ARAP İHANETLERİ., BÖLÜM 2
… Umumi Harpte, Halifenin ilan ettiği ‘Mukaddes Cihat’ bu hilafet müessesesinin ne kadar boş ve müflis ve ona istinat eden siyasetlerin ne kadar şaşkın ve hayalperest olduğunu meydana çıkardı. Türk vatanının her cephesinde ve bilhassa ‘Darülhilafetiyye’[?] denilen Hilafet makarrı İstanbul’un kapılarında Türk varlığını yokluk mezarına gömmek için saldıranlar içinde para ile tutulmuş Müslüman alayları görüldü.
Bundan daha acı bir hakikat olarak Peygamber’in torunu Şerif Hüseyin, düşman altınını İslamlık haysiyetine ve İngiliz himayesinde kırallığı, Halife idaresinde Şerifliğe değişerek oğulları, torunları ve bütün hısım akrabasile birlikte Hilafete isyan etti; İslamlığı zulümden, kölelikten kurtarmak ve şereflendirmek için damarlarının temiz kanını asırlarca cömertlikle akıtmış olan Türkü peşine taktığı çöl ve şehir Araplarına öldürtmekte İslam olmıyan düşmanlarla yarışa çıktı; halifenin, kaç asırlık kılıfından çıkararak İslam alemine salladığı ‘Sancak-ı Şerif, altında Türk askerinden başka kimse göremedi.50
Görüldüğü gibi, birkaç küçük bedevi kabilenin desteği ve büyük oranda İngiliz desteğiyle organize edilen ve büyük Arap kabilelerinin yanında Suriye, Filistin, Irak ve Mısır gibi Arap anakarasını oluşturan topraklarda da dikkate değer bir destek sağlayamadığı Cumhuriyet elitleri tarafından çok iyi bilinen Şerif Hüseyin’in hareketi, siyasal hedefleri gerçekleştirmek uğruna bir “Arap İsyanı”na hatta bir “Arap ihaneti”ne dönüştürülmüştür.51
Yine aynı ders kitaplarında, yeni kimlik inşası bağlamında, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde oluşturulmaya çalışılan Osmanlılık kimliğinin başarısız olduğu vurgulanıp, bu kavimlerin bir arada yaşamasının imkânsızlığına dikkat çekilmiştir. Böylece Cumhuriyet döneminde benimsenen ulusçu politikanın zihinlerde varolan bütün alternatifleri ortadan kaldırılmış oluyordu:
… [Meşrutiyet devrinde] kavimler arasındaki nizalar, meclis duvarlarından harice çıkarak, Arnavut, Ermeni, Arap ve hatta Kürt meseleleri tahaddüs etti… Görülüyor ki, İmparatorlukta ikinci defa meşrutiyetin ilanı ile bütün tebaaya siyasi hukuk verilmiş olmasına rağmen, muhtelif kavimlerin uyuşup imtizaç ederek bir Osmanlı milleti teşkiline çalışmaları şöyle dursun, aradaki niza ve münaferetler artmış ve meşrutiyet devrine kadar milli iddiaları az olan Müslüman gayrıtürkler dahi milliyete müstenid istiklal davasına girmişler ve hatta fiili hareketlere bile geçmişlerdi (1912).52
Bu değerlendirmede dikkati çeken bir diğer husus da yukarıda tamamen farklı gelişim çizgilerine sahip olduklarını göstermeye çalıştığımız Arapçılık hareketiyle Şerif’in isyanının aynı sürecin unsurları ve aynı ideolojik gayelerin eserleri olarak yansıtılmasıdır.
