Uğur Mumcu Dosyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uğur Mumcu Dosyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2015 Cumartesi

Uğur Mumcu Dosyası,







Uğur Mumcu Dosyası,


 29 Mayıs 2000 Pazartesi 

Araştırmacı-Yazar Aydoğan VATANDAŞ Bey tarafından hazırlanarak ÖZEL YORUMLAR Bölümümüze gönderilen titiz çalışma bütün iyi insanların istifadesine sunulmak üzere GÜNÜN YORUMU Bölümüne alınmıştır. Mumcu cinayeti Türk insanını derinden yaralamıştır. Yıllar geçmesine rağmen faillerinin maalesef bulunamaması pek çok aydınımızın çalışma şevk ve azmini kırmıştır. Ümitlerimiz tamamen kırılmışken İçişleri Bakanımız Sayın Sadettin Tantan'ın kişiliğinden kaynaklanan güven ve istikrar ortamı sonucunda emniyet görevlilerimizin özverili çalışmaları ile Uğur Mumcu cinayeti başta olmak üzere pek çok karanlıkta kalmış husus aydınlığa kavuşturulmuştur. Tozlu raflarda kapalı tutulan dosyalar yeniden günyüzüne çıkartılmış ve olayların failleri teker teker yakalanarak adliyeye teslim edilmiştir. Bunlar ülkemiz için çok önemli gelişmelerdir. Milletimize güven hissi aşılanmıştır.

Miletinin desteğini kazanan güvenlik güçlerimizin, yine milletinin desteğiyle bütün adaletsizliklerin üstesinden geleceğine inanıyorum. Sayın Aydoğan VATANDAŞ'ı bu titiz ve özverili çalışmasından çalışmasından dolayı kutluyorum. Başarılarının devamını diliyorum.

******************

Mumcu süikasti ile ilgili ortaya çıkan bulgular gün geçtikçe artıyor. Bununla birlikte faili meçhuller ile ilgili sır perdesi birbiriardına aralanıyor. Ancak yine de cevapları verilemeyen kimi soru veşüpheler komplo teorisyenlerinin ekmeğine yağ sürüyor.

Bilindiği gibi olaya başından itibaren Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı el koymuş ancak dosya bir türlü tamamlanıp dava açılamamıştı. Ama takipsizlik (kovuşturmaya yer olmadığı) kararı da verilmemiş görevsizlik kararı verilip dosya başka savcılığa da (örneğin Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na) gönderilmemişti. Oysayürürlükteki "ceza yargılaması usulü mevzuatına" göre savcılar elkoydukları olaylarla ilgili olarak bu üç işlemden birini yapmak zorundaydılar.

Buna karşın Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu ve kardeşleri çeşitli girişimlerde bulundular. Güldal Mumcu, soruşturmayı yürüten ve "bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözülür" diyen DGM Savcısı Ülkü Coşkun hakkında görevini savsakladığı gerekçesiyle disiplin soruşturması açılmasını istedi. Adalet Bakanlığı, yaptığı soruşturma
sonunda bu isteği yerinde buldu. Ancak aynı zamanda askeri kimliği olan Ülkü Coşkun için Milli Savunma Bakanlığı
soruşturmaya yer olmadığına ve dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verdi.

Güldal Mumcu ve çocukları ayrıca, gereğince hatta hiç korunmayarak Uğur Mumcu'nun öldürülmesindeki sorumluluğu dolayısıyla, uğradıkları maddi ve manevi zararın karşılanması için devlet (İçişleri Bakanlığı) aleyhine açtıkları davayı kazandılar; talep ettikleri kadar olmasa da bir miktar tazminat aldılar.
 TBMM Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonunun 4 Haziran 1997 tarihli raporunun sonuç bölümündeki önemli saptamalar şöyleydi:

- Bütün olasılıkların yeterince değerlendirilmediği, çok yönlü bir soruşturmanın yapılmadığı açıktır. Adeta olayın zaman zaman belli bir yöne kanalize edilmek istendiği ve delil toplamadan başlayarak her kademede belli savsaklama ve ihmallerin olduğu açıktır. Dolayısıyla... soruşturmanın DGM'ce genişletilerek yeniden ele alınması uygun olacaktır.

