sürecindeki krizlerde ABD’nin ön planda olduğu bir dönem beklenirken, ABD ve Batılı ülkeler beklentilerin aksine diplomatik söylemler 
dışında büyük ölçüde çekimser kalmıştır. ABD, Orta Doğu’daki krizlere doğrudan müdahale etmekten imtina etmiş, müdahalenin NATO ile gerçekleştirilmesi 
yönünde bir duruş sergilemiştir. NATO liderliğindeki uluslararası koalisyon güçlerinin Kaddafi rejimine karşı müdahale ettiği Libya krizi bu açıdan örnek oluşturmuştur. Suriye krizinde de ABD’de askeri müdahale konusunda belirgin bir isteksizlik ve kararsızlık gözlemlenmektedir. Ancak Washington, Suriye’deki Baas iktidarının demokratik hak ve özgürlük talepleriyle gösteriler düzenleyen halka ateş açmasının ardından Esed rejimi aleyhinde tutum geliştirmeye başlamıştır. 

Esed rejiminin silahsız muhalefet hareketine karşı şiddete tevessül etmesiyle ABD Başkanı Barack Obama ilk kez 18 Ağustos 2011 tarihinde Esed’in istifa etmesi gerektiğini ifade etmiştir.30 Daha sonra Washington, Suriye Ulusal Konseyi’ni tanımış, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Suriye kriziyle ilgili katıldığı tüm toplantılarda Suriye muhalefetini desteklediklerini belirtmiştir. ABD, Suriye muhalefetine 45 milyon dolarlık bir yardım sözü vermiştir. 28 

Eylül 2012 tarihindeki 67. BM Genel Kurulu’na hitap eden Clinton, ABD’nin muhalefete sağladığı 45 milyon dolarlık yardımın 15 milyon dolarlık kısmının 
silah dışındaki donanımlardan oluşacağını ve ağırlıklı olarak iletişim cihazları içereceğini açıklamıştır. Clinton, yardımın 30 milyon dolarlık kısmının ise Suriye 
ordusu ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasında yaşanan çatışmalardan zarar görenlere dağıtılacak insani yardım olduğunu beyan etmiştir.31 

Suriye krizinde Esed rejiminin devrilmesi durumunda ABD; krizin kötüye gideceği, ülkenin bölünerek iç çatışmaya sahne olabileceği ve böyle bir krize 
müdahalenin insani ve mali kaybının büyük olacağı yönünde kaygılar taşımaktadır. Suriye muhalefetindeki birlik sorununun ve Esed sonrası Suriye’deki sürecin belirsizlikler içermesinin ABD’nin krize müdahale etme konusunda kararsız kalmasına yol açtığı değerlendirilmektedir. Nitekim Afganistan ve 

30 ABD Başkanı Barack Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi, 
    http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA=,    Erişim: 11.05.2012
31 Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım, 
    http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/,    Erişim: 29.09.2012 


 < Suriye krizinde Esed rejiminin devrilmesi durumunda ABD; krizin kötüye gideceği, ülkenin bölünerek iç çatışmaya sahne olabileceği ve böyle bir krize müdahalenin insani ve mali kaybının büyük olacağı yönünde kaygılar taşımaktadır. >

 (  Kremlin’le birlikte hareket edebilen bir Suriye, Rusya’ya Orta Doğu siyasetinde etkinlik katmaktadır. )

Irak’tan çıkarılan dersler Amerikan karar mercilerinde bu yöndeki fikirleri desteklemekte, Washington’ın müdahaleye sıcak bakmasını engellemektedir. 
Washington, Suriye’ye müdahale konusunda dikkate alacağı kırmızı çizgiyi, Esed rejiminin kimyasal silah kullanması olarak beyan etmiştir. Ancak ABD’nin seçim sonrasında Suriye krizinde daha etkin olacağı ve muhalefete daha fazla destek sağlayacağı değerlendirilmektedir. 

Hillary Clinton’ın 2 Kasım 2012 tarihinde Hırvatistan gezisi sırasında Suriye Ulusal Konseyi’nin yapısına ilişkin yaptığı eleştiriler, Washington’ın krize giderek daha fazla müdahil olabileceğine işaret etmiştir. Clinton, 4-7 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen Doha Kongresi öncesi Konsey’in temsil niteliğinin 
zayıf olduğunu, Konsey’de Esed rejimine karşı ülke içinde mücadele eden unsurların temsil edilmediğini ve daha kapsayıcı bir muhalefet cephesinin 
oluşturulması gerektiğini beyan etmiştir. ABD bu anlayış doğrultusunda, Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Suriye’nin tek temsilcisi olduğunu belirtmiştir. 

Suriye krizinde Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nde Arap Birliği ve Batılı ülkeler tarafından desteklenen ve Esed rejimine karşı bir dış müdahalenin önünü 
açabilecek karar tasarılarını Çin ile birlikte veto etmiştir. ABD ve diğer Batılı ülkelerin zayıf da olsa Suriye’de rejim değişimi doğrultusunda irade göstermesi 
karşısında Rusya, Esed rejiminin ayakta kalması için çaba göstermiştir. 

Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası süreçte ve özellikle 11 Eylül sonrası dönemde 
Orta Doğu bölgesindeki nüfuzunu yitirmesi, Moskova’nın Suriye krizindeki tutumunda etkili olmuştur. Zira Irak işgalinden sonra Rusya’nın bölgede var-
lık gösterdiği tek ülke olarak Suriye kalmıştır. Rusya’nın Akdeniz’deki tek askeri üssüne ev sahipliği yapması Suriye’yi ise Moskova için siyasi ve ekonomik 
alanın ötesinde stratejik açından değerli kılmaktadır. 

Kremlin’le birlikte hareket edebilen bir Suriye, Rusya’ya Orta Doğu siyasetinde etkinlik katmaktadır. Moskova’nın Esed ailesiyle Soğuk Savaş dönemine 
kadar uzanan yakın ilişkileri Suriye’yi Rusya’nın Orta Doğu siyasetinde kritik bir konuma yerleştirmektedir. Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Suriye’yi 
İsrail’e karşı desteklemek gibi bir hedef söz konusu olmasa da Rusya bu ülkeye Orta Doğu’daki çıpası nazarıyla bakmakta, Esed rejimi de uluslararası arenada 
Moskova’yı çeşitli vesilelerle desteklemektedir. Örneğin 2008’deki Rusya-Gürcistan savaşında Şam, Moskova’nın hareket tarzını açıkça desteklemiştir. 

Suriye Arap ülkeleri arasında Rusya’nın önemli ticari ortaklarından biridir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi Rusya’nın Arap ülkeleriyle olan toplam ticaret 
hacminin %20’sine tekabül etmektedir. Suriye’de halk hareketinin başladığı 2011 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 1.92 milyar dolar düzeyindeyken, 
Rus şirketlerinin Suriye’de yaptığı yatırım 20 milyar dolar büyüklüğündedir.32 Suriye, aynı zamanda Rusya’nın silah sistemleri ihraç ettiği önemli pazarlardan 
biridir. Suriye silahlı kuvvetlerinin envanterindeki silah sistemlerinin önemli bir bölümü Rusya menşelidir. 

1971 yılında Sovyetler Birliği ile Suriye arasında imzalanan ikili anlaşma çerçevesinde Rusya, Suriye’nin Tartus limanında bir deniz üssü bulundurmaktadır. 
Rusya’nın Doğu Akdeniz bölgesinde tek deniz üssü olan Tartus üssünde Rus donanmasına ait nükleer silah taşıyan savaş gemileri konuşlandırılmakta, üs sayesinde Moskova Orta Doğu’daki askeri varlığını sürdürebilmektedir. 

Rusya, bölgesel ve küresel güç hesaplarını Suriye üzerinden yürütmeye çalışmaktadır. Bu nedenle Rusya’ya Suriye vasıtasıyla bölge üzerindeki nüfuzunun devam ettirebilmesi için bir teminat verilmediği müddetçe Moskova Esed rejimini desteklemeye çalışacaktır. Rusya’nın Suriye’deki halk hareketini kendi toprak bütünlüğüyle de ilişkilendirdiği ifade edilebilir. Moskova, Esed rejiminin devrilmesi halinde Suriye’deki halk hareketinin kendi egemenliği altındaki Müslüman halklara emsal teşkil edebileceğini değerlendirmekte, benzer bir ayaklanmanın Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkabileceği yönünde kaygı taşımaktadır. 

Çin de benzer kaygılara sahiptir. 

Kremlin’in Arap ülkelerindeki değişim sürecinde ABD ve Batılı ülkelere karşı konumunu güçlendirmeye ve Batıdan bazı imtiyazlar elde etmeye çabaladığı 
değerlendirilebilir. Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne Aralık 2011’de kabul edilmesi ve Ağustos 2012’de örgüte üye olarak alınması Moskova’nın Suriye 
politikası ile ilişkilendirilebilir. 

Kriz sürecinde Esed rejimi yanlısı tutumu Moskova’nınki kadar belirgin olmasa da Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ile birlikte Esed rejimi aleyhindeki 
karar tasarılarını şimdiye kadar iki kez veto etmiş, Esed rejiminin varlığını sürdürmesine destek olmuştur. 

