2 Eylül 2014 Salı

PKK Sınırın Ötesinde mi?





PKK Sınırın Ötesinde mi?:







PKK Sınırın Ötesinde mi?




Gökçe Fırat

01.08.2005/Sayı:87


ABD-PKK ittfakı


Gerek Genel Kurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’un, gerekse Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, yeniden terör kampanyasına başlayan PKK’nın faaliyetlerinin engellenmesi için gerekirse Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon düzenlenebileceği yolundaki açıklamalarıyla birlikte PKK sorunu ülke gündeminde yeniden merkezi bir yer işgal etmeye başladı.


PKK sorununun gündeme gelmesi, Türkiye’nin bölücü teröre karşı mücadelesi açısından olumlu bir gelişme olarak algılansa da, PKK’ya karşı mücadele için önerilenlerin kapsamı ve içeriği, Türkiye’nin yeniden büyük bir tuzağa doğru çekildiğini gösteriyor. Bu bakımdan bölücü terörle doğru mücadele için doğru bir mücadele yöntemi belirlenmesi gerekiyor. Biz bu yazımızda bölücü terörle mücadelede doğrularla yanlışları, tuzaklarla çıkış yollarını ortaya koymaya çalışacağız.


Öncelikle PKK meselesinin ve yeniden başlayan terörün nedeninin doğru tespit edilmesi gerekir. Son dört yıldır neredeyse duran terör neden birden bire başlamıştır?


Bu sorunun cevabı Apo’nun 1999’da yakalanmasının ardındaki sır perdesinin kaldırılması ile çözülebilir. Son dönemde Apo’nun yakalanması üzerine bir kaç kitap yayınlanmış bulunuyor. Ama daha önemlisi eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve eski Başbakan Bülent Ecevit’in Apo’nun yakalanması ile ilgili açıklamaları. Her iki devlet yöneticisi de Apo’nun yakalanmasını ABD’nin sağladığı ve bu nedenle Türkiye’nin başarısının arkasında ABD’nin payının olduğu fikrini açıkladılar. Böylelikle Türkiye, PKK ile mücadelede ABD’nin yardımı ile bir sonuç almış oluyordu.


Bu açıklamaların elbette çok önemli bir sonucu var. Eğer Apo’yu Türkiye’ye ABD verdi ise, PKK’nın arkasında ABD yok demektir. Ve eğer PKK’nın arkasında ABD desteği yok ise, Kuzey Irak’ta oluşan PKK-ABD ittifakının da farklı gerekçelere bağlanması gerekir. Bu gerekçe ise günlük basınımızda Irak’ta zaten batağa saplanan ve canını zor kurtaran ABD’nin bir de PKK ile mücadele edecek gücünün ve imkânının olmadığı şeklinde açıklanmaktadır.


Olaya ABD’den bakınca ya da ABD’yi aklamak için bir gerekçe bulmak gerekirse, doğrusu bunun iyi bir gerekçe olduğu söylenebilir. Ama bunun da çok gerçekçi ve zekice olmadığı çabucak ortaya çıkabilir.


90’lar: Güçlenen Türkiye


1990’ların ortasından itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nde önemli gelişmeler yaşandı. 90’ların başında güçlenen PKK terörünün arkasında ABD’nin fiili askeri yardımının olduğu biliniyordu. Bu nedenle Türk Devleti kendi içinde bir sorgulama dönemi yaşadı.


O yıllar Türkiye açısından içerde terörle mücadele, dışarda ise özellikle Orta Asya’da yeni bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile ortaya çıkan potansiyel, Ortadoğu’da özellikle Irak ile geliştirilen olumlu ekonomik ilişkilerle birlikte dikkati çeker. Böyle bir Türkiye potansiyel bir tehdittir.


Ortadoğu’da güçlenen, Orta Asya’da beliren bir Türk önderliğinin üzerinde dikkatle durulması gerekir. Türkiye bu gücünü ve potansiyelini tespit eder. Ama bu tespitle birlikte ülkede her gün onlarca asker ve yurttaşın ölümü ile sonuçlanan PKK terörü vardır. O halde güçlü Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’da bir önderliği olacaksa öncelikle kendi içindeki teröre karşı gücünü göstermelidir.


