Suphi Karaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suphi Karaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2019 Pazartesi

27 MAYIS 1960 İHTİLALİ İNKILAP MI ? ASKERİ MÜDAHALEMİ.


27 MAYIS 1960 İHTİLALİ İNKILAP MI ? ASKERİ MÜDAHALEMİ.


< Uzun süre tereddüt gösteren “Kurmay” komiteciler" 27 MAYIS 1960 İHTİLALİ >

İNKILAP

Uzun süre tereddüt gösteren “Kurmay” komiteciler, sonunda alttan gelen baskılara dayanamayarak, ihtilal yapmaya karar vermişler ve harekat planlarını yapmışlardı.

26 Mayıs'ı 27 Mayıs'a bağlayan gece saat 03:00'te belirlenen hedeflerde olunacaktı. Ankara'daki parola: İNKILAP’TI. 

26 Mayıs günü Kurmaylar birer, ikişer Harp Okulu’nda toplanmaya başladılar. Harp Okulu Komutanı General Sıtkı Ulay da son haftalarda ihtilale ikna edilmişti. Sıtkı Ulay’ın Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı 

ile ilgili endişeleri vardı. Ve bu endişesini dile getirdiği zaman, “orası tamamdır” cevabını alıyordu. 21 Mayıs Harp Okulu Yürüyüşü’nden sonra Sıkıyönetim Komutanlığı bütün subayların birliklerinde yatmalarını emretmişti. Dolayısıyla herkes görev başındaydı. İhtilalden haberi olanlar heyecanlı, ama harekat planı ile ilgili olarak bir o kadar da tereddüt içindeydiler. Saat 03:00’e yaklaşırken, atılacak “ilk kurşun” bekleniyordu. 

Ankara’da 27 Mayıs 1960 gecesiyle ilgili en son açıklamalardan biri, Aydınlık gazetesinde çıktı. Aydınlık, eski M.B.K. üyesi ve eski Tabii Senatör Suphi Karaman'ın anı ve belgelerine dayanarak, Ankara'da 27 Mayıs'ın başlamasını şöyle anlatıyor:

“Ankara'da hareket sabah 03.30'da başladı. Kurmay Albay Muzaffer Yurdakuler üç Harp Okulu öğrencisi ile Ankara Merkez Komutanı Tuğgeneral Muzaffer Ülgen'i harekata katılması için ikna etmeye gitti. Harekatın başladığı haberini alan Tuğgeneral Ülgen sevinçle Albay Yurdakuler'in boynuna sarıldı. Merkez komutanlığı Devrim’e katıldı.

Yanına üç Harp Okulu öğrencisi alan Suphi Karaman, Kurmay Binbaşı Akkoyunlu'dan aldığı takviye ile Sıkıyönetim Karargahı’nı ele geçirdi” 

Ne kadar ilginç değil mi? Harp Okulu'nda toplanmış 30 - 40 subaydan bir kaçı yanına üçer Harp Okulu öğrencisi alarak Merkez Komutanı Tuğgeneral Muzaffer Ülgen'i "ikna" ediyor; Sıkıyönetim karargahını “ele geçiriyor!”

Anlatılanlar şüphesiz yalan değil, ama eksik. Bazı şeyler nedense atlanarak anlatıldı mı, olayları anlamak da zorlaşır...

Birinci olarak, Harp Okulu’ndan başlayan harekat niçin 03.30 başladı? Saat 03.00’te hedeflerinde olmaları gerekirken, niye 03.30’da yola çıktılar? Neyi beklemişlerdi?

İkinci olarak, neden Merkez Komutanlığı, Sıkıyönetim Karargahı üçer Harp Okulu öğrencisini peşine takan bir Albay'la bir Yarbay'a hemen, hiç direnmeden teslim oluverdi? Niçin Merkez komutanı Tuğgeneral Muzaffer Ülgen, Alb. Yurdakuler’e derhal “ikna” olup, “boynuna sarıldı”? Sıkıyönetim Komutanlığı’nın kolayca “ele” geçirilmesinin altındaki sır neydi?