Yukarıda Çambel tarafından da dile getirilen Hilafet’in artık Müslümanların kurtulması lazım gelen bir “ağırlık” olduğu ve Müslümanlar arasında hiçbir etkisinin kalmadığı, hatta Osmanlı idaresi altında bulunan Arapların isyanına dahi engel olamadığı düşüncesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında okutulan tarih ders kitaplarında şu ifadelerle karşılığını bulmuştur:
… Hatta Osmanlı’ya doğrudan doğruya tabi olan Müslümanlar, bilhassa Araplar, Hilafete ihanetle düşmanlarının tarafına geçip Osmanlılar aleyhine harbe iştirak ettiler. Bunların başında Peygamber sülalesinden geldiğini iddia eden Mekke Şerifi ve oğulları da vardı.
Bu vakıa, pek açık ve kati olarak gösterdi ki, hilafet fikrinin bütün Müslümanlar hayatında artık bir kıymet ve ehemmiyeti kalmamıştır; öteden beri Osmanlı Devleti’nin ciddi bir işine yaramayan bu silah, artık terk edilmesi lazım gelen beyhude ve zararlı bir ağırlıktan ibarettir.53
Mevzubahis ideolojik yaklaşımların günümüzde okutulan Tarih kitaplarında da hâkim olduğunu görmekteyiz. Öyle ki kitapta isyanın elebaşısı olan Şerif Hüseyin’in adı dahi geçmemekte, isyan bütün Araplara mal edilmektedir. 2004 yılında MEB tarafından basılan Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük kitabında I. Dünya Savaşı sırasında Arapların tutumu hakkında şunlar yazılmaktadır:
İngilizler, Osmanlı Devleti içinde yaşayan Arapları kışkırtıp onların çoğunlukta oldukları bölgeleri nüfuzları altına almayı da düşünüyorlardı.
Yüzlerce yıl Osmanlı Devleti’nde huzur içinde yaşayan, askere bile alınmayan Araplar, İngiliz casusları tarafından kışkırtıldılar. Öte yandan İngilizler hem Güney Irak’a hem de Aden’e çıkarma yaptılar. Türk birlikleri bir yandan ayaklanan Araplarla bir yandan da İngilizlerle uğraşmak zorunda kaldılar… Arap Yarımadası’nda ayaklanan Araplarla uğraşan Türk kuvvetleri kahramanca savaşmalarına karşın, pek çok yeri elden çıkarmak zorunda kalmışlardı… [İngilizler Mısır’dan ilerlerken] bu sırada Araplar da ayaklanarak İngilizlere yardımlarda bulunmuşlardır.54
Bu bakış açısı Araplar tarafından bile bu şekilde “ihanet”e uğramış olan bir devletin ve cihad ilanına hiçbir Müslümanın kulak vermediği bir halifenin artık varlığını devam ettirebilmesinin imkânsız olduğu tezinden hareketle Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisini meşrulaştırır. Niyazi Berkes’in akademik bir üslupla sunduğu bu yaklaşıma göre, Batı’dan etkilenen Arapların geliştirdiği Arap milliyetçiliği, daha I. Dünya Savaşı başlamadan Araplar arasında bağımsız olma isteğini güçlendirmişti; onlar da kendi ulus-devletlerini kurmak için Osmanlı Devleti’ne isyan ettiler.55
Aynı bakış açısının ürünü olan ve herhangi bir bilimsel temeli bulunmayan bir diğer yaklaşıma göre Araplar dört yüz sene Türk hâkimiyetinde kalmışlar, fakat Araplıklarını unutmamışlar ve kendi ırki benlikleri ile millî duygularına sahip çıkabilmişlerdir. İlhan
Arsel tarafından seslendirilen birtakım yargılara göre, bu süre zarfında Türklerin ne dillerini, ne kültürlerini ne de niteliklerini benimsemişlerdir.
“Sahip oldukları bu milliyetçi duygu sayesinde yabancı [yani Osmanlı] boyunduruğundan kendilerini kurtarmışlardır.”
