TÜRKİYEDE SİYASİ KRİTERLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYEDE SİYASİ KRİTERLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2016 Cuma

AB 2009 İLERLEME RAPORU TÜRKİYEDEKİ SİYASİ KRİTERLER BÖLÜM 3





AB 2009 İLERLEME RAPORU TÜRKİYEDEKİ SİYASİ KRİTERLER BÖLÜM 3


Alevi Bektaşi Dernekleri Federasyonu, Alevileri küçük düşürücü ve ayrımcılığa yol açıcı yayın yaptıkları gerekçesiyle üç gazete aleyhine dava açmıştır. Bazı illerde gayrimüslim din adamlarına ve ibadethanelerine saldırı ve tehdit bildirilmiştir. Ülkenin güneyindeki Adana ilinde bir Türk İncil Topluluğu Kitabevi Şubat ayında ikinci kez tahrip edilmiştir. Misyonerler geniş ölçüde ülkenin bütünlüğüne ve İslam dinine bir tehdit olarak algılanmaktadır. İki misyoner aleyhindeki davanın görülmesine Silivri’de devam edilmiştir ve dava, Adalet 
Bakanlığının Türk Ceza Kanununun 301’inci maddesi uyarınca adli soruşturmaya izin vermesini müteakip genişletilmiştir. 

Nisan 2007’de Malatya’da üç Protestanın öldürülmesine ilişkin dava halen devam etmektedir. 

Dini gerekçeler temelinde vicdani retçilere yönelik adli takibatlar devam etmiştir. Vicdani red hakkına ilişkin olarak kamuoyuna yapılan açıklamalar mahkûmiyet lere neden olmuştur. Vicdani redde ilişkin olarak Yehova şahitleri aleyhine açılan davalar AİHM’de 20 görülmektedir (Bkz. Uluslararası İnsan Hakları Hukukuna Riayet). 

Sonuç olarak, Vakıflar Kanununun uygulanmasında sorun bulunmamaktadır (Bkz. Mülkiyet Hakları). Hükümet, Aleviler ve gayrimüslim cemaatlerle bir diyalog başlatmıştır. Buna karşın, bu grupların belirli sorunları hâlâ çözüm beklemektedir. 
Dini azınlıklara karşı saldırılar hâlâ devam etmektedir. Din adamlarının eğitimi de dâhil olmak üzere, tüm gayrimüslim cemaatlerin ve Alevilerin aşırı bir kısıtlama olmaksızın faaliyet göstermelerine imkân tanıyacak şekilde AİHS ile uyumlu bir yasal çerçevenin oluşturulması gerekmektedir. Dini özgürlüklerin tümüyle uygulanmasına elverişli bir ortam yaratılması için daha fazla çabaya ihtiyaç bulunmaktadır. 

1- Büyük Bölümü DTP tarafından desteklenmiştir. 
2- Sanıklar, Kasım 2005’te Türkiye’nin güneydoğusundaki Şemdinli ilçesinde bir kişinin ölümüne ve başkalarının da yaralanmasına neden olan bombalamayı gerçekleştirmekle suçlanmaktadır. 
3- Protokol, sivil makamların talebi olmaksızın, iç güvenlik sebebiyle askeri operasyonların yapılmasını mümkün kılmaktadır. 
4- Adalet Bakanlığının Strateji Taslağını 2008 ilkbaharında açıklamasından sonra, sivil toplumu da içeren paydaşlarla istişarelerde bulunulmuştur. Yüksek mahkeme üyeleri dâhil olmak üzere, hâkim ve savcılar Strateji Taslağını çeşitli vesilelerle tartışmışlardır. 
5- Sadece Yargıtayın ve Danıştayın kıdemli üyelerinin oluşturduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, tüm yargıyı temsil etmemektedir. 
6- Hâkim ve savcıların performanslarını değerlendirmekten sorumlu olan adalet müfettişleri Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna değil Bakanlığa bağlıdır. 
7- Bu davada 2006 yılında sivil savcının iddianamesi yayımlanmıştır. İddianame, yüksek rütbeli subaylara yönelik suçlamalar içermektedir. Genelkurmay, iddianameyi eleştirmiş ve anayasal sorumluluk taşıyanları harekete geçmeye davet etmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, görevden alma kararını Nisan 2006’da vermiştir. 
8- 4, 7, 12 sayılı Protokoller 
9- İstanbul Protokolü: BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğine sunulmuş olan İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Aşağılayıcı Muamele ya da Cezanın Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelenmesi Hakkında El Kitabı, 9 Ağustos 1999. 
10- CPT’nin rolü, Avrupa Konseyine üye 47 ülkede özgürlüklerinden mahrum bırakılmış kişilere yapılan muamelenin incelenmesidir. 
Her ziyaretten sonra, CPT ilgili devlete, vardığı sonuçları ve tavsiyelerini gizli bir rapor hâlinde yollar. Devlet, CPT raporunun yayımlanmasına karar verebilir. 
11- CPT’nin bugüne kadar Türkiye hakkında hazırladığı tüm raporlar yayımlanmıştır. Ancak, geçmişte bazı raporların yayımlanması gecikmiştir. 
12- Ocak 2009’a kadar, 64 kişi beraat etmiştir. 290 dosya kovuşturma yapılmadan sonuçlandırılmıştır. 76 polis memuruna karşı davalar devam etmektedir. 
13- 10 Temmuz 2009 tarihinde toplam 27.021 kadronun 8.121’i münhaldır. 
14- 10 Temmuz 2009 tarihinde cezaevi kapasitesinin toplamı 112.066; cezaevi nüfusu 312.066’dır. 
15- 10 Temmuz 2009 tarihinde cezaevinde bulunanların % 53’ü tutuklu yargılananlardan oluşmaktaydı. 
16- 301’inci maddede yapılan değişiklikler 8 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 
17- Ocak 2009’da kampanyayı başlatanlara karşı takipsizlik kararı verilmiştir. Ancak, bu karar Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 2 Mart 2009 tarihinde kaldırılmıştır. Adalet Bakanlığının bu karara yaptığı itiraz Yargıtay’da görüşülmeye devam etmektedir. 
18- Bu Kanun uyarınca, sadece Türk alfabesinde bulunan harfler kullanılabilmektedir. 
19- Bir derneğe ait gerekli kayıtların tutulmaması hâlinde, dernek yöneticileri üç ay ila bir yıl arasında hapis cezasına çarptırılabilmek tedir. 
20- Muharrem, Hicri takvimin ilk ayıdır. 
21- 2 Temmuz 1993 tarihinde bir grup, Pir Sultan Abdal Kültür festivaline ev sahipliği yapan Sivas’taki Madımak Otelini kuşatmıştır. 
Otelin yakılması sonucunda çoğunluğu festivale katılan Alevi yazar, şair ve sanatçılar olmak üzere 37 kişi ölmüştür. 
22- 43965/04, 5260/07 ve 14017/08 numaralı başvurular.


Ekonomik ve Sosyal Haklar.., 

Kadın Haklarına ilişkin olarak, Mart 2009'da yasal bir düzenlemeyle, TBMM’de istişari nitelikte Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulmuştur. Komisyon, toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin gelişmeleri izlemekte, kanun tasarılarına görüş vermekte ve Türk mevzuatı ve uygulamaları ile uluslararası anlaşma hükümleri arasında uyum sağlanması yönünde yapılması gereken düzenlemeleri önermektedir. Komisyon ayrıca kadın erkek eşitliğinin ihlal edildiğine ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa dair şikâyetleri de incelemektedir. 

Yapılan bir yasal değişiklikle, sözleşmeli kamu çalışanlarına devlet memurları ile aynı şekilde 16 haftalık ücretli doğum izni alma ve ayrıca doğum izni sona erdiğinde başvurmaları hâlinde aynı görevlerine dönebilme imkânı getirilmiştir. 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nın ilk sonuçları, bölgesel farklılıkların sürmesine rağmen, anne ve çocuk sağlığı göstergelerinde geçtiğimiz beş yılda ilerleme kaydedildiğini göstermektedir.23 
26- 43965/04, 5260/07 ve 14017/08 numaralı başvurular. 
27- Sağlık personelince sağlanan doğum öncesi bakım oranında % 13’lük bir artış gerçekleşmiştir ve % 93’lük bir kapsama oranına ulaşılmıştır. Sağlık personeli yardımıyla gerçekleştirilen doğum oranı % 8 oranında artmıştır ve % 90'lık bir genel kapsama oranına ulaşılmıştır. 


Kamu hizmeti verenlere ve sağlık personeline yönelik farkındalık yaratma ve cinsiyet duyarlılığı eğitim programlarına devam edilmiştir. 
Nisan 2009’da Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve Adalet Bakanlığı arasında savcı ve hâkimlerin kadınlara yönelik şiddet konusunda eğitimini hedefleyen bir protokol imzalanmıştır. Kadın sivil toplum kuruluşları, yerel seçimlere kadınların katılımını artırmaya yönelik olarak, Avrupa Kadın Lobisinin “50/50, toplumsal cinsiyet eşitliği olmaksızın modern bir Avrupa demokrasisi olmaz” kampanyası ile aynı zamanda “50/50 eşitlik” kampanyası gibi kampanyalar yürütmüştür. 

Bununla birlikte, toplumsal cinsiyet eşitliği konusu Türkiye’de önemli bir sorun olmaya devam etmektedir ve AB müktesebatına uyum gereğince kurulması gereken bir toplumsal cinsiyet eşitliği kurumu halen kurulmamıştır (Bkz. Fasıl 19 - Sosyal Politika ve İstihdam). 