32 Esad El-Şami, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
    http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448, Erişim: 15.07.2012 


 <  Moskova, Esed rejiminin devrilmesi halinde Suriye’deki halk hareketinin kendi egemenliği altındaki Müslüman halklara emsal teşkil edebileceğini değerlendirmekte, benzer bir ayaklanmanın Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkabileceği yönünde kaygı taşımaktadır. Çin de benzer kaygılara sahiptir. >

Çin’in Suriye’ye müdahaleye imkân tanıyabilecek karar tasarılarını veto etmesinin altında çeşitli nedenler vardır. Pekin’in Suriye krizinde Rusya ile 
birlikte hareket ederek Batının karşısında yer alması ABD’nin Asya-Pasifik stratejisine duyduğu tepki ile ilgilidir. Obama yönetiminin, 2012 yılının Ocak 
ayında açıkladığı diplomatik, stratejik ve ekonomik yatırımlarda ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine ağırlık verme hedefi Pekin’i rahatsız etmiştir. Çin’in 
veto tercihi Washington’ın Tayvan politikası da göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. ABD’nin Tayvan’a silah satması Çin’i tedirgin etmektedir. 
Çin vetosunun altında yatan diğer bir nedenin de ABD’nin Tibet’le olan ilişkilerinden kaynaklandığı ifade edilebilir. 

Bu nedenler hesaba katıldığında, Pekin’in Esed rejimini desteklemesi ve Esed rejimi aleyhinde Güvenlik Konseyi nezdinde başlatılan girişimleri engellemesinin 
büyük ölçüde ABD-Çin hattında temayüz eden siyasi, ekonomik ve askeri güç mücadelesinden ileri geldiği öne sürülebilir. Pekin, Pasifik stratejisine karşılık Rusya ile birlikte ABD’nin Orta Doğu’daki nüfuzunu dizginlemeye yönelik politika izlemekte, İran’dan ithal ettiği enerjide kesinti yaşanmamasını temin etmeye çalışmaktadır. 


7 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,



***



BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 5


BÜTÜN BOYUTLARIYLA! SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 5


4. KRİZİN BÖLGESEL ETKİLERİ 

Suriye’de iç savaş halini alan kriz, ülke sınırlarının ötesinde sonuçlar doğurmaya başlamış, Orta Doğu’da bölgesel düzeyde bir anlaşmazlığa ve nüfuz mücadele sine dönüşmüştür. Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden, Lübnan’ın istikrarını zedeleyen kriz, Körfez ülkelerinin İran kaynaklı kaygılarını artırırken, Tahran’ı Arap dünyasındaki tek müttefikini kaybetme olasılığı ile karşı karşıya bırakmıştır. Esed rejiminin Türkiye topraklarına yönelik kaza olarak değerlendirilen saldırıları, PKK terör örgütüne ülkenin kuzeyinde hareket alanı açması ve Suriye’nin parçalanma ihtimali Ankara’yı tedirgin etmektedir. 
Esed iktidarının krizi ülke sınırları dışına taşıma gayesiyle Lübnan’daki hassas dengeleri bozabilecek kışkırtıcı eylemlere yönelmesi Beyrut’ta endişe uyandırmaktadır. 
İran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah hattındaki Şii jeopolitiği stratejisi doğrultusunda krize Esed rejimi yanında müdahil olması Körfez ülkelerini rahatsız etmiştir. Suriye’nin İran’ın tek müttefiki olması ve Tahran’ın Esed rejimini koşulsuz desteklemeye devam etmesi ise krizi bölgesel düzeyde bir anlaşmazlığa mahkûm etmiştir. Suriye’de çıkmaza giren kriz, Orta Doğu’da Esed iktidarının devamı ve sona ermesi yönünde iki yaklaşımın öne çıkmasına yol açmış, bu yaklaşımları savunan devletler arasında rekabet doğurmuştur. 

Suriye krizinin sona ermesi için Esed rejiminin devamını gerekli gören ve Suriye’deki ayaklanmaya terörizm nazarıyla bakan birinci yaklaşımı temelde 
İran desteklemektedir. Esed rejiminin ayakta kalması için siyasi, ekonomik ve askeri imkânlarını seferber eden İran, Irak’taki Maliki iktidarını ve Hizbullah’ı 
aynı doğrultuda yönlendirmektedir. Tahran, Suriye’deki silahlı isyan hareketini -Esed iktidarı ile birlikte- terörizm olarak nitelemekte ve muhalif unsurlara 
destek sağlayan devletleri tehdit etmektedir. Kriz sürecinde İran’ın tutumunun giderek sertleştiği, muhalefet hareketine destek sağlayan ülkelere yönelik örtülü 
mücadelelere yöneldiği ve Esed rejimine daha güçlü destek verdiği gözlemlen miştir. İran Türkiye’ye karşı PKK terör örgütünü tekrar desteklemeye, 
üst düzey askeri ve siyasi yetkililerin demeçleri aracılığıyla Türkiye’yi tehdit etmeye, Bağdat yönetimini Ankara aleyhinde yönlendirmeye, Suudi Arabistan 
ve Bahreyn’deki Şii nüfusu da ayaklanmaları için tahrik etmeye başlamıştır. Kriz sürecinde Esed rejimine bu denli güçlü ve riskli biçimde destek vermesi 
İran’ın Orta Doğu stratejisinde Suriye’yi merkezi bir konuma yerleştirdiğini ve müttefiki Baas iktidarının ayakta kalmasını kendi rejiminin bekasıyla ilişkilendirdiğini göstermektedir. 

