Alpaslan Türkeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Alpaslan Türkeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2019 Pazartesi

İNÖNÜ KURMAYLIĞINDA KARŞI DEVRİMİN TEZGAHLANIŞI

İNÖNÜ KURMAYLIĞINDA KARŞI DEVRİMİN TEZGAHLANIŞI



LİDERSİZLİK VE ÖRGÜTSÜZLÜK 

Milli Birlik Komitesi yukarıda anlatılan kargaşa içinde kurulup çalışmalarını körün değneğiyle sürdürmeye başlamıştı. Şüphesiz, kurulu sistem de kendi karşı reaksiyonlarını gösterecekti. 

Sistemin en çok oy alan partisi DP kapatılmış, tüm milletvekilleri de Yassıada'ya gönderilmişti. 27 Mayıs'ı basit bir hükümet darbesi olmaktan çıkaran genç subaylar ve üniversite gençliği ile şehir halkı “birinci raundu” kazanmışlardı. Yolsuzlukların üzerine gidilerek, “köklü değişikliklerin” yapılmasını talep ediyorlardı. Ama lidersiz ve örgütsüz idiler, üstelik hedefleri de net değildi.

BÜYÜK SERMAYE – İSMET PAŞA – GENÇ SUBAYLAR.,

Oysa, mevcut sistemin örgütlü, hedefleri belli ve de uluslararası sermaye ile güçlü bağları olan “Büyük Sermaye” sınıfı vardı. Lider derseniz, koskoca “Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet Paşa” tam bu kargaşa için biçilmiş kaftandı.

Ama, daha önce İnönü'yü lider olarak görmek isteyen Tevfik Subaşı gibi bir yüzbaşı bile ihtilalden büyülenmişti.

“Eylem hazırlıklarının kuvveden fiile dönüşmesi safhasında öğrenildi ki, CHP, askeri kullanabilmenin davranışları, hazırlıkları içerisindedir. İktidarın zafiyetinin üzerine giderken, ordunun Atatürk'e ve onun ilkelerine olan bağlılığından istifade etmenin zamanı geldiği kanaatleri pekişmişti. Asker, el koyacak ve devrimlerin sadık bekçisi CHP'ye "Buyurun" diyecek. Çoğumuz şoke olmuştuk.

İhtilalin beklenmedik bir şekilde direnişsiz gerçekleşmesi ve iktidarın alelacele kurulan bir komite ile yürütülme sorumluluğunun üstlenilmesi, bu sefer de iktidar bekleyen CHP'de şoka sebep olmuştu. Devlet yönetimini bilmeyen gençleri, zamanla etki altına alıp yönlendirmenin kolay olduğunu tahmin ediyorlardı. Gerçekten CHP sempatizanı veya taraftarı olan bazı komite üyelerinin, zaaflarından da istifade pekala mümkün görünmekteydi.” 

Bu nedenle, alttan alta kışkırttığı 27 Mayıs İhtilali’nin açıkça başına geçme inisiyatifini gösteremeyen İnönü, artık istese bile kolay kolay ipleri ele alamayacaktı. Moment kaçmıştı. Komite içindeki bir sürü subayla iyi bağları olduğu halde, genç subaylar iktidarı altın tepsi içinde kendisine sunmamışlardı. Uygun zamanı yaratmak zaman alacaktı.

Oysa bir kaç uyduruktan mahkeme kurulup, bir kaç D.P.'li yargılanabilirdi. Belki de mahkemeler uzatılıp ihtilalin gürültüsü dinince bu davalar da unutulmaya terk edilebilirdi. Ama genç subaylar üzerine üzerine gidiyorlardı.

“(Haziran ve Ağustos 1960 tarihlerinde soygun ve suiistimallerin araştırılması amacıyla Mal Beyannameleri doldurmaları istenmesi üzerine) Yepyeni bir muamele ile karşı karşıya olduğumuzu anlamakta güçlük çekmedik...

Mal Beyanı talebinin dışarıda serbest olan bazı şahıslara da yapıldığını öğrenmiştik. Bunlar daha ziyade DP’nin Genel Kurul üyeleri, il, ilçe başkanları gibi milletvekili olmayan ileri gelenleri ile, partiye sempatisi ve yakınlığı bilinen veya öğrenilen tüccarlar, sanayiciler vs., devlet dairelerinin valilik, kaymakamlık, genel müdürlük, müsteşarlık gibi yüksek kademelerinde vazife almış olanlardı.