Kadınların hem ulusal hem de bölgesel seviyede siyasi temsili çok düşüktür. 29 Mart 2009 tarihinde yapılan yerel seçimler bu durumu değiştirmemiştir: İl düzeyinde iki, ilçe düzeyinde on yedi kadın belediye başkanı seçilmiştir. Genel olarak, seçim öncesi söylemlere karşın siyasi partiler yeterli sayıda kadın adayı, seçilebilir sıralarda aday göstermemişlerdir. Son olarak, Siyasi Partiler Kanununda ve parti tüzüklerinde Türk kadınlarının yeterli oranda siyasi 
temsilini uygulamada sağlamaya yönelik hükümler bulunmamaktadır. 

Kadınların işgücü piyasasına katılımı hâlâ çok düşük düzeydedir28. İşgücü piyasasına giren kadınlar daha çok kayıt dışı sektörlerde istihdam edilmektedir ve bu da durumlarını kırılgan hale getirmektedir. Genel olarak kadınlar eşdeğer işlerde erkeklerden daha az kazanmaktadır. 

Kadınların eğitime erişimi, AB’ye üye ülkeler ve OECD ülkeleri arasında en düşük seviyede bulunmaktadır. İlköğretimde cinsiyet eşitsizliğini azaltmaya ilişkin olumlu gelişmeler -özellikle kızların okula devam etmesini sağlamak ve okulu bırakma sorununa çözüm bulmak suretiyle- sürdürülmeli ve daha fazla iyileştirilmelidir (Bkz. Çocuk Hakları). 

Aile içi şiddet, töre cinayetleri ve erken ve zorla yapılan evlilikler ciddi sorunlar olmaya devam etmektedir. Kadınlara yönelik aile içi şiddete ilişkin ulusal araştırma raporu29 sorunun ciddiyetini ortaya koymuştur: Kadınların % 39’u fiziksel şiddete ve % 15’i cinsel istismara maruz kaldıklarını belirtmiştir. Her dört kadından biri fiziksel ya da cinsel şiddet sonucu yaralanmıştır. Ayrıca, araştırma sonucunda, mağdurların % 48,5’inin yaşadıkları şiddeti kimseye anlatmadığı, sadece % 4’ünün yardım için polise başvurduğu ve yalnızca % 1’inin Devlete ait sığınma evlerine sığındığı belirlenmiştir. Türk kadınlarının çoğu hâlâ haklarından 
bütünüyle haberdar değildir ve bu konuda önemli ilave çabalara ihtiyaç bulunmaktadır. 

Haziran 2009’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Opuz davasına ilişkin kararını yayımlamıştır 30. 
Mahkeme, müşteki ve annesinin maruz kaldığı şiddetin cinsiyete dayalı olduğu ve özellikle Türkiye’deki aile içi şiddet vakalarında yargı sisteminin genel pasifliğinden ve şiddet uygulayanların cezasız kalmasından özellikle kadınların etkilendiği dikkate alındığında, bunun kadınlara karşı ayrımcılığın bir türü durumuna gelmiş olduğundan hareketle, 
AİHS’nin 
(a) 2’nci maddesinin (yaşam hakkı), 
(b) 3’üncü maddesinin (işkence ve insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağı) ve 
(c) 2’nci ve 3’üncü maddelerle bağlantılı olarak 14’üncü maddesinin (ayrımcılık yasağı) ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vermiştir. 

28- Kadınların işgücü piyasasına katılımında, 2008 sonu/2009 başında önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında çok az bir artış gözlenmiştir. Öte yandan, bu az artışın küresel ekonomik ve mali kriz ve bunu izleyen genel istihdam oranlarındaki azalma çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. 
29- AB’nin mali desteğiyle yürütülen bir projenin parçası olarak, Hükümet tarafından desteklenen bu araştırmada, 2008 yazında 12.795 kadın örneklem olarak alınmıştır. Raporun özeti Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü internet 
sitesinde yayımlanmaktadır. 
30- Türk makamlarının müşteki ve annesini aile içi şiddetten koruyamadığına ilişkin 33401/02 numaralı başvuru. 

Kadın örgütleri, aile mahkemelerinin, Ailenin Korumasına Dair Kanuna göre şiddet tehdidi ile karşılaşan kadınların korunması için koruma kararı çıkarmasının uzun zaman aldığını bildirmektedir. Bu ise söz konusu Kanunun etkililiğini zayıflatmakta ve kadınların daha fazla mağdur olmasına yol açmaktadır. 

Aile içi şiddete maruz kalan kadınlar için yalnızca 54 tane koruma evi bulunmaktadır. Bu ise, hem sığınma evi sayısı hem de genel yatak kapasitesi bakımından Kanunda öngörülenin31 ya da gerçek ihtiyacın çok altındadır. Ara-kademe koruma ve önleme hizmetlerinin ve bunlara erişilebilirliğin, talebi karşılamak üzere güçlendirilmesi gerekmektedir. 

Kamu kurumları arasındaki işbirliğinde, töre cinayetleri ve kadınlara yönelik aile içi şiddetle mücadele konusundaki Başbakanlık Genelgesiyle birlikte başlangıçta görülen ilerlemenin ardından, Rapor döneminde bu konuyla ilgili kaygılar ortaya çıkmıştır. İçişleri Bakanlığı Genelgesinde düzenlenen yerel düzeyde koordinasyon komiteleri32 Kanunda öngörüldüğü şekilde kurulmamıştır. Kolluk kuvvetleri ve kamu idarelerinin, İçişleri Bakanlığının kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet genelgesinden haberdar olmadıkları anlaşılmaktadır. 

Cinsiyetle ilgili konularda sivil toplum kuruluşları ile Hükümet arasında etkili bir diyalog bulunmamaktadır. 

Sonuç olarak, kadın haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini güvence altına alan yasal çerçeve mevcuttur. Buna karşın, yasal çerçevenin uygulamaya geçirilmesi ve ekonomik hayata katılım ve fırsatlar, siyasi yetkilendirme ve eğitime erişim alanlarında kadın ve erkek arasındaki farkın kapatılması için kayda değer ilave çabalara ihtiyaç vardır. Aile içi şiddet, töre cinayetleri ve erken yaşta ve zorla yapılan evlilikler, ülkenin bazı bölgelerinde ciddi sorun olmaya devam etmektedir. Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularında, 
hem erkekler hem de kadınlar için ilave eğitime ve farkındalık yaratılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. 

Çocuk hakları konusunda, ilköğretimde 2007-2008’de % 2,3 olan cinsiyetler arasındaki dengesizlik, 2008-2009’da yaklaşık olarak % 1’e düşürülerek yarı yarıya azalmıştır. Okul öncesi eğitimdeki öğrenci sayısı 2007 yılı ile 2008 yılı karşılaştırıldığında % 14 oranında artmıştır ve okul öncesi eğitim oranı % 33’e çıkmıştır. Okul öncesi eğitimdeki öğretmen sayısı da 2007 yılı ile 2008 yılı karşılaştırıldığında % 14 oranında artmıştır. 
Milli Eğitim Bakanlığı, e-okul sistemi sayesinde, okula gitmeyen çocukları her an belirleyebilmekte ve bu çocuklara ulaşabilmektedir. 

2008 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasının ilk sonuçlarına göre bebek, çocuk ve beş yaş altı çocuk ölüm oranları azalmıştır. Bebek ölüm oranı, 1998–2003 dönemi ile karşılaştırıldığında % 47’lik bir düşüş göstererek 2003–2008 döneminde % 1,7 olarak ölçülmüştür. 

2005 tarihli Çocuk Koruma Kanununa göre ülkedeki 81 ilin tamamında çocuk mahkemelerinin kurulması gerekmektedir. Bu mahkemelerin sayısı geçen sene 40 iken bu sene 73’e yükselmiştir. Bunlar, ülkedeki 81 ilden 33’ünde bulunmaktadır. Daha ciddi suçları inceleyen çocuk ağır ceza mahkemeleri yalnızca 7 ilde mevcuttur. 


31- 2005 tarihli Belediyeler Kanunu, nüfusu 50.000 ya da daha fazla olan belediyelerde kadınlar için sığınma evleri kurulmasını öngörmektedir. 
32- Genelgeye göre bu komiteler yerel düzeyde kurulacaktır ve içerisinde valilik, polis, jandarma, belediye, müftülük, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri yer alacaktır. Namus ve töre cinayetleri önlenmesine katkıda bulunmaları beklenmektedir. 

Bununla birlikte, 15 yaş altındaki çocuklar arasında yoksulluk oranı 2007’de % 0,9 artarak % 26,1’e yükselmiştir. Kırsal bölgelerde bu oran, % 42’ye kadar çıkabilmektedir. 

İlköğretime kayıt konusunda bölgesel dengesizlikler devam etmektedir: Ülkenin batısı ve doğusundaki bazı kesimler arasında % 10’u aşan bir farklılık söz konusudur. Ortaöğretime devam etme konusunda, kayıt olma oranı ilkokulda % 96,5 iken33, ortaokulda % 58,5’e düşmektedir. 

Sorumlu ulusal kurumların kapasitesi zayıf kaldığından çocuk işçiliğiyle mücadelede herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Etkili herhangi bir teftiş sistemi bulunmamaktadır. Çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması için uygun yapılanmalar ve yeterli kaynaklarla birlikte bütünleşmiş bir yaklaşımın hâlâ benimsenmesi gerekmektedir. 