<  PKK terör örgütüne ülkenin kuzeyinde hareket alanı açması ve Suriye’nin parçalanma ihtimali Ankara’yı tedirgin etmektedir. 
İran, Orta Doğu ülkelerindeki Şii topluluklar üzerinde özellikle eğitim yoluyla etki sahibi olmaya çabalamaktadır. >


İran, bölgede kurmaya çabaladığı Şii jeopolitiği hattında Nusayri azınlığın denetimindeki Suriye’nin hayati bir aktör olduğunu değerlendirmekte, Şam’da 
Sünni ağırlıklı bir hükûmetin iktidara gelmesi durumunda Şii hilali projesinin başarısız olacağını öngörmektedir. İranlı karar mercileri, Esed rejiminin devrilmesiyle Tahran’ın İsrail’e karşı başvurabileceği dinamiklerin önemli ölçüde zayıflayacağını değerlendirmektedir. Esed iktidarının devrilme ihtimali aynı zamanda İran’daki mevcut rejimin beka kaygısını artırmakta, Tahran’da, bölgedeki rejim değişikliklerinde sıranın İran’a geldiği yönünde bir tedirginlik hâsıl etmektedir. 

İran’ın Suriye’deki krize Esed rejimi lehinde müdahil olması, Tahran’ın Şii hilali projesi bağlamında değerlendirilmelidir. Nüfuz alanını Şiilik vasıtasıyla 
genişletmeye çalışan İran, Orta Doğu ülkelerindeki Şii topluluklar üzerinde özellikle eğitim yoluyla etki sahibi olmaya çabalamaktadır. Saddam sonrası 
Irak üzerinde nüfuz sahibi olan İran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah eksenindeki Şii unsurlardan bir stratejik hat meydana getirmeye çalıştığı gözlemlenmektedir. 
Nitekim Suriye krizinde Esed rejimine sağlanan destekte İranIrak-Hizbullah eşgüdümü Şii hattının Tahran’ın yönlendirmesiyle birlikte hareket edebileceğini göstermiştir.


 ( İran-Suriye İlişkileri ;
_ Suriye’de 1970’te Hafız Esed liderliğinde iktidarı ele geçiren Nusayri azınlık, sürgün döneminde Humeyni’yi ve Şah rejimi karşıtlarını desteklemiş, 1979 Devrimi’nin ardından İran’la işbirliğine yönelmiştir. İsrail’le 1978’te barış antlaşması imzalayan Mısır’ı Filistin davasına ihanetle suçlayan Suriye, 1980-88 İran-Irak savaşı sürecinde Tahran’la yakınlaşmış, savaş boyunca diğer Arap ülkelerinden farklı hareket ederek İran’ı desteklemiştir. 
_ Şam’daki Baas iktidarı, İran’ın Arap dünyasıyla yaşadığı anlaşmazlıklarda genellikle Tahran yanlısı tutum sergilemiş, Lübnan’da Hizbullah’ın varlığına destek vererek İran’ın bölgede bir Şii jeopolitiği hattı tesis etmesine imkân tanımıştır. İran, 1982 Hama katliamı vakasında Hafız Esed rejimini dolaylı olarak müdafaa etmiştir. 
2000’li yıllarda ise iki ülke arasındaki ilişkiler stratejik düzeye terfi etmiş, taraflar 2004’teki stratejik işbirliği anlaşmasının ardından 2006’da ortak savunma esasına dayalı ikili bir ittifak antlaşması imzalamıştır. )

 Nusayri azınlığın denetiminde ve Baas iktidarının tekelindeki Suriye bu hatta kritik bir konumda yer almakta, İran’ın Lübnan’daki Hizbullah’la bağlantısında koridor işlevi görmektedir. Dolayısıyla, Esed rejiminin devrilmesi Tahran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah hattındaki Şii hilali projesinin başarısızlığa uğraması anlamına gelmektedir. 

İran’ın Esed rejimine sağladığı destek, Tahran’ın İsrail’e karşı harekete geçirebileceği dinamikleri muhafaza etme hedefiyle de açıklanabilir. Suriye’nin İsrail ve Filistin’e coğrafi yakınlığı bu ülkeyi İran nezdinde değerli kılmaktadır. 

İran, İsrail’e karşı desteklediği Hizbullah’a tedarik ettiği askeri malzemeleri Suriye üzerinden Lübnan’a ulaştırmaktadır. Tahran, İsrail’e karşı mücadele eden Filistinli unsurlarla Suriye topraklarında irtibat sağlamakta, ABD-İsrail cephesine karşı “direniş cephesi”ne önderlik etmeye çalışmaktadır. İran böylece İsrail’e karşı harekete geçirebileceği dinamikler elde etmekte, Orta Doğu’da İsrail karşıtlığına dayalı dış politika çizgisinden temin ettiği itibarı korumaktadır. Esed rejiminin devrilmesi, İran’ın İsrail karşısındaki ve İsrail-Filistin ihtilafındaki konumunun zayıflaması sonucunu doğurabilir. 