... Özel şekilde teşkil edilmiş bir takım heyetlerin zorla evlerimize girerek halılarımızın metrekarelerini ölçtükleri, gümüşleri tartıp ayar ve kilolarını tespit ettikleri, antika ve ziynet eşyası için bilhassa davet ettikleri bazı kişilere hayali rakamlar halinde kıymetler biçtiklerini...” 

Biçilen kıymetlerdeki rakamların hayali olup olmadığı bilinmez ama, bu rakamlar radyodan hemen her akşam “Hırsızlar Kervanı” adı altında yayınlanıyordu. 

KURMAYLIK.,

Şu Menderes de sistemin kurallarını fazlasıyla çiğnemişti! Şimdi de bu genç subayları hizaya getirmek ona düşmüştü. Ve İsmet İnönü kolları sıvadı.

“..İnönü 27 Mayısçıları ilgiyle, hatta kuşkuyla izliyor, başarıya ulaşmalarını istemiyordu hiç. Yanlışlarını görünce gülümsediğini anlatırlar. “Bırakın ne kadar hata yaparlarsa, o kadar çabuk giderler” demiş!.. Yıpratmaktan da geri kalmazdı CHP'liler” 

“Cumhuriyet Halk Partisi sahneden çekilmek bir yana, öne çıkmak çabasında. Çok ilginç sahneler seyrettik, sözler dinledik CHP'lilerden. İhtilalin gerçek yapıcısı gibi göğüslerini kabartarak yürüyorlardı. Çoluk çocuğun politikaya aklının ermeyeceğini söylüyorlardı. Seçimlerin bir an önce yapılmasında sayısız yararlar olduğunu anlatıyorlardı. Çoğu CHP'li iktidar görüntüsündeydi. Tatsız olaylara yol açmaktan geri kalmıyorlardı. Olayların ters tepkilerini anlamak uzun sürmedi, ama neye yarar!..” 

Esas kurmaylık şimdi başlamıştı işte. Zaten birbirlerine parantezli olan “kurmay”lar birbirine düşürülüp, birbirlerine yedirtilecekti. İçlerinden bazılarına, özellikle kendisine yaranma duygusuyla tatmin olanlara azıcık koltuk vermek yetecekti. Sonra onların da hesabını kendisi görürdü.

Şimdi, komitenin en zayıf noktasını bulup oradan yüklenilmeliydi. Şüphesiz siyasi tecrübesi olmayan genç subaylar yığınla hatalar yapacaklardı. Önemli olan aralarındaki dayanışmayı kırmaktı.

KOLAY LOKMA VE 14’LERİN TASFİYESİ.,

Oysa komite üyeleri arasındaki dayanışma ruhu kırılmaya başlamıştı bile. İnönü'nün açıkça ortaya çıkmaması, artık kurulmuş olan MBK üyelerinin eğilimlerinin ortaya çıkmasını geciktiriyordu. Dolayısıyla MBK dışarıdan oldukça güçlü görünüyordu. Fakat, Türkeş'in Başbakanlık Müsteşarlığı gibi önemli bir makamı komitenin onayı olmadan işgal etmesi ise M.B.K.'sinin en zayıf noktası olarak apaçık sırıtıyordu.

Alpaslan Türkeş:

“.. ben o günlerde en güçlü kişiydim. Ve ihtilal olur olmaz da, Başbakanlık Müsteşarlığı’nı işgal ettim. Diğer arkadaşlarım, Başbakanlık Müsteşarlığı’nın önemi hakkında bir fikre sahip değildiler.” 

Türkeş’in ihtilalin en güçlü kişisi olduğu tartışılır da, Başbakanlık Müsteşarlığı’nı arkadaşlarının onayını almadan Cemal Gürsel’e yakın olmanın verdiği avantajla işgal ettiği kesindir. Gücü saat 03:00 da başlayan 27 Mayıs İhtilali’nin bildirisini Ankara Radyosu’nda 05:25 te okumasından kaynaklanmıştı!! Hareket sonrası bu 2 saatlik gecikme sorun edilmedi. Tüm kurmayların işine gelmedi. Onun güç kaynağı Cemal Gürsel, bir süre sonra onu Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğundan alırken ve daha sonra da 13 Kasım’da yurtdışına yollayan kararnameyi imzalarken başka hiç bir “güç”ün kılı kıpırdamayacaktı.