56 Benzer ifadelere Atay’ın kitabında da rastlamaktayız: “Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam-Arap, yahut yarı-Araptır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmış Türke az rast geliyordum… Osmanlı İmparatorluğu buralarda ücretsiz tarla ve sokak bekçisiydi…”57 Arapların Osmanlı Devleti’nden ayrılma süreci tamamen onların kendi ulus-devletlerini
kurmaktan başka bir gayeleri olmadığı varsayımından hareketle yorumlanmak tadır. Ayrıca, yine aynı eserde, İslamlık ile Araplığı özdeşleştirme, İslam’ı Araplara ait bir kimlik tasavvuru gibi gösterme gayreti de göze çarpmaktadır.
Yine bu bakış açısına göre, Arapların “milliyetçi” olmalarına karşılık Türklerin milliyetçi olmamalarını, hatta “Arapçı” olmalarını, “Türkün geri kalmışlıklarının, mutsuzluklarının, uygar milletler indindeki olumsuz değerlendirilmelerinin, kendi kimlik bilincinden yoksunluklarının ve özetle, her kötüye gidişinin nedenlerinin büyük bir kısmı”nı anlamak için Araplara bakmak gereklidir.
Araplar modern anlamda olmasa bile, İslam’ın doğuşundan beri bir Araplık bilincine sahiptirler, fakat Türklerde bu yoktur. Türklerin geri kalmışlıklarından kurtulabilmeleri için milliyetçi bir tavır benimsemeleri gerekmektedir. Araplarla yakın ilişkiler ise Türklerin millî kimliklerini unutmalarına sebep olmuştur.58 Dolayısıyla millî kimlik kazanabilmek için Araplardan uzak durmak gerekmekte dir.
Şerif Hüseyin’in isyanı Türk uluslaşma sürecine yaptığı katkıya benzer bir katkıyı Arap uluslaşma sürecine de yapmıştır. Osmanlıcı alternatifin tamamen ortadan kalkmasından sonra milliyetçi bir ideoloji benimseyen Arap liderleri, bu ideolojiyi meşrulaştırmak adına Osmanlı dönemini ötekileştirmek yoluna gitmişlerdir.
Bu noktada Osmanlı’nın Arapları sömürdüğü ve Arapların da buna karşı gelerek Şerif’in önderliğinde ayaklandıkları, ders kitaplarında işlenmiştir. Dahası, Arapların zaten Osmanlı döneminde de Arapçı oldukları ve bu nitelikleri dolayısıyla Şerif önderliğinde ayaklanarak Osmanlı hâkimiyetine son verdikleri tezi hem akademik literatürde hem de ders kitaplarında anlatılmıştır. 59
Son tahlilde, Şerif Hüseyin ve bazı Arap kabilelerinin işbirliğinin sonucu olarak doğmuş ve Arap topraklarında Osmanlı hâkimiyetinin sona erme sürecine herhangi ciddi bir katkı sağlamamış olan söz konusu isyanın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu elitleri tarafından Arapları temsil eden bir hareket olarak değerlendirilmesi konjonkturel siyasetin bir ürünü olarak ortaya çıkmış bilinçli bir tercihtir. Bugün Türkiye vatandaşlarının büyük bir kısmının zihninde bir “Arap ihaneti” ve “Arap isyanı” olarak algılanmasının nedeni de, olayın hakikatinden ziyade Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in benimsediği aşırı Batıcı, ulusçu ve Türklük merkezli politikalardır. Yukarıda da ifade edildiği gibi son dönemde İngiliz arşiv belgelerinden hareketle yapılan çalışmalar
bu isyanın ne kadar marjinal bir hareket olduğunu bütün detaylarıyla ortaya koymaktadır. Arap halklarının yeniden dünya gündeminin merkezine oturduğu bu dönemde Türkiye’deki Arap algısının da yeniden tartışılması ve bu algının gerçekliğinin çeşitli açılardan değerlendirilmesi gerekmektedir.
DİPNOTLAR;
1 Bu dönemde Türk Arap ilişkilerinin seyrinin analizi için bkz. Hasan Kayalı, Arabs and Young Turks: Ottomanism, Arabism and Islamism in the Ottoman
Empire (Berkeley; California University Press, 1992), s. 17-51.
