“Çözü(l)m(e) Süreci”: Türkiye’nin Araf’taki Son Tangosu ve Kürt Hegemonyasının Yayılışı
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
PDF
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi|18 Kasım 2014 Salı
“Çözü(l)m(e) Süreci”: Türkiye’nin Araf’taki Son Tangosu ve Kürt Hegemonyasının Yayılışı
Bülent Şener
Adı konulan ama içeriğinden AKP milletvekillerinin ve destek veren seçmenlerin bile bilgisinin olmadığı “Çözü(l)m(e) Süreci” ne olacak? AKP iktidarının Neo-İslamcı ve Neo-Osmanlıcı iç ve dış siyasetinin türbülansa girdiği 2009 yılının ortalarından bu yana, ilk olarak “Demokratik Açılım”/“Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adıyla kamuoyuna sunulan ve hâlihazırda “Çözü(l)m(e) Süreci” olarak adlandırılan olgu, bir o yana, bir bu yana gidip geliyor, bazen “askıya alındığı” söyleniyor, bazen “PKK tehdidiyle ve şiddeti”yle tekrar hayat buluyor, fakat öyle ya da böyle AKP iktidarını ve onun komuta ettiği Türkiye Cumhuriyeti
devletini giderek bir açmaza, siyasal ve toplumsal bir kaosa doğru sürüklüyor.
Genel Durum: “Yeni Türkiye”ye Bir Bakış
Konuyu daha iyi analiz edebilmek için, öncelikle “Çözü(l)m(e) Süreci”nin arkasındaki dış ve iç manzaraya bir bakalım: Türk dış politikası, tarihinde ilk
defa gerçeklerden kopuk romantik ve ütopik bir mecra içerisinde savrulmaya devam ediyor. AKP iktidarının söylem ve eylemleriyle Türk dış politikasında yarattığı tutarsızlıklar, yalpalamalar, provokasyonlar, gerilimler, hesapsızlıklar, esnemeler ─hatta kırılmalar─ öyle boyutlara vardı ki, bugün artık Türk dış
politikasında ne “ölçü”, ne “denge”, ne “ihtiyat”, ne “nüans”, ne “meşruiyet”, ne de “gerçekçilik” kalmıştır. Ahmet Davutoğlu’nun ve Recep Tayyip Erdoğan’ın
ideolojik, mezhepçi ve her yönüyle marjinal Suriye politikası sonucunda Türkiye’nin güneyinde ikinci bir Kürt devleti daha oluşma yolunda. Üstelik
Türkiye bizzat AKP iktidarı eliyle destek de veriyor bu oluşuma. Zira, hem elimizi mahkûm ettik buna, hem de “iyi geçinebileceğimiz” başka sınır komşumuz
kalmadı bu coğrafyada. AKP iktidarı içeride ve dışarı Neo-Osmanlıcılık ve Neo-İslamcılık hezeyanlarıyla bütün iç ve dış politika kalıplarını, düsturlarını, nüanslarını altüst ederek, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün geleneksel temellerini, ulusal çıkarlarını yerinden oynattı. “17 ve 25 Aralık Süreci”nden bu yana Türkiye’de yaşananlar ve hâlihazırda yaşanmakta olanlar, anayasası “hukuka karşı hile yolu”yla ve iktidar gücüyle kısmen askıya alınmış politik ve toplumsal kırılmanın eşiğinde bir ülkenin hikâyesidir aynı zamanda.