Türkeş'in, uyanıklık yapıp Başbakanlık Müsteşarlığı’nı kapmasıyla birlikte komite içinde tepkiler de başlamıştı.

Bir yandan da, genç subay tepkisini temsil etmeye çalışanlar, iktidarı hemen İnönü'ye bırakmak istemiyorlardı. Ordu içinde İnönü'nün “devrimci” yanı tartışılır hale gelmişti ve genç subaylar Atatürk'ün bıraktığı yerden “devrimlere” devam edilmesini istiyorlardı. 

Muzaffer Özdağ:

“14 ler belirli bir fikir sistemi önermemek ile birlikte, bünyevi reformlar yapmak istemekle belirginleşmektedirler.

Hem “Sosyalist eğilimli” olarak tanınmaktadırlar, hem “Turancı” olarak tanınmaktadırlar. CHP yanlısı basın Türkeş'in Turancılığını gündeme getirirken, Özdağ'ın danışmanlarının 'anti-parti' fikirlere sahip Sosyalist aydınlar olduğunu yazmaktadır. (Akis 24 ekim 1960)

Tartışma, Komite’nin iktidar süresini uzatıp ilk öğretim seferberliği, toprak reformu, sağlık işlerinin sosyalizasyonu, ticarette liberalizm yerine devletçiliği getirecek eylemlerde bulunup bulunmama meselesidir. (Yön 20 aralık 1961 Abdi İpekçi). Radikallere göre hiçbir parti ülkenin ihtiyaç duyduğu bünyevi reformları yapacak durumda değildir. Çünkü hepsi küçük bir azınlığın menfaatlerine hizmet etmektedirler.

Radikaller için DP ile CHP'nin hiç farkı yoktur. CHP sözde halkçıdır. Halktan kopmuştur, eşrafa dayanır, eşrafın menfaatini korur. CHP lafzen devrimcidir. CHP'nin devletçiliği, devlet kapitalizmi ile bürokrasi yaratıp devleti daha hantal, kabiliyetsiz bir cihaz yaratmakla sonuçlandırmıştır. CHP'nin Cumhuriyetçilik prensibi demokratik değildir. Plütokratik bir oligarşi (ağa-paşa demokrasisi) ile memur saltanatı ve aydın diktası, askeri idare arasında yalpalayan bir inançsızlık halini ifade etmektedir' değerlendirmesini yapmaktadırlar. 

Dış politikada daha bağımsız davranılmasından yana olan radikallerin baskısı ile 16 Eylülde bir MBK bildirisi Ankara Radyosu’ndan yayınlanmıştır.

Bildiri ile Türkiye'nin “Milli Kurtuluş Savaşları’nı” özellikle de Cezayir'in Fransa'ya karşı savaşının desteklendiği bildirilmiştir. Bu arada Erkanlı yurt gezisi sırasında “Amerikan Emperyalizminden” bahsetmiş, ABD'nin Türkiye'ye karşı Emperyalist bir Siyaset izlediğini ileri sürmüştür. (Vatan 30 Eylül 1960 )

Ekimin birinci günü gazetelerde Gürsel'in Komite içinde dikta yanlılarının olmadığını, Komite’nin ikiye ayrılmadığını anlatan bir demeci çıkmıştır. Oysa Komite hem bölünmüştür, hem birbirine eskisinden daha fazla kızgındır. Bu kızgınlık bir Komite toplantısında Madanoğlu ile Özdağ arasında sert bir tartışma çıkmasına neden olmuştur. Bu tartışmadan sonra Madanoğlu uzun bir süre Komite toplantılarına uğramamıştır.

Esin'in başkanlık yaptığı Komite toplantısında Özdağ, milletin kaderini değiştirme ve devrim üzerine bir konuşma yaparken, Madanoğlu oturduğu yerden müdahale ederek: “Biz bu uzun işleri bırakalım, bizim bunlara aklımız ermez. Vazifemiz DP iktidarını yıkmaktı, yıktık bitti. Çağıralım İsmet Paşa’yı iktidarı devredelim, biz de kenara çekilelim.” demiştir.

İSMET PAŞA’NIN KİRALIK ASKERİ.,

Özdağ'ın Madanoğlu'nun bu müdahalesine tepkisi sert olmuştur.