Çocuk adaleti konusunda, 2005 tarihli Çocuk Koruma Kanununa göre, 18 yaşını doldurmamış bütün Türk vatandaşları çocuk kabul edilmektedir ve çocuk haklarından yararlanabilmektedir. 
Buna karşın, özellikle Türk Ceza Kanununun 220’nci ve 314’üncü maddelerindeki hükümler bakımından, 2006 yılında Terörle Mücadele Kanununda yapılan değişikliklerle, on beş ve on sekiz yaş arasındaki çocuklar, yetişkinler gibi yargılanabilmektedir. Uygulamada, Türk Ceza Kanununun değişik 220’nci ve 314’üncü maddeleri temelinde, bu yaş grubundaki çocuklar aleyhine açılan davaların sayısı önemli ölçüde artmıştır. Örneğin, özellikle Güneydoğu Anadolu 
Bölgesinde, gösterilere katılan çocuklar, ‘terör örgütü üyesi olmakla’suçlanmakta ve bundan dolayı orantısız ve uzun hapis cezalarına maruz kalmaktadır. Yargılamalar, sıklıkla polis memurlarının ifadelerine dayalı olarak ve sağlam kanıtlarla desteklenmeksizin yapılmaktadır. 
Gözaltına alındıktan sonra ve savcı karşısına çıkarılmadan önce çocukların kasıtlı olarak kötü muamele gördükleri ve bu süre içinde avukatlarını görmelerine izin verilmediği iddia edilmektedir. Çocuk mahkemelerinde çocuk savcılarının olmaması ve hapis koşulları da eleştirilmektedir. Son olarak, çocuklara ilişkin psikolojik değerlendirmeler uzman personel sıkıntısı nedeniyle gerektiği gibi yapılamamaktadır. 

Çocuk Islahevlerinin kısıtlı kapasitesi nedeniyle, tutuklu yargılanan çocuklardan çoğunun yetişkin cezaevlerinde tutulması konusunda kaygılar söz konusudur 34. Çocukların gözaltında tutulduğu yerlerdeki fiziksel koşulların ve verilen hizmetlerin kalitesinin iyileştirilmesi gerekmektedir. Şartlı tahliye sisteminden daha etkili şekilde yararlanılması hapishanelerdeki çocuk sayısını azaltacaktır. 

Sonuç olarak, idari kapasite, sağlık, eğitim, çocuk adalet sistemi ve çocuk işçiliği dâhil olmak üzere çocuk haklarına ilişkin tüm alanlardaki çabaların daha fazla artırılması gerekmektedir. Çocukların yetişkinler gibi yargılandığı ve orantısız cezalara maruz kaldığı davalar ciddi kaygılara yol açmaktadır. 

Sosyal bakımdan korunmaya muhtaç ve/veya engelli kişiler konusunda, Türkiye, Aralık ayında BM Engelli Hakları Sözleşmesini onaylamıştır. Engellilerin sorunlarına çözüm bulunması amacıyla kamu tarafından finanse edilen çeşitli projeler başlatılmıştır. 

Bununla birlikte, akıl sağlığı alanında kaygılar mevcuttur. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi, akıl hastalarının, başta kendilerine ya da yasal vasilerine tedavi için rıza gösterme ya da tedaviyi reddetme fırsatı verilmesinin sağlanması olmak üzere, haklarının korunması için yasal reformlar yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Mahkemeler ve akıl sağlığı kurumları, akıl sağlığı kurumlarına rızası dışında yerleştirilmeye ilişkin Medeni Kanun hükümlerini yeterli ölçüde uygulamamaktadır. Tedavi programları, fiziksel altyapı ve eğitim konularında 
ilave çabalar gerekmektedir. Türkiye’de akıl sağlığı kurumlarının denetimini gerçekleştirecek bağımsız bir birim bulunmamaktadır. 

33- Bu oran geçtiğimiz yıl yaklaşık % 97 idi. Farklılık esas itibarıyla, Milli Eğitim Bakanlığı’nın veri toplamak için kullandığı istatistiki yöntemlerdeki bir değişiklikten kaynaklanmaktadır. 
34- 10 Temmuz 2009 tarihi itibarıyla cezaevlerinde 282’si mahkûm olmak üzere 2678 çocuk bulunmakta idi. 


Engelli kişiler ve akıl hastalarının bakım koşulları hakkında kapsamlı veri mevcut değildir. Kurumsallaşmış hizmetlere bir alternatif olarak toplum temelli hizmetler yeterince gelişmiş değildir. Fiziksel engelliler, esas olarak fiziksel engeller ve bilgi sahibi olmamak nedeniyle hizmetlere erişimde sorunlarla karşılaşmaktadır. Yerel seçimlerde engelliler için yeterli olanaklar sağlanmamıştır ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK) engellilerin seçim haklarını kullanmaları üzerinde olumsuz sonuçlar doğuran iki karar almıştır. 

Türkiye’de işçi hakları ve sendikalar konusunda, 1980 askeri darbesinden sonra sendikal haklar kısıtlanmış olduğu için, 1 Mayıs’ın ‘Emek ve Dayanışma Günü’ ve resmi tatil olarak eski durumuna getirilmesi ve İstanbul’da Taksim Meydanı’nda gösteri yapılmasına (küçük gruplar hâlinde) izin verilmesi kararı sembolik iki adım olmuştur. 

Bununla birlikte, sendikalarla ilgili mevzuatın iyileştirilmesi çabaları verimli olmamıştır. Sendikal haklarla ilgili anayasal hükümler de dâhil olmak üzere, mevcut yasal çerçeve, özellikle kamu sektöründe ve özel sektörde örgütlenme hakkı, grev hakkı ve toplu sözleşme yapma hakkı ile ilgili AB standartları ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri ile uyumlu değildir (Bkz. 
Fasıl 19 - Sosyal Politika ve İstihdam). Mevcut sendikal hakların (Bkz. Örgütlenme Özgürlüğü) uygulanmasına ilişkin kısıtlamalar ve sendikalara üyelikten ötürü işten çıkarmalar olduğu bildirilmiştir. Türkiye’deki sosyal diyalog zayıftır. Genelde, toplu iş sözleşmelerinden faydalanan işçilerin oranı düşüktür. 

Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı olan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyeleri, terörle mücadele operasyonu kapsamında tutuklanmışlardır 

(Bkz. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki Durum). 

Ayrımcılıkla mücadele ilkesi, Anayasa ile düzenlenmiş ve çeşitli yasalarla desteklenmiştir. Hükümet, ayrımcılıkla mücadele konusunda kamu bilincini artırmış ve öğretim yılının ilk dersinin bu konuda olmasına karar vermiştir. 

Bununla birlikte, yasal çerçeve AB müktesebatıyla yeteri kadar uyumlu değildir. (Bkz. Fasıl 19 Sosyal Politika ve İstihdam). Bazı işyerlerinde cinsel yönelimlerinden dolayı LGBT (lezbiyen, eşcinsel, biseksüel, transseksüel)’lerin işten çıkarılması şeklinde ayrımcılık vakaları yaşanmıştır. 
Türk Ceza Kanununun “teşhircilik” ve “genel ahlaka karşı suçlar”a ilişkin hükümleri bazen LGBT kesimine karşı ayrımcılık amacıyla kullanılmaktadır. Kabahatler Kanunu, travesti ve transseksüellere para cezası uygulamak için sıklıkla kullanılmaktadır. 

Homofobi, fiziksel ve cinsel şiddet vakalarına neden olmaktadır. Bazı travesti ve transseksüellerin öldürülmesi kaygı verici bir gelişmedir. Mahkemeler, travesti ve transseksüellere karşı suç işleyenlerin lehinde “haksız tahrik” ilkesini uygulamaktadır. 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin eşcinselliği “psikoseksüel” bir hastalık olarak tanımlayan ve eşcinsellerin askerlik hizmeti için uygun olmadıklarını belirten sağlıkla ilgili bir düzenlemesi vardır. Askere çağrılan kişilerden eşcinsel olduklarını beyan edenlerden fotoğraflı kanıt istenmektedir. Bu gruptan az sayıda kişi aşağılayıcı bir tıbbi muayeneden geçmek zorunda kalmıştır. 


Mülkiyet hakları konusunda, Rapor dönemi boyunca, Vakıflar Kanununun uygulanması sorunsuzca devam etmiştir. Nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına veya Hazine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların gayrimüslim cemaat vakıflarına iadesi için son başvuru tarihi 27 Ağustos 2009 idi. Hâlihazırda Vakıflar Bölge Müdürlükleri tarafından değerlendirilmekte olan toplam 1393 başvuru bulunmaktadır. Vakıflar Kanunu 
kapsamında, bir gayrimüslim cemaat vakfı, bağış yoluyla iki adet taşınmaz mal edinmiştir. Türk makamları gayrimüslim cemaat vakıflarının temsilcileri ile bir araya gelmiş ve mülkiyet ile ilgili sorunları tartışmak üzere Mor Gabriel Manastırını ziyaret etmişlerdir. 

Bununla birlikte, ne Vakıflar Kanunu, ne de diğer yasal hükümler, 

(a) El konulan ve üçüncü kişilere satılan taşınmazlar veya 

(b) Yeni mevzuatın kabul edilmesinden önceki mazbut vakıfların taşınmazları konusunu düzenlememektedir. 

Süryaniler, mülkiyet konusu ile ilgili zorluklar yaşamaya devam etmektedirler. Hem özel kişileri hem de dini kurumları ilgilendiren bazı davalar sürmektedir. Özellikle, Mor Gabriel Süryani Ortodoks Manastırı arazi mülkiyeti ile ilgili sorunlar yaşamıştır. Rapor dönemi boyunca aşağıdaki konularda davalar devam etmiştir: Kadastro çalışmalarını müteakip, Manastır ve komşu köyler arasındaki yeni idari sınırlar; Hazinenin, Manastır tarafından kullanılan alanın devlete ait olduğu iddiası; kamu orman alanlarının Manastırın dış duvarları içinde kaldığı konusunda Orman Müdürlüğünün iddiası. Yerel adli makamlar, söz konusu orman alanını ‘işgal’ ettikleri gerekçesiyle, manastıra karşı dava açmışlardır. Manastır, alanın kendilerine ait olduğunu ve bunu kanıtlayan idari dokümanlar ve vergi dokümanlarının bulunduğunu iddia etmektedir. Tüm davalar sürmektedir. 