Suriye’de Esed iktidarına karşı ortaya çıkan muhalefet hareketi, İran’daki mevcut rejimin beka kaygısının nüksetmesine yol açmıştır. Tahran, Suriye 
krizi kullanılarak İran’ın yıpratılmaya çalışıldığını ve nihai hedefin aslında İran olduğunu iddia ederek Esed rejiminin geleceğiyle İran’daki rejimin akıbeti 
arasında bağlantı kurmaktadır. Nükleer programından dolayı uluslararası yaptırımlara ve tecride maruz kalan İran, bölgedeki tek müttefiki Suriye’de 
muhtemel bir iktidar değişimini kendi rejiminin bekasıyla ilişkilendirmektedir. İran, dış politika ufkuna yön veren “kendisine karşı dış müdahale korkusunun” 
da etkisiyle Esed rejiminin devrilmesinin ardından sıranın kendisine gelebileceği yönünde ciddi kaygılar beslemektedir. 

Orta Doğu’da İran dışında Lübnan’daki Hizbullah’ın ve Irak’taki Maliki iktidarının Esed rejiminin devamını savunan aktörler olduğu gözlemlenmektedir. 

Hizbullah, Suriye’deki muhalefet hareketinin büyük bir komplo olduğunu ve Esed iktidarının ülkedeki halk ayaklanmasıyla mücadele ederken aslında ABD ve İsrail’e karşı bir savaş yürüttüğünü iddia etmektedir. Hizbullah, Suriye krizinde muhalefet hareketine karşı İran’la birlikte Baas rejimine somut destek vermekte dir. Esed rejimine bağlı paramiliter birliklere eğitim sağlayan Hizbullah militanları, rejimle eşgüdüm sağlayarak muhalif unsurların bulunduğu 
hedeflere saldırılar düzenlemiştir. 

Irak’taki Maliki iktidarı ise Suriye’deki halkın taleplerinin dikkate alınması gerektiğini beyan etmekle birlikte krizin sona ermesine dönük bir dış müdahaleye itiraz etmektedir. Bağdat, Arap Birliği’nin Suriye’nin üyeliğini askıya aldığı kararda çekimser kalmış, Suriye’ye karşı başlatılan ekonomik yaptırımlara 
karşı çıkmıştır. İran’ın Suriye’ye silah sevkiyatına da Irak hava sahasını açan25 Bağdat, Esed rejiminin devamını zımnen desteklemektedir. Maliki iktidarının 
krizin ilk dönemlerinde Suriye halkının reform taleplerine olumlu bakışı öne çıkarken, daha sonra giderek Esed rejimi yanlısı çizgiye yaklaşmasının 
İran’ın etkisiyle olduğu değerlendirilmektedir. 

Bölgede Suriye krizinin çözümlenmesi için Esed rejiminin son bulması yönündeki ikinci yaklaşımı başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Körfez ülkeleri, Arap devletlerinin çoğunluğu ve Türkiye savunmaktadır. İkinci yaklaşımı savunan bölge ülkelerinin farklı nedenlerle bu tercihe yöneldiği ve Esed rejiminin devrilmesi yönünde değişik düzeylerde destek verdiği belirtilmelidir. 

Suudi Arabistan ve Katar, krizde Esed rejimine nispeten hızlı bir şekilde karşı tavır almış, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) aracılığıyla ve Arap Birliği nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmuş ve muhalefetin silahlandırılmasında önemli rol oynamıştır. Diğer Arap devletleri ise Suriye’deki halk hareketini ve Esed rejiminin devrilmesini desteklemekle birlikte, bu istikamette daha çok diplomatik yöntemlerin işletilmesinden yana tutum geliştirmiştir. Türkiye ise krizin ilk aylarında reform çağrıları yaptıktan sonra Suriye muhalefetinin tanınmasına zemin hazırlamış, Esed rejiminin sona ermesi yönünde irade göstermeye başlamıştır. 