Muzaffer Özdağ:

“Paşam siz istediğiniz yere gidebilirsiniz, kimse sizi zorla tutmuyor. Zaten yanlışlıkla geldiğiniz ve bir türlü vazifenizi, fonksiyonunuzu idrak edemediğiniz bu topluluk bir İhtilal Meclisi’dir

Burada herkesin rütbesi ve sıfatı eşittir ve birdir; ihtilal meclisi üyeliği... Burası kışla değil, siz de general değilsiniz; oturduğunuz yerden müdahale etmeyin, fikriniz varsa, söz alın ve kürsüden söyleyin. Şunu da bilin ki biz İsmet Paşa’nın kiralık askerleri değiliz ve olmayacağız.

İhtilal İsmet Paşa’yı iktidara getirmek için yapılmamıştır. Her defa İsmet Paşa’ya iktidarı devretmekten bahsediyorsunuz.

Kimin malını kime veriyorsunuz. Milli Birlik İktidarı’nın gerçek sahibi Türk ordusudur, biz onun temsilcisiyiz.

İktidarı zamanı gelince yapılacak seçimleri kazanana devrederiz; önce devrimler yapılacak sonra da seçimler”

Özdağ'ın konuşması Madanoğlu'na bir cevap olduğu kadar Komitenin CHP'li ve Demokrat kanatlarına da Radikallerin ilk açık taarruzudur.” 

Dolayısıyla, bir şekilde MBK koltuğuna oturmuş, statüko ile pek bir sorunu olmayan ve İnönü'yü başa getirerek itibarlarını sürdürdürmeye çalışacak eğilimin karşısında genç subayların devrimci eğilimlerinden güç alan komite üyeleri de Türkeş'le aynı görüntüyü vereceklerdi: “Siyasi hırslara kapıldılar, gitmek istemiyorlar.” 

İktidarın bir an evvel sivillere bırakılması yönünde yerli - yabancı baskılar artıyordu. 

O şartlarda iktidarın sivillere bırakılması aslında, tek örgütlü sivil güç olan “Büyük Sermaye'ye” bırakılması anlamına geliyordu. Bunu tam olarak böyle yorumlamasalar da, genç subayların bir kısmı iktidarın sivillere bırakılmasından önce, Atatürk'ün ömrünün yetmemesinden dolayı yapılamadığını düşündükleri bazı hamlelerin (örneğin toprak reformu gibi) başarılmasını istiyorlardı.

İSMET PAŞA’NIN KEMİĞİ.,

CHP'nin Komite üyelerinin ihtilalden sonra hayatları garanti altına alınırsa, iktidarı bırakmaları daha kolay olur şeklindeki görüşü yaz başında şekillenmiştir. Ecevit'in, Ulus Gazetesi’nde savunduğu tabii senatörlük fikri Komite’de benimsemiştir. Sonbaharda konu tekrar gündeme gelmiştir.

14 Ekimde Gürsel’in başkanlığında toplanan Komite’de Milli Birlik Partisi ve tabii senatörlük ele alınmıştır.

Ahmet Er teklifi sert bir şekilde eleştirmiştir:

“Bu bir siyasi rüşvettir, İsmet Paşa’nın iktidarı elimizden almak için bize uzattığı bir kemiktir. Ve modern hiçbir memlekette böyle bir müessese yoktur. Bu bizim yeminimize de aykırıdır. Biz millet önünde hiçbir karşılık beklemeden millete hizmet edeceğimize yemin ettik. Onun için tabii senatörlük diye bir şey kabul edilemez. Biz kendimizi millete adadık.” demiştir.

Tartışmalardan sonra tabii senatörlük teklifi 26 oyla reddedilmiştir

Komite üyeleri CHP'nin senatörlük teklifini reddetmişlerdir. Ancak Komitenin Başkanı, 17 Ekimde basın toplantısında Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını ilan etmiştir. Gürsel: “Millet bana zaten başvurarak Cumhurbaşkanlığı’nı asla bırakmamamı, bu görevde kalmamı istiyor. Eğer milletin arzusunu ciddi, samimi ve çoğunluğun isteği olarak kabul edersem vazifeden kaçmam.” demektedir. Gürsel'in bu açıklamasının hemen ertesi günü Komitenin CHP kanadından Kuytak ve Acuner İnönü ile pazarlığa oturmuşlardır. 18 Ekim saat 20.30'da Kuytak ve Acuner, Afet İnan'ın evinde İnönü ile buluşmuşlardır.