Terör, uluslararası bir organizasyon olduğu için bu uluslararası organizasyonla baş etmek için uluslararası bir mücadele gerekmektedir. 1994’ten itibaren Türkiye bu yönde bir kararlılık beyan eder. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik Irak devleti ile mutabakat içerisinde müdahalesi başlar. 1999’a kadar süren beş yıl boyunca Türkiye Cumhuruyeti ülke içine sızan teröristleri etkisiz hale getirmeyi başarır.


Ancak başarı askeri alanda değildir yalnızca. Türkiye’nin güçlü sınırötesi operasyonu Kürt bölücülüğünün gelişme motivasyonunu kırar. Nitekim tüm bu dönem boyunca Kuzey Irak’ta sadece PKK değil, KDP ve KYB de güç kaybedecektir. Bunun böyle olması da çok doğaldır çünkü uluslararası bir Kürt hareketi vardır ve bu hareket Türkiye’nin etkin müdahalesiyle sinmek zorunda kalır.


Türkiye’yi dizginlemek: Sivas, Gazi, Uğur Mumcu suikasti


Fakat 99’a gelindiğinde Türkiye artık iyice dizginlenemez bir güç halini almıştır. Türkiye Şam’da yönetimi devirebilecek kadar güçlüdür ve bunu açıktan beyan eder. Türkiye’nin Irak’tan sonra Suriye’ye de girmesi bölgede Türkiye’nin mutlak üstünlüğünün sağlanması olacaktır. Bu durum ise, Körfez’e ilk müdahalesini gerçekleştiren ABD’nin uzun vadeli hedefi için en büyük handikaptır.


Fakat tehlike bununla sınırlı değildir. Türkiye’de rejim içinde de bir değişiklik gözlemlenmektedir. Doksanlı yıllar boyu gelişen işçi hareketleri, laiklik eksenli mücadeleler toplumsal bir uyanışın habercisidir. Türk milleti adeta silkinmektedir.


Bu silkinmenin en önemli yansıması ise Ordu’da gözlemlenmektedir. Türk Ordusu içinde komuta kademesi Kıvrıkoğlu ve Karadayı dönemleri boyunca sürecek olan sekiz senelik bir laik, bağımsızlıkçı ve ABD’ye mesafeli döneme girmiştir. Kısacası bunca yıllık sadık NATO müttefiki Türkiye’de ipler ABD’nin elinden çıkmaktadır.


Özal’ın ölümü ile başlayan süreçte Türkiye’nin rota değiştirmesi ABD tarafından çok yakından takip edilir. Türkiye bu tür bir rota değişikliği nedeniyle çeşitli vesilelerle uyarılır. Sivas Katliamı, Gazi Mahallesi’ndeki ayaklanma, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi olayları Türkiye’ye ABD müdahalesinin işaretleridir.


ABD’nin kontrolünde PKK, bu üç büyük provokasyonda da başroldedir. Hedef ise, Alevi-Sünni ayrımı ile Kürt hareketine bir ihtiyat kuvvetinin kazandırılmasıdır. Bunun dışında doğrudan askeriyeye uyarıdır. Bugün Soros tarafından düzenlenen Turuncu Devrimler gibi, Türkiye’de operasyon yapılmaktadır. Fakat komuta kademesindeki sağlam duruş nedeni ile ABD her seferinde başarısızlığa uğrar.


Türk Devleti açısından ise önemli bir karar alınmıştır. Birincisi uluslararası planda PKK’ya barınma şansı tanınmayacaktır. Özellikle Irak’a yerleşen Türk Ordusu uzun vadeli bir tedbiri almaktadır. İkinci tedbir ise PKK’nın ekonomik ağının çökertilmesidir. Bu amaçla, devlet içindeki belli bazı güçler Kürt işadamları ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı infazlara başlar. Böylesine sistemli bir hareket ABD’yi iyice korkutur. PKK’nın gerek iç, gerek dış dayanaklarının çökertilmesi ABD’nin Ortadoğu’ya elveda demesi olacaktır. Bu aşamada ABD üç büyük tezgah kurar.


  Susurluk’tan, Apo’nun teslim edilmesine


Birincisi Susurluk olayıdır. Susurluk’la birlikte ABD’nin sadık ajanı, karanlık yayınlarla devlet içinde PKK’ya karşı mücadele eden ekibi tasfiye ettirir. Böylelikle PKK ile mücadelenin ekonomik ayağı kırılır.