2 Ayrıntılı bilgi için bkz. Kayalı, s. 52-141.
3 İttihat ve Terakki’nin Şerif’i tasfiye edeceği doğrultusundaki niyetlerini açıklayan ve Şerif’in bu durumdan haberdar olduğunu ifade eden bir Alman raporu için bkz. PA-AA, Türkei 165, Bd. 42, Oppenheim’dan Dışişleri Bakanlığına, 28 Temmuz 1918.
4 Şerif Hüseyin’in isyan beyannamesinde kime isyan ettiğine dair şu bilgiler yer almaktadır: “Bizim düşmanlığımız Enver, Cemal, Talat ve hempalarına
karşıdır. Bizim bu kin ve düşmanlığımıza her akıllı Müslüman iştirak eder hatta saltanat dahi kalben bizimledir…”: “el-Menşurü’l-Haşimiyyi’ş-Şerif es-Sani”, Makalatü’ş-Şeyh Reşid Rıza es-Siyasiyye III, nşr. Yusuf Hüseyin İbiş ve Yusuf Kazma Huri (Beyrut: Daru İbn Arabi, 1994), s. 1089 içinde.
5 Konuyla ilgili olarak İngilizce yazılmış bazı eserler şunlardır: Joshua Teitelbaum, The Rise and Fall of the Hashemite Kingdom of Arabia (London:
Hurst&Company, 2001); Aryeh Shmuelevitz ve Asher Susser, The Hashemites in the Modern Arab World (London: Routledge, 1996) ; Ernst Dawn, From Ottomanism to Arabism; Essays on the Origin of the Arab Nationalism (Urbana: University of Illinois Press, 1973)
6 Hasan Kayalı ve Ernst Dawn’ın yukarıda zikredilen eserlerinin Türkçeye tercüme edilmesi bu anlamda önemli bir katkıdır. Fakat konu Şerif Hüseyin’in
merkeze alındığı çalışmalarla daha fazla aydınlatılmaya muhtaçtır: Ernst Dawn, Osmanlıcılıktan Arapçılığa (İstanbul: Yöneliş Yayınları, 1998); Hasan
Kayalı, Jöntürkler ve Araplar (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998). Bunlardan başka Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Arapçı hareketlerin
bağımsızlık hareketleri olduğunu iddia eden Ömer Kürkçüoğlu tarafından yapılmış bir çalışma mevcuttur: Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devleti’ne Karşı
Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918) (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982).
7 Dawn, Şerif Hüseyin İsyanı’nın Arapçı ideallerle herhangi bir ilgisinin olmadığını detaylarıyla ortaya koymuştur. Dawn’ın, bu konunun analiz edildiği
makalesi için bkz. Ernst Dawn, “The Amir of Mecca al-Husayn ibn- Ali and the origin of the Arab Revolt”, Dawn içinde, s. 1-53.
8 Bu algının oluşmasına en büyük katkıyı George Antonius’un meşhur kitabı yapmıştır: George Antonius, The Arab Awakening- the Story of Arab National
Movement (Beirut: Lebanon Bookshop, 1969 [1937]). Türkiye’deki akademik algıya dair bkz. Kürkçüoğlu.
9 Mesela Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah hatıralarında isyan hareketini olduğundan çok farklı bir biçimde anlatmaktadır. Harekete katılanlar inanmış
milliyetçiler olarak aktarılmıştır. Dahası bu isyan bütün Arapların canı gönülden destek verdikleri bir hareket olarak yansıtılmıştır. Ayrıntılar için bkz.
Kral Abdullah, Biz Osmanlıya Neden İsyan Ettik (trc. Halit Özkan, İstanbul, Klasik Yayınları, 2006).
10 İsyanın ideolojik yönüne dair benzer bir çalışma için bkz. Dawn, s. 1-53.
11 Arapçılığın Osmanlıcı çizgisi ve Arapçıların talepleri, bu hareketin önde gelen simalarından olan Selim Ali Selam tarafından ayrıntılı olarak tasvir edilmiştir.