<  Suriye’nin İsrail ve Filistin’e coğrafi yakınlığı bu ülkeyi İran nezdinde değerli kılmaktadır. >

İran-Suriye arasında 1979 Devrimi sonrasında gelişen ve 2000’li yıllarda ittifak niteliği kazanan ilişkiler başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap devletlerinin 
tepkisini çekmiş, Suriye’nin Arap dünyası ile münasebetleri genel olarak soğuk seyretmiştir. Tahran yanlısı dış politikasından ötürü Arap dünyasının Şam yönetimine karşı sürdüre geldiği tepkisel tutum, Arap devletlerinin Suriye krizindeki tutumunun anlaşılmasında dikkate alınmalıdır. Nükleer programının 
tedirginlik doğurduğu bir dönemde İran’ın Orta Doğu’daki Şii unsurlar üzerinden bölgesel bir nüfuz stratejisine yönelmesi, Arap devletlerinin Esed rejimi aleyhindeki halk hareketine bakışında etkili olmuştur. Esed iktidarına karşı gelişen muhalefet hareketi Arap dünyasında olumlu karşılanmış, Suriye’deki mevcut rejimin değişmesi gerektiği yönündeki yaklaşım, özellikle Körfez ülkeleri tarafından belirgin biçimde desteklenmiştir. Nitekim Esed rejiminin devrilmesiyle İran’ın Suriye ve Lübnan üzerindeki nüfuzunun önemli ölçüde zayıflayacağı ve Suriye’nin Arap dünyasıyla yakınlaşacağı öngörülmektedir. 


Suriye krizi sürecinde Körfez ülkelerinin tutumu iki aşamada değerlendirilebilir. Ortak bir tutumun henüz geliştirilmediği birinci aşamada Körfez ülkeleri Esed iktidarına reform çağrıları yapmış, krizin çözümüne yönelik destek sözleri vermiştir. 2011 yılının Mayıs ayı içinde Suudi Arabistan Kralı, Kuveyt Emiri ve Bahreyn Emiri Esed’i bizzat arayarak ülkedeki krizi çözmek için destek olacaklarını bildirmişlerdir. İktidarlar tarafından gerçekleştirilen bu çağrılarla aynı dönemde El-Cezire ve El-Arabiye gibi Körfez merkezli televizyonlar Suriye’de halkın talep ve beklentilerini dünya kamuoyuna duyurmuştur. 

Körfez ülkelerinin Suriye halkının demokratik hak ve özgürlük taleplerine cevap verilmesi gerektiği yönündeki çağrısı, Esed rejiminin kitlesel gösterileri silahlı kuvvetle bastırma yoluna gitmesiyle değişmeye başlamıştır. İran ve Hizbullah’ın krize Esed rejimi lehinde müdahale etmesi Suriye krizinin Körfez ülkeleri tarafından mezhepsel bir mücadele olarak algılanması sonucunu doğurmuştur. Suriye ordusunun 31 Temmuz 2011 tarihinde 139 kişinin ölümüne yol açan Hama saldırısının ardından Körfez ülkeleri Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiğini aleni biçimde zikretmeye başlamıştır.26 

2011 yılının Ağustos ayından itibaren Körfez ülkelerinin Suriye krizine yaklaşımında ikinci aşamaya girildiği ifade edilebilir. İkinci aşamada Esed rejimine karşı ortak bir tavır geliştirilmiş, Suriye krizinin bir Arap Gücü müdahalesiyle çözülebileceği ve muhalefetin desteklenmesi gerektiği savunulmuştur. Bu dönemde Katar’ın açıkladığı önerilerin Körfez ülkelerinin ortak tavrında etkili olduğu belirtilmelidir. Arap Gücü’nün Suriye’ye gönderilmesini teklif eden Katar, Suriye’de yardımların gerekli yerlere ulaştırılması, güvenli bölge oluşturulması ve taraflar arasında ateşkesin takip edilebilmesi için Arap devletlerinin teşkil edeceği askeri bir görev gücünün elzem olduğunu beyan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’deki insan hakları ihlallerini kınayan ve şiddetin sona erdirilmesi çağrısında bulunan ilk karar tasarısının Rusya ve Çin tarafından veto edilmesinin ardından da Katar, uluslararası topluma Suriye muhalefetine silah desteği vermesi için çağrıda bulunmuştur.27 

Körfez ülkeleri, Esed rejiminin sona ermesi gerektiği yönündeki yaklaşımı Körfez İşbirliği Konseyi aracılığıyla Arap Birliğine taşımış, diğer Arap ülkeleriyle 
ortak hareket etmeyi hedeflemiştir. Bu girişim neticesinde Arap Birliği Esed rejimine karşı ortak bir tavır geliştirmiş, Suriye krizini çözüme kavuşturabilecek 
bir plan hazırlamıştır. Beş maddeden oluşan çözüm planı; taraflar arasında derhal ateşkes ilan edilmesini ve Suriye ordusunun kentlerden çekilmesini, tutukluların serbest bırakılmasını, anayasa düzenlemelerini de kapsayan siyasi reformların yapılmasını, Esed rejimi ile muhalifler arasında ulusal diyalog görüşmelerinin başlatılmasını ve Arap Birliği’nin çözüm planı sürecini incelemek üzere Şam’da temsilci bulundurmasını şart koşmuştur. 