İstihbarat birimleri Mumcu olayı öncesi ile ilgili olarak somut bilgi elde edemediklerini, olay sonrası ise Jandarma İstihbaratı, MİT ve Genelkurmay İstihbaratı, bu tür olayları görev alanlarında görmediklerinden birinci öncelikle araştırmadıklarını çeşitli vesilelerle komisyona bildirmişlerdir. Emniyet teşkilatı ise istihbarat çalışmalarında Mumcu olayını takip yerine, Türkiye'de gerçekleştirilen operasyonlarda Terörle Mücadele birimlerinin Mumcu cinayeti ile ilgili bilgi ve bulgu araştırdıkları söyleniyordu. Uğur Mumcu gibi, Türkiye'de hatta uluslararası düzeyde çeşitli odakların, çevrelerin, örgütlenmelerin hedefi haline gelmiş ve tehdit altında olduğu herkes tarafından açıkça bilinen bir gazetecinin korunmamış olması kuşkusuz büyük bir ihmaldi. Bir yönetmeliğin arkasına sığınarak koruma yapıldığını söylemek, hiçbir şekilde kabul edilebilir bir mazeret değildi. Soruşturmanın gizliliği ihlal edilmişti.

Mumcu cinayetinde önemli sayılabilecek bir delil olan ve Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminoloji Laboratuvarı'nca hazırlanan Ekspertiz Raporu TRT'de Perde Arkası programında yayınlanarak bütün dünyaya ilan edilmişti.

Bilgisi alınmak üzere Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'na davet edilen tanık Ayhan Aydın, polis memurlarınca, DGM Savcısı'nın bilgisi dahilinde olduğu iddiası ile Reha Muhtar'ın Ateş Hattı programına çıkarılmış, adeta sorgulanırcasına, hatta "yalan söylüyorsun" denilerek teşhir edilmiş, hatta hakkında "iftira" davası açılmıştı. Buna karşılık tanığı TV programına çıkartan polis memur ve yetkilileri hakkında hiçbir işlem yapılmamıştı.

Bu konularda birinci derecede sorumlu olan DGM Başsavcısı Nusret Demiral, hiçbir soruşturma ve dava açmadı. Şu anda görevde olmadığı halde soruşturmanın gizliliğini öne sürerek soruşturma hakkında komisyona bilgi vermekten kaçınan Nusret Demiral'ın, talimatına rağmen, programın yayınlanmasından sonra sorumlular hakkında herhangi bir işlem yapmamış olması önemli bir eksiklikti.

Uğur Mumcu'nun öldürülmesinden sonra çalışma odasında bulunan bant kayıtları, özel notları, randevuları ile ilgili kayıtlar, bilgisayar bantları ve bilgisayar belleğinin incelenmediği de belirlenmişti. ... Bu cinayeti soruşturmakla yetkili savcının, ailesi karşı çıksa bile re'sen yapması zorunlu bir işlemi yapmamış olması önemli bir eksiklikti.

Uğur Mumcu'nun sağlığında makalelerinde eleştirdiği Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral cinayetin soruşturulması ile yetkili kılınmıştı. Cinayet sonrası Mumcu ailesi ile Nusret Demiral arasında küçümsenmeyecek ihtilaflar meydana gelmişti. Uğur Mumcu'nun evinin, bürosunun ya da gazetedeki irtibat telefonlarının, ölümünden sonraki 2-3 ayı kapsayacak şekilde kimlerin, hangi numaralı telefonlardan arandığının, arayan kişilerin kim olduğunun araştırılması ve soruşturulması hususunun yerine getirilmediği de kısa sürede anlaşılmıştı. ... Mumcu'nun telefon konuşmalarının soruşturulmadığı, incelenmediği, kayıtların zamanında PTT'den alınmadığı için kayıtların silinmesine sebep
olunduğu da kesinleşmişti.

Süikastle ilgili İslami Hareket Örgütü elemanları ile ilgili operasyon tutanaklarında tahrifatın (bozmanın, değiştirmenin) kesin olduğu kanaati oluşmuştu. Nitekim bu durum bu gün ortaya çıkan sanıklarla da kesin olarak kanıtlanmış durumda.

DGM Savcısı Ülkü Coşkun hakkında Uğur Mumcu soruşturmasında genelde insiyatifi Emniyet'e bıraktığı, gerekli
hassasiyeti göstermediği ve "bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer" sözleri nedeniyle Adalet Bakanlığı müfettişlerinin yaptığı soruşturmalar sonunda disiplin cezası istenmesine rağmen, dosya Milli Savunma Bakanlığınca işlemden kaldırıldı.