Mart 2009’da Avrupa İnsan Hakları., 

Mahkemesi, Türkiye’nin Bozcaada’daki bir Rum Ortodoks kilisesinin mülkiyet haklarını ihlal ettiğine karar vermiştir. 
AİHM, Türk mahkemelerinin, söz konusu taşınmazın başvuruda bulunan vakıf adına tapuya tescilini reddetmesinin, AİHS’nin 1 No’lu Protokolünün 1’inci maddesini ihlal ettiğine oybirliğiyle karar vermiştir. Aynı şekilde, AİHM, iki Ermeni Vakfı davasında da Türkiye’nin 1 No’lu Protokolün 1’inci maddesini ( Mülkiyet Hakkı ) ihlal ettiğini tespit etmiştir. Türkiye, AİHM’nin bu kararını yerine getirmiştir. 

Yunan vatandaşları miras yoluyla mülk edinme ve tapu kaydı konularında, özellikle değiştirilmiş Tapu Kanununun Türk makamlarınca uygulanması bağlamında, sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedir. Bu konuya ilişkin olarak AİHM, 1 No’lu Protokolün 1’inci maddesinin ihlal edildiğine ve mülkün iadesine ya da başvuranlara maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir. 

Sonuç olarak, Vakıflar Kanunu, Rapor dönemi boyunca sorunsuzca uygulanmış tır. Ancak, Vakıflar Kanunu, el konulan ve üçüncü kişilere satılan mülkler konusu ve yeni mevzuatın kabul edilmesinden önceki mazbut vakıfların taşınmazları konusunu ele almamaktadır. Türkiye, tüm gayrimüslim cemaatlerin mülkiyet haklarına tam olarak saygı duyulmasını sağlamalıdır. 

Azınlık hakları, kültürel haklar ve azınlıkların korunması., 


Ülkede, azınlık konuları ile ilgili bir tartışma başlamıştır. Özellikle eğitim ve eğitimde ayrımcılık konularında akademisyenler ve STK’lar tarafından hazırlanan birkaç rapor yayınlanmıştır. Ders kitaplarından ayrımcı ifadeleri çıkarmaya yönelik çalışmalar devam etmektedir. 

Yine de, Türkiye’nin azınlık haklarına yaklaşımı sınırlı kalmaktadır. Türkiye, BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye taraf olmakla birlikte, Türkiye’nin azınlık hakları ile ilgili çekinceleri ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme kapsamındaki eğitim hakkı ile ilgili çekinceleri endişeye neden olmaktadır. Türkiye, Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesini ve Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartını imzalamamıştır. 

Azınlıkların kamu yaşamına katılmaları ve azınlık dillerinde yayın yapılması konuları dâhil olmak üzere, Türkiye ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri arasında bir diyaloga ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin, uluslararası standartlarla ve AB’ye üye devletlerdeki iyi uygulamalarla daha fazla uyumlu hale gelmesini  kolaylaştıracak tır. 

Rum azınlık, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayanlar da dâhil olmak üzere, eğitim ve mülkiyet hakları ile ilgili sorunlar yaşamaya devam etmektedir. Okullarda çift müdür uygulaması (35) dâhil olmak üzere azınlık okullarının idaresi meselesi, uygulama yönetmeliğinin çıkarılmamış olması nedeniyle, sorun olmaya devam etmektedir. 

Okullarda “ Sarı Gelin: Ermeni Meselesinin ardındaki Gerçek ” isimli belgeselin dağıtılması, Ermeni cemaatinin okul çocuklarına yönelik ayrımcı bir eğitim oluşturulduğu düşüncesi gerekçesiyle şikâyetini müteakip, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından durdurulmuştur. Ancak, belgesel okullardan çekilmemiş ve dağıtılması ve gösterilmesine dair karar okul makamlarının takdirine bırakılmıştır. 

İsrail’in Aralık 2008’de Gazze’ye yönelik askeri müdahalesini takiben Musevi cemaatine karşı nefret söylemleri gerçekleşmiştir. Musevi cemaati, görüşlerini ifade ettikten ve nefret söylemleriyle ilgili mevcut yasal hükümlerin yetersizliği nden şikâyet ettikten sonra, hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan anti-Semitizmi açıkça kınamışlardır. 

Sonuç olarak, Avrupa Standartlarına uygun olarak, Dil, Kültür ve temel haklara saygı gösterilmesi ve bunların korunması henüz tam olarak gerçekleşmemiştir. Türkiye, azınlıklara karşı hoşgörünün artırılması veya azınlıkların topluma dâhil edilmesinin teşvik edilmesi için kısıtlı bir çaba harcamıştır. 

Kültürel haklarla ilgili olarak, TRT – Kamu yayın kuruluşu – Ocak 2009’da günde 24 saat Kürtçe yayın yapan TRT-6 Kanalının yayınına başlamıştır. Eylül ayında Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), bir Türk Üniversitesinin (Mardin’deki Artuklu Üniversitesi) Kürtçe ve ülkede konuşulan diğer dillerde lisansüstü eğitim verecek “ Yaşayan Diller Enstitüsü ” kurulması yönündeki başvurusunu kabul etmiştir. Mart 2009’da Devlet radyosu, Ermenice yayın yapmaya başlamıştır. 

TRT 6’nın resmi açılış töreninde, Başbakan Kürtçe birkaç kelime konuşmuştur. Yerel seçim kampanyası döneminde, siyasetçiler ve siyasi partiler, siyasi faaliyetlerinde Kürtçe kullanmışlardır. Milletvekili Seçimi Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu kapsamında, siyasi hayatta Türkçe dışında diğer herhangi bir dilin kullanılması yasa dışı olmasına rağmen, bu tür pek çok durumda herhangi bir yasal işlem başlatılmamıştır. Kürt kökenli siyasetçilere açılan davaların 
çoğu, örneğin davetiye gönderdikleri veya bayram kartı gönderdikleri için veya belediye faaliyetlerinden ötürü, savcıların davaların çoğunda temyize gitmelerine rağmen, beraatla sonuçlanmıştır. 
Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki bazı illerde valilikler, kamu hizmetini Kürtçe olarak sunmaya başlamışlardır. 

Bununla birlikte, DTP üyelerinin siyasi hayatta Kürtçe kullanmaktan mahkûmiyet kararları beklemededir. Temmuz 2009’da siyasi partilerden sorumlu olan Yargıtay Başsavcı 


35- Bu okulların müdür yardımcıları, Milli Eğitim Bakanlığını temsil eden Müslümanlardır ve müdürlerden daha fazla yetkiye sahiptirler. 

Yardımcısı, bazı DTP üyelerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması için başvuruda bulunmuştur. Suçlamalar, Kürtçenin TBMM’de kullanılmasıyla ilgilidir. Belediye hizmetlerini Kürtçe sunduğu için 2007 yılında görevine son verilmesini takiben, aynı belediye başkanı Sur’da (Diyarbakır, Merkez) seçilmiştir. Ancak, bu kişiye karşı, aynı suçlara dayanan ceza davası devam etmektedir. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Kanununda yer alan sınırlamalar, özel yerel ve bölgesel TV ve radyo programlarına uygulanmaktadır. Özel televizyon kanallarında Kürtçeyi öğreten eğitim programlarına izin verilmemektedir. Kürtçe 
siyasi tartışmalar veya genel eğlence programları neredeyse imkânsızdır. GÜN TV’ye karşı – günümüzde Kürtçe yayın yapan tek özel televizyon kanalı – Kürtçe şarkıların sözleri, belediye seçimleri kampanyasına yer vermeleri ve diğer programlarla ilgili olarak açılan bazı davalar ve soruşturmalar devam etmektedir. 

Türk devlet okulları sisteminde, ana dili Türkçe olmayan çocuklar kendi ana dillerini öğrenememektedir. Üniversite eğitimiyle ilgili olarak, AİHM, Kürtçe seçmeli ders talebinde bulundukları için Afyon Kocatepe Üniversitesinden uzaklaştırılan 18 üniversite öğrencisinin başvurusuyla ilgili olarak Türkiye aleyhine karar vermiştir. Mahkeme, öğrencilerin eğitim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. 

Türkçe bilmeyenlerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için herhangi bir tedbir alınmamıştır. Mevcut mevzuat uyarınca çeviri yapılması mümkün iken, bu durum tutarlı biçimde uygulanmamaktadır. Cezaevi yönetimleri arasında çeşitlilik göstermekle birlikte, cezaevlerinde Kürtçe konuşmak sorunlu olabilmektedir (Bkz. Hapishaneler). 

Romanlara ilişkin olarak, İçişleri Bakanlığının, vatansız ve Türk vatandaşı olmayan çingeneler ile Türk kültürüne bağlı olmayan yabancıları sınır dışı etmesine izin veren ve böylece Romanlara karşı ayrımcılığı teşvik eden Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri hakkında Kanunun değiştirilmesi için herhangi bir adım atılmamıştır. Türkiye henüz, Romanların karşılaştığı sorunları ele almak için bir strateji belirlememiş ve yeterli yasal koruma sağlamamıştır. Türkiye, Roman topluluğun Hükümete yapmış olduğu çağrılara 
rağmen, “2005-2015 Roman On Yılı” uluslararası girişimine katılmamaktadır. 