Hazırlanan çözüm planını gündeme alarak 16 Ekim 2011’de Mısır’da toplanan Arap dışişleri bakanları, planın uygulanması için Esed iktidarına ilk etapta 15 
gün süre tanımış, Arap Birliği içinde Katar başkanlığında Suriye meselesiyle ilgilenecek bir komisyon oluşturulmasını kararlaştırmıştır.28 



25 Michael R. Gordon, Iran Supplying Syrian Military via Iraqi Airspace, 4 Eylül 2012, 
    http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrianmilitary-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0 , 
    Erişim: 29.10.2012 

26 Tanklar Hama’ya Girdi, 
    http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklarhamaya-girdi,     Erişim: 10.10.2011
27 Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye İla Surye (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün Suriye’ye 
    Gönderilmesini Öneriyor), 
    http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/Ar5324.htm, Erişim: 24.02.2012 

16 Ekim toplantısının ardından, Arap Birliği’nin tayin ettiği Katar başkanlığındaki heyet Beşşar Esed’le bir görüşme gerçekleştirmiş, 30 Ekim’de Suriye, Birliğin çözüm planına riayet edeceğini taahhüt etmiştir. 2 Kasım 2011 tarihinde ise Arap Birliği ve Suriye’nin imzaladığı anlaşma ile Esed rejimi şiddetin sona erdirilmesi, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve ordunun kentlerden çekilmesini kabul etmiştir. Ancak Esed rejiminin taahhüt ettiği halde çözüm 
planını uygulamaması ve kitlesel muhalefet gösterilerine karşı silahlı kuvvet kullanmaya devam etmesi Birliğin politikasını değiştirmiştir. Arap Birliği, 
Esed rejimine karşı siyasi ve ekonomik yaptırımları tartışmaya başlamış ve 12 Kasım 2011 tarihinde Suriye’nin üyeliğini askıya almıştır. Lübnan, Suriye 
ve Yemen’in ret oyu kullandığı, Irak’ın ise çekimser kaldığı oylamada karar, lehte kullanılan 18 oy ile kabul edilmiş, 16 Kasım’da yürürlüğe girmiştir. 

Arap Birliği, 27 Kasım’da çözüm planına söz verdiği halde riayet etmeyen ve Suriye’nin üyeliğinin askıya alınması kararına rağmen işbirliğine yanaşmayan 
Esed rejimine karşı siyasi ve ekonomik yaptırım kararı almıştır. Yaptırım kararının ardından Birlik, Suriye’ye Arap gözlemciler gönderilmesi için yeni bir 
girişim başlatmış, Irak’ın arabuluculuğunda Esed rejimiyle Kahire’de bir protokol imzalamıştır. İmzalanan protokol uyarınca Suriye’ye gönderilen Arap 
gözlemcilerin sadece Esed rejiminin müsaade ettiği bölgelere gidebilmesi ve dünya kamuoyuna rejim yanlısı mesajlar vermesi bu girişimden de netice alınmasını engellemiştir. Suudi Arabistan’ın gözlem görevinden finansal desteğini çekmesinin ardından diğer Körfez ülkeleri de Suriye’deki gözlemcilerini 
geri çekmiş, Birliğin gözlemci girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 

Çözüm planı ve gözlemci girişimi denemelerinin ardından Arap Birliği’nin Esed rejimine yönelik tutumu değişmiş, Birlik Suriye muhalefetiyle görüşmeye 
başlamış ve Arap devletlerinde krizin Beşşar Esed’in iktidardan ayrılmasıyla çözülebileceği kanaati yaygınlaşmıştır. Nitekim iki girişimde de Esed 
rejimi çözüm önerilerine sıcak baktığını beyan etse de uygulamaya geçmemiş, muhalefet gösterilerini şiddetle bastırmaya devam etmiştir. Esed iktidarı, Arap 
Birliği’nin çözüm girişimleri sırasında önerilere müspet cevap vererek zaman kazanmış, Arap devletlerinin muhalefet hareketine sağlayabileceği desteği 
mümkün mertebe geciktirmiştir. Diğer taraftan ise Arap Birliği’nin Suriye krizine çözüm getirme arayışları krizin bölgesel düzeyden küresel düzeye 
taşınmasına zemin hazırlamıştır. Suriye krizi böylece Arapların iç meselesi olmaktan çıkmış, Birleşmiş Milletler’e intikal etmiştir. 

Kriz, 2012 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’nın gündemine de gelmiştir. 15-16 Ağustos 2012 tarihlerinde Mekke’de düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 
4. Olağanüstü Zirvesi’nde Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. 