Patlamanın hemen arkasından olay mahalli tam kontrol altına alınamamıştı. Gelenlerin siyaset adamları ve üstdüzey kişiler olması, bu ihmal için kuşkusuz mazeret olamazdı. Deliller ayaklar altında çiğnenmiş, görgü tanıklarının bir listesi ve delil tespit cetveli yapılmamıştı. Bazılarının ya ifadesi alınmamış ya da çok geç alınmıştı. Olay mahalline çok yakın bulunan taksi şoförleri ve Tunus Büyükelçi evinde görev yapan polislerin ifadeleri ise belirsizdi. Bu polislerin bu gün askerlik görevlerini yapıyor olmaları ve verdikleri ifadede hiç bir şey hatırlamadıklarını söylemiş olmaları ise kuşkusuz önemli bir tesadüf.

Uğur Mumcu süikasti ile ilgili ortaya çıkan son bulgular acaba ne anlam ifade ediyor. Bunu anlamak için kuşkusuz geçmişe daha dikkatli bir gözle bakmak gerekiyor.

Hatırlanacağı gibi bundan yedi yıl önce de bu olayda İran'ın parmağı aranmıştı. İranlı yetkililerin, örneğin o tarihte
cumhurbaşkanı olan Haşimi Rafsancani'nin -aynen iki hafta önce İran'ın Ankara Büyükelçiliği'nin yaptığı gibi- ‘‘İki ülke arasında iyi ilişkiler olmasını istemeyen bazı güçlerin İran'a karşı bir propaganda savaşı yürüttüklerini’’ ve ‘‘bu tür olaylarla İran'ın ilişkisi bulunduğu iddialarının asılsız olduğunu’’ söylemesine rağmen bu sözlere kimse inanmamıştı. Bu arada İran'daki rejimi devirmeye çalışan Halkın Mücahitleri örgütü ‘‘Uğur Mumcu'yu İran destekli 'Müfreze 5000' isimli örgüt mensuplarının öldürdüklerini’’ ileri sürmüştü.

Mumcu suikastının hemen ardından gözaltına alınan Ortadoğu kökenli 11 kişi, aradan bir hafta geçmeden ‘‘olayla
ilişkileri olmadığı’’ anlaşılarak serbest bırakılmıştı.

Sonra Çetin Emeç cinayeti sanıklarından Kutbettin Gök'le birlikte Ankara'da oturan ancak suikasttan bir gün önce ortadan kaybolan Ali ve Selim adında iki kişi üzerinde durulmuş ama polis bunları bulamamıştı.

Derken "Bu işin altında (merkezi Lübnan'da bulunan) Hizbullah örgütü var" denmiş ama örgütün askeri kanadının
başkanı Hüseyin Müsavi iddiaları tekzip edince kimse üstüne gidememişti.

Bu arada dönemin Ankara DGM Saşsavcısı Nusret Demiral, ‘‘Mumcu cinayetinde kilit rol sahibi altı kişinin belirlendiğini’’ söylemiş. Anlaşılan bununla ‘‘İslami Hareket’’ örgütünün daha sonra yakalanan lider kadrosunu kastetmiş ama bundan da bir sonuç alınamamıştı.

Ve en çarpıcı iddia, cinayet üzerinden altı ay geçtikten sonra Refah Partisi Milletvekili Zeki Ergezen'den gelmiş. Ergezen, "Uğur Mumcu'yu öldürenler teşkilatımızca tespit edildi. İsrailli bir örgüt. Şu an orada. Gidin yakalayın diye Başbakanlığa bildirdik. Kendileri de biliyorlardı. Çekilen faksımız masalarının üzerindeydi, yakalamadılar" demişti.

Bu arada polise yapılan ve ciddiye alınan ihbarların sayısı 67'yi bulmuş ve iki ayrı tanığın adaleti aldattığı sonucuna varılmıştı. Ve neticede koskoca bir sıfırdan başka elde bir şey kalmadığı görüldü.

Gerçek şu ki Uğur Mumcu suikasti ile ilgili yakalananlar gerçekten bu işi yapmış gibi gözüküyor. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nda son derece önemli görevlerde bulunmuş ünlü istihbaratçı Hanefi Avcı da böyle düşünüyor. Avcı Mumcu süikastinin failleri konusunda şu anda kesinlikle hiç bir şüphe taşımıyor. Yani bu iş kesinlikle onların işi. Gerek Tantan'ın gerekse Ecevit'in bu konuda gösterdikleri ısrarlı tutumları bunun en açık göstergesi.