Romanlar, eğitim hizmetlerine erişimde sosyal dışlanma ve marjinalleştirme, sağlık hizmetlerinde ayrımcılık, istihdam olanaklarından dışlanma, kimlik kartlarına sahip olmada zorluklar ve kamu işleri ve kamu hayatına katılımdan dışlanma gibi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Barınma konusunda, Romanlar, bazı semtlerde kentsel dönüşüm programları kapsamında yerleşik oldukları mahallelerin yıkılmasıyla karşı karşıya kalmaya devam etmişlerdir. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının, 2008 ilkbaharında başlayan, İstanbul’da Sulukule’de Romanların oturdukları mahallelerinin yıkılmasına yönelik araştırmasının sonuçları henüz yayımlanmamıştır. Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaretin sonunda, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, tarihi Sulukule’de yaşam standartlarının yükseltilmesi için Türk makamları tarafından sarf edilen çabaya dikkat çekmiştir. Ancak, İnsan Hakları Komiseri, Avrupa Konseyi insan hakları standartlarının aksine, aileler için bir barınma alternatifi yaratılmadan yapılan bazı tahliyeler nedeniyle Romanların başka yere 
yerleştirilmesi sürecine ilişkin kaygılarını dile getirmiştir. 

Sonuç olarak, Türkiye, kültürel haklarda, özellikle Kürtçe yayın yapan TV kanalı TRT 6’nın yayına başlaması suretiyle ilerleme kaydetmiştir. Ancak, başta özel TV ve radyo yayınlarında, siyasi hayatta, eğitimde ve kamu görevlileri ile iletişimde olmak üzere, Türkçe dışındaki diğer dillerin kullanılmasında kısıtlamalar devam etmektedir. Türkçe dışındaki dillerin kullanımı hakkındaki yasal çerçeve kısıtlayıcı yorumlara açıktır ve uygulama tutarsızdır. Sıklıkla ayrımcı uygulamayla karşılaşan Romanların durumunda ilerleme kaydedilmemiştir. Alternatif 
barınma imkânı sağlanmaksızın Romanların oturdukları mahallelerin yıkımına devam edilmektedir. 

Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki Durum., 

Rapor dönemi boyunca, 2008 yılı sonundan itibaren, şiddetin nispi olarak azalmasına rağmen, Türkiye, can kaybıyla sonuçlanan ve aralıksız devam eden teröre maruz kalmıştır. Aralık 2008’de, Avrupa Birliği, Türkiye’nin insan haklarına, temel özgürlüklere ve uluslararası hukuka uygun olarak yürütülmesi gereken terörle mücadelesine destek olacağını teyit etmiştir. 

Cumhurbaşkanının Irak’a ziyareti ve Bölgesel Kürt Hükümetiyle olan uzlaşma, Kürt meselesiyle ilgili muhtemel bir çözüm için olumlu bir atmosferin yaratılmasına katkı sağlamıştır. Bu konuyla ilgili olarak, kamuoyu ve siyasi otoriteleri de kapsayan, muhalefeti ve sivil toplumu da içeren ülke içinde heyecan verici bir tartışma ortamı gelişmiştir. Hükümet, yaz aylarında Kürt meselesini barışçıl yollarla çözmek için geniş bir istişare başlatmış ve bu yönde kapsamlı bir plan açıklamış, ancak, bu planı henüz detaylandırmamıştır. 

Güneydoğu Anadolu Projesini (GAP) tamamlamak ve böylece bölgenin sosyo-ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak için, Hükümetin Mayıs 2008’de açıkladığı plan, ek kaynakların tahsis edilmesi suretiyle sürdürülmüştür. Resmi kaynaklara göre, toplam kamu yatırımlarında, GAP’ın payı, 2008’de % 12’ye çıkmıştır (2007’de % 7,2). Sulama, yol yapımı, sağlık ve eğitime yönelik yatırımlara öncelik verilmiştir. Ankara’da bulunan GAP İdaresi Başkanlığı, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Şanlıurfa’ya taşınmıştır. GAP’a özgü bir izleme, değerlendirme ve raporlama mekanizması açıklanmış fakat henüz kurulmamıştır. 

Geçmiş yılların aksine, Mart 2009’daki Nevruz kutlamaları genel olarak sakin geçmiştir. Bölgedeki valilikler kutlamalar için izin vermişlerdir. Polis ve göstericiler arasında kayda değer bir çatışma olmamıştır. 

Haziran ayında TBMM, ilerideki beş yıl içinde, Türkiye-Suriye sınırında, Milli Savunma Bakanlığının gözetiminde, gerekirse kamu ihale usullerini izleyerek, anti-personel ve anti-tank mayınlarının temizlenmesine ilişkin Kanunu kabul etmiştir. Yasa, belli koşullar altında, mayınların temizlenmesi tamamlandıktan sonra, 44 yıla kadar arazinin tarıma açılması karşılığında mayınların temizlenmesi işinin özel şirketler tarafından yürütülmesi olasılığını ortaya 
koymuştur. Muhalefet partisi, bu tedbirin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ters düştüğünü savunmuş ve konuyu Anayasa Mahkemesine taşımıştır. Temmuz ayında Anayasa Mahkemesi davayı kabul etmiş ve şartlı olarak Kanunun bazı kısımlarının yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir. 

Bu durum, mayınların temizlenmesi işlemlerini etkilememelidir. 

Bununla birlikte, terörizmin geniş bir tanımının yer aldığı terörle mücadele mevzuatının uygulanması, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel özgürlüklerin bölgede tatbiki konusunda aşırı kısıtlamalarla neticelenmiştir. Birtakım olaylarda, özellikle Kürt meselesi hakkında, şiddet içermeyen ifadelerin cezalandırılmasında söz konusu mevzuat kullanılmıştır. 
Nisan 2009’dan beri, polis, Kongra-Gel terör örgütüne üye oldukları iddia edilen yüzlerce DTP üyesi ve yöneticisini tutuklamıştır. Benzer bir terörle mücadele operasyonu PKK üyesi oldukları iddia edilen KESK ve Eğitimsen sendikalarının üyelerine karşı yürütülmüştür; bunlardan 22’si tutuklu olarak yargılanmaktadır. Şubat ayında Diyarbakır’da bir ceza mahkemesi, bir DTP milletvekilini yaptığı bazı konuşmalardan ötürü 18 ay hapse mahkûm etmiştir. Diğer bazı DTP 
milletvekilleri Terörle Mücadele Kanununu ihlal etmekten suçlu bulunmuş ve kendilerine birer mahkeme celbi gönderilmiştir. 

Kara mayınları, hem askeri personel hem de siviller için güvenlik bakımından bir endişe konusu olmaya devam etmektedir. Anti-personel mayınların patlaması neticesinde sivillerden ve güvenlik güçlerinden kayıplar olmuştur. Türkiye, taraf olduğu Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile ilgili Sözleşme (Ottowa Sözleşmesi) uyarınca, mayınlı alanlardaki tüm anti-personel mayınların 
mümkün olan en kısa sürede, en geç 1 Mart 2014 tarihinden önce, temizlenmesini taahhüt etmiştir. 

Köy korucuları sisteminin kaldırılması için adım atılmamıştır. Terörle mücadelede köy korucularının insan haklarını ihlal ettiğine dair raporlar bulunmaktadır. Yerel seçim kampanyası döneminde yeni köy korucularının işe alındığına dair raporlar mevcuttur. 

Sonuç olarak, devam etmekte olan terör şiddetine rağmen, Hükümet Kürt meselesiyle ilgili olarak – kültürel, siyasi ve ekonomik konuları kapsayan – geniş kapsamlı bir kamuoyu tartışmasını başlatmıştır. Bu tartışmanın somut tedbirlerle takip edilmesi hayati önem arz etmektedir. Suriye sınırındaki Mayınların temizlenmesi hakkındaki Kanunun çıkarılması, bir diğer olumlu adımdır. 
Ancak, Terörle mücadele mevzuatının geniş yorumlanması, temel hakların uygulanması ile ilgili aşırı kısıtlamalarla neticelenmiştir. 

Köy Koruculuğu sistemine aşamalı olarak son verilmelidir. 

Mülteciler ve yerlerinden olmuş kişiler., 

Terör ve terörle mücadele nedeniyle ortaya çıkan kayıpların tazmin edilmesi süreci devam etmektedir. Şimdiye kadar toplam başvuruların (361.000), % 50’si işleme alınmış ve sonuçlandırılmıştır. Bunlardan üçte ikisi kabul edilmiştir. Kaynakların azlığından ve Zarar Tespit Komisyonlarının ağır iş yükünden dolayı, değerlendirmenin yapılması ve tazminatın ödenmesi yavaş ilerlemektedir. 

Yerlerinden olmuş kişilerin kentsel alanlardaki durumu endişe konusu olmaya devam etmektedir. Yerlerinden olmuş kişiler, ekonomik ve sosyal dışlanmanın sıkıntısını çekmekte ve sosyal hizmetlere, eğitim ve sağlık hizmetlerine sınırlı seviyede erişmekte ya da hiç erişememektedirler. Yerlerinden olmuş kişilerin geri dönüşlerini engelleyen bazı nedenler mevcuttur. Zayıf güvenlik koşulları, mevcut kara mayınları, temel altyapı ve sermaye eksikliği, kısıtlı iş imkânları ve köy koruculuğu sisteminin oluşturduğu tehdit temel nedenlerdendir. 

Hükümetin, Van ili için bir pilot eylem planına dayanan, yerlerinden olmuş kişilerin durumuna yönelik bir ulusal strateji oluşturma çabaları henüz sonuçlanmamıştır. Bu bağlamda, İçişleri Bakanlığında yerlerinden olmuş kişilerden sorumlu birimin yetersiz kurumsal kapasitesi bir sorun 
olmaya devam etmektedir. Yerlerinden olmuş kişilere yönelik politikaların geliştirilmesinde, sivil toplumun daha fazla dâhil edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. 

Gözetim altında tutulan sığınmacılar usule ilişkin haklara erişimde çeşitli kısıtlamalarla karşı karşıya kalmaktadırlar. İltica alanındaki kilit öncelikler; herkesin, adil, eşit ve tutarlı biçimde ilticaya ilişkin prosedürlere (havaalanı transit alanları dâhil) erişimi, adli yardıma erişim, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) personeline erişim, iltica prosedürlerine erişimde 
bekleme süresinin kısaltılması ve kararlara karşı yargıya başvurmadır. İltica prosedürlerine erişimin olmaması, yasal olmayan sınır dışı edilmelere veya ülkeye girişin reddedilmesine neden olmaktadır. 