28  El-Jamia EL-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury wel-Muarada Hilal 15 Yawum (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 15 Gün 
     İçerisinde Diyaloga Çağırdı), 
     http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html,   Erişim: 15.03.2012 


Arap devletleri arasında Suriye muhalefetine destekte Körfez ülkelerinin, Körfez ülkelerinden de Suudi Arabistan ve Katar’ın öne çıktığı görülmektedir. 
Suudi Arabistan ve Katar’ın öne çıkmasında bu ülkelerin sahip olduğu sermaye gücü ve uluslararası düzeyde etkili basın-yayın organlarının belirleyici 
olduğu ifade edilebilir. Mısır’ın Mübarek sonrası dönemdeki siyasi dönüşüm süreciyle meşgul olması ve iki ülkenin Körfezdeki Şii-Vehhabi rekabetinde 
taraf olmasının da Riyad ve Doha’yı öne çıkardığı değerlendirilebilir. İki ülkegerek Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Arap Birliği vasıtasıyla gerekse tek 
taraflı girişimlerle Suriye krizine Esed rejimi karşısında müdahil olmuştur. Muhalefete finansman tedarikinin yanında doğrudan askeri destek de temin 
ettiği basına yansıyan Suudi Arabistan ve Katar, Suriye’deki değişim sürecinde etkili olmayı hedeflemekte, ülkedeki Selefi unsurları güçlendirmeye çalışmaktadır. 

Suudi Arabistan ve Katar’ın yanı sıra Muhammed Mursi liderliğindeki Mısır’ın da son dönemde krizin çözüme kavuşturulması için diplomatik girişimlere 
yöneldiği gözlemlenmektedir. 30-31 Ağustos 2012 tarihinde Tahran’da düzenlenen 16. Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’ne katılan Mısır Cumhurbaşkanı 
Muhammed Mursi’nin Suriye’deki rejime karşı halka destek verilmesi yönündeki çağrısı Arap dünyasında büyük yankı bulmuştur. Mursi, Bağlantısızlar 
zirvesinde Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ın katılacağı “Dörtlü Suriye Toplantısı” önerisinde bulunmuş, 17 Eylül’de Kahire’de Suudi Arabistan 
dışındaki üç ülkenin dışişleri bakanları bir araya gelmiştir. Suudi Arabistan toplantıya katılmamıştır. Toplantıda Türkiye ve Mısır Beşşar Esed’in iktidarı 
bırakmasını istemiş, İran ise bu isteği kabul etmemiştir. Dolayısıyla toplantıda bir karar alınamamıştır. 

<  Arap devletlerinin muhalefet hareketine sağlayabileceği desteği mümkün mertebe geciktirmiştir. Diğer taraftan ise Arap Birliği’nin Suriye krizine çözüm getirme arayışları krizin bölgesel düzeyden küresel düzeye taşınmasına zemin hazırlamıştır. >

Suudi Arabistan’ın toplantıya katılmaması, Riyad’ın Esed rejiminin mutlak surette sona ermesi yönündeki duruşu ve Suriye’deki Kahire’nin rolüne bakışı ile ilgilidir. Suudi Arabistan, Mısır’ın bölgedeki eski konumuna geri dönerek Arap dünyasının merkezi haline dönüşmesinden rahatsız olmaktadır. Riyad, Esed sonrası Suriye’de İran’ın etkisini kıracak Sünni ağırlıklı bir iktidarın ortaya çıkmasını, bu değişimin de Suudi Arabistan’ın denetiminde gerçekleşmesini hedeflemektedir. Desteklediği Selefi unsurların Esed sonrası Suriye’de etkili olması için çaba sarf eden Riyad’ın Mısır’daki gibi Suriye’de de Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesinden memnun olmayacağı değerlendirilmektedir. Nitekim Müslüman Kardeşler’in eski lideri olan Mursi’nin bu tür girişimlerinde Suriyeli Müslüman Kardeşler’i desteklemek gibi bir amacın bulunduğu ifade edilebilir. 

Suriye krizinin neden olduğu Esed rejiminin devamı ve son bulması şeklindeki iki yaklaşım, bölge ülkelerinin iki farklı blok halinde hareket etmesine yol 
açmıştır. Türkiye, Körfez ülkeleri ve diğer Arap devletleri Suriyeli muhalifleri desteklerken, İran, Hizbullah ve Maliki iktidarının Esed rejiminin yanında yer 
alması bölgede Sünni ve Şii bloklar arasında bir mücadele olduğu izlenimine sebebiyet vermiştir. Özellikle Irak’ın iç ve dış politika uygulamalarındaki değişimlerin böyle bir izlenimin oluşmasına hizmet ettiği ifade edilebilir. 

Irak’taki Maliki iktidarının iç siyasette ve dış politikadaki tercihleri, Suriye krizi sürecinde bölgesel bir Şii-Sünni gerilimi intibaının ortaya çıkmasında 
etkili olduğu değerlendirilebilir. Nitekim krizle aynı dönemde, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki ülkedeki Sünni politikacıları terör örgütü kurmakla suçlamış, 
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi hakkında tutuklama ve yurtdışına çıkma yasağı çıkarmıştır. Suriye krizi sürecinde Irak’ın dış politikada da İran 
eksenine yaklaştığı, Esed rejimine dolaylı destek vermeye başladığı ve Ankara karşıtı bir çizgiye kaydığı fark edilmiştir. 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***