İhtilal bildirisini, radyodan okuma görevini “davudi” sesinden dolayı alan Alpaslan Türkeş, bu görevini saat 05:25 te yerine getirdiği halde, ihtilalin başarısı üzerine, kendini "Kudretli Albay" ilan ettirmişti. Üstelik ihtilal bildirisini Radyoevi’nde tamamlamasına rağmen! Bu “Kudret”i nereden geliyordu?

Olayları, romansı bir havada anlatmaya çalışan bir yazarın kitabındaki bazı bölümler, Ankara’da ihtilalin başlayışını farkında olmadan biraz aralıyor:

(Muzaffer Yurdakuler) Muammer Ülgen dirense vuracaktı. Karargahta verilen karar bu. Kapı açıldı. General Ülgen olağanüstü bir durum olduğunu anladı.

- İşte İhtilal!

Muammer Ülgen heyecanlandı.

- Nal seslerine bak! 

Ülgen kulak verdi. Yüzü heyecanla gerildi. 

- Genç subay heyecanlı konuşmasıyla hepimizi o sabaha götürdü. Sabahın alacasında süvarilerin nal seslerini duyar gibi olduk." 

“... o sırada sabahın alacası başlamış artık, uzaktan nal sesleri geliyor, genç subay bir deprem anı yaşıyor, gözleri parlayarak sağ elini kaldırıyor: 

“- İNKİLAP!”

Karşısındaki subayın da gözleri parlıyor. Aslında çok iyi arkadaşlar ama paroladan önce birbirlerine inanmıyorlar. Parolanın heyecanında bir an bakışıp sarılıyorlar. Sonra göreve!” 

Nal sesleri bir ritimdir, at hızlanıp yavaşladıkça da bir başka ahenk alır. Hele onlarca, yüzlerce at süvarilerinin yönelttiği istikamete yöneldiklerinde, sanki bir orkestranın hızlı savaş nameleri çalınıyordur. Seyretmesine doyulmaz bir manzara yaratır atların dörtnala koşan adımlarının uyumu. Anadolu halkı aşinadır zor günlerde ortaya çıkan nal seslerine. Dosta cesaret verir, düşmana korku.

İşte 27 Mayıs gecesi de, “nal sesleri” ihtilalcilere cesaret, hükümet kuvvetlerine korku salarak Ankara caddelerini çınlatmaya başlamıştı. 27 Mayıs İhtilali'nin "İlk Kurşun"u nal sesleri oldu.

FETHİ GÜRCAN ÇANKAYA DİRENİŞİNİ KIRIYOR.,

“Fethi Gürcan her haliyle bambaşka bir yapıya sahipti. Üstün bir cesareti ve aksiyoner bir karakteri vardı. 27 Mayıs'ta bir yüzbaşıyken koskoca bir süvari alayını ele geçirip, onları ihtilale sokmuştu.” 

43. Süvari Alayı’nda harekat saat 02:30 da başlamıştı. Ve verilmiş karar gereğince, saat tam 03:00'te Süvari Alayı’nın iki birliği başlarında Fethi Gürcan ve Nusret Kocabey olduğu halde Çankaya Köşkü’ne dayanmıştı, yani hedeflerindeydi.

Dolayısıyla, Ankara'da harekat o sıradaki ordunun hiyerarşisine bağlı olmadan, 43. Süvari Alayı Komutan ve Komutan muavininin enterne edilmesiyle başladı. İhtilalin hiyerarşisi olması gereken Harp Okulu’ndaki komiteciler bir saat geri kalmışlardı. Çünkü, komutanı hükümetin emrinde olan koskoca bir süvari alayını ele geçirmek oradaki beş on subay için oldukça zor bir görevdi. Şehir merkezinde böylesine büyük bir alay ele geçirilemezse, durumu daha da kritik olan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nı alt etmek imkansızdı.

