27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 3
1976 yılında ise bir gazetede yayınlanan yazı dizisinde: (11)
"... Nakşibendilik tarikatı' nın kökenini, boyutlarını, niteliklerini ve bu gün ulaştığı
düzeyi algılamayanların Türkiye'nin politik olaylarını teşhiste güçlük çekmeleri
olasıdır.,.." şeklinde bu konuda görüş açıklıyordum.
12 Eylül 1980 darbesi baskı, zulüm ve zor kullanıp ülke düzenini daha da emperyalist güçlerin arzu ettiği konuma getirdi. 1975 yılında yargılanırken Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ne vererek kamuoyuna mal ettiğim CIA kaynaklı bir kitapta darbecilere yol gösterilmektedir. (12) Bu bağlamda 7 adımlık kademeli bir uygulama önerilmektedir. 4. adımda da: Başkaldıranların ''siyasi örgütünün ortadan kaldırılması" İstenilmektedir. CHP bu istek doğrultusunda kapatıldı. (13) 7. adımda ise "Bir partinin kurulması" öngörülüyor… Kuşkusuz bu partinin liderinin denenmesi de gerekmekteydi. 6. adıma göre... ANAP bu amaçla kuruldu... Darbe artığı bir parti olarak askerî darbecilerin temel uygulamalarını sivil görünümünde uygulamak için...
Bu partinin liderinin ABD'nin tüm değer yargı [arını benimsemesi yanında Nakşibendi kimliği de biliniyordu. Ev ödevlerini yapmakta başarılı olduğu için
Cumhurbaşkanlığı’na getirildi. Bu dönemde basında "Türkiye'nin kucağa oturtulma planından söz ediyordum; '' ama uydulaşma süreci ivme kazanmış, 1976'lı yıllarda dikkatleri üzerine çektiğim tarikat 17 yıl sonra Çankaya'ya kadar tırmanmıştı.
Atatürk'ün kemikleri sızlıyor olmalıydı... (Özal, 24 Ocak 1980'deki kararların da
mimarlarından ve aynı zamanda uluslararası ticari çevrelerinin önemli örgülü Dünya Bankası mensubuydu, Türkiye’ye gelmeden önce...)
İktidarların ilticaya ödün verme sabıkası ve aymazlığı her geçen gün dozajını artırarak sürdü. Bu süreç Atatürkçü geçinenlerin elbirliği ile gerçekleştirildi. Onlar oy depolarını sağlayan tarikat şeyhlerinin destekleri yanında işbirlikçi sermaye ve bu güçlerin dış bağıntılarının desteği ile iktidarlarını sürdürme
adına Atatürk ilkelerinden, ulusal bağımsızlıktan, ulusal onurdan ödün vermekten hiç sakınmadılar.
28 Şubat (1997) Süreci bu gidişin ivmesini azalttı...
Yıllarca önce Şellefyan'la başlayan ekonomik çıkar ilişkileri, yeğenlerden birinin "Mobilya yolsuzluğu" ile İlk kez kamuoyunun öğrendiği "Hayali İhracat" olgusu, Özal iktidarı döneminde inanılmaz boyutlara ulaştı. Ne idüğü belirsiz ithal prenslerin yönetimine bırakılan ekonomi, işini bilen memurlar yanında, "Hayali ihracat"a bilinçli olarak göz yumuldu. Bu pastadan pay kapmak isteyen şirketler ve saygın iş adamları(!) soyguna katıldılar... Ekonomimiz kan kaybetmeye devam ederken soyguncular palazlandıkça palazlandılar...sömürdüler. Nerede ise vurgun ve soygunları yanlarına kâr kalacaktı...
Türkiye avantalar ve yağmalar ülkesine-cennetine dönüştürüldü...
Rant ekonomisi uyuşturucu, kara para, fuhuş vb. gibi desteklerle beslenip "kayıtdışı ekonomi" olgusu ekonominin önemli bir bölümünü oluşturdu. Bu bataklık her türlü sahtekârlık yanında, kumar rüşvet, soygun, haraç, tahsilat çetelerine uygun bir ortam oluşturdu... Tüm bu pislikler içinde kamu görevlilerinin de yer aldığı açıkça görüldü.
Sistem mafyalaştırıldı... Olayın ucu giderek TBMM'ye kadar uzandı. Dokunulmazlık duvarı bu pisliğin tüm boyutlarının ortaya çıkmasını engelliyor... Politikacılar nerede ise "istifa" kelimesini sözlüklerden çıkartacaklar. Politikacılarla, hukukçular meydan muharebesi veriyor... Her liderler zirvesinde yeni bir aklama-paklama "antlaşması" yapılıyor, uygulanıyor.