AKP iktidarı “Yeni Türkiye” söylemi ve propagandasıyla otoriter ─hatta totaliter─ post-modern bir devlet düzenini ve ona uygun toplumsal yapıyı
biçimlendirmek yolunda kararlılıkla ilerliyor. Şimdilerde siyaset de, hukuk da, ar da, feraset de yerlerde geziyor ve daha uzun bir süre de yerden kalkmayacağa
benziyor Soma ve Ermenek’in hakkı toprak altında kalmışken toprağın üstünde fütursuzca yükselen ve yayılan “AKsaray”ı düşündükçe. “Çözü(l)m(e) Süreci”nde PKK silah bırakmak şöyle dursun, askeri ve siyasi açıdan daha da güçlendi, meşruiyet kazandı. Sınır dışına çekilmediği gibi, sınır dışından içeriye askeri ve siyasi militanlar da kaydırmış vaziyette. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde birçok yerde ikili iktidar yapılanması oluşmuş durumda, yani ─moda deyimle─ “paralel yapı/paralel devlet”, fakat AKP iktidarının derdi diğer “paralel yapı”yla. “Çözü(l)m(e) Süreci” sayesinde Kürt hareketi ve PKK 1990’lı yılların başındaki ivmesini yeniden yakaladı, hatta kat be kat aşarak konsolide oldu, sağlamlaştı. Tablo 1 ve Tablo 2’deki durum bunu açıkça ortaya koymaktadır.
“Çözü(l)m(e) Süreci”nde Politik Kürt Hareketinin ve Hegemonyasının Yükselişi
Tablolardan da görüldüğü gibi[1] bugün itibariyle “Politik Kürt Bölgesi” ve PKK’nın aktivitesinin yoğunlaştığı/başarılı olduğu alan 15 ili kapsayan bir
coğrafyayı işaret etmektedir. Söz konusu bölge, 2009-2014 yılları arasındaki seçimlerde BDP’nin (daha önce DTP) birinci ya da ikinci parti olduğu ve bu
bağlamda Kürt hareketinin ve PKK’nın etnik temelde siyasal, sosyal ve askeri açıdan mobilize olduğu illeri temsil etmektedir. “Politik Kürt Bölgesi”, Kürt
hegemonyasının yayılışı açısından 3 farklı alt-bölgeden oluşmaktadır.
“Kırmızı bölge”yi temsil eden ve toplamda 5 milyona yakın kişinin yaşadığı iller, Kürt hareketinin ve PKK’nın siyasal, toplumsal ve askeri açıdan çok net
ve yoğun bir biçimde “hegemonik üstünlük”[ğ]e sahip olduğu coğrafyayı temsil etmektedir. Diğer bir deyişle, bu alt-bölge Kürt hareketinin ve PKK’nın
hegemonik üstünlüğünün inşa edildiği ve yüksek düzeyde konsolide olduğu illeri işaret etmektedir. Söz konusu iller şunlardır (Hegemonik üstünlük derecesine
göre): Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır, Van, Mardin ve Batman. “Çözü(l)m(e) Süreci” açmaza girdiğinde (bu açmazın nedenlerini ileriki paragraflarda belirteceğim), “iç savaş” ve “bölünme” en şiddetli ve yoğun bir şekilde buralarda yaşanabilir..
“Sarı bölge”yi temsil eden ve toplamda 2 milyona yakın kişinin yaşadığı iller, Kürt hareketinin ve PKK’nın siyasal, toplumsal ve askeri açıdan hegemonyasını
kuramadığı, fakat Ankara merkezli partiler karşısında hegemonik bir denge gücüne ulaştığı coğrafyayı temsil etmektedir.Bu alt-bölgede Ankara merkezli partilere karşı Kürt hareketi ve PKK tarafından başa baş ve yoğun bir mücadele verilmektedir. Bu çerçevede Iğdır’da MHP ile, Tunceli’de de CHP ile hegemonik
bir denge kuran Kürt Hareketi ve PKK, Ağrı, Muş, Bitlis ve Siirt’te ise AKP’ye karşı “hegemonik denge” kurmaya çalışmaktadır. “Çözü(l)m(e) Süreci” açmaza
girdiğinde, “iç savaş”ın ve “bölünme”nin eşiğinde duran bu iller de kısa zamanda “iç savaş” ve “bölünme” istikametine girmeye aday durumdadır.
“Yeşil bölge”yi temsil eden ve toplamda 2,5 milyona yakın kişinin yaşadığı illerde ise Kürt hareketi ve PKKsiyasal, toplumsal ve askeri açıdan hegemonik bir güç olmaktan henüz uzaktır, bununla birlikte bu alt bölgede Kürt hareketinin ve PKK’nın ana muhalefet gücü konumunda olduğunu belirtmek gerekir.