Sonuç olarak, yerlerinden olmuş kişilere tazminat ödenmesine devam edilmektedir. Ancak, yerlerinden olmuş kişiler konusunda, Hükümetin, genel bir ulusal stratejisi yoktur ve yerlerinden olmuş kişilerin ihtiyaçlarını ele almak hususunda çabalarını artırmaya ihtiyaç bulunmaktadır. 


...











AB 2009 İLERLEME RAPORU TÜRKİYEDEKİ SİYASİ KRİTERLER BÖLÜM 2





AB 2009 İLERLEME RAPORU TÜRKİYEDEKİ SİYASİ KRİTERLER BÖLÜM 2



Medeni ve Siyasi Haklar., 

Hükümet, işkencenin ve kötü muamelenin önlenmesi amacıyla yasal güvencelere uygunluğun sağlanması yönündeki çabalarını sürdürmüştür. 

İstanbul Protokolünün 9 daha iyi uygulanmasına yönelik olarak, sağlık çalışanları ile hâkim ve savcılara, işkence ve kötü muamele vakalarında etkili soruşturma ve belgelendirme eğitimi verilmesine 2008 yılında başlanmıştır. 
Polis ve jandarmanın ifade alma odalarının işitsel ve görsel kayıt sistemleriyle donatılmasına yönelik çabaları devam etmiştir. 

Vatandaşların polis, jandarma ve sahil güvenlik hizmetlerine ilişkin şikâyetlerinin soruşturulması amacıyla bağımsız bir ulusal mekanizma oluşturulması hazırlıkları Haziran ayında sonuçlandırılmıştır. Hâlihazırda, söz konusu birimin kurulmasına yönelik kanun taslağının tamamlanarak TBMM’ye sunulması için İçişleri Bakanının kararı beklenmektedir. 

Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) 10  Haziran 2009’da Türkiye’de geniş çaplı bir misyon yürütmüştür. 
Bu ziyaret, Hükümetin sıfır tolerans politikasının incelenmesi bakımından önemlidir. 
Zira, son yıllarda, insan hakları STK’ları, daha fazla işkence ve kötü muamele iddiaları ile karşılaşmışlardır. CPT, kolluk kuvvetleri (polis ve jandarma) tarafından gözaltına alınan kişilere yapılan muameleye ve yabancılar için gözaltı yerlerinde tutulan yasadışı göçmenlerin içinde bulundukları koşullara özellikle dikkat etmiştir. CPT aynı zamanda mahkûmlara sunulan sağlık hizmetleri ve imkânlar da dâhil olmak üzere, cezaevlerine ilişkin pek çok konuyu detaylı bir şekilde incelemiştir. 2009 yılında gerçekleşen bu ziyaretin raporlarının 
yayımlanmasına izin verilmesi, Hükümetin işkenceye ve kötü muameleye karşı benimsediği sıfır tolerans politikasına olan bağlılığını gösterecektir.11 

İşkenceye Karşı BM Sözleşmesinin İhtiyari Protokolünün (OPCAT) onaylanması 2005’ten beri gerçekleşmemiştir (Bkz. Uluslararası İnsan Hakları Hukukuna Riayet). 

İşkence veya kötü muamele iddiasında bulunan kişilere yönelik olarak kolluk kuvvetleri tarafından karşı davalar sıkça açılmaktadır. 
Söz konusu davalar, şikâyetler bakımından caydırıcı olabilmektedir. Bu davaların mahkemelerce hızla görüldüğüne dair kanıtlar bulunmaktadır. 

Adalet Bakanlığı bünyesinde bulunan Adli Tıp Kurumu haricindeki adli tıp doktorları mahkemelerce kabul edilmemektedir. 
Bu fiili tekel, ülkedeki etkili ve bağımsız adli tıp hizmetlerinin gelişimini engellemektedir. Ayrıca, doktorların güvenlik nedeniyle, bir kolluk kuvvetinin muayenede hazır bulunmasını talep ettiği durumlarda, avukatların da adli tıp tarafından yapılan muayenede hazır bulunmasına izin verilmelidir. 

İnsan hakları ihlallerinin cezasız kalmasıyla mücadele konusunda, Engin Çeber’in gözaltında ölmesinden sorumlu tutulan 60 görevli hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Bu konudaki dava Ocak 2009’da başlamıştır ve halen sürmektedir. 

Bununla birlikte, insan hakları ihlallerinin cezasız kalmasını azaltmaya yönelik çabaların artırılması gerekmektedir. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu tarafından Ocak ayında kabul edilen işkence ve kötü muamele hakkındaki raporda, İstanbul Emniyet Müdürlüğünden 431 görevliye karşı açılan işkence ya da kötü muameleye ilişkin 35 davanın hiçbirinin mahkûmiyetle sonuçlanmadığı belirtilmiştir.12 İnceleme Komisyonu, bu durumun kolluk kuvvetleri hakkında başlatılan davaların etkililiği konusunda şüpheye yol açtığı sonucuna varmıştır. Aynı rapora göre, işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen idari soruşturmalar sonucunda, polis memurlarının sadece % 2’sine disiplin cezası uygulanmaktadır. İnceleme Komisyonu, söz konusu soruşturmaların 
çalışma arkadaşları olan polis memurları tarafından yürütülmemesi gerektiğini belirtmiştir. 

Ahmet Kaymaz ve 12 yaşındaki oğlu Uğur’u Kasım 2004’te “meşru müdafaa sınırlarını aşarak öldürdükleri” iddiasıyla yargılanan dört polis memuru Yargıtay kararıyla Haziran ayında beraat etmiştir. Kaymaz ailesi, AİHM’ye başvurmuştur. 

Sonuç olarak, yasal çerçeve, işkence ve kötü muameleye karşı geniş kapsamlı tedbirleri içerse de, bunların uygulanması ve Hükümetin işkenceye karşı sıfır tolerans politikasının tam olarak uygulanması sınırlı kalmıştır. İşkence ve kötü muamele iddiaları ve faillerin cezasız kalması kaygı kaynağı olmaya devam etmektedir ve bu konudaki iyileştirme çalışmaları Türk yetkililerin öncelikli konusu olmalıdır. 
Bu alandaki ilerlemenin doğru bir şekilde değerlendirilmesi bakımından, Türk makamlarının Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) raporunun yayımlamasına ivedilikle izin vermesi yararlı olacaktır. 

   Adalete erişim, gözaltındaki kişilerin gözaltına alındıktan hemen sonra avukata erişebildikleri kentsel bölgelerde görece daha kolay olmuştur.
  Öte yandan, sanıkların avukata erişiminin kentsel bölgelerle eşit koşullarda gerçekleşmediği kırsal alanlarda, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sıkıntılar yaşanmıştır. Aynı şekilde, gösterilere katıldıkları gerekçesiyle Terörle Mücadele Kanunu uyarınca gözaltına alınan 15-18 yaş arası çocukların, gözaltına alındıktan hemen sonra avukata erişmeleri her zaman mümkün olmamıştır. Genel olarak, etkili bir adli yardım sınırlıdır ve bazı sanıkların temsil edilmemesi durumu devam etmektedir. Ücretsiz adli yardım olanaklarına ilişkin sanık 
bilinci artırılmalıdır. 

Türkiye, birkaç yıldır cezaevi koşullarını ve altyapısını iyileştirmeye yönelik iddialı bir cezaevi reform programı yürütmektedir. 
Yeni cezaevlerinin inşa edilmesi ve günümüz koşullarına uygun olmayan bazı küçük cezaevlerinin kapatılmasıyla, bu programın uygulanmasında daha fazla ilerleme kaydedilmiştir. 

Cezaevi personeline yönelik hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimi veren dört merkez bulunmaktadır. Beşinci merkez yapım aşamasındadır ve bu yılın sonuna kadar tamamlanacaktır. Sürecin bu yılın sonuna kadar tamamlanması amacıyla, Temmuz ayında 6.000 ilave cezaevi personelinin istihdam edilmesine başlanmıştır.13

Ancak, cezaevi reformu eşit düzeyde uygulanmamaktadır. Örneğin, yetersiz kaynağa sahip küçük cezaevlerinde reformun uygulanması zordur. Cezaevlerinin, mahkûmlar için ortak faaliyetler ya da rehabilitasyon programları düzenlemesini engelleyen yetersiz kadrosu da bu zorlukları artırmaktadır. Mahkûmların, ortak faaliyet gerçekleştirmekten halen yoksun olduğu yüksek güvenlikli F-tipi cezaevlerinde de durum böyledir. 

Birkaç yılda iki katına çıkan mahkûm sayısındaki hızlı artış, gittikçe artan aşırı bir kalabalıklaşma sorununa yol açmaktadır 14.   
Ayrıca, tutuklu yargılananların sayısının yüksek olması, çözülmesi gereken bir konudur15 (Bkz. Yargı Sistemi). 

Cezaevleri denetimine ilişkin ulusal mevzuat, İşkenceye Karşı BM Sözleşmesinin İhtiyari Protokolünün (OPCAT) koşullarını tam olarak karşılamamaktadır (Bkz. İşkence ve Kötü Muamele). Tutuklu bulunan çocuklar konusunda endişeler bulunmaktadır (Bkz. Çocuk Hakları). 

Telefonlarda Türkçe dışında başka bir dilin kullanımına yönelik kısıtlamaların azaltılması amacıyla yeni bir usul oluşturulmuştur. Kanunla düzenlenen ziyaret etme koşulları, makul herhangi bir güvenlik gerekçesiyle getirilenlerden çok daha sınırlayıcıdır. 