İkincisi Jandarma Genel Komutanı’nın bir suikastle öldürülmesidir. PKK ile mücadelenin dış askeri operasyon kısmını koordine eden ve bitirici bir askeri operasyon hazırlayan Eşref Bitlis uçağı düşürülerek öldürülür. Eşref Bitlis’in öldürülmesiyle birlikte hem bitirici dış operasyon engelenmiş olur, hem de Eşref Bitlis önderliğinde Güneydoğu’da PKK’nın şehir milislerine yönelik devlet mücadelesi durmuş olur.


Susurluk’la başlayan ABD denetimindeki kampanya Güneydoğu’ya uzanır. Yine bölgede PKK’ya karşı mücadele eden bir binbaşının aynı karanlık medyada konuşturulduktan sonra öldürülmesi dikkat çekicidir.


Bu iki büyük operasyondan sonra PKK biraz olsun rahatlar. Ama başta bu komutanlar olduğu sürece PKK ve ABD için işler kötüye gidecektir. O nedenle ABD-PKK ittifakı büyük bir kumar oynar ve son büyük provokasyonnu gerçekleştirir.


Suriye’ye müdahale etmeye hazırlanan Türkiye’ye Apo teslim edilir. Teslimat danışıklı dövüştür. Teslim edilen Apo’ya yaşam güvencesi verilir. Apo da PKK’ya silah bırakma çağrısı yapar. Böylece ABD bir taşla iki kuş vurmuş olur. Hem PKK üzerindeki hakimiyetini sağlayacak Apo’nun yaşamasını sağlamış olur, hem de PKK’ya silah bıraktırarak Türkiye’nin sınırötesi hareketlerini gerekçesiz bırakmış olur.


Apo’nun İmralı’ya hapsedilmesiyle birlikte Türkiye yavaş yavaş Irak’tan çekilmeye başlar. Bu, aynı zamanda Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’daki açılma politikasının bitmesi demektir. Geri çekilen Türkiye yavaş yavaş Türkiye sınırlarına hapsolur. Şu an yaşanan durum bir hapsolma pozisyonudur. Türkiye, müttefiki ABD tarafından usta provokasyonlar ve hareketlerle kuşatılmıştır.


PKK, ABD’nin Ortadoğu’daki operasyonel öncü gücüdür


Apo’nun İmralı’da hapsedilmesi ile başlayan dönem Türkiye Ortadoğu ve Orta Asya’da açılma politikasını tümüyle terk ederek AB rotasına sapmıştır. AB süreci Türkiye açısından mutlak bir zayıflama dönemi olmuştur.


Sürecin ABD-Türkiye ilişkileri düzleminde de tahlil edilmesi gerekir. ABD, Türkiye ile zayıflayan ilişkilerini bir süreliğine bu soğuma seviyesinde buzdolabında bekletmiştir. Böylelikle gerilen ilişkilerin düzeleceği ana kadar pusuya yatmıştır. Bu aşamada Kürt bölücülüğünü AB’ye havale ederek Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde yorularak güçsüz düşmesini beklemiştir. Şu an başlayan terör, tam da bu yorgun Türkiye’ye karşı başlatılmıştır.


Geçen beş yıl içinde AB uyum yasaları ile elde edilen dil hakkı, örgütlenme hakkı, belediyelerde kazanılan seçimlerle güçlenen ve ülke içinde kendisine kendince demokratik bir taban oluşturan, kamuoyu yaratan PKK, yeniden ABD elinde eyleme sokulmuştur. PKK’nın eylemlerini ABD’nin eylemleri ile birlikte ele almak gerekmektedir.


Türkiye’de başlayan terör tam da ABD’nin Irak’a müdahalesi ertesinde başlatılmıştır. Bunun anlamı açıktır, PKK ABD’nin müttefiki olarak ABD’nin yanında Irak savaşına dahil olmuştur. Bilindiği gibi Irak’a karşı savaş, dar anlamıyla Irak’a karşıdır, ama kapsamı geniştir, tüm Ortadoğu’yu içine almaktadır. ABD’nin açık hedefi İran ve Suriye’dir. Türkiye ise örtülü hedeftir.