İnönü'den istedikleri İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını koymamasıdır. CHP'liler de Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ister halkoyu ile ister parlamento oyu ile olsun, oylarını Gürsel’e vermelidirler. İnönü, Kuytak ve Acuner'in teklifini kabul etmiştir. Ancak “Cumhurbaşkanı halkoyu ile seçilmemelidir. İnönü'nün başka hiçbir şartı yoktur.” 

14 lerin tasfiyesinden sonra yapılan seçim sonrası, MBK üyeleri ömür boyu sürecek biçimde Senatör, Cemal GÜRSEL Cumhurbaşkanı ve İsmet İnönü Başbakan olmuştur. Kısacası MBK üyeleri siyasi rüşveti kabullenmişler ve İsmet Paşa’nın kemiğini almışlardır. Neye karşılık? Ordu gençliğinin devrimci ruhunu peşkeş çekerek..

İlerdeki yıllarda, rüşveti kabul eden Büyük Sermayenin oltasına takılan “27 Mayıs İhtilalcileri”, Harbiye’nin uçaklarla taranıp harbiyelilerin kurşunlanmasını, iki subay arkadaşlarının asılmasını, 70’lerde Denizler’in asılmasını, öğrenci gençliğin yok edilmesini tabii senatör koltuklarında oturarak el kaldırıp indirerek izlemişlerdir. “27 Mayıs Anayasası yok edilirken” kendi deyimleriyle “27 Mayıs devriminin muhafazasını” yapmışlardır. 12 Eylül 1980 de ortaya çıkan “Silah ve Dava arkadaşları” “görevi ve bayrağı“ onların elinden almış; Onlar’ın koltuklarına oturmuşlardır.



***

27 MAYIS 1960 İHTİLALİ İNKILAP MI ? ASKERİ MÜDAHALEMİ.


27 MAYIS 1960 İHTİLALİ İNKILAP MI ? ASKERİ MÜDAHALEMİ.


< Uzun süre tereddüt gösteren “Kurmay” komiteciler" 27 MAYIS 1960 İHTİLALİ >

İNKILAP

Uzun süre tereddüt gösteren “Kurmay” komiteciler, sonunda alttan gelen baskılara dayanamayarak, ihtilal yapmaya karar vermişler ve harekat planlarını yapmışlardı.

26 Mayıs'ı 27 Mayıs'a bağlayan gece saat 03:00'te belirlenen hedeflerde olunacaktı. Ankara'daki parola: İNKILAP’TI. 

26 Mayıs günü Kurmaylar birer, ikişer Harp Okulu’nda toplanmaya başladılar. Harp Okulu Komutanı General Sıtkı Ulay da son haftalarda ihtilale ikna edilmişti. Sıtkı Ulay’ın Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı 

ile ilgili endişeleri vardı. Ve bu endişesini dile getirdiği zaman, “orası tamamdır” cevabını alıyordu. 21 Mayıs Harp Okulu Yürüyüşü’nden sonra Sıkıyönetim Komutanlığı bütün subayların birliklerinde yatmalarını emretmişti. Dolayısıyla herkes görev başındaydı. İhtilalden haberi olanlar heyecanlı, ama harekat planı ile ilgili olarak bir o kadar da tereddüt içindeydiler. Saat 03:00’e yaklaşırken, atılacak “ilk kurşun” bekleniyordu. 

Ankara’da 27 Mayıs 1960 gecesiyle ilgili en son açıklamalardan biri, Aydınlık gazetesinde çıktı. Aydınlık, eski M.B.K. üyesi ve eski Tabii Senatör Suphi Karaman'ın anı ve belgelerine dayanarak, Ankara'da 27 Mayıs'ın başlamasını şöyle anlatıyor:

“Ankara'da hareket sabah 03.30'da başladı. Kurmay Albay Muzaffer Yurdakuler üç Harp Okulu öğrencisi ile Ankara Merkez Komutanı Tuğgeneral Muzaffer Ülgen'i harekata katılması için ikna etmeye gitti. Harekatın başladığı haberini alan Tuğgeneral Ülgen sevinçle Albay Yurdakuler'in boynuna sarıldı. Merkez komutanlığı Devrim’e katıldı.