Onun için 43. Süvari alayının ihtilali başlatmasını beklemişlerdi ve saat 03:00’te hedeflerinde olmaları gerekirken, ancak 03:30 dan sonra hedeflere doğru yola çıkmışlardı. Belki bu bir saatte yaptıkları tek iş: Sv. Yr. Reşit Çölok'u 43. Süvari Alayı'na enterne edilen komutanın yerine göndermeleriydi, denilebilir.

Nusret Kocabey:

“Beklentimizin olduğu günlerde ertelemeler oluyordu. Sonunda, işte, 27 Mayıs günü kararlaştırıldığında, Fethi Gürcan karargah bölük komutanıydı. Ben Alay Birlik Komutanıydım.

Artık her şey konuşulmuş. Kimin nereye, hangi tepeye, hangi sırta, hangi bölgeye yerleşeceği, ne yapacağı kararlaştırılmıştı.

Bir “Çık Emri” bekleniyordu. Bu program yapılıncaya kadar da işte Milli Birlik Komitesini teşkil eden karargahla, komuta heyetiyle, dolaylı da olsa, direkt de olsa temaslarımız oldu.

Artık bizim ne yapacağımız belliydi. Ama alay mensupları diğer alay birlikleri için bu söz konusu değildi.

Bunu yapan, bilen Fethi Gürcan’la biziz. 

O akşam Alay komutanı ve Alay komutan muavinini üzülerek evlerinden alarm var deyip getirip tevkif etmek zaruretinde kaldık. Benim birliğimin saraçhanesine, o ikisini hapsettik. 

Alay komutanını ve muavinini bu şekilde tevkif edip hapsedince dışarıdan birliğe komuta etmek üzere Reşit Çölok isminde süvari yarbay gönderildi.

O, alayın kalanını, geri kalan birlik komutanlarını alarm varmış biçiminde bir duyuruyla bir araya getirdi ve bu şekilde bir askeri müdahale olacağını alay mensuplarına o duyurdu. Yani, Alayı bir alarm var diye topladık. Reşit Çölok, biz alay komutanıyla vekilini tevkif edince tayin edilen alay komutanıyım diye geldi. Diğer birlik komutanlarına alarm için bir yerler söylendi ama onların aslında bu konuyla doğrudan ilgileri ve bilgileri yoktu.” 

Sv.Yzb. Nusret Kocabey motorize birliğin, Sv.Yzb. Fethi Gürcan da bir süvari birliğinin başında iki koldan Çankaya’ya hareket etmişlerdi. İşte duyulan, Bahçelievler semtinden Çankaya Köşkü'ne doğru dörtnala giden bu süvarilerin ve Ankara'nın diğer bölgelerine yönelen süvari birliklerinin nal sesleriydi. Ankara halkı 27 Mayıs 1960 İhtilali’ni önce nal seslerinden, sonra radyodan öğrendi. 

Sadece sivil halkın ihtilali öğrenmesi ötesinde, ihtilalci subayların da harekete geçmeleri için işaret fişeği, nal sesleri oldu.

Fethi Gürcan ve Nusret Kocabey’e bağlı süvari birlikleri, tam da komitece karar verilmiş zamanda, saat 03.00’de hedeflerine ulaşmışlardı. Bu bilgiyi, ihtilali planlayan dar kadro içindeki Kr. Alb. Sami Küçük’ün açıklamaları da onaylıyor.

“1. Harekat planı gereğince 27 Mayıs saat 03.00 dan itibaren Süvari Alayı’nın bir grubundan bazı birlikler Çankaya Köşkü’nün kuzey kısmında mevzilenmişlerdi.” 

Ankara'da, “ikna” metotlarının dışında, hiyerarşiye rağmen başlatılan ihtilalin yarattığı sonuçları ileride inceleyeceğiz.

Artık, nal seslerinin yarattığı coşku ve moral, kısa zamanda Ankara sokaklarını sarmıştı ve bütün hedefler teker teker kolayca düşüyordu. Biri ve en önemlisi hariç: Cumhurbaşkanlığı Köşkü.

HEDEF ÇANKAYA!

Saat 02:30 - 03:00 arasında bütün bunlar olmuş ve süvari birliklerinin çoğu dörtnala Ankara'nın Hukuk Fakültesi önü, Tandoğan Meydanı gibi önemli noktalarına sürüyorlardı atlarını. Hiçbiri Yzb. Fethi Gürcan ve Yzb. Nusret Kocabey'in Çankaya'ya doğru yol aldığını bilmiyordu.

Nusret Kocabey:

“Devlet Başkanı’nın tevkif edilme görevinin bize verildiğini çok evvelden biliyordum. Aylarca evvelden bizim alay seçilmişti yani. Çünkü bizim alaydan başka birlikler kimisi Etimesğut’ta, kimi bilmem nerde uzak mesafelerde. En yakın olan, hareket kabiliyeti en fazla olan asker olması itibariyle ve şekillenen icraatı yerine getirmek için… Dolayısıyla çok yakın olduğumuz için bu yakınlıktan kaynaklanıyor. Bir de çok tehlikeli bir iş. Buna pek gönüllü de çıkmıyordu. Yani diğerleri gibi, bir alarm verildi, çıktık ama ne olduğunu bilmiyoruz diyemeyiz.

Bizim konumumuz artık inkarı mümkün olmayan bir şekildeydi. Buna da razı olan bizlerdik. Diğerleri herhalde yavaştan almayı tercih ediyorlardı. Yani olumsuz olduğu zaman bir kaç kişi yanardı.

Benim birliğim bu amaçla bir değişikliğe tabi tutuldu. Bir kısmı atlı kaldı Bir kısmı da motorize ekip yapıldı. Ama, bu amaçla yapıldı. Hareket için, eğitimde üstünlük sağlayabilmek için.” 

Şehrin merkezinde olmanın ötesinde, kimsenin talip olmadığı, Devlet başkanının tevkif edileceği tehlikeli bir göreve razı olan genç subaylardı bunlar. Çünkü inandıkları dava uğruna sonuna kadar gidebilecek şekilde yetişmiş ve yetiştirilmişlerdi. 

“Yavaştan almak”, akıllarından bile geçmiyordu”. 

“Bir alarm verildi, çıktık ama ne olduğunu bilmiyoruz” diyemeyecek şekilde riske girmeyi göze alıp, alay komutanı ve muavini enterne etmişlerdi. Yani, artlarında kaçabilecekleri kayıkları yakmışlardı. Bunu da bilerek ve isteyerek yapmışlardı.

Nusret Kocabey anlatmaya devam ediyor:

“Yrb. Reşit Çölok, diğer birlikleri bu şekilde düzenlerken Fethi ile ben birliklerimizle Riyaseti Cumhur Muhafız Alayına devir teslim almak üzere anlattığım gibi hareket ettik. 

Yolda Emniyet Genel Müdürlüğünün yeni meclis binasının Jandarma Genel Komutanlığının arasındaki binadan geçerken polis, bekçi gibi görevlileri tevkif ettik. Saat iki buçuk üç gibi, gece. Daha Harp Okulunda filan bir hareket yoktu. Bu şekilde Fethi’nin birliği benim birlikle Çankaya’nın köşk sırtlarına vardık.” 

Daha Harp Okulu’nda bir hareket yokken, yani “kurmay”lar “ikna” icraatına başlamadan, yola çıkan Yzb. Fethi Gürcan ve Yzb. Nusret Kocabey, gördükleri polisleri tevkif etmeye başlamışlardı. Çünkü, polis Üniversite öğrencilerine İstanbul ve Ankara’da saldırıp acımasızca dövmüş, coplamıştı. CHP mitinglerinde gericilerin saldırılarına, İnönü’nün taşlanmasına göz yummuştu. Bu davranışlarından dolayı, polise karşı öfkeliydiler.

***