Bkz. Selim Ali Selam, Beyrut Şehremininin Anıları (1908-1918) (trc. Halit Özkan, İstanbul: Klasik Yayınları, 2005), s. 125-140.
12 Bu meselenin ayrıntılı bir şekilde tartışıldığı bir metin için bkz. Kayalı, s. 174-202.
13 Aziz Al-Azmeh, “Nationalism and the Arabs”, Arab Nation Arab Nationalism (haz. Derek Hopwood, London: Macmillan Press, 2000), s. 69
14 Arap düşüncesi üzerine yaptığı çalışmalarıyla bilinen Albert Hourani, Afgani’yi Arapçı düşüncenin öncüsü olarak kabul etmektedir. Albert Hourani, Arabic Thought in the Liberal Age 1789-1939 (Cambridge: Cambridge University Press, 1984), s. 103-130. Yine önde gelen Arap milliyetçilerinden olan Muhammed Kürd Ali’nin hatıratında Tahir el-Cezairi’nin kendisinin hocası olduğu ifade edilmektedir. el-Cezairi de Afgani-Abduh ekolüne mensuptur; Kürd Ali, s. 39; aynı şekilde Refik el-Azm’ın ilk kitapları Afgani-Abduh çizgisine oldukça yakındır; Refik el-Azm, İttihad-ı İslam ve Avrupa (İstanbul, Ebu Ziya, 1909); keza Mehmed Akif’ten Bediüzzaman’a kadar birçok Türk düşünürü Afgani-Abduh çizgisinden etkilenmişlerdir.
15 Adeed Dawisha, Arab Nationalism in the Twentieth Century: From Triumph to Despair (Princeton: Princeton University Press, 2003), s. 21.
16 Sylvia Haim, Arab Nationalism: an anthology (Berkeley: California University Press, 1976), s. 13.
17 Enis el-Ebyaz, Reşid Rıza: Tarih ve Sira‘ (Carrus Pres: Tripoli, 1993), s. 53. Reşid Rıza’nın Modern İslam düşüncesindeki yerine dair kendi eserlerinden
yola çıkılarak yapılmış ayrıntılı bir analiz için bkz. Özgür Kavak, Modern İslam Hukuk Düşüncesi (İstanbul: Klasik Yayınları, 2011).
18 Dawisha, s. 20-21. Bir ulema ailesi olan Abdurrahman Kevakibi’nin ailesi hakkında Türkçe yapılmış bir çalışma için bkz. Zeynep Altuntaş, “Kevakibizadeler: Osmanlı’da Bir Ulema Ailesi”, Bülten 67, (İstanbul: Bilim ve Sanat Vakfı, 2008): 92-112. İnternet erişimi için bkz.
www.bisav.org.tr/userFiles/yayinlar/makaleler/mecmua67.pdf
19 “… Arap İmparatorluğu’nun … yönetim şekli anayasal monarşi olacaktır. Bütün dinlerin yaşanma özgürlüğü olacak ve vatandaşlar kanun önünde
eşit olacaklardır. Bu devlet aynı zamanda Türklerin Avrupalılara Arap coğrafyasında vermiş oldukları bütün ayrıcalıkları da tanıyacaktır. Lübnan’ın
otonomisini ve Yemen Irak ve Necd’in bağımsız devletçiklerini de tanıyacaktır.” Negib Azoury, “Program of League of Arab Fatherland”, Haim, s. 81-83 içinde [vurgular bize ait].
20 Dawisha, s. 23.
21 el-Ahd’in 1913 yılında açıklanan programının ilk maddesi “… İstanbul hükümeti’ne bağlı kalmak koşuluyla, Arap vilayetlerinin iç özerkliği için çalışmalar yapmak”, ikinci maddesi ise “… halifeliğin Osmanlı soyunun elinde kalması gerektiği”dir. Bkz. Eliezer Tauber, The Emergence of Arab Movements
(London: Frank Cass and Co. Ltd., 1993), s. 221-222.
22 Hicaz’da Arapçı hareketin etkisizliğini gösteren bir çalışma için bkz. William Ochsenwald, “Ironic Origins: Arab Nationalism in The Hijaz, 1882-1914”,
The Origins of Arab Nationalism (ed. Rashid Khalidi ve diğerleri, New York: Columbia University Press, 1991) s. 189-204.
23 Dawn, s. 132.
24 Tauber, s. 293.
25 Efraim Karsh and Inari Karsh, “Myth in the Desert, or Not the Great Arab Revolt”, Middle Eastern Studies 33/2, (1997): 267-312, 376.
26 PA-AA, Türkei 165, Bd. 38, Tschirschky’den Jagow’a, Viyana, 6 Temmuz 1916.
27 Bu kanaat pek çok yabancı diplomatın raporlarında dile getirilmiştir. Bir örnek olarak bkz. HHStA, PA 12/211, Trauttmansdorff’dan Czernin’e, “Cemal
Paşa’nın Suriye ve Filistin’deki Yönetimi”, İstanbul, 14 Nisan 1917.
28 Dawisha, s. 33.
29 Cemal Paşa, Hatıralar (İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2001), s. 320. Burada Arap büyükleriyle kast edilen Cemal Paşa tarafından tutuklanan Arapçı önderlerdir. Fakat Şerif Hüseyin’in İngilizlerle görüşmelere Arapçıların tutuklanmasından daha önce başlamış olması bu idamları sadece meşrulaştırıcı
bir araç olarak kullandığını göstermektedir. Bkz. Isaiah Friedman, The Question of Palestine (New Jersey: Routledge, 1992), s. 68.
30 PA-AA, Türkei 165, Bd. 37, Moritz’ten Dışişleri’ne, Şam, 8 January 1915.
31 İngilizler, Osmanlı Devleti’ne karşı bu Arap önderlerini birleştirmek adına çok çaba sarf etmişler fakat başarılı olamamışlardır. Şerif’in, bu kabile liderleri
tarafından kral olarak kabul edilme talebi, İbn Suud’u Şerif’e karşı düşmanca bir tutum almaya itmiştir. Bu minvalde bir rapor için bkz. PRO,
FO 371/3047, Basra Körfezi’ndeki Siyasi Temsilciden Dışişleri’ne, Basra, 21 Kasım 1916. Zaten İbn Reşid ve Nuri Şa‘lan savaş sonuna kadar Osmanlı’ya
sadık kalmışlardı.
32 O dönemde Suriye’de görev yapmış ve daha sonra Cumhuriyet Türkiye’sinde önemli mevkiler işgal etmiş bazı subayların hatıratında bu husus açıkça
belirtilmektedir. Cumhuriyet Türkiye’sinde, orduda önemli görevler üstlenmiş olan ve savaş döneminde Suriye’de IV. Ordu Komutanlığı’nda Kurmay Başkanı olarak çalışan Ali Fuad Erden, hatıratında Şerif’in isyanı ile ilgili şu değerlendirmeleri yapmaktadır: “... Hicaz isyanı Arap isyanı değildi.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in isyanıydı ve İngiliz ajanları tarafından İngiliz altını, İngiliz buğdayı ve pirinci ile cezbedilen urbanın (bedevi Arapların) bir hareketiydi. Yalnız asilerin karargahında birkaç Bağdatlı (Irak başvekili Nuri Sait gibi) ve Şamlı zabit vardı ki, bunlar, isyana Arap isyanı manzarasını
vermeye çalışmışlardı.” Ali Fuad Erden, Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye Hatıraları (İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2003), s. 71. Aynı şekilde aynı dönemde Medine’de görev yapan Naci Kaşif Kıcıman’ın da benzer kanaatlare sahip olduğunu görmekteyiz: “... Haksız yere isyan diyoruz: çünkü çölde ve
Mekke etrafındaki Arap kabilelerinin ne istiklalden ne de isyandan haberleri yoktu. İngilizlerden gelen altınlar, beşer onar bedevilere dağıtılıyor eteklerine
de yüzer kurşun dolduruluyor, onlar da taşın arkasına saklanıp ikibin metreden Osmanlı cephesine kurşunları boşaltıyorlardı. Medine etrafındaki kabileler Osmanlı’ya sadıktılar...” Naci Kaşif Kıcıman, Medine Müdafaası-Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı? (İstanbul: Sebil Yayınları, 1976), s. 500-501.
33 Mehmet Selahattin Bey’in isyan hakkındaki yorumları bu grubun en müşahhas örneğidir: “… Ezcümle Emir-i Mekke-i Mükerreme devletlü, siyadetlü Şerif Hüseyin Paşa hazretleri İttihat ve Terakki Cemiyeti rüesa-yi malumesinin mezaliminden bizar olan Hicaz ahalisini kurtarmak için kıyam… ile ‘Melik-i
Hicaz’ [mülk-i Hicaz?] kıta-i mübarekesi de İttihat ve Terakki Cemiyeti yüzünden Devlet-i Osmaniye’den infikak etmiştir”, Mehmet Selahattin Bey, Bildiklerim
(Ankara: Vadi Yayınları, 2006), s. 99. Aynı şekilde eski Sadrazamlardan Hüseyin Hilmi Paşa ve Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa da Şerif’in isyanından İttihatçıların uygulamalarını sorumlu tutmaktaydı: Hüseyin Hilmi’nin değerlendirmeleri için bkz. PA-AA, Türkei 165, Bd. 38, Tschirschky’den Jagow’a,
Viyana, 6 Temmuz 1916; Hidiv’in değerlendirmeleri için bkz. PA-AA, Türkei 165, Bd. 39, Jakoby’den Bethmann Hollweg’e, Bern, 27 Temmuz 1916.
34 Şam’ın İngilizler tarafından ele geçirilmesinin analizi için bkz. Elie Kedouire, “The Capture of Damascus, 1 October 1918”, Middle Eastern Studies 1/1,
(1964): 66-83
35 M. Talha Çiçek, “Osmanlı Hakimiyeti’nin Sonu ve Türk-Arap İlişkilerinde Süreklilik ve Değişim Unsurları”, Süreklilik ve Değişim Arasında Düşünce
ve Hayat içinde (haz. Adem Başpınar ve Murat Şentürk, İstanbul: Yedirenk Yayınları, 2010), s. 112.
36 Mustafa Kemal Paşa 9 Ekim 1919’da Halep’te Suriyelilere hitaben yayınladığı beyannamede onları emperyalizme karşı mücadeleye davet etmektedir: “…
Aramızda tahrik edilen ve bizleri birbirimizden ayıran husumete ehemmiyet vermemenizi bir dindaşınız olarak temenni ediyorum, bütün anlaşmazlıkları
ortadan kaldırmalıyız ve bütün silahlarımızı ülkemizi bölmek isteyen hain partilere karşı çevirmeliyiz. Eğer dinlemezseniz, sonuna kadar siz üzüleceksiniz.
Dinimizin [dinimizi?] imansız düşmanların ellerinden kurtarmak istiyoruz.” Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. IV (İstanbul: Kaynak Yayınları, 2000) s. 251.
37 Sina Akşin, “Turkish-Syrian Relations in the Time of Faisal (1918-1920)”, Turkish Yearbook of International Relations (Ankara: Ankara Üniversitesi
Yayınları, 1986), s. 2.
38 Akşin, s. 9.
39 Bu dönemdeki ilişkilerin ayrıntılı analizi için bkz. Çiçek, s. 112.
40 Şaban H. Çalış, “Ulus, Devlet ve Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi ve Güvenlik (der.
Şaban H. Çalış, İhsan D. Dağı, Ramazan Gözen, Ankara: Liberte Yayınları, 2001), s. 3-34.
41 Hasan Cemil Çambel, Makaleler Hatıralar (Ankara: TTK Yayınları, 2011), s. 19.
42 Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919- 1938) (Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1973), s. 84.
43 Çambel, s. 20.
44 Bu anlayış Falih Rıfkı Atay’ın Zeytin Dağı isimli kitabında Arap vilayetleri hakkındaki değerlendirmelerle daha da somutlaşmaktadır: “Biz Kudüs’te
kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmiyen şey, yalnız Türk kağıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi…”, Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı (İstanbul: Varlık Yayınevi, 1964), s. 47.
45 Çambel, s. 20.
46 Çambel, s. 15.
47 Maarif Nazırı Esat Bey, “Maarif Nazırı Esat Beyefendinin Açma Nutku”, Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar, Müzakere Zabıtları (Ankara: TTK
Yayınları, 1932), s. 5.
48 Etienne Copeaux, Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine (İstanbul: İletişim Yayınları, 2006) s. 55-56.
49 Copeaux, s. 274.
50 Maarif Vekaleti, Tarih IV-Türkiye Cumhuriyeti (İstanbul: Devlet Matbaası, 1931), s. 158.
51 Celal Bayar hariç, Türkiye’nin ilk beş cumhurbaşkanı I. Dünya Savaşı döneminde, bir süreliğine de olsa, Suriye’de göreve yapmışlardı. Dolayısıyla
Cumhuriyet’i kuran iradenin, Şerif Hüseyin’in isyanının bütün Arapları temsil etmediğini bilmemesi gibi bir durum söz konusu değildi.
52 Maarif Vekaleti, Tarih III-Yeni ve Yakın Zamanlar (Ankara: Maarif Matbaası, 1941), s. 309.
53 Tarih III, s. 309.
54 Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük (Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 2004), s. 31.
55 Niyazi Berkes, İslamcılık, Ulusçuluk ve Sosyalizm-Arap Ülkelerinde Gördüklerim Üzerine Düşünceler (İstanbul: Bilgi Yayınları, 1975), s. 14-17.
56 İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1977), s. 12.
57 Atay, s. 48.
58 Arsel, s. 57; Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin okullarda ders kitabı olarak okutulmak üzere 1931 yılında hazırladığı ders kitabında hilafet yaklaşımı
bu yaklaşımla paraleldir: “… Eğer Yavuz Selim Halifelik sıfatını imparatorluk siyasetine vasıta olarak kullanmak üzere almağa özenmese idi, bu mesele
belki o zaman sona ermiş, Osmanlı Devleti’nin asrın icaplarına göre tekamülüne mani bir müessese ihdas edilmemiş ve Türklük bu boş ünvanı
taşımak yüzünden birçok zararlara uğramamış olacaktı.” Tarih IV, s. 157.
59 Bu konuda Arapça yapılmış bazı akademik çalışmalar için bkz. Kadri Kal‘acı,es-Sevratü’l-Arabiyyetü’l-Kübra 1916-1924 (Beyrut: Şeriketü’l-Matbuat li’t-Tevzi ve’n-Neşr, 1993); Mustafa Talas, es-Sevretü’l-Arabiyyetü’l-Kübra (Şam: Talas li’d-Dirasat ve’t-Tercüme ve’n-Neşr, 1987); Süleyman Musa, es-Sevretü’l-Arabiyyetü’l-Kübra (Amman: Dairetü’s-Sekafe ve’l-Fünun, 1966). Bu örneklerin sayısını daha da artırmak mümkündür. Ders kitapları
için bkz. “Tarihu’l-Arabi’l-Hadis ve’l-Muasır -es-Salisü’s-Seneviyyi’l-Edebî- 2005-2006” (Şam: el-Cumhuriyyeti’l-Arabiyyeti’s-Suriye, Vizareti’t-Ta‘lim,
el-Müesseseti’l-Amme li’l-Matbuat ve’l-Kütübi’l-Medresiyye, 2005).
***