Bazı davalarda, sürekli tedavi gerektiren ciddi hastalıklar tahliye gerekçesi olarak kabul edilmemiştir. Sağlık hizmeti kaynakları ve psikiyatri kaynakları yetersizdir. Cezaevlerinde düzgün tıbbi bakımın gerçekleşmesi için gerekli olan 250 mahkûm için bir doktor oranına Türkiye’de ulaşılamamaktadır. Cezaevi görevlileri tarafından yapılan kötü muamele vakaları bildirilmiştir 

(Bkz. İnsan Hakları İhlallerinin Cezasız Kalması). 

Sonuç olarak, eğitim ve altyapının iyileştirilmesi ve ilave cezaevi personeli alınması konularında bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak, aşırı kalabalıklaşma ve tutuklu yargılananların yüksek oranda olması çözülmesi gereken sorunlar olarak kalmıştır. 

İfade özgürlüğü konusunda, Türk Ceza Kanununun (TCK) 301’inci maddesi artık ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına yönelik olarak sistematik bir şekilde uygulanmamaktadır. Bu maddede yapılan değişiklik, önceki yıllara kıyasla kovuşturma sayısında belirgin bir düşüşe yol açmıştır.16 

Anayasa Mahkemesi, 2006 yılında bir önceki Cumhurbaşkanı tarafından yapılan başvuruyu müteakip, Terörle Mücadele Kanununun, medya patronlarını terör propagandası yapan yayınlardan ve teröre övgüden sorumlu tutan hükümlerini iptal etmiştir. 

Değişiklikler, diğerlerinin yanı sıra, 301’inci maddeye dayanarak ceza soruşturması açılabilmesi için Adalet Bakanından izin alınması mecburiyetini getirmiştir. Değiştirilmiş maddenin yürürlüğe girmesinden sonra Adalet Bakanı beklemekte olan 914 dosyayı (kovuşturma ya da dava safhasında olan) incelemiş ve 77 ceza soruşturmasının devamına karar vermiştir. 
Adalet Bakanı ayrıca, 301’inci maddenin tadil edilip 8 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra başlatılan 210 soruşturmayı incelemiş ve bunlardan sekiz tanesine (yani Adalet Bakanına sunulan soruşturmaların % 3’ü) izin vermiştir. 

200 Türk aydını tarafından imzalanan, “1915’te Osmanlı Ermenilerinin uğradığı Büyük Felaketin inkâr edilmesini” reddeden ve Ermenilerden özür dileyen dilekçe internet ortamında paylaşılmıştır. Kampanyada yaklaşık 30.000 imza toplanmış ve bu durum belli başlı yayın organlarındakiler de dâhil olmak üzere geniş çaplı tartışmalara yol açmıştır.17 Ayrıca, medyada, Kürt meselesi, genel olarak azınlık hakları, ordunun rolü ve Atatürk’ün mirası gibi Türk kamuoyu tarafından hassas olarak algılanan diğer konularda yoğun tartışmalar gerçekleşmiştir. 

Ancak, yasal çerçeve halen ifade özgürlüğüne ilişkin yeterli güvenceyi sağlayamamaktadır ve sonuç olarak hâkim ve savcılar, ifade özgürlüğünü dar bir şekilde yorumlamaktadırlar. 

Halen 301’inci maddeyi temel alan bazı kovuşturmalar yapılmakta ve mahkûmiyet kararları verilmektedir. 
Ayrıca, TCK’nın onur, şeref ve saygınlığa karşı işlenen suçlar (TCK’nın 125 ila 131’inci maddeleri), kamu düzeni (214’üncü, 216’ncı, 217’nci, 218’inci ve 220’inci maddeleri) devlet güvenliği (305’inci maddesi), anayasal düzen 
(312’nci ve 314’üncü maddeler), müstehcenlik (226’ncı maddesi) başta olmak üzere, diğer birtakım hükümleri ifade özgürlüğünü kısıtlamaktadır. 
Ayrıca, TCK’nın 318’inci maddesi (halkı askerlikten soğutmak), Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun, Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun18 uyarınca kovuşturmalar ve mahkûmiyet kararları devam etmektedir. Bu hukuki belirsizlik, gazetecileri, yazarları, yayıncıları, siyasetçileri, akademisyenleri ve diğer meslek gruplarını soruşturma, kovuşturma, mahkûmiyet ve hapis tehlikesiyle karşı karşıya bırakmakta ve dolayısıyla oto-sansüre neden olabilmektedir. 

Terör faaliyetlerinin artması sonucu 2006 yılında kabul edilen Terörle Mücadele Kanununda yapılan değişiklikler bazı süreli yayınların durdurulmasıyla sonuçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi, savcıların on beş günden bir aya kadar yayınları yasaklamalarına izin veren Terörle Mücadele Kanununun hükümlerine karşı önceki Cumhurbaşkanı tarafından 2006 yılında açılan davayı reddetmiştir. 

Önde gelen ulusal medya gruplarından biri olan Doğan Medya Holding grubuna karşı iki vergilendirme prosedürü başlatılmıştır. 
Gelir İdaresi Başkanlığınca uygulanan büyük vergi cezaları, potansiyel olarak Grubun ekonomik gücünü zayıflatmakta ve bu nedenle uygulamada basın özgürlüğünü etkilemektedir. Vergilendirme prosedürlerinde orantılılık ve tarafsızlık ilkelerine uyulması ihtiyacı bulunmaktadır. 

Siyasetçiler, kişisel haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle yayıncılara, gazetecilere, yazarlara veya diğer siyasetçilere karşı bazı hukuk davaları açmışlardır. Genelkurmay, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde gerçekleşen olaylarla ilgili gizli bilgilerin açıklanmasına ilişkin davalar açmıştır. Gazeteciler, soruşturmaların mahremiyetini ihlal etmek ya da adil yargılamayı etkilemek iddiaları yüzünden sıklıkla kovuşturmalarla karşı karşıya kalmışlardır (sırasıyla TCK’nın 285’inci ve 288’inci maddeleri). Gazeteci akreditasyonunu talep eden bazı medya kuruluşlarına karşı ayrımcılık yapılmıştır. Önde gelen siyasi liderler, Doğan Medya Holding’in sahip olduğu gazeteleri ve televizyon kanallarını boykot etmişlerdir. 

İnternet sitelerinin sıkça yasaklanması endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. Hukuki ve idari kararlar, istenmeyen içeriğin filtrelenmesi 
yerine tüm internet sitesini bloke etmektedir. 

YouTube, Mayıs 2008’den beri yasaklanmıştır. Facebook ve Google internet sitelerine ve diğer sitelere karşı devam eden davalar bulunmaktadır. 

Sonuç olarak, Türk kamuoyunda, geleneksel olarak hassas kabul edilen konular da dâhil olmak üzere, serbest ve açık tartışmalar artmaktadır. Artık, Türk Ceza Kanununun 301’inci maddesi ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına yönelik olarak sistematik bir şekilde uygulanmamaktadır. Ancak, Türk Ceza Kanununun diğer birtakım maddelerine dayanan kovuşturma ve mahkûmiyetler mevcuttur. 
Türk hukuku, AİHS ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu bir ifade özgürlüğü için yeterli güvenceyi sağlamamaktadır. Medya üzerindeki siyasi baskı ve hukuki belirsizlikler uygulamada basın özgürlüğünü etkilemektedir. 

Toplanma özgürlüğü konusunda yasal çerçevenin uygulanmasına yönelik daha fazla çaba harcanmıştır. Kasım 2008’de, İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan bir genelgede (Bkz. İşkence ve Kötü Muamele), güvenlik güçlerince orantısız güç kullanımını engellemek için yakalama ve gözaltı usullerinin doğru uygulanmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Polis şiddeti söz konusu olduğunda kimlik tespitinin kolaylaştırılması amacıyla, gösterilerde görevlendirilen polis memurları kasklarının üzerinde görünür rakamlar taşımaktadırlar. 

Bu önlem artık ülke genelinde uygulanmaktadır. 

Bununla birlikte, gösteriler esnasında güç kullanımı sorununun çözümlenmesi için, Türk polisinin zor çalışma koşulları iyileştirilmelidir. 
Bu anlamda, eğitim yardımı da alınacak önlemlere dâhildir. Ayrıca, 2007 yılında kabul edilen Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun birtakım hükümleri, yaşama hakkının korunmasıyla ilgili bazı endişeleri de beraberinde getirmektedir. 
Halen, söz konusu yasanın uygulanmasında karşılaşılan zorluklar bildirilmekte dir. Rutin kimlik kontrollerinde kötü muamelenin gerçekleştiği vakalar bulunmakta dır. Aşırı güç kullanımına karışan güvenlik güçleri mensuplarına karşı açılan hukuki ve idari soruşturmalar etkili bir şekilde yürütülmemektedir (Bkz. Cezasız Kalma). 

Önceki yıllarda polis şiddeti yüzünden gölgelenen Nevruz ve 1 Mayıs gösterileri çoğu yerde barış içinde gerçekleşmiştir. Ancak, ülkenin güneydoğusundaki gösterilerde şiddet ön plana çıkmaya devam etmiştir. Özellikle ülkenin doğu ve güneydoğusunda, STK faaliyetlerinin güvenlik güçleri tarafından görüntülü kayıt altına alınması ve soruşturulması olayları halen bildirilmektedir. 

Örgütlenme özgürlüğü konusunda, dernek ve üye sayısı artmaya devam etmiştir. Vakıflar Meclisinin ilk seçimleri Aralık 2008’de gerçekleşmiştir. Yeni Vakıflar Meclisi, vakıf kurmak için gerekli olan malvarlığı miktarının önemli ölçüde düşürülmesine karar vermiş ve böylelikle vakıf kurma koşullarını daha fazla kolaylaştırmıştır. 