Ancak yine de bazı soru işaretleri gözden kaçmıyor. Çünkü İran'ın böyle bir süikastle ne tür bir politik çıkar elde ettiği son derece belirsiz. Dahası bunun gerek İran'ın gerekse Türkiye'deki İslami grupların aleyhine olduğu son derece açık. Süikastten hemen sonra atılan 'kahrolsun şeriat' sloganları hala unutulmuş değil.

Dahası Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 28 Haziran 1995 tarihinde, Uğur Mumcu süikastinden tam iki yıl sonra, Harp Akademileri'nde yaptığı konuşma sırasında İran ile ilgili sorulan bir soruya verdiği cevap bu gün ortaya çıkan bulgularla tamamen çelişiyor. Demirel 'İran PKK'yı destekliyor mu? ' sorusuna 'tam aksine İran ile yapılan işbirliği sayesinde bu sorunun çözüleceğinin altını çiziyor:

Soru: İran'ın PKK'ya ve Türkiye aleyhtarı her türlü verdikleri destekleri de göz önünde bulundurarak Türkiye'nin takip ettiği dış politika hakkında değerlendirme yapar mısınız?

Cevap: İran'da devlet var. Bu devlet uzun zamandan beri var. Rejim değişse bile devlet geleneği var. Devletten devlete söylenen şeyler ikili söz olamaz. Çünkü söylenen şeyin doğruluğu yanlışlığı ortaya çıkar. Benim söylediğim şey Türkiye'yi bağlar. Ben Türkiye adına konuşurken 100 seneyi düşünerek konuşuyorum. Yani 100 sene içinde benim söylediğimin yanlışlığı iddia edilmemelidir. Biz İran'la fevkalade iyi münasebetler içindeyiz. Devlet Başkanı Sn. Rafsancani ile ben şahsen bir çok kere bu meseleyi konuştum. Ve kendilerinin bu PKK çetesine bu canilere en ufak şekilde göğüs açmamalarını, en ufak bir şekilde destek vermemelerini söyledim.

Ama söylediği şudur: Bunlar bizde yok. Gösterin nerede varsa biz onları lazım geldiği şekilde takip edelim. Ama bu o kadar kaygan bir olay ki şuradadır dediğin gün bir yerde ertesi gün bir yerde. Bizim dağlar gibi onlarda da var. Binaenaleyh, o dağlarda birtakım adamlar var. Biz bu adamları her defasında her defasında İran'a söylüyoruz. Şu dağda var. Şurada var. Burada var. Binaenaleyh, İran'ın bunlara destek verdiği şeklindeki bir yorum yerine, İRAN İLE TÜRKİYE BU MESELELERDE FEVKALADE İŞBİRLİĞİ İÇERİSİNDEDİR diyebiliriz. VE BU İŞBİRLİĞİ BAŞARIYA GÖTÜRECEKTİR.İran bizim 360 senedir hiç silahlı çatımamız olmamış bir komşumuzdur; Kasr-ı Şirin'den beri. Binaenaleyh İran, hem büyük devlettir hem de büyük komşumuzdur."

İRAN NE DİYOR?

İran'daki muhafazakar kanadın önde gelen gazetelerinden Cumhuri İslami, MİT'e ait olduğunu öne sürdüğü bir belgeyi yayınladı. Gazete, Uğur Mumcu cinayetinin arkasında MOSSAD ve CIA olduğunu savundu. Tahran Radyosu, aydınlatılamayan faili meçhul cinayetlerin arkasında Türk güvenlik güçlerinin bulunduğunu öne sürerken, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Babai, radyoya yaptığı açıklamada "Türkiye'deki senaryolar, siyasi çevrelerce hazırlanıyor. Onların, Türkiye'deki yayın kuruluşlarıyla bu senaryolar gündeme getiriliyor. Bu tür senaryolar iki ülke ilişkilerini bozmak isteyen çevrelerce yayılıyor" dedi. Türkiye'de sürdürülen operasyonlarda yakalanan Müslüman sayısının 100'ü geçtiği, devlet yetkililerinin açık konuşmadığı öne sürülen radyo yayınında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, "Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerini NATO'ya bağlı tim yaptı" yolundaki iddiasına geniş yer
verildi.

Cumhuri İslami gazetesi, MİT'e ait olduğu öne sürülen bir belgeyi yayınlayarak, Mossad denetimi altında eğitim gören özel bir timin Uğur Mumcu'yu öldürdüğünü yazdı. Bu belgeye göre, Mumcu'yu öldüren komutanın CIA kontrolü altında çalıştığı, bunun dışında Türkiye'de birçok şahsiyetin öldürülmesinden sorumluolduğu iddiaları aktarıldı.