1950'li yıllardan bu yana ekonomiyi ABD çıkarlarına uygun bir şekle dönüştürmek için dış destek ve finansmanla oluşturulan ve palazlandırılan işbirlikçi sanayi burjuvazisinin büyük çoğunluğu özel uçaklar, lüks arabalar, yatlar, villalar vb. gibi üretken olmayan yatırımlarla kaynaklarımızı tükettiler... Çocukları ise tam bir mirasyedi bonkörlüğü içinde zevk ve sefa alemi içinde sonradan görme ilkel burjuva sosyetenin doymak bilmez isteklerini karşılıyorlar... Halkımız, onlar soyup sömürdükçe fakirleştikçe fakirleşti... Kapitalist anarşi, Türkiye'nin yeraltı ve yerüstü bütün servetlerini emperyalist sömürü uzantısında yağmaladı; insanımızı, değerlerimizi yabancılaştırma yöntemleriyle çürütmeye başladı... Açlık, yokluk ve yoksulluk. inanılmaz boyutlara ulaştı. Asgari ücret ayda' 100 dolunu gerisine düştü. "Sosyal
Adalet" Anayasa'da kaldı. Toplumun ekonomik açıdan üstte bulunan katmanlarıyla en alttakiler arasındaki uçurum dünya rekoruna(!) koşuyor... (14) Ülkemiz tüm uluslararası istatistiklerin olumsuz göstergelerinin başını çekiyor... (15)
Türkiye kanımızca bu acıklı duruma emperyalizmin bilinçli bir politikası sonucunda getirildi. Nerede ise bütçesinin tümünü dış ve iç borç faizlerine yatıran bir ülkede siyasal-ekonomik krizlerin birbirini izlemesinden daha doğal ne olabilirdi?
Ülkemiz "Borç Tuzağı"na "Küreselleşme"nin gizli örgütlerinin lider kadrosunun
denetiminde olan işbirlikçi iktidarlar eliyle düşürüldü.
Ekonomist olmaya gerek yok, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası tefeci finans kuruluşları hakkında burjuva medyada yer alan haberleri gözden geçiren herkes ekonomik krize sürüklendiğimizi algılayabilir. Aslında Dünya genelinde borç alıp ekonomisini düzlüğe çıkaran ülke yok gibi. Aksine IMF dayatmaları borçlu ülkeleri krizden krize sürüklüyor. (16) Bu politikalar uzamasında; Rusya sonuçta küreselleşmecilerin dayattığı ödünler kopartılıp "Ulus Devlet'ler küreselleşmecilerin haritasından silinmek isteniyor. Örneğin: 1997 yılında yayınlanan bir BM raporunda (17) dünya ekonomisi "pusulasız ve haritasız" yol alan yelkenliye benzetilip: "Dillerden düşmeyen globalleşme, rekabet gücü bulunmayan ülkeleri felakete sürüklüyor" denilmektedir.
Kuşkusuz bu oluşumda kapitalist anarşide palazlanan herkesin, kiralık kalemlerin, yeğenlerin, aile fotoğrafı içine girenlerin, manevi evlatların, dost çevresinin ekonomimizi hortumlayanların katkısı yadsınamaz. Aileden Örnek alan hortumcular ekonominin kanını, iliğini çökertir, şeffaflığı önler. Biz, o ülkelere gitmeyiz." Bataklık... Alın, başınıza çalın!..." Milliyet, 18 Ocak 2001, Yalçın Doğan.
Havadan para çarpan bu dolandırıcılar, partilerin seçim masraflarını finanse edip
suçlarım perdelemeye çalıştılar. Bu çirkin alışveriş politikayı ve politikacıları daha da kirletti ve onlara olan "güveni" hepten tüketti.
Bugün ülkemizde ilerici, demokrat ulusalcı güçler küreselleşmeye karşı direniyor.
Belirli bir küresel plan içerisinde yaratılan ekonomik krizi kullanıp sosyal muhalefet ve ulusal direniş kırılmak isteniyor. Küreselleşmecilerin tüm istekleri yerine getirilince "can suyu" verilip krizdeki ekonominin yaşatılması küresel çıkarlarla örtüşüyor...
Ekonominin kanını emen hortumcularla gittiği yere kadar mücadele edip bu kişilerin çarptığı paraların yedi sülaleleri de dahil olmak üzere burunlarından fitil fitil çıkarılması ve sistemin sorgulanması ülkemizin düzlüğe çıkarılmasının Önkoşulu gibi görünüyor... Bu görevin sanıldığından da güç okluğu bilinmelidir. Nitekim, sorun derindedir. Prof. Dr. Emre Kongar bir makalesinde(18) hortumculuğun evrelerini açıklıyor:
“1950–1960 hazırlık dönemi.
1965–1980 geçiş dönemi.
1983'ten günümüze egemenlik dönemi."