Yanına üç Harp Okulu öğrencisi alan Suphi Karaman, Kurmay Binbaşı Akkoyunlu'dan aldığı takviye ile Sıkıyönetim Karargahı’nı ele geçirdi” 

Ne kadar ilginç değil mi? Harp Okulu'nda toplanmış 30 - 40 subaydan bir kaçı yanına üçer Harp Okulu öğrencisi alarak Merkez Komutanı Tuğgeneral Muzaffer Ülgen'i "ikna" ediyor; Sıkıyönetim karargahını “ele geçiriyor!”

Anlatılanlar şüphesiz yalan değil, ama eksik. Bazı şeyler nedense atlanarak anlatıldı mı, olayları anlamak da zorlaşır...

Birinci olarak, Harp Okulu’ndan başlayan harekat niçin 03.30 başladı? Saat 03.00’te hedeflerinde olmaları gerekirken, niye 03.30’da yola çıktılar? Neyi beklemişlerdi?

İkinci olarak, neden Merkez Komutanlığı, Sıkıyönetim Karargahı üçer Harp Okulu öğrencisini peşine takan bir Albay'la bir Yarbay'a hemen, hiç direnmeden teslim oluverdi? Niçin Merkez komutanı Tuğgeneral Muzaffer Ülgen, Alb. Yurdakuler’e derhal “ikna” olup, “boynuna sarıldı”? Sıkıyönetim Komutanlığı’nın kolayca “ele” geçirilmesinin altındaki sır neydi?

İhtilal bildirisini, radyodan okuma görevini “davudi” sesinden dolayı alan Alpaslan Türkeş, bu görevini saat 05:25 te yerine getirdiği halde, ihtilalin başarısı üzerine, kendini "Kudretli Albay" ilan ettirmişti. Üstelik ihtilal bildirisini Radyoevi’nde tamamlamasına rağmen! Bu “Kudret”i nereden geliyordu?

Olayları, romansı bir havada anlatmaya çalışan bir yazarın kitabındaki bazı bölümler, Ankara’da ihtilalin başlayışını farkında olmadan biraz aralıyor:

(Muzaffer Yurdakuler) Muammer Ülgen dirense vuracaktı. Karargahta verilen karar bu. Kapı açıldı. General Ülgen olağanüstü bir durum olduğunu anladı.

- İşte İhtilal!

Muammer Ülgen heyecanlandı.

- Nal seslerine bak! 

Ülgen kulak verdi. Yüzü heyecanla gerildi. 

- Genç subay heyecanlı konuşmasıyla hepimizi o sabaha götürdü. Sabahın alacasında süvarilerin nal seslerini duyar gibi olduk." 

“... o sırada sabahın alacası başlamış artık, uzaktan nal sesleri geliyor, genç subay bir deprem anı yaşıyor, gözleri parlayarak sağ elini kaldırıyor: 

“- İNKİLAP!”

Karşısındaki subayın da gözleri parlıyor. Aslında çok iyi arkadaşlar ama paroladan önce birbirlerine inanmıyorlar. Parolanın heyecanında bir an bakışıp sarılıyorlar. Sonra göreve!” 

Nal sesleri bir ritimdir, at hızlanıp yavaşladıkça da bir başka ahenk alır. Hele onlarca, yüzlerce at süvarilerinin yönelttiği istikamete yöneldiklerinde, sanki bir orkestranın hızlı savaş nameleri çalınıyordur. Seyretmesine doyulmaz bir manzara yaratır atların dörtnala koşan adımlarının uyumu. Anadolu halkı aşinadır zor günlerde ortaya çıkan nal seslerine. Dosta cesaret verir, düşmana korku.

İşte 27 Mayıs gecesi de, “nal sesleri” ihtilalcilere cesaret, hükümet kuvvetlerine korku salarak Ankara caddelerini çınlatmaya başlamıştı. 27 Mayıs İhtilali'nin "İlk Kurşun"u nal sesleri oldu.

FETHİ GÜRCAN ÇANKAYA DİRENİŞİNİ KIRIYOR.,

“Fethi Gürcan her haliyle bambaşka bir yapıya sahipti. Üstün bir cesareti ve aksiyoner bir karakteri vardı. 27 Mayıs'ta bir yüzbaşıyken koskoca bir süvari alayını ele geçirip, onları ihtilale sokmuştu.” 

