onursuz kalınmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
onursuz kalınmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2015 Perşembe

Aç kalınır, onursuz kalınmaz




Aç kalınır, onursuz kalınmaz







Yekta Güngör Özden

10/03/2003   Sayı: 25

Kendi çıkarları için dünya egemenliği kurmak doğrultusunda barışı gözardı edip savaşı çözüm olarak yeğleyen yeni yayılmacı ve sömürgeci tutumuyla ABD, medyadaki maşaları aracılığıyla Türkiye’yi zorlamaktadır. Yaşamsal olursa savaş kaçınılmaz ve zorunludur. Hiçbir barış ve savaş tek yanlı değildir. Sıradan kavgalar bile. Barış ve savaş için söylenecek çok söz, yazılacak çok değerlendirme vardır. Kuşkusuz savaş, us taşıyan hiç kimsenin isteyeceği bir durum değildir. Ateştir, kandır, ölümdür, yıkımdır. Barışın aracı sayılsa bile, yitiklerle doğacak boşluğu, yaşanacak acıyı hiçbir şey dindiremez. Bir Fransız sözündeki (Kader isteyeni sevk eder, istemeyeni sürükler) duruma düşmemek için bilinçli davranma zorunluluğu tartışılamaz. Ama ülkemizde, özellikle büyük bir kesimi terör aygıtı gibi çalışan, medyamızın tek yanlı yönlendirmesiyle (birkaç bağımsızlık tutkunu, özgür düşünceli yazar dışında) savaş çığlıkları atılmaktadır. Giderek bozulan ekonomiye kısmî katkısı olacağı savunularak neredeyse dilenen, yardım karşılığında savaşta yer alınacağı izlenimini veren, ulusumuzu küçük düşüren çirkin pazarlıklar, TBMM’nin tepki niteliğindeki kararıyla sonuçlandı sanılmaktadır. Kanımca, “tezkere trafiği” bitmemiştir, sürecektir. Olayın, Anayasa’nın 92. Maddesinde öngörülen koşullara uygunluğu, BM Güvenlik Konseyi’nin yeni bir kararını, hatta yasama işlemini gerektirip gerektirmediği ayrıca, salt hukuksal bir sorun olarak tartışılabilir. Bir dergi sayfasının kısıtlı sayılacak bölümünde ayrıntılara girmek olanaksız ve yararsız. Ancak, her olaydan bir ders çıkarmak gelecek yönünden yararlıdır. Kan parası, asker kiralama, savaştan çıkar sağlama, savaşla yapılanma ve gelişme sayılabilecek, ABD ve AB yanlı medya militanlarının şakşakçılığı ve şaklabanlığıyla sürdürülen, tekelci sermaye yamyamlarının doyumsuzluğunu sergileyen savaş körüğü delinmiştir. Kimi AB ülkelerinin, başta ABD’li diplomat ve yazarların uyarıları, eleştirileri ve önerileri bizim uydu ve uşak yapılı çıkarcıları durduramamıştır. TBMM kararını büyük bir düş kırıklığı olarak karşılayan, neredeyse kahrından ölecek bu aymazların yazılarında ve konuşmalarında kişiliklerini ve niteliklerini yansıtan terbiyedışı saldırıları kim olduklarına ilişkin kanıları güçlendirmiştir. Kimi saplantı ve sapkınlıkları, inanç sömürüsü girişimleri düşünce özgürlüğüyle karşılamaya çalışan bu sözde demokrat, sözde ilerici, sözde liberal koro, barış isteyen savaş karşıtlarını, okuyanları utandıracak bir ölçüsüzlükle suçlamaktadır. Eleştiriye, değişik düşünceye katlanamayanların demokrasi anlayışına ve demokratlığına kimse inanamaz. Savaş zorunlu olursa kaçınılmaz. Bağımsızlığı, özgürlüğü için canını adamak, insan olmanın, adam olmanın, yurttaş olmanın en doğal gereğidir. Ama macera peşinde koşulamaz. Başkasının kuyruğunda dolaşılamaz. Gelirden pay kapma amacıyla yurttaşları ve yurdu ateşe atılamaz. Savaşın ekonomik, toplumsal, siyasal artı ve eksileri güvenlik başta gözetilerek karar verilir. Yetkisiz ve sorumsuz kişilerin kendi geleceklerini düşünerek, ilerde karşılaşacağı olumsuzluklarda kendini koruyup destek verecek güçleri sağlama çabasıyla konumundan yararlanıp gereksiz sözler vermesi bağlayıcı olamaz. TBMM’nin, Anayasa Mahkemesi’nin Anayol Hükümeti’nin güven oylamasını Meclis İçtüzüğü’nün eylemli değişikliği biçiminde değerlendirerek iptal etmesiyle ortaya koyduğu Anayasa’nın 96. Maddesinin öngörüyü benimsemesi, barışın en güzel insanlık iklimi olduğunu vurgulamıştır. ABD’nin baskısı, gözdağları, dayatması, IMF ve AB ilişkilerine yollama yapması, Kıbrıs oyunları, bakanlarımızı kovarcasına azarlaması gereken yanıtı almıştır. Unutulmamalıdır ki aç kalınır, onursuz kalınmaz.
Türkiye yönetimleri, Kuzey Irak’taki oluşumları doyurucu yaptırımlarla karşılamamışlardır. Şimdi bunun ezikliği ve pişmanlığı duyulmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk’ün ocağıdır. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle yaşamsal olmayan savaşların kıyım olacağı sözlerini asla unutamaz. Ancak, kaçınılmaz bir durumda da etkin olmayı, yararlanılmasa bile zararlı çıkmamayı gözetecektir. Üstelik, ulusal onurumuza yönelik saldırıları asla hoşgörüyle karşılayamaz. Özal zamanında verilmiş kırmızı pasaportlarla Türkiye karşıtı toplantılara gidip gelen Kuzey Iraklı aşiret liderlerinin ikilemli, içtenliksiz davranışlarıyla tehlikeli çıkışları görmezlikten gelinemez. Tersini savunmak ve kanıtlamak çok güçtür: Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulmuştur. “Federasyonun öğesi” ve “alt yapı taşı” gösterilmesi tepkileri çekmemek içindir. Devlet sayılmanın gerektirdiği organlar kurulmuştur. Türkiye’den Kerkük’e giden bilim adamlarının pasaportuna “Kürdistan” damgası basılmakta, Irak petrolleri gelirinden %13 pay alınmaktadır. ABD ve Çekiç Güç, PKK-KADEK’e desteğini sürdürmekte, Kürtlere silah dağıtılmaktadır. PKK-KADEK Kuzey Irak’ta yuvalanmıştır. Onlara ilişilmemekte, Türkiye’nin kendilerine yardım ve desteğinin tersine, Türkiye’den toprak koparmak için binlerce insanımıza kıyan örgüte aşırı destek sağlanmaktadır. ABD, Türkiye kendisiyle birlikte davransa, kuzeyden kapı ve yol açsa da ilerde söz verdiklerini yerine getirmeyebilir. Bunun hiçbir güvencesi yoktur. 1991 Körfez Savaşı zararımızı karşılamış değiller. Eski hesap kapatılmadan yeni sayfa açmak, yeni aldanışları gündeme getirir.
Olay çok boyutlu. Olumlu, olumsuz yanlarının bulunması doğal. Yansız bir görüşle irdeleyip değerlendirmek gerekir. Burada Genelkurmay’ın görüşleri önemli. Kıbrıs konusunda Denktaş’tan yana olan emekli ve görevdeki askerlerimizin Irak konusunda iktidara yakın görüşte oldukları da bilinmektedir. Genelkurmay Başkanı’nın 5 Mart konuşması bekleniyordu. İçeriğinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokratlığı (sık sık yinelerim “Bizim askerlerimizin çoğu, sivillerimizin çoğundan daha demokrattır” bu görüşüm doğrulanıyor), barışseverliği, hukuka saygısı vurgulanmakla birlikte gündemdeki konuya değinişi de açık. Önceki tezkerenin oylanmasından önce konuşmama yerindeliği bu kez gözetilmemiştir. İkinci tezkereden söz edilirken yapılan konuşma elbet etkileyicidir. Askerlere çatmayı beceri sayanlar, siyasetçiler başta herkes dönüş yapmıştır. Takiyyecilerin, liderlerinin baskıları karşısında dönüş için aradıkları bahane, muvafakat partisi durumundaki siyasal partilerin gerekçeleri ortaya konulmuştur. Saygınlığına toz konulmamasını, gölge düşmemesini istediğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı rahatlatmıştır. Artık “Gel Tezkere!” türküleri yeri göğü inletecektir. Başka bir organ ya da kişi bunu yapsaydı yargı organlarına bile saldırmaktan çekinmeyen goygoycular ellerinden geleni arkalarına koymazlardı. Şimdi hakaret-küfür bile olsa sineye çekmekte, övgüler yağdırarak alkışlamaktadırlar. Kanımızca, Silahlı Kuvvetlerimiz, açıklanmayı, tanınmayı bekleyen Kürt Devleti oluşumuna ağırlık vererek çalışmalarını yürütmekte, önceki ve şimdiki dönemin yavanlık ve yavaşlığının getirdiği sakıncaların giderilmesi fırsatının doğduğunu, ABD’yi sözleriyle bağlayıp kimi tehlikeleri önlemeyi düşünmektedir. Duyarlılıkları yerindedir. Yöntemi tartışılabilir.