MİT'e ait olduğu iddia edilen belgede yer alan ifadeler şöyle: "ABD'nin güvenliğini ve hayat çıkarlarını yakından ilgilendiren Türkiye'nin, gerekli yerlerinde kuvvet bulundurmak ve bu maksatla, Ortadoğu'yu kontrol altına alıp, Türkiye'nin dine dayalı bir yönetim altına girmesini engellemek maksadıyla; ABD Haberalma Servisi CIA denetiminde, İsrail Kabine görevlisi Haim Bar-Lev kontrolünde, İsrail "GADNA" birliklerinde eğitim gören altı kişilik özel tim "Hayfa" deniz üsünden botla Türkiye'ye giriş yapmışlardır. Mezkur timin ülkemizdeki görevleri, teşkilatımızın değerli haber kaynaklarından gazeteci Uğur Mumcu'yu öldürmektir."Tim elemanlarının yaptığımız istihbarat neticesinde İsrail hükümetinin Ankara Temsilciliği'nde kaldıkları tesbit edilmiştir."

Muhafazakar Resalet Gazetesindeki yorumda, "Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in ilk dış gezisini İran'a
yapacağı bir koşulda Türkiye toplumunun zehirli atmosferi, İran- Türkiye ilişkilerini şiddetli bir şekilde tehdit ediyor" ifadesi kullanıldı. İran'a yönelik suçlamaların, 13 İran vatandaşı Yahudi'nin İsrail lehine casusluk yapmaktan yargılanmalarıyla bağlantılı olduğunu iddia eden gazete, sanıkların Şiraz'da yapılan mahkemede İsrail
lehine casusluk yaptıklarını itiraf etmelerinin İsrail'i zor duruma soktuğu ve "Ankara'daki siyonist lobilerin İran aleyhine yalan suçlamalar ortaya atarak Şiraz dosyasını etki altına almak için harekete geçtikleri" görüşünü savundu.

MİT C-4'Ü NE YAPTI ?

Bu arada Necdet Yüksel'in itirafları doğrultusunda örgütün ikinci cephaneliği de yine Sincan'da ortaya çıktı. Sincan'ın
Yenipeçenek Köyü yakınlarında açık arazide yapılan operasyonda çok sayıda silah ve 102 kilogram C-4 ele geçti. Bu patlayıcı ve mühimmat arasında Kışlalı suikastinde kullanılan malzemeler de bulundu. Bombanın içini konulmuş demir bilyeler, baskıdan kurtulmalı ateşleme fünyesi ve serkisof marka saatin aynıları Sincan'da ele geçirilen malzemeler arasında yer aldı. Silahların İran'dan geldiğini belirten polis yetkilileri, bu silahların irticai ayaklanma öncesinde kullanılmasının hedeflendiğini söyledi. Böyle bir örgütün bu denli büyük miktarda C-4 tahrip kalıbına nasıl ulaştığı hala bir sır.

Ancak bundan 5 yıl önce yaşanan bir olay komplo teorisyenlerinin ekmeğine yağ sürdü. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 30 Kasım 1995 tarihinde MİT'e 1 ton C-4 tahrip kalıbı verdi ancak verilen bu C-4'ün akıbeti ile somut veriye ulaşılamadı. Ord. Şb. Md. Dz. Yzb. İbrahim Hürmeydan, İkmal Yzb. Selim Bilgen, Deniz Ordonat Merkezi Komutanı Dz. Kd. Albay Erdal Kurumlu tarafından 30 Kasım 1995 tarihinde MİT'e teslim edilen 1 ton C-4 tahrip kalıbı nerede kullanılmıştı? Dahası MİT mevzuatına göre bu tür operasyonel faaliyetlere girişmek mümkün mü? Mevzuata göre cevap hayır. Uğur Mumcu süikastinin arkasında gerçekten İran mı var? Kuşkusuz bu sorunun cevabını vermek tam anlamıyla mümkün olmayacak. İran topraklarında 11 İran'lıyı angaje eden İsrail Türkiye gibi son derece rahat hareket edebildiği bir ülkede bu İran'lıları da angaje etmiş olamaz mı? Kim bilir? (Yazan: Aydoğan Vatandaş)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
29 Mayıs 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=42

.