Danıştay, öğretim üyelerinin dernek kurma hakkını kısıtlayan Genelgeyi iptal etmiştir. YÖK tarafından Kasım 2008’de yayımlanan Genelge, üniversitelerinin onayı olmadan öğretim üyelerinin meslek örgütlerinde, vakıf ya da derneklerde görev almalarını engellemekteydi. 

Yargıtay, Nisan ayında lezbiyen, eşcinsel, biseksüel, transseksüel ve travesti (LGBTT) Lambda İstanbul Dayanışma Derneğinin kapatılması kararını bozmuştur. 

Bununla birlikte, Yargıtayın kararı derneğin meşruluğunu, “bu tür seksüel eğilimleri yayma amacıyla lezbiyen, eşcinsel, biseksüel, travesti ve transseksüel davranışları teşvik etmeme” 

koşuluna dayandırmıştır ki, bu, AB’nin homofobiyi reddetmesi ve ayrımcılıkla mücadele standartları ile uyumlu değildir. Ayrıca, Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (Özgür-Der) aleyhine bir kapatma davası açılmıştır. Dava, Derneğin Kasım 2008’de yayımladığı ve okullarda milli güvenlik derslerinin subaylar tarafından verilmesine karşı çıktığı bir basın açıklamasından kaynaklanmaktadır. 
İnsan Hakları Derneği İstanbul şubesi aleyhindeki adli soruşturma devam etmektedir. Her iki kapatma davası da İstanbul Valiliğince yapılan suç duyurularından sonra açılmıştır. 

Bazı yasal hükümler dernek faaliyetlerine aşırı yük getirmektedir. Dernekler Kanununa uyulmaması hâlinde yüksek para cezaları ya da ağır cezalar gündeme gelmektedir.19 
Yurtdışından mali destek alınmadan önce ilgili makamlara bildirimde bulunma yönündeki yasal zorunluluk dernekler üzerine yük getirmektedir. AB fonları dâhil olmak üzere yurtdışından mali destek alan sivil toplum kuruluşlarının bazen orantısız denetime tabi tutulması ve bazı basın organlarında olumsuz şekilde tasvir edilmesi diğer bir endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. 

Özellikle başta uluslararası sivil toplum kuruluşlarının yerel temsilcilikleri olmak üzere, dernekler ve vakıfların kayıt edilmesi konusunda sıkıntılar hâlâ devam etmektedir. Büyük uluslararası STK’lara (“International Crisis Group” ve “the Raoul Wallenberg Institute”) ilişkin olarak en az iki dava bir yıldan uzun bir süredir beklemededir. 

Sendikalar, toplu gösteri düzenleme haklarını kullanma konusunda engellerle karşılaşmaya devam etmektedir. Polis müdahalesi her zaman kamu düzenine gerçek bir tehdidin görüldüğü durumlarla sınırlı kalmamıştır. 

Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin mevzuatın değiştirilmesine yönelik ilerleme kaydedilmemiştir (Bkz. Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü). 

Sonuç olarak, derneklere ilişkin yasal çerçeve Avrupa standartlarıyla uyumludur. Bununla birlikte dernekler, faaliyetlerinin bazı hallerde adli soruşturma açılmasına varan orantısız denetimi ile halen karşılaştıkları için uygulamaya ilişkin önemli miktarda ilerleme kaydedilmelidir. 

Sivil toplum kuruluşlarının, AB’ye katılım süreci de dâhil olmak üzere, kamu kurumları ve genel olarak kamuoyunda üstlendiği önemli role ilişkin artan bir farkındalık gözlenmektedir. 

Buna karşılık, danışma usullerinde karşılaşılan bazı güçlükler kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları arasındaki güven eksikliğini yansıtmaktadır. Sivil toplum kuruluşları için yardım toplanması ve vergi muafiyetine ilişkin yasal çerçeve, sivil toplum kuruluşlarının mali sürdürülebilirliğini geliştirmek amacıyla AB iyi uygulamalarıyla uyumlu şekilde güçlendirilmelidir. 

Din özgürlüğü konusunda, ibadet özgürlüğüne genel olarak saygı gösterilmesine devam edilmektedir. Şubat 2008’de kabul edilen Vakıflar Kanununun uygulanması na Rapor döneminde sorunsuzca devam edilmiştir (Bkz. Mülkiyet Hakkı ve Örgütlenme Özgürlüğü). 
Türkiye’de çalışmak isteyen yabancı uyruklu din adamlarının çalışma izni almaları konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. 
Özellikle, Aralık 2008’de Ekümenik Patrikhane’nin çalışma izni başvuruları olumlu şekilde yanıtlanmıştır. 
Dışişleri ve İçişleri Bakanlıklarından temsilcilerin de dâhil olduğu Türk makamları 2009 ilkbaharında sorunlarını tartışmak üzere gayrimüslim cemaatleri ziyaret etmiştir ve bu cemaatlerin temsilcileri de yazın Başbakan ile görüşmüştür. 

Aralık 2008’de Kültür Bakanı, ilk Alevi Enstitüsünün açılışına katılarak geçmişte devletin yol açtığı acılar nedeniyle Alevilerden özür dilemiştir. 

Ocak 2009’da Başbakan geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Alevilerin iftar yemeğine katılmıştır. Hükümet, Alevilerin sorun ve beklentilerinin açıkça tartışılmasına yönelik çalıştaylar düzenlemiştir ve bu girişim Alevi cemaatince olumlu karşılanmıştır. Kamu yayın kuruluşu, Alevilerin Muharrem 18  kutlamaları üzerine bir dizi program yayımlamıştır. Diğer bir sembolik jest olarak Kültür Bakanlığı, 1993 olaylarının 19  mağdurları anısına Sivas’ta Madımak Oteli içinde bir kültür merkezinin kurulmasını tartışmaya açmıştır. Üç belediye meclisi, cemevlerini ibadet yerleri olarak tanımıştır ve cemevlerine camilere tanınan aynı mali kolaylıkları sağlamıştır. Antalya, Ankara ve İstanbul’daki idare  mahkeme leri, Alevi öğrencilerin zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muaf tutulmaları yönünde karar vermiştir. İzmir İdare Mahkemesince verilen benzer bir karar Danıştay tarafından onanmıştır. 

Bununla birlikte, Anayasanın 24’üncü maddesi ve Milli Eğitim Temel Kanununun 12’nci maddesi uyarınca din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri ilk ve orta dereceli okullarda halen zorunludur. Ekim 2007’de AİHM, bu derslerde dinlere genel bir bakış sağlanmakla kalınmayıp, kültürel haklar da dâhil olmak üzere İslam inancının temel ilkelerinin öğretildiğine karar vermiştir. Mahkeme, Türkiye’den 
müfredatını ve mevzuatını AİHS’nin 1’inci Protokolünün 2’nci maddesi ile uyumlu hale getirmesini istemiştir. Bu kararın uygulanmasına ilişkin olarak hâlâ Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kararı beklenmektedir. 

Dini grupların örgütlenmiş yapıları niteliğindeki gayrimüslim cemaatler, tüzel kişiliklerinin olmamasından kaynaklanan sorunlarla halen karşı karşıyadır. Din adamlarının eğitimi konusundaki kısıtlamalar devam etmektedir. Türk mevzuatı, bu cemaatler için özel yüksek din eğitimi imkânı tanımamaktadır ve kamu eğitim sisteminde de bu yönde bir imkân bulunmamaktadır. Rapor döneminde, yeniden açılması geniş kapsamda tartışılmış olmasına rağmen Heybeliada (Halki) Rum Ortodoks Ruhban Okulu hâlâ kapalıdır. 

Ermeni Patrikhanesi’nin Ermeni dili ve Ermeni din adamlarının eğitimi için üniversitede bölüm açılması önerisinin değerlendirilmesi birkaç yıldır devam etmektedir. Süryaniler, yalnızca, resmi okullar bünyesinde olmayan gayriresmi eğitim sunabilmektedir. 
Türkiye’de çalışmak isteyen yabancı uyruklu din adamlarının çalışma izni almaları konusunda kaydedilen ilerlemeye rağmen, genel olarak bu süreç yavaş ve zor işlemeye devam etmektedir. 

Ekümenik Patrik, “ Ekümeniklik ” unvanını her durumda kullanamamaktadır. Haziran 2007’de Yargıtay, Patrikhane seçimlerine katılan ve seçilen kişilerin Türk vatandaşları olmaları ve seçim sırasında Türkiye’de çalışıyor olmaları gerektiğine hükmetmiştir. Buna karşılık, Türk vatandaşları ve yabancı uyruklu kişilerin, AİHS ve AİHM içtihatlarına uygun olarak, din özgürlüğü haklarını örgütlü dini 
cemaatlere katılmak suretiyle kullanabilmeleri hususunda eşit muamele görmeleri gerekmektedir. 

Kimlik kartları gibi kişisel belgelerde ayrımcı uygulamalara neden olabilecek din hanesi hâlâ bulunmaktadır. 


İbadet yerleri konusunda, gayrimüslim cemaatler sıklıkla ayrımcılığa ve idari belirsizliğe maruz kaldıklarını bildirmektedir; ibadet yerleri tahsis edilmesi için ilgili makamlara yapılan başvurular reddedilmektedir ve mevcut Protestan kiliseleri ve Yehova şahitlerinin ibadet yerleri dava konusu olmaktadır. Alevi ibadethanelerine (cemevleri) ilişkin olarak birisi Danıştay’da olmak üzere mahkemelerde bekleyen iki dava bulunmaktadır. Cemevleri üç belediye meclisi tarafından ibadet yeri olarak tanınmasına rağmen, bu evlerin ibadet yeri olarak 
tanınmaması yönündeki genel politika değişmemiştir. 

Dini azınlık grupları mensupları ibadetlerinin güvenlik güçlerince izlendiğini ve kaydedildiğini iddia etmiştir. 

3 CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.



.