Görüldüğü gibi 19501i yıllarda DP iktidarının ABD emperyalizminin uydusu ekonomik politikalarının bir sonucu olarak başlayan hortumculuk 27 Mayıs 1960 hareketinin gölgesiyle gerilemiş, 1965-1980 özellikle AP iktidarı dönemlerinde palazlanmış, 1983'ten soma Özal döneminde de kök salmıştır.
Bu süreçte iktidarda bulunan tüm partilerin ve liderlerinin destekçilerinden
hortumculardan tam anlamı ile hesap sorulabilir mi? Çok güç olmasına karşın
ülkemizin kurtuluşunun bir anlamda bu hesabın sorulmasına bağlı olduğunu
düşünüyorum. Bu konuda Bahadır Kale-ağası'yla ayni görüşü paylaşıyoruz. (19)
Kuşkusuz Gene! Kurmay Başkanımız Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun bu konudaki tanısının ağırlığı yadsınamaz... (20)
Kıvrıkoğlu:
"Yolsuzluklarının üzerine gidilmediği İçin ekonomik krizin patlak verdiği" kanısındadır.
Ülkemizde yıllardan beri yönetim krizi yaşanıyor. "Türkiye'yi kim, kimler yönetiyor ya da yönlendiriyor?" sorusunun yıllarca yanıtını arıyorum ve bu konuya katıldığım etkinliklerde de yanıt aradım. Kanımca en doğru tanıyı Bülent Ecevit koyuyor. (21)
"Dış dünya, İç politikamızı da kendi güdümüne aldı. Hükümet Çalışmaları, aslında Washington ve Brüksel'den yürütülüyor."
Ecevit'in muhalefette iken açıkladığı bu görüş kuşkusuz gerçeği yansıtıyor... Bu
noktada sorulması gereken yaşamsal soru, Ecevit iktidarında bu dış güdümden
kurtulmak için neler yapıldığıdır.
Kanımızca içine düşünü düğümüz acıklı durumun, düzenin sosyal yapısına ilişkin,
yönetsel ve siyasal sorumlularının suçları ortaya çıkarılmadan ekonomik kriz
aşılamaz. Sorunların "umut insanlarla" aşılacağına inananlar dün olduğu gibi
gelecekte de yanılabilirler... 1975'Ii yıllarda Ecevit "umut", olarak halkımıza
sunulmamış mıydı?
Dünyanın mazlum ulusları adına ilk "Kurtuluş Savaşı"nı verip bağımsızlık ve
özgürlüğünü kazanan bir ülke uzun erimli emperyalist bir plan sonucu krizden krize sürüklenirken, ABD Büyük elçisi Robert Pearson'un "Kurtuluş Savaşandan söz etmesini(22) onurlu hiç bir vatandaşımızın içine sindirebileceğini sanmıyorum.
ABD Büyükelçisi'nin söylemini bir ay sonra Ecevit yineliyor: (23)
"Ekonomimiz uğradığı kazadan kısa sürede kurtulacaktır ve enflasyon yeniden düşüş sürecine girecektir. Ekonomide çekilen sıkıntıların yükünü isçiler de en az girişimciler kadar ve onlarla birlikle çekerler..... Eğer ağır koşullar altında, en çetin savaşları kazanmış olan Türk Ulusu, ekonomik savaşı da elbirliği ile kazanacak ve kısa sürede hakça bir düzenini yolunu açacaktır."
1975'ler den bu yana çeyrek asırdır Ecevit'ten benzer söylemleri duyuyoruz. Peki, ne değişti? Ekonomik sıkıntı açısından işçilerle patronları aynı potaya koymadaki yanılgı aslında Ecevit'teki sol demogojik değişime ışık tutuyor...
Daha da Önemlisi işgalci ya da siyasal-ekonomik krize girmemize neden olan güçler kim ki onlarla savaş verelim?
Eğer Ecevit'in 1995'lerde söylediği gibi(21) "iç politikamız Washington ve Brüksel
tarafından yürütülüyorsa" bağımsızlığımızı elde etmek için, Ecevit, siyasal-ekonomik krize kadar "ulusal çıkarlar" için ne yaptı? Bundan sonra neler yapmayı düşünüyor?
Bizi "ekonomik savaş" verme konumuna düşüren Dünya Bankası ve IMF politikalarını güz ardı edip ayrı kuruluşların istediği ödünleri verip, borcu borçla Ödemek kısır döngüsünü bu ulusa "Ekonomik Savaş" diye nasıl sunabiliyor sunuz? (24)
Tam bu dönemde DSP milletvekili Ali Arabacı'nın Kopenhag Kriterleri'ne gönderme yapıp bazı yasalardan "Atatürk ilkelerine bağlılık şartının kaldırılması"(25) için yasa teklifi hazırlamasının bir rastlantı mı, yoksa küreselleşmecilerin bir isteği mi olduğunu da Ecevit'ten soruyorum?
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
(*) Ayrıntılı bilgi için bakınız;
1. S.Ö., 12 Mart 1971’den Portreler, C 1,6. Baskı, s. 307-347, Sorun Yayınları, 1999.
2. S.Ö. Devrimci Siyasi Terbiye-Diplomasi-Ahlâk. s. 131–137, Sorun Yayınlan 2001.
1. Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz yayıncılık, Haziran 1999, İstanbul (s.: 443-509).
2. Örneğin: l3 Mart 2001 günü, Bursa Eczacılar Odası'nda "Küreselleşmenin Perde Arkası" ve 15 Mart 2001 günü.
Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği'nde; "Küreselleşmenin Mililer ve Paramiliter Boyutu" konulu konferanslar...
3. Ayrıntılı bilgi için bakınız; Sorun Yayınlan, Emperyalizmin Gizli Örgütleri Dizisi’nin tüm kitapları.
4. Talat Turhan, age.
5. "Eşitsizlik yeniden masada" Cumhuriyet, 12 Şubat 2000.
6. Köhler, "Aşırı Liberalleşme Tehlikeli",,Milliyet, 3 Nisan 2000.
7. M. Ali Birand, 12 Eylül: 04.00, Karacan Yayınlan, II. Baskı, Nisan 1985, s. 286.
8. Aktüel, No.: 179, 8-14 Aralık 1994.
9. 1 'de age, s. 43–45 Said-i Nursi ve s, 150–153 Fethullah Gülen.
10. 7 Gün Dergisi: 3 Ağustos - 14 Aralık 1977.
Y.n.: Yazı dizisi sürerken dergi yayın hayatına son verdi.
11. Talat Turhan, "Terazinin Kefesi ve DGM'ler", Politika, 28 Eylül, 4 Ekim 1976.
12. David Galula. Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri, Gn. Kur. Basımevi. 1965,
13. Talat Turhan. Çeteleşme. s. 46–49.
Y.n.: 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin ünlü savcısı Süleyman Takkeci bir dergide yer alan söyleşisinde bu konudaki niyetini açıkladı; "Bütün CHP'lileri hapse atacaktım",Nokta, 19 Temmuz 1992.
14. "Türkiye'deki hanelerin yansına yakını aylık 150 milyon lininin altında gelirle ayakta duruyor." TÜBİTAK araştırması, Radikal, 26 Ocak 2001.)
15. 7 Aralık 2000 yünlü "OECD Yolsuzlukla Mücadele Raporu"ndan: "Yolsuzluk ve rüşvet, o ülkelerin uluslararası alandaki güvenilirliğini yerle bir ediyor. Bunun sonucunda, o ülkeye yabancı sermaye gelmez oluyor."
"Yolsuzluk, demokrasiyi ve insani değerleri kemirir. Rekabeti öldürür, serbest pazar ekonomisini çökertir, şeffaflığı önler. Biz, o ülkelere gitmeyiz." Bataklık... Alın, başınıza çalın!..." Milliyet, 18 Ocak 2001, Yalçın Doğan.
16. "IMF gittiği her ülkeyi batırıyor", Cumhuriyet, 23 Şubat 2001. (Meksika, 1994–95. Endonezya, 1997–98, Güney Kore, 1997–38, Tayland ve Malezya, 1997–98, Rusya, 1998, Brezilya, 1999)
17. Radikal, 12 Haziran 1997.
18. Emre Kongar, 'Tanzimatçılar, Cumhuriyetçiler ve Hortumcular". Cumhuriyet, 9 Nisan 2001.
19. "1990'ların başında dünya basınında 'yükselen yıldız' olarak söz edilen Türkiye Çinili şunlarla anılıyor:
Köhneleşmiş siyaset, çökmüş ekonomi, insan hakları sorunları, gelir dağılımı uçurumu...", Radikal, 24 Nisan 2001.
20. "Krizin nedeni hortum". Radikal, 24 Nisan 2001.
21. Ecevit: 'Dışından yönetiliyoruz,' Cumhuriyet, 28 Aralık İ995.
22. "ABD'nin Türkiye Büyükelçisi Pearson Türkiye'nin ekonomik alandaki mücadelesini Kurtuluş Savaşı'na benzeterek '
ABD arkanızda' mesajı verdi." Radikal, 25 Şubat 2001.
23. "Ecevit: KurtuluşSavaşı veriyoruz.", Hürriyet 22 Mart 2001
24. Osman Ulugay, "Siyasetçi3. şoku da yaşatmaya niyetli," Milliyet, 22 Nisan 2001.
25. Atatürk ilkeleri şartı kalkmalı mı? Milliyet, 15 Nisan 2001.
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***