Bu çerçevede, Kürt hareketi ve PKK, bir yandan AKP’nin açık bir hegemonik üstünlüğe sahip olduğu Şanlıurfa ve Bingöl’de mücadele yürütürken; diğer yandan, hegemonik gücün AKP, CHP ve MHP arasında birbirine yakın oranlarda dağıldığı Kars’ta mücadele vermeye devam etmektedir.
Özetle söylemek gerekirse “Çözü(l)m(e) Süreci” bir “araf”sa onun cehennem tarafında en az 12 il durmaktadır (“Kırmızı ve sarı bölge”ler). Abdullah Öcalan
ve PKK’yla müzakere sürecinde masanın artık işlevinin kalmadığı o nihai anda, yani “Çözü(l)m(e) Süreci” açmaza girdiğinde, “ “iç savaş” ve “bölünme”
tehlikesinin Türkiye’nin kapısında olacağını söylemek herhalde söylememekten daha kolaydır.
“Çözü(l)m(e) Süreci”nin Açmazları
Peki “Çözü(l)m(e) Süreci” neden açmaza girecek? AKP el yordamıyla bu işe el attığında, beş yıl önce kaleme aldığım “Terörle Mücadele Süreci ve ‘Demokratik
Açılım’: Yanlış Bilinenler ve Temel Açmazlar”[2] başlıklı yazımda bir öngörüde bulunmuştum. O günden bugüne bu öngörümü ortadan kaldıracak ya da zayıflatacak tek bir gelişme dahi ortaya çıkmadığı gibi, aksine, gelişmeler öngörümü daha da kuvvetlendiren bir istikamette ilerliyor.
“Çözü(l)m(e) Süreci”nin kaderini belirleyecek olan üç temel “açmaz” bulunmakta dır. PKK, teröre son vermek için hem liderlerinin ağzından hem de HDP’nin ağzından “olmazsa olmaz” üç temel koşulu uzun zamandır deklare ediyor:
1) Kürt kimliğinin siyasal bir kimlik olarak anayasada yer alması (İki halklı devletin ve dolayısıyla gelecekte self-determinasyon hakkının kabulü).
2) Başta Abdullah Öcalan olmak üzere öngörülebilir bir zaman dilimi içinde PKK’nın lider kadrosunun serbest bırakılmasının ve siyaset yapabilmesinin
koşullarının yaratılması, ayrıca tüm PKK’lıların serbest bırakılarak/serbest kalarak haklarındaki davaların ve cezaların düşmesi.
3) Demokratik özerklik (Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunun idari, mali, hukuki, siyasi ve askeri açıdan özerk bölgelere ayrılarak büyük ölçüde merkezden bağımsızlaştırılması, yerel parlamentolar oluşturularak federal birimlere dayalı bir yönetim yapısına yani eyalet sistemine geçilmesi).
Demokratik Özerklik: Post-Modern Etno-Feodalizm
Dünya görüşünün dayandığı temellerin çelişkileri ve sosyo-politik bilgi yetersizliğinden dolayı AKP iktidarının “demokratik özerklik” konusunda kafası
karışık ve söylemleri muğlak olsa da, Kürt hareketinin ve PKK’nın “demokratik özerklik” konusunda genel çerçevesi ve içeriği belli bir modeli ve hedefi
vardır. Buna göre Kürt hareketi ve PKK, Türkiye’nin idari, politik, mali ve askeri özerkliğe sahip 20-25 bölgeye ayrılmasını önermektedir. Her ne kadar bu
bölgelerin oluşturulmasında sosyo-kültürel ve ekonomik ilişkiler ağı içinde olan illerin bir araya getirilmesinin esas alınacağı söylense de, bu yaklaşımın Kürt
hareketinin hegemonik üstünlük kurduğu ya da hegemonik denge durumunda olduğu bölgelerde hiçbir anlam ifade etmediği/etmeyeceği çok açıktır. Zira, Kürt
hareketinin ve PKK’nın bu bölgelerde hedeflediği “demokratik özerklik” tamamen “etnik” kimliğe dayalı aşiretsel bir yapı üzerinde yükselecektir (Post-modern
etno-feodalizm). “Demokratik özerkliğin” de esas olarak hedeflediği budur, çünkü bağımsızlığa giden yol bu yapı ve süreç içerisinde olgunlaştırılacaktır.