43. Süvari Alayı’nda harekat saat 02:30 da başlamıştı. Ve verilmiş karar gereğince, saat tam 03:00'te Süvari Alayı’nın iki birliği başlarında Fethi Gürcan ve Nusret Kocabey olduğu halde Çankaya Köşkü’ne dayanmıştı, yani hedeflerindeydi.

Dolayısıyla, Ankara'da harekat o sıradaki ordunun hiyerarşisine bağlı olmadan, 43. Süvari Alayı Komutan ve Komutan muavininin enterne edilmesiyle başladı. İhtilalin hiyerarşisi olması gereken Harp Okulu’ndaki komiteciler bir saat geri kalmışlardı. Çünkü, komutanı hükümetin emrinde olan koskoca bir süvari alayını ele geçirmek oradaki beş on subay için oldukça zor bir görevdi. Şehir merkezinde böylesine büyük bir alay ele geçirilemezse, durumu daha da kritik olan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nı alt etmek imkansızdı.

Onun için 43. Süvari alayının ihtilali başlatmasını beklemişlerdi ve saat 03:00’te hedeflerinde olmaları gerekirken, ancak 03:30 dan sonra hedeflere doğru yola çıkmışlardı. Belki bu bir saatte yaptıkları tek iş: Sv. Yr. Reşit Çölok'u 43. Süvari Alayı'na enterne edilen komutanın yerine göndermeleriydi, denilebilir.

Nusret Kocabey:

“Beklentimizin olduğu günlerde ertelemeler oluyordu. Sonunda, işte, 27 Mayıs günü kararlaştırıldığında, Fethi Gürcan karargah bölük komutanıydı. Ben Alay Birlik Komutanıydım.

Artık her şey konuşulmuş. Kimin nereye, hangi tepeye, hangi sırta, hangi bölgeye yerleşeceği, ne yapacağı kararlaştırılmıştı.

Bir “Çık Emri” bekleniyordu. Bu program yapılıncaya kadar da işte Milli Birlik Komitesini teşkil eden karargahla, komuta heyetiyle, dolaylı da olsa, direkt de olsa temaslarımız oldu.

Artık bizim ne yapacağımız belliydi. Ama alay mensupları diğer alay birlikleri için bu söz konusu değildi.

Bunu yapan, bilen Fethi Gürcan’la biziz. 

O akşam Alay komutanı ve Alay komutan muavinini üzülerek evlerinden alarm var deyip getirip tevkif etmek zaruretinde kaldık. Benim birliğimin saraçhanesine, o ikisini hapsettik. 

Alay komutanını ve muavinini bu şekilde tevkif edip hapsedince dışarıdan birliğe komuta etmek üzere Reşit Çölok isminde süvari yarbay gönderildi.

O, alayın kalanını, geri kalan birlik komutanlarını alarm varmış biçiminde bir duyuruyla bir araya getirdi ve bu şekilde bir askeri müdahale olacağını alay mensuplarına o duyurdu. Yani, Alayı bir alarm var diye topladık. Reşit Çölok, biz alay komutanıyla vekilini tevkif edince tayin edilen alay komutanıyım diye geldi. Diğer birlik komutanlarına alarm için bir yerler söylendi ama onların aslında bu konuyla doğrudan ilgileri ve bilgileri yoktu.” 

Sv.Yzb. Nusret Kocabey motorize birliğin, Sv.Yzb. Fethi Gürcan da bir süvari birliğinin başında iki koldan Çankaya’ya hareket etmişlerdi. İşte duyulan, Bahçelievler semtinden Çankaya Köşkü'ne doğru dörtnala giden bu süvarilerin ve Ankara'nın diğer bölgelerine yönelen süvari birliklerinin nal sesleriydi. Ankara halkı 27 Mayıs 1960 İhtilali’ni önce nal seslerinden, sonra radyodan öğrendi. 

Sadece sivil halkın ihtilali öğrenmesi ötesinde, ihtilalci subayların da harekete geçmeleri için işaret fişeği, nal sesleri oldu.

Fethi Gürcan ve Nusret Kocabey’e bağlı süvari birlikleri, tam da komitece karar verilmiş zamanda, saat 03.00’de hedeflerine ulaşmışlardı. Bu bilgiyi, ihtilali planlayan dar kadro içindeki Kr. Alb. Sami Küçük’ün açıklamaları da onaylıyor.

“1. Harekat planı gereğince 27 Mayıs saat 03.00 dan itibaren Süvari Alayı’nın bir grubundan bazı birlikler Çankaya Köşkü’nün kuzey kısmında mevzilenmişlerdi.” 