Yeniçağ tarihinde Irak olayı önemli bir bölüm oluşturacaktır. Saddam’ın diktatörlüğü, Halepçe katliamı, ekonomik düşkünlük, Kuveyt saldırısı vd. değerlendirilecektir. ABD’nin küreselleşmenin öncülüğüyle dünyaya egemen olma tutkusu, yeniçağ diktatörlüğü de yerini bulacaktır. Birleşmiş Milletler Silah Denetçileri’nin yeterli kanıt bulamadıkları, Güvenlik Konseyi’nin karar almadığı bir ortamda dayanaksız suçlamalar, kanıtsız girişimler, sivil ve askerlerin tahminleriyle savaşın açılması petrol çekiciliğine bağlanmakta, Rusya’nın veto hakkını kullanacağından, Almanya, Fransa ve Belçika’yla birlikte Çin’in olası tutumlarından söz edilmektedir. Türkiye karşıtlarını belirgin Arap ülkelerinin yüzyıllar sürecek hırs ve hıncı da ayrı. İnsanlığını unutmayanları utandıran “Barışın faturası” deyişi ile ikinci tezkereye oy sağlamak için yürürlüğe konulan vergi baskısı da başka. Borç arttıkça artan bağımlılığın düşürdüğü üzücü durumları yaşamak acısının tanımı güç. Tezkerenin reddi ya da kabulü durumlarında “etekleri zil çalanlar” deyimini kullananları ibretle izliyoruz. Ciddi bir sorunu sen-ben-biz-onlar kavgasına dönüştürmek ilkelliktir. Şimdi önce red oyu verenlerin kişilikleri, nitelikleri daha iyi anlaşılacak, kimlerin nasıl, ne bahanelerle döndükleri, kimlerin özür dilercesine destek verecekleri saptanacaktır. Karşı çıktıkları kurum ve kişileri övmeye başlayan ikiyüzlülerin, döneklerin kendilerini düzelttiklerini umanlar da çıkabilecektir. Oysa, bizim değişmez kanımız, Türk askeri asla bir lejyon askeri, paralı asker değildir. Yansızdır, güçlüdür, yurtseverdir, barışseverdir, hukuka saygılıdır, tehlike saydığı duruma değinmek zorunda kalmıştır. Atatürk Orduları kimsenin değil ulusunun gücüdür.
Türkiye’yi yanına alarak güçlüklerini azaltmak isteyen ABD’nin Güvenlik Konseyi kararını beklemeden TBMM’den tezkereyi geçirtmek için sürdürdüğü baskıların bir bölümü olarak Kuzey Iraklıları kışkırttığı görüşü ağırlık kazanmaktadır. Önce sevinç çığlıkları atıp hiçbir şey değişmeden bayrak yakmaya girişmenin anlamı olmalıdır. Göstermelik kınamalar kimseyi kandıramaz. ABD kendilerine destek olup bağımsızlık ilan edeceklerdir. Türkiye bunu engelleyecektir. Bunun için Türkiye istenmemektedir. Kürtçülerin yurtdışı güçlerinin ABD ve Avrupa ayaklarını bilmeyen kaldı mı? Barışsever ve yurtları için canlarını adamaya hazır Atatürkçülere “Lâikperest, lâikçi, jakoben, irtica paranoyası, şahinler” diye suçlamaya çalışan ırkçı, şeriatçı, çıkarcı, dönek gurubunun şimdi hangi dalda öttüğünü herkes görüyor. Neler olup bittiğini anlıyor. Kargalıktan şahinliğe geçenleri seyrediyorlar.
Tarih, en büyük öğreti ve hakem olarak yargısını ortaya koyacaktır. ABD’den beklenen ve istenen dolarlar savaşın hangi zararını, ne ölçüde giderebilir ki? Yıkımların onarımı, yitiklerin acısı, yaşanılan olumsuzlukların giderilmesi nasıl karşılanabilir? Alınacak para yaraların sargısı olamaz. Her şeyden önce para için savaşa girilemez. Güvenliğimiz, geleceğimiz, bağımsızlığımız, ulusal çıkarımız için gerekirse, ölünür. Yineliyorum aç kalınır, onursuz kalınmaz. Savaşa da onurla girilir, zaferle çıkılır. Hatırla, baskıyla, oyunla değil. Ne Damat Ferit, ne Enver Paşa ne de Ali Kemal anlayışı ve tutumu geçerli olamaz.
Saddam’dan değil, barıştan yanayız. ABD’ye değil, emperyalizme, savaşa karşıyız. ABD dalkavuklarını kınıyoruz. Atatürkçü ve barışsever olmakla övünüyoruz.




..