Diğer taraftan, oluşturulması düşünülen bu 20-25 bölge tıpkı il genel meclisleri gibi seçimle iş başına gelen bölge meclisleri tarafından yönetilecektir. Dışişleri,
maliye ve savunma hizmetlerinin merkezi hükümet tarafından, emniyet ve adalet hizmetlerinin merkezi hükümet ve bölge meclisleri tarafından ortak ve geriye kalan hizmetlerin de bölge meclisleri tarafından yürütüleceği öngörülen bu modelde, Türkiye ulus-devlet yapısını terk ederek, bir yanıyla etnik kimliğe
dayalı yani “ayrılıkçı” bölgelere sahip olan, bir yanıyla da sosyo-kültürel yapı ve ekonomik gelişmişlik farklılığına dayanan bölgelere sahip olan bir federasyona dönüşecektir.
Sonuç: Araf’taki Son Tango ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Sonu…
Kürt hareketinin ve PKK’nın bu hedefleri karşısında, “Çözü(l)m(e) Süreci”ne destek veren AKP’li seçmenin büyük çoğunluğu Kürtlerin kimliklerinin tanınması
ve sosyal, kültürel haklarının verilmesi suretiyle sorunun çözüleceğine inanmaktadır. Ne var ki böyle bir çözümün Türkiye’de başarı elde etmesi artık
çok zor gözükmektedir. Abdullah Öcalan’ın yakalandığı ve PKK’nın ciddi manada askeri yenilgiye uğratıldığı 90’lı yılların sonunda böyle bir çözüm hayata
geçirilebilseydi Kürtler açısından bugünkünden çok daha fazla anlam ifade edebilirdi. Fakat, bugün artık “Kürt Sorunu”ndaki bu kritik eşik aşılmış
durumdadır. Kürtlerin yükselen etnik kimlik bilinci, yeni Kürt milliyetçiliğinin oldukça reaksiyoner bir yapıda olması, yeni bir Kürt entelijansıyasının ve Kürt
gençliğinin varlığı, ulusal kimlik inşasında PKK şiddetinin işlevselliğinin kavranması/kavratılması gibi faktörler bu kritik eşiğin aşılmasını sağlamıştır.
Dolayısıyla, “Kürt Sorunu”nun dinamikleri artık 90’lı yılların çok ötesinde farklılaşmış durumdadır ve üstelik bölgesel gelişmeler (2003’ten beri Irak’ın
durumu, 2010’dan beri Suriye’nin durumu) Kürtlere devlet ve millet olma yolunda 21. yüzyılda bir daha ele geçirilemeyecek bir fırsat sunmaktadır.
PKK gibi bir örgütü hem yetenekleri, hem amaçları, hem de iradesi açısından yeterince zayıflatmadan müzakere masasına oturursanız ve üstelik de örgüt bu
süreçte yetenekleri, amaçları ve iradesi açısından eskisinden daha da güçlü hale gelirse artık “şeytanla pazarlık” ediyorsunuz demektir. Bu ahval ve şerait
içinde müzakere masasında “Kürt Sorunu”na çözüm olarak ortaya konulacak herhangi bir yol yukarıda işaret ettiğim bu üç parametreyi bir biçimde içermediği sürece bu sorunun siyasi yoldan çözülmesini beklemek fazla hayalcilik olacaktır.
O halde “Çözü(l)m(e) Süreci”nin aslında “Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiye süreci” olduğu gerçeğini görmezden gelmenin bir anlamı yok artık.