Ankara'da, “ikna” metotlarının dışında, hiyerarşiye rağmen başlatılan ihtilalin yarattığı sonuçları ileride inceleyeceğiz.

Artık, nal seslerinin yarattığı coşku ve moral, kısa zamanda Ankara sokaklarını sarmıştı ve bütün hedefler teker teker kolayca düşüyordu. Biri ve en önemlisi hariç: Cumhurbaşkanlığı Köşkü.

HEDEF ÇANKAYA!

Saat 02:30 - 03:00 arasında bütün bunlar olmuş ve süvari birliklerinin çoğu dörtnala Ankara'nın Hukuk Fakültesi önü, Tandoğan Meydanı gibi önemli noktalarına sürüyorlardı atlarını. Hiçbiri Yzb. Fethi Gürcan ve Yzb. Nusret Kocabey'in Çankaya'ya doğru yol aldığını bilmiyordu.

Nusret Kocabey:

“Devlet Başkanı’nın tevkif edilme görevinin bize verildiğini çok evvelden biliyordum. Aylarca evvelden bizim alay seçilmişti yani. Çünkü bizim alaydan başka birlikler kimisi Etimesğut’ta, kimi bilmem nerde uzak mesafelerde. En yakın olan, hareket kabiliyeti en fazla olan asker olması itibariyle ve şekillenen icraatı yerine getirmek için… Dolayısıyla çok yakın olduğumuz için bu yakınlıktan kaynaklanıyor. Bir de çok tehlikeli bir iş. Buna pek gönüllü de çıkmıyordu. Yani diğerleri gibi, bir alarm verildi, çıktık ama ne olduğunu bilmiyoruz diyemeyiz.

Bizim konumumuz artık inkarı mümkün olmayan bir şekildeydi. Buna da razı olan bizlerdik. Diğerleri herhalde yavaştan almayı tercih ediyorlardı. Yani olumsuz olduğu zaman bir kaç kişi yanardı.

Benim birliğim bu amaçla bir değişikliğe tabi tutuldu. Bir kısmı atlı kaldı Bir kısmı da motorize ekip yapıldı. Ama, bu amaçla yapıldı. Hareket için, eğitimde üstünlük sağlayabilmek için.” 

Şehrin merkezinde olmanın ötesinde, kimsenin talip olmadığı, Devlet başkanının tevkif edileceği tehlikeli bir göreve razı olan genç subaylardı bunlar. Çünkü inandıkları dava uğruna sonuna kadar gidebilecek şekilde yetişmiş ve yetiştirilmişlerdi. 

“Yavaştan almak”, akıllarından bile geçmiyordu”. 

“Bir alarm verildi, çıktık ama ne olduğunu bilmiyoruz” diyemeyecek şekilde riske girmeyi göze alıp, alay komutanı ve muavini enterne etmişlerdi. Yani, artlarında kaçabilecekleri kayıkları yakmışlardı. Bunu da bilerek ve isteyerek yapmışlardı.

Nusret Kocabey anlatmaya devam ediyor:

“Yrb. Reşit Çölok, diğer birlikleri bu şekilde düzenlerken Fethi ile ben birliklerimizle Riyaseti Cumhur Muhafız Alayına devir teslim almak üzere anlattığım gibi hareket ettik. 

Yolda Emniyet Genel Müdürlüğünün yeni meclis binasının Jandarma Genel Komutanlığının arasındaki binadan geçerken polis, bekçi gibi görevlileri tevkif ettik. Saat iki buçuk üç gibi, gece. Daha Harp Okulunda filan bir hareket yoktu. Bu şekilde Fethi’nin birliği benim birlikle Çankaya’nın köşk sırtlarına vardık.” 

Daha Harp Okulu’nda bir hareket yokken, yani “kurmay”lar “ikna” icraatına başlamadan, yola çıkan Yzb. Fethi Gürcan ve Yzb. Nusret Kocabey, gördükleri polisleri tevkif etmeye başlamışlardı. Çünkü, polis Üniversite öğrencilerine İstanbul ve Ankara’da saldırıp acımasızca dövmüş, coplamıştı. CHP mitinglerinde gericilerin saldırılarına, İnönü’nün taşlanmasına göz yummuştu. Bu davranışlarından dolayı, polise karşı öfkeliydiler.

***