TARİHİN SONU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TARİHİN SONU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2016 Cuma

TARİHİN SONU...



" TARİHİN SONU..." ?



26 Ekim 2009 Pazartesi

SERDAR  ANT,

“Tarihin sonu geldi. Liberalizmin zaferi ve geçerliliği tartışılmaz.”


İnsanlık 21. yüzyıla bu ninnilerle uyutularak girdi. Ne var ki kafa şişiren bu davul, dünya 2010 yılını bile göremeden yırtıldı; şimdi yırtığı gözlerden saklamak için daha “nitelikli” yalanlar söyleniyor, günah çıkarılıyor. Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, birkaç hafta önce İstanbul’da yapılan IMF-Dünya Bankası Guvernörler Kurulu toplantısındaki konuşmasında, bu yıl 59 milyondan fazla insanın işini kaybedeceğini, Afrika’nın Sahra altındaki azgelişmiş bölgelerinde 30 bin ile 50 bin bebeğin ölebileceğini söyleyerek “tarihin sonu”nun çarpıcı tablosunu ortaya koydu! Dünya Bankası Başkanı’na göre “ önümüzdeki yıl 90 milyon insan aşırı yoksulluk içinde yaşayacak. ”

İşte liberalizmin zaferi… İşte “tarihin sonu”…

Anamalcı yağma ve sömürü düzeni, tarihin değil, insanlığın sonunu getirdi! Ne acıdır ki, bu yağma ve talan sisteminin sözcüleri, hâlâ utanmazcasına konuşabiliyor. Zoellick, “Yeni bir sisteme ihtiyacımız var” diyor ve ekliyor: 

“Ekonomik güçler birer sorumlu paydaş olarak görülmeli. Milyonlarca insan hâlâ kalkınmanın getirdiği sorunların ceremesini çekiyor. Bu ülkelerin yaşadığı çeşitli sorunları da mutlaka göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Ağır bir borç yüküyle ezilmiş ülkelere daha sorumlu davranarak bir el uzatabiliriz. 900 milyon insan hâlâ temiz sudan yararlanamıyor. 1 milyar insan yoksulluk çemberini bir türlü kıramıyor.”

Zoellick, “sorumlu paydaşlık”tan bahsederken, ABD'nin en zengini olan Bill Gates'in 50 milyar dolarlık servetinin, aralarında Kosta Rika, El Salvador, Bolivya ve Uruguay'ın da bulunduğu 140 ülkenin milli gelirinden neden daha fazla olduğunu açıklamıyor ama... “Sorumlu paydaşlık” böyle mi olacak? Dünya Bankası Başkanı “sorumlu davranma” çağrısı yaparken, dünyanın ikinci en zengin adamı Warren Buffett’ın Kuzey Kore'nin milli geliri ile eş değerde bir servete (40 milyar dolar) nasıl sahip olduğunu da söylemiyor. Ya da “dünyanın en zenginleri” listesinde 8. sırada yer alan, New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg, Güney Afrika ülkesi Zambiya'da üretilen mal ve hizmetlere eşdeğer, 17,5 milyar dolarlık bir serveti nasıl yapabiliyor? Robert Zoellick’in konuşmasında bu türden “sorumlu davranışların” bir açıklaması yok! Emlak zengini Donald Bren, 12 milyar dolarıyla Haiti'nin ekonomisi kadar bir güce sahipken, kumarhaneler kralı Sheldon Adelson 9 milyar dolarlık servetiyle Bahamalar'ın milli gelirini yakalıyor. Dünyanın en büyük sanal müzayede ortamı eBay'in kurucusu Pierre Omidyar da 5,5 milyar dolarlık serveti ile Somali'nin ekonomisini kontrol edebilecek güçte… Sonuçta Forbes dergisinin “en zenginler” listesindeki 400 Amerikalının sahip olduğu servetin toplamı 1,27 trilyon dolar… Ama bütün bunlar hakkında Dünya Bankası Zoellick’in konuşmasında tek bir satır yok!

900 milyon insanı bir bardak temiz sudan bile yoksun bırakıp bebekleri ölüme, milyarları açlık, yoksulluk ve işsizliğe mahkûm kılarken, bir avuç asalağın elinde trilyonlarca dolar toplanmasını sağlayan kapitalizm, istenildiği kadar allanıp pullansın, artık dünyanın sorunlarına çözüm olamıyor. İyi de, şimdi bilim insanlarının “yeni bir sistem” keşfetmesini mi bekleyeceğiz? Önümüzdeki yıllarda da bu beklentiyle mi uyutulacağız?

Dünya Bankası Başkanı’nın konuşmasını okurken Küba’yı düşündüm. “Acaba” dedim kendi kendime, “Afrika’nın Sahra altındaki azgelişmiş bölgelerinde gelecek yıl 30 bin ile 50 bin bebek ölecekken, Küba’da kaç bebek ölecek?” Küba’da temiz sudan, kaliteli bir sağlık ve eğitim sisteminden yararlanamayan kaç kişi var? İşsizlik oranı nedir? Önümüzdeki yıl dünyada 90 milyon insan aşırı yoksulluk içinde yaşarken, Küba’da yoksulluk olacak mı? Fidel Castro’nun serveti nedir acaba?

Peki, neden Küba?

Çünkü Dünya Bankası Başkanı’nın aradığı “yeni sistem” aslında orada! İnsanlığın burnunun dibinde, gözünün önünde duruyor…

İnsanın insana kulluk etmediği, sömürünün olmadığı, bir avuç asalağın kâr hırsı için değil halkın gönenci ve mutluluğu için ve hepsinden önemlisi de insanın doğanın bir parçası olduğu bilinciyle doğayı tahrip etmeden üretim yapılan sistem orada… Hem de avuç içi kadar bir adada yaşayan 11 milyon insan, 50 yıldır bu insanlık adasını boğmayan çalışan ABD’nin her türden yıkım girişimlerine karşı direnerek yaşatıyorlar bu sistemi…

Tarihin değil, ama insanlığın sonunu getiren anamalcı yağma düzeni dünyayı ve insanı tüketirken, Küba insanlığın namusu olarak başı dik, onurlu bir duruş sergiliyor.

Ve işte bu Küba’nın onurlu ve bağımsız insanları, Atlas Okyanusu’nun kıyısına Mustafa Kemal Atatürk’ün heykelini dikmişler! Oysa Küba nere, Türkiye nere… Atatürk’ün ne işi var Küba’da?

1903 yılında not defterine “akla uygunluğun başlangıçta gözle görülene üstün olması, bununla beraber akla uygunluğu gözle görülenle terbiye esası... Önce sosyalist olmalı. Maddeyi anlamalı” diye not düşen ve 1924’te liberal aydın Ahmet Ağaoğlu’na “ben Socialisme d’Etat istiyorum” diyen Mustafa Kemal, geçmişin değil geleceğin insanı ve sadece Türkiye’nin değil dünya tarihinin gördüğü en büyük liderlerden biri olduğu için Küba’da… Atatürk, 3 Ocak 1922 tarihinde Ukrayna elçisi General Firunze’ye şöyle diyordu:

“Bütün mazlum milletler zalimleri bir gün mahv ve yok edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal duruma kavuşacaktır.” 

İşte insanlığın kendisine yakışan o “toplumsal durum” gereksinimi, bugün artık kaçınılmaz bir zorunluluktur.  Kapitalizm iflas bayrağını çekti. Gerçek insanlığın başlangıcı ve kurtuluşu için toplumcu bir düzen kaçınılmaz…