Bu noktada, Türkiye’nin yakın zamanda yitirdiği ve ne yazık ki değeri yeterince anlaşılmayan en önemli entelektüel ve Türk milliyetçisi şahıslarından Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu’nun Ağustos 2009 tarihinde 2023 dergisine verdiği “2023 Senesinde Türkiye Mevcut Olmayabilir” adlı mülâkatında sarf ettiği şu sözler, bugün Türkiye’nin içinden geçtiği ve ─mevcut politik tablo değişmediği taktirde─ içinden geçeceği süreci çok yalın ve bir o kadar da üzüntü verici bir şekilde
özetliyor aslında: “…Çok kuvvetle muhtemelen, Cumhuriyet’in tasfiyesi hissedilmeyecektir başlangıçta; Türkler hâlâ bir devletleri olduğunu düşünecek
ve bugünlerde çok sıklıkla propaganda edildiği gibi, “daha güçlü bir Türkiye” yaratıldığını sanacaklardır; tâ ki iş işten geçinceye kadar! Tasfiye, ilk önce
ve esas olarak, Türkiye’nin tapusunun Türklerden alınıp O’na ortak yaratmakla başlayacak ve süreç bu çizgi üzerinde ilerleyecektir. Yâni, Türkler’in kısmen
dahi olsa devredilemez, paylaşılamaz, ferâgat ve fedâkârlıkta bulunulamaz ve mutlak sûrette tekellerinde tutmaları gereken hükümranlık haklarını Kürtler ile
paylaşmaya rızâ göstererek ülkelerinin iki “halk”tan ─“siyâsî halk”, diğer adıyla “millî (ulusal) topluluk”─ oluşan bir ülke olduğunu …tescil ettiklerinde,
bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu demek olacaktır. Tabii, aynı zamanda, Türklerin millet olma vasfını kaybedişlerinin de başlangıcı…”[3]
O halde AKP’ye, Recep Tayyip Erdoğan’a ve “Çözü(l)m(e) Süreci”ni destekleyen herkese sormak gerekiyor: “Buna var mısınız? Aklınız, vicdanınız, iradeniz bu
talepleri kabul etmeye yetiyor mu tarih ve millet önünde?”
[1]Tablolardaki veriler Cuma Çiçek, “1991’den 2014’e Kürt Coğrafyasının Siyasi Haritası” (Yazı dizisi), Kurdistan24 News, 04-16 Nisan 2014, s. 31’den
uyarlanmıştır.
[2]Bkz. Bülent Şener, “Terörle Mücadele Süreci ve ‘Demokratik Açılım’: Yanlış Bilinenler ve Temel Açmazlar”, TASAM,
http://www.tasam.org/trTR/Icerik/1128/demokratik_acilim_ve_terorle_mucadele_sureci_yanlis_bilinlenler_ve_temel_acmazlar, 14 Eylül 2009.
Bu yazının yeniden düzenlenmiş versiyonu için ayrıca bkz. Bülent Şener, “Terörle Mücadele Süreci ve ‘Demokratik Açılım’:
Yanlış Bilinenler ve Temel Açmazlar”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü,
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2012a/11/26/6820/demokratik-acilim-ve-terorle-mucadele-sureciyanlis-bilinenler-ve-temel-acmazlar,a
26 Kasım 2012.
[3]Durmuş Hocaoğlu, “2023 Senesinde Türkiye Mevcut Olmayabilir” (Mülakat), 2023 Dergisi, Sayı: 101 (Eylül 2009), s. 32.
Çözülme ve kokuşma. / Sinekler uçuşuyor, kurtçuklar kaynıyor. / 19 Kasım 2014 - 13:16
Son gelişmeler ışığında dikkat ettiyseniz muhalefet partilerinin tasfiyesi içinde düğmeye basılmış ve muhalefetin oylarını yok etmeye yönelik yeni oluşumlar, partiler kurulmaya başlamıştır.Ülkede muhalefetin olmaması ne demektir artık bir düşünün.
Uzman Hakkında
Bülent Şener
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları
“Çözü(l)m(e) Süreci”: Türkiye’nin Araf’taki Son Tangosu ve Kürt Hegemonyasının
Yayılışı
Askeri Güç Kullanımı Bağlamında Dış Politikada TBMM’nin Görev ve Yetkileri
Üzerine Bir Değerlendirme
“Medeniyetler Çatışması” ve Erdoğan’ın Sahte İsrail Karşıtlığı
Türkiye’nin “Köprüden Önce Son Çıkış”ı: 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi
Süleymaniye Baskını’ndan IŞİD Tutsaklığına: Türk Dış Politikasında
Caydırıcılık Yitimi Üzerine
Diyarbakır’da Sona Eren Bağımsızlık ve Egemenlik
Soma, Takdir-i İlahi, Erdoğan ve AKP: Sekülerleş(e)meyen Bir Politik Toplumun
İzdüşümleri…
Loizidu Davası’ndan AİHM’nin 12 Mayıs 2014 Kararına: AKP’nin Dış Politika
Romantizmi ve Kıbrıs
Fiili Başkanlık Sistemi Artık Kapıda: Çanlar Türkiye İçin Çalarken...
AKP (Erdoğan) Peronist Hegemonya Kuruyor: Türkiye’nin Yeni “Tarihsel Blok”u
Yeni Berlin Duvarı Ukrayna’dan Geçecek…
Türk Dış Politikasında Kriz Yönetiminde Sivil ve Askeri Bürokrasinin Rolü
“Bölünmüş ve Kararsız Ülke”: Huntington’un Türkiye Paradigması ve Erdoğan Catonizmi Üzerine Düşünceler
AKP’nin “Can Simidi” Annan Planı: Kıbrıs’ın 20 Yıl İçinde Rumlara Teslimi Üzerine Düşünceler
Dış Politikada Yumuşak Güç Olgusu
Türkiye’nin Ortadoğu’daki Diplomatik Kapasitesinin Sınırları Üzerine Bir Değerlendirme
Unutulan Bir Krizin Anatomisi ve Perde Arkası: Kardak Kayalıkları Krizi
Ege Denizi’nde Egemenliği Tartışmalı Ada, Adacık, Kayalıklar Sorunu ve Son Durum: Kardak Kayalıkları Kimin?
Türk Dış Politikası “Quo Vadis”? : Dış Politikada Bir “Reset” Mümkün Mü?
Dış Politikada “Reset” mi Yoksa Yeni Tavizler mi?: AKP Hükümeti’nin Son Dönem Kıbrıs ve Ermenistan Açılımları
Türkiye Ortadoğu’da “Dengeleyici Güç” Olabilir mi?
Türk Dış Politikasını Etkileyen Bir Unsur: Askeri Kapasite
TSK’nın 1983–2010 Yılları Arasında Kuzey Irak’ta PKK Unsurlarına Karşı
Yürüttüğü Sınır Ötesi Operasyonlardaki Başarısı Üzerine Bir Değerlendirme
“Demokratikleşme Paketi”nin Seçim Sistemi Üzerinden Bir Değerlendirmesi:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin Zaman Ayarları”yla Oynamak
Dış Politikada “Değerli yalnızlık” ya da “Yanlış Hesabın Şam’dan Dönmesi”
İnsanlığın Olağan Durumu “Savaş” ve Bir Medeniyet Hâli “Barış” Üzerine
Kürt Sorunu’nda “Federalizm” Tartışmaları Üzerine
“Arap Baharı” Sürecinde Türk Dış Politikasında Proaktiflik Yitimi
Asker Neden Darbe Yapar?
Taksim Gezi Parkı Olayları ve Yeni Rejim Kodları
Araftaki Suriye Politikası
Reyhanlı’daki Patlamalar: Dış Politikada Deli Dumrulluğun Artan Faturası
Aziz Babuşçu’nun Sözleri Üzerinden Türkiye’nin Gelecek On Yılı
Demokratik Açılım ve Terörle Mücadele Süreci:Yanlış Bilinenler ve Temel Açmazlar
Türk Dış Politikasının Akdeniz’de Batışının Hikayesi: AKP’nin Dış Politikadaki Pirus Zaferleri
Demokrasi Ve Siyasal İktidarın Sınırlandırılması: Doğu Toplumlarında ve Türk
Siyaset Geleneğinde Bir “Doku Uyuşmazlığı” mı?
Türk Dış Politikasında AKP Romantizmi ya da “Stratejik Derinlik”te
Yuvarlanmalar: Türk Dış Politikası “İslam”ileşiyor mu?
***