Bu noktada PKK, bu üç ülkeye karşı da aynı anda silahlı savaş başlatmıştır. Son bir ayda gerek İran’dan, gerek Suriye’den gelen çatışma haberleri dikkate alınmadan, PKK’nın Türkiye’de başlattığı terör kampanyası anlaşılamaz. PKK, doğrudan ABD’den aldığı direktifle öncü bir savaş başlatmıştır. Hemen ardındansa ABD’nin müdahalesi gelecektir.


PKK’nın bölge ülkelerine karşı başlattığı savaşın bir de AB cephesi vardır. ABD için eline silah alan PKK, kaçınılmaz bir şekilde AB ülkelerinden de kopmaktadır. Bu aşamada PKK’nın bölge ülkelerine karşı başlattığı savaş, aynı zamanda AB ülkelerinin Ortadoğu çıkarlarına karşı da bir savaş anlamına gelmektedir.


PKK’nın sivil terörü


Olayı bu uluslararası boyutları ile ele alırsak PKK’nın Türkiye stratejisini de daha iyi görebiliriz. PKK uluslararası bir fedai mangası görünümü çizmekle birlikte, esas yığınağı ve görev alanı Türkiye’dir. Ancak Türkiye’deki görevini iyi bir şekilde yerine getirebilmek için de son derece ince bir politika izlediğini teslim etmemiz gerekir.


1- PKK Apo’nun tutsaklığı boyunca silahlı mücadeleyi bırakmış ve sivil alanda sivil mücadeleye başlamıştı. Sivil alandaki mücadelenin ne aşamaya geldiğinin muhasebesini yaparsak özellikle iki alanda önemli bir başarıdan sözederiz.


a- PKK, Güneydoğu’nun kent merkezlerinde önemli bir halk hareketi örgütlemiştir. Eskiden, gerilla hareketinin temel destekçisi köyler iken, sivil mücadelede köylerin yerini kent merkezleri almıştır. Son birkaç yıldır, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkari, kent merkezleri ile ilçe merkezleri, PKK’nın hakimiyetine girmiştir.


Bunda en önemli pay ise elde edilen PKK’lı belediyelerdir. Bugün PKK’lı teröristlerin cenazeleri belediye ambulansları ile taşınmaktadır. Dokunulmazlık zırhına bürünen PKK’lı belediyelerle birlikte, Güneydoğu’da fiili bir özerklik ilan edilmiştir. Her il ve ilçe merkezinde Apo’nun salıverilmesi için düzenlenen imza kampanyaları, dilekçe eylemleri, yürüyüşler, açlık grevleri ile, PKK ayrılıkçı bir sivil hareket inşa etmiş durumdadır.


b- Sivil mücadelenin ikinci ayağı aydın hareketi yaratmaktır. PKK, bu doğrultuda da önemli kazanımlar elde etmiştir. Eli kanlı bir terör örgütü imajını silmek için, silah bırakma ve sivil mücadele ile birlikte, pek çok Türk aydınını tuzağa düşürmüştür. Hem devlete hem PKK’ya silah bırakma çağrılarının ardında, PKK’yı devletle eş görme anlayışı yatmaktadır ki, bu da PKK’nın neredeyse işgal edilmiş bir devletin sözcüsü konumuna getirilmesidir.


PKK’nın aydın hareketinin merkezi İkitelli basınıdır. PKK’nın her talebini demokratikleşme adına coşkuyla karşılayan, her fırsatta Türk Devletine karşı PKK militanlarının yanında yer alan medya, böylelikle PKK’yı haklı, devleti haksız savaşan bir güç konumuna getirmiştir.


Bu aydın takımının kullandıkları kirli savaş kelimesi boşuna değildir elbette. Türk Devleti, Susurluk’tan beri hain bir karalama kampanyasının hedefidir. Katil devlet, işkenceci devlet propagandası altında, Türkiye devlet güçlerinin eli kolu bağlanmıştır.


Ya asker gibi alalım ya da asker gibi ölsün


PKK, sivil savaşın yarattığı bu özgür ortamda tekrar silaha sarılmıştır. Ancak bu silaha sarılmanın bile hem askeri hem de sivil ayağı bulunmaktadır. Örneğin son olarak Tunceli karayolunda kaçırılan erimizin durumu buna örnektir. PKK, silahlı bir eylemle bile barışçı bir sivil hareket imajı çizmektedir.


