FİGÜRANLIK MI ? YURTSEVERLİK Mİ.?
“Daha Büyük Bedeller Ödememek için Haydi Sandığa…”
“Haydi vatan için sandığa…”
Halkı sandığa götürüp oy verdirtmek için bir yandan bunlar söylenirken, diğer yandan da AKP’nin dürüst bir seçim ile tekrar iktidara gelmesinin olanaksız olduğu vurgulanıyor ve 52 milyon seçmen varken, 69 milyon oy pusulası basılmasının kuşkulu olduğuna dikkat çekiliyor.
İyi de ortada çelişik bir durum yok mu ?
Gerçekten de 52 milyon seçmenin olduğu bir ülkede 69 milyon oy pusulası basılması düşündürücüdür !
Hatta düşündürücü olmanın ötesinde mide bulandırıcıdır, ama eğer bu iddialar doğruysa, daha şimdiden üstüne şaibe gölgesi düşmüş böyle bir seçim için “haydi sandığa” çağrısı yapmak da düşündürücü değil midir peki ?
52 milyon seçmenin bulunduğu bir ülkede, 69 milyon oy pusulası basılıyorsa eğer, yurtsever aydının görevi hiç durmadan bu gerçeği anlatmak ve halkın “seçim” adı verilen bu ortaoyunu ile aldatılmasını engellemeye çalışmak mı olmalıdır, yoksa “haydi sandığa” diyerek seçime katılım çağrısı yapmak mı ?
Ama şimdilik bunları unutalım ve 12 Haziran’da sandığa gidelim !
İyi de kime vereceğiz oyumuzu ?
AKP’ye mi ?
akp, 2002 kasım’ından beri yönetiyor türkiye’yi..!!!
yaklaşık dokuz yılık bu sürede ülkenin ne hale geldiği
ortadadır.
türkiye’nin daha da beter olmasını isteyenler tabii
ki akp’yi bir dönem daha iktidarda tutmak için
oylarını ona verebilirler..!!!
“AKP ile olmaz artık” diyorsak, o zaman CHP’ye mi vereceğiz oyumuzu ?
“Tarikatlara saygılı”, AB özerklik şartına “evet” diyen ve bu metin parlamentodan geçerken benimsenen kimi çekinceleri kaldıracağını ilan eden CHP’yi mi destekleyeceğiz ?
Fetullah’a övgüler düzenleri, PKK’lılara avukatlık yapanları, Derviş’in, Soros’un adamlarını, tekkelerin kapatılmasından yakınanları, işadamlarını, mesleğini “işçi” olarak yazmaktan bile utananları bağrına basan CHP’ye mi vereceğiz oyumuzu ?
Yeni CHP’nin ne olduğunu anlatmaktan gına geldi artık, ama bazı “sandık kafalılar” hâlâ anlamadı gitti !
Bir de “Cumhuriyet için Güçbirliği” girişimi var !
31 bağımsız adayla giriyor seçime…
Meclis’e girecek, AKP’yi yıkacak, Cumhuriyet’i kurtaracak!
Ama 31 bağımsız adayın ekonomi, dış politika, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, kültür vb. alanlarda ortak bir programı yok!
Hatta bir programı bile yok!
Halkın sorunları için önerdikleri somut çözümler de yok!
Bol bol slogan temelli kuru muhalefet var sadece!
31 aday, 550 kişilik Meclis’te iktidarı yıkacak!
Keloğlan masalı gibi…
Masal seven kimileri de onlara verecek oyunu…
Gerekçeleri de çarpıcı üstelik: “kutsal görevimiz”! Güçbirliği adayları Meclis’e girip halkın sesi olarak var güçleriyle haykıracakmış!
Cumhuriyet için Güçbirliği’nin bağımsız milletvekili adayları gerçekten de iddialı hedefler koydular önlerine…
Kamuoyuna yaptıkları “Atatürk’te Birleştik” başlıklı açıklamada Meclis’e girmeyi ve bir milli hükümetin kurulmasını sağlayarak AKP iktidarını yıkmayı amaçladıkların ilan ettiler.
Bu açıklamaya göre birleşme nedenlerini şöyle sıraladılar :
Ulusal devletimizi yıkıcılardan kurtarmak… Ulusumuzu birleştirmek… Vatanımızı bütünleştirmek… Halkımızı özgürleştirmek…
Amaç gerçekten “ulusal devletimizi yıkıcılardan kurtarmak” ise ve amaç gerçekten “bir milli hükümet kurarak AKP iktidarını yıkmak” ise, o zaman haykırmanın, slogan atmanın, muhalefet etmenin ötesinde siyaseten güç sahibi olmak da gerekiyor. Çünkü ne TBMM, İnönü stadyumudur ne de Meclis’te belli bir amaç doğrultusunda siyaset yapacak olanlar, bütün gücü çenesinde toplanan bir avuç fanatik taraftar topluluğu!
Bilindiği gibi TBMM’de, 550 milletvekili var. Cumhuriyet için Güçbirliği girişiminin bütün adayları (31 kişi) seçilip Meclis’e girse bile, Meclis’teki sandalyelerin sadece yüzde 5,6’sına sahip olacaklar! Oysa Cumhuriyet’in varlığı ve devam etmesi, ulusal devletin bütünlüğü gibi kaygıları olmayan, aksine bunları ortadan kaldırmayı amaçlayan BDP destekli “Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku” bile seçimlere 61 bağımsız adayla giriyor! Ortada bir gariplik yok mu?
Bu durumda Meclis’te istediğiniz kadar haykırın, ister var gücünüzle ister tek tek, ister koro halinde feryat figan edin, ne halkın sesi olabilirsiniz ne de kamuoyuna yaptığınız o “Atatürk’te birleştik” çağrısında açıkladığınız hedeflere ulaşabilirsiniz!
Peki, sonuç ne olacaktır ?
“Cumhuriyet için Güçbirliği” girişiminin karşılaşabileceği iki olasılık var:
Birincisi, eğer 12 Haziran seçimlerinde başarılı olamaz ve Meclis’e giremezse, bu ülkede artık Cumhuriyet ve Atatürk için güçbirliği yapacak bir kitlenin bile kalmadığı düşüncesine hizmet etmiş olacaktır. Çünkü Türkiye’nin bütün ulusalcı ve Cumhuriyetçi güçlerini sanki bir araya getirmiş gibi propaganda yapan, ama sadece 31 adayla, belli isimlerin siyasal anlayışlarına malzeme yapılan bu Güçbirliği girişiminin, bugünkü haliyle Kemalist, ulusalcı, yurtsever tabandan beklenen desteği alamayarak, sonuçta güçbirliği düşüncesinin yıpranmasına hizmet etmesi büyük olasılıktır!
İkincisi, eğer 12 Haziran seçimlerinde başarılı olup -çok uzak bir olasılık olmasına rağmen- 31 adayın 31’i de Meclis’e girse bile, bu sayıyla milli hükümet kurmanın ve AKP’yi yıkmanın mümkün olmayacağı açıktır. Çünkü siyasette sonuç, haykırarak değilgüç ile alınır!
Bu durumda da seçilen birkaç bağımsız aday, milletvekili olmanın avantajlarından yararlanacak, belki Meclis oturumlarında 5-10 dakika konuşma imkânı elde edecektir. Ama hepsinden önemlisi, varlıklarıyla AKP-Yeni CHP egemenliğinde şekillenecek, ne yapacağı daha şimdiden belli olan bir Meclis’e ve onun icraatlarına meşruiyetkazandırmış olacaklardır. Yeni dönemde, Yeni CHP’nin de desteğiyle yapılacak yeni bir anayasa ile Cumhuriyet’in temel nitelikleri ortadan kaldırılır, “Türk milleti” ifadesi bile anayasadan silinirken, bu girişimlere karşı yapılan muhalefet muhtemelen şöyle yanıtlanacaktır:
“Bu değişiklikleri yapan, milletin yasal seçimlerde seçilmiş temsilcilerinden meydana gelen TBMM’dir. Milletin iradesi tecelli etmiştir. İşte en muhalif kesimler bile Meclis çatısı altındadır, istediklerini söylemekte, özgürce muhalefet yapmaktadırlar. Ama demokrasilerde en nihayetinde çoğunluğun tercihi yönünde karar verilir. Meclis de tercihini çoğunluğun iradesi yönünde kullanmış ve kararını vermiştir. Yapılanlar yasal ve meşrudur!”
“Cumhuriyet için Güçbirliği” adaylarının seçimlerde başarılı olup Meclis’e girmeleri durumunda işlevleri işte bu olacaktır: Yeni anayasaya ve bir dönem daha sürecek AKP iktidarına ve onun icraatlarına meşruiyet kazandırmak! İstemeseler de, amaçları bu olmasa da, bilerek ya da bilmeyerek hizmet edecekleri bu olacaktır!
O zaman istediğiniz kadar var gücünüzle haykırın, bakalım Meclis’te yapılacak olanları engelleyebilecek misiniz?
Bu durumda yurtsever aydına düşen öncelikli görev olan biteni doğru bir şekilde saptamak olmalıdır. Bugün ortada bir Güçbirliği falan yok aslında! İşçi Partisi, Yeni Parti ve Balyoz davasında yargılanmakta olan birkaç askerin “ortak” bir girişimi var, o kadar… Adı geçen her iki parti de siyaseten etkisiz, “tabela partisi”gücündedir. Beğenelim ya da beğenmeyelim, gerçek budur. Halkın yüzde 1 oranında desteğine bile sahip değiller!
Anlaşılan bu partiler, şimdi bu açmazlarını aşmak için “güçbirliği” idealini kullanarak seçimlerde boy gösterecekler, Silivri’de tutuklu olup aday olanlar da yargılamalarda inisiyatif kazanmaya çalışacaklardır. Amaç, “Cumhuriyet için Güçbirliği” midir, yoksa Meclis kürsüsünden Ergenekon savunması yapmak mı?
Ergenekon adı verilen yargılamalardaki hukuksuzlukların Meclis kürsüsünden dile getirilmesine bir itirazım yok. Ama seçim 70 milyonu ilgilendiriyor. Türkiye’nin tek derdi, hatta öncelikli derdi Ergenekon ve Balyoz davaları değildir. En azından halkın ezici bir çoğunluğu bu görüştedir. Bu nedenle Ergenekon ve Balyoz davalarını eksen alan bir siyasi girişim ya da birlik çabası, hayal kırıklığına uğramaya mahkûmdur.
Güçbirliğinin kimi adayları “halkın somut ve öncelikli görevi” olarak seçimlerde kendilerinin desteklenmesi gerektiğinden bahsediyor! Oysa esas olan “halkın somut ve öncelikli sorunu” nedir, buna yanıt verebilmektir. Belki büyük bir kesim Ergenekon kapsamındaki tutuklamalara ve yaşanan kimi hukuksuzluklara, en azından tutukluluk halinin bu kadar uzamasına tepki duyuyor, ne var ki yine o büyük çoğunluk için somut ve öncelikli sorun, bu dava ve yargılamalar değil. Millet işsizlikten kırılıyor, sefalet denizinde kulaç atıyor. Dolar milyarderlerinin sayısı artarken, milyonlarca insan 630 TL’lik asgari ücrete talim ediyor. İşsiz, artık iş aramaktan bile umut kesmiş durumda… İşi olan ise, onu kaybetmemek için sefalet ücretine dünden razı… Çiftçi tarlasını yeniden ekecek tohumluk parasını bile bulamıyor! Esnaflık, kepenk açıp kapatmaktan ibaret hale geldi… Sonuçta milletin somut ve öncelikli sorunları bunlar işte! Şimdi herkes bu dertlerini bir yana bırakacak, Silivri’den ilan edilen “somut ve öncelikli görevleri” mi yerine getirecek? Önce halkın sorunlarına kulak verin. O sorunları çözen halkı da kazanır.
İşte bu nedenle Türkiye’nin kurtuluşu gerçekten bir güçbirliğini, ama GERÇEK BİR GÜÇBİRLİĞİ’ni yaşama sokabilmektedir. Ergenekon ve Balyoz davalarında alet olarak kullanılan bir güçbirliği değil, EMEK EKSENLİ, SOSYOEKONOMİK SORUNLARI TEMEL ALAN, ANTİEMPERYALİST VE ANTİKAPİTALİST AMAÇLI, GEÇMİŞİ SİYASETEN KİRLİ İNSANLARI İÇERMEYEN, GENİŞ TABANLI gerçek bir Güçbirliği…
Bugün bir “kutsal görev” varsa eğer, işte böyle bir güçbirliğini inşa edebilmektir. İşçi Partisi’nin yaptığı gibi kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklardan sonra, yangından mal kaçırır gibi davranıp, destek vermeyen kişileri sanki Güçbirliği’ni destekliyormuş gibi göstererek davranmak değildir Güçbirliği’ni inşa etmek!
Ama “Cumhuriyet için Güçbirliği” hareketi, bu girişimi Ergenekon davasının aleti haline getirdiği için, 13 Haziran sabahı boyunun ölçüsünü alacak ve sonunda olan da GÜÇBİRLİĞİ fikrine olacak! Millette, bu ülkede Cumhuriyet için güçbirliği yapılmasına bile artık itibar edilmediği şeklinde bir düşünce yerleşmiş olacak ne yazık ki…
Ve 13 Haziran sabahı bu tablo ortaya çıktıktan sonra da bugün destek mesajı yayınlayan aydınlarımızın dilleri çözülecek, yeniden geniş tabanlı bir birlik için çağrı üstüne çağrı yapacaklardır. Güzel ülkemde testi kırıldıktan sonra akıl veren çok olur çünkü…
Oysa 12 Haziran’da sergilenecek bu oyun, halkın çıkarına değil. Halk bir figüran bu oyunda, o kadar!
Oy verilecek adayları halk mı belirledi?
Hayır!
O adayların ve partilerin uygulamayı vaat ettiği politika ve programlar halkın çıkarına mı?
Hayır!
Bu adaylar seçildikten sonra, önümüzdeki dört yıl içinde halkın onları somut denetleme imkânları ve yolları var mı elinde?
Hayır!
O zaman neden bu oyunun parçası olunsun ki?
Diyorlar ki:
“Daha Büyük Bedeller Ödememek için…”
“Vatan için…”
İşte bu da oltanın ucuna takılan yem!
Eğer “demokratlık”, sahnelenen bu şamatada figüranlık yapmaksa, o zaman gerekirse “daha büyük bedeller ödemeyi” de göze alarak bu oyuna alet olmamak ve gerçekten vatan için milletin sinesinde mücadele etmek…
İşte gerçek YURTSEVERLİK de budur !