PKK, askeri serbest bırakacağını açıklamıştır. Aslında asker serbest bırakılmak üzere kaçırılmıştır. Böylelikle iyi bir propaganda malzemesi elde edilmiştir. Bir kısım aydının, hatta milletvekilinin kaçırılan eri almak üzere heyet kurmuş olması bu propagandanın başarısıdır. Böylelikle hem Türk Devleti güçsüz, askeri kaçırılan bir devlet konumuna getirilmektedir. Hem de PKK, Türk Devletine insaf gösteren hümanist bir örgüt konumuna gelmektedir.


Burada alınacak doğru tavır, bir açıdan Genel Kurkmay İkinci Başkanı’nın gösterdiği şekilde olmalıdır. Medya, bölücü örgütün propagandasını yapmaktan vazgeçmelidir. PKK’nın propagandası ile sonuçlanacak, PKK’yı kamuoyunda güçlü ve barışçı gösterecek tüm girişimlerin önü kesilmelidir.


Ancak bu noktada iş Ordu’ya düşmektedir. Düşmanla savaşan bir ordunun askerleri öle de bilir, esir de olabilir. Bu savaşın doğasıdır. Ordu, kaçırılan askerini ya askeri gücüyle kurtaracaktır, ya da feda edecektir. Ailenin gözyaşı, askeri askerlikten uzaklaştırmamalıdır.


Ordu, aileye ve halka, askeri kurtaracağını, teröristle pazarlık yapılmayacağını, teröristlerle buluşacak heyetlerin içinde milletvekilleri bile olsa teröre yardım ve yataklık etmiş olacağını, Ordu askeri kurtaramazsa askerin vatana feda olmasının tüm halk tarafından kabul edileceğini açıklamalıdır. Bu açıklama yapılmadığı sürece PKK, Türk eri üzerinden daha çok propaganda yapacaktır.


Apo’nun sözcüsü sözde milliyetçi yazar


PKK’nın bir diğer propaganda yöntemi daha bulunmaktadır. Sözde, PKK içinde bölünme olduğu, ABD ile Apo arasında mücadele olduğu izlenimini yayan örgüt, Türk kamuoyunu PKK’nın yanına itmektedir.


Burada esas malzeme ABD düşmanlığıdır. Toplum içinde yükselen ABD düşmanlığını gayet güzel değerlendiren PKK, sanki ABD ile Apo arasında görüş ayrılığı varmış, hatta ABD, PKK içinde Apo’ya karşı hareket ediyormuş izlenimi yaratmaktadır. Böylelikle Apo masumiyet kazanırken günah ABD’ye yüklenmektedir.


Bu korkunç zehirli propaganda ise sözde milliyetçi Yeniçağ gazetesinin sözde milliyetçi yazarı Arslan Bulut tarafından yapılmaktadır. Apo, içinde Sarp Kuray’ın da bulunduğu temsilcilerini Arslan Bulut’a göndermiş ve terörün arkasında kendisinin değil ABD’nin olduğunu söylemiştir. Sözde milliyetçi yazarımız da bölücü örgütün propagandasını Türk milliyetçilerine lanse etmektedir.


Ancak gerek Yeniçağ, gerekse Arslan Bulut kamuoyunun yakından bildiği isimlerdir. Bilindiği gibi Arslan Bulut, Doğu Perinçek’le yaptığı röportajlarla gündeme gelmişti. Yıllarca PKK’nın propagandasını kendi dergilerinde yapan, Suriye’ye gidip Apo’ya gül veren Perinçek’in milliyetçilere takdimi Arslan Bulut eli ile yapılmıştı.


Bugün ise Apo başka temsilcilerini Arslan Bulut’a göndererek propagandasını yapmaktadır. Apo, neden başka bir gazeteci ya da milliyetçi bulamadı da bula bula Arslan Bulut’u buldu dersiniz!


ABD düşmanlığı yaparak Amerikancılık yapmak ülkücülerin öteden beri en önemli özellikleridir. 80 öncesinde ABD emriyle ve ABD silahlarıyla kardeş kanı akıtanların, 80 sonrası birden inlerine girmeleri sebepsiz değildir. 80 öncesi 5.000 solcuyu öldüren ülkücülerin 80 sonrası 30 bin şehide mal olan PKK’ya karşı bir fiske bile atmamalarının elbet bir sebebi olmalı!


Aynı ülkücü kesimin bu defa basın yayın yolu ile Apoculuk yapması bizleri hiç şaşırtmışor. Çünkü arkasında Kürt işadamları olan, ABD desteği olan bir kısım medya olacaktır ve milliyetçilik de yapacaktır, çünkü ABD’nin çıkarları bunu gerektirmektedir.


PKK propagandasının daha üsturuplu biçimi ise Doğan medyası tarafından yapılıyor. Doğan medyası ise, PKK içinde bir bölünme olduğu, Kürt hareketi içinde Apo’ya ve PKK’ya karşı demokratik bir muhalefetin başladığını yazıyor. Özellikle Hikmet Fidan cinayetinin üzerine giden Milliyet eli ile, birden demokratik bir Kürt hareketi çağrısı yapılıyor.


Bu tür bir propaganda, PKK’yı zayıflatmak yerine güçlendiriyor. Çünkü doğrudan Türk medyasının destek verdiği kesimler PKK tarafından daha kolaylıkla tasfiye edilebiliyor. Böylece Apo kendi muhaliflerini Doğan medyasına deşifre ettirerek kendi önderliğini güçlendiriyor.


Bizim gazetecilerimiz ise bilinçli ya da bilinçsiz bu tuzağa düşüyor. Şu ülkeye bakın ki, burjuva basını Apo muhalifi Kürtçülerin propagandasını, milliyetçi basını ise ABD karşıtı Apo’nun propagandasını yapıyor!


Basındaki bu karmaşaya bakan Apo ve ABD ise keyifleniyordur. Her örgüt hele hele her devlet, iyi propaganda yapmak zorundadır. Propaganda ise kimi zaman doğrudan yapılmaz. PKK ve ABD şimdi bu taktikle Türk Devletini hareket edemez hale getirmektedir. Koparılan tartışmanın içinde Türkiye’nin terörle ne şekilde mücadele edeceği, kime karşı kimi destekleyeceği bilinememektedir. Böylesi bir karmaşa ise en fazla Apo’ya ve onu destekleyen ABD’ye yaramaktadır.


Sınır ötesi tartışması


Son sınır ötesi tartışmaları da ancak bu çerçevede ele alınabilir. PKK’nın artan terör eylemleri karşısında dile getirilen sınır ötesi ne anlam taşımaktadır, şimdi de bunu sorgulayalım.


Sınır ötesi operasyon, terörün sınır ötesinden kaynaklandığı tespitine dayanır ki, bu en büyük yanlıştır. Gelişen PKK terörünü yaratan ortam, Irak’tan PKK sızması değildir. Terör, PKK’nın sivil mücadele ile elde ettiği beş yıllık zeminde gelişmektedir. Türk Devletinin, bölücülüğe verdiği beş yıllık taviz, PKK’nın sivil alanda elde edeceklerini elde etmesine yetmiştir. Şimdi ise yeni hedefler için yeni mücadele yolları devreye sokulmaktadır. Bu nedenle terörün merkez üssü Kuzey Irak değil Türkiye’dir!


Bu noktada Türkiye’de yıllardır süren Apo’yu önemsememe çizgisi Apo’yu gerçekten çok güçlendirmiştir. Bu noktada terörün başı Apo’dur ve o da İmralı’dadır. O halde terörle mücadeleye İmralı’dan başlamak gerekmektedir!


Ancak bu tek başına ele alınamaz, çünkü İmralı gücünü doğrudan Washington’dan almaktadır. Yani sınırın ötesi Kuzey Irak değil Washington’dur.


Türkiye’nin terörle mücadelede alacağı önlem, birincisi Apo’nun Türkiye içindeki yönlendirmesinin kesilmesi, örgütsel yapısının dağıtılmasıdır, ki bu da terörle etkin mücadeleyi gerektirir. Ancak girilen AB sürecinde bunun yapılamayacağını gayet iyi bilen PKK, çok rahattır. Diğer yandan Türk Devletinin sınır ötesine geçerek ABD ile savaşmayı göze alamayacağını da bilen PKK, aynı anda silahlı eylemlerini de arttırmaktadır.


Tezkere geçse sınırın içine de geçemezdik


Kısacası AB-ABD kapanına sıkışan Türkiye, teröre karşı ne yasal ne de askeri önlem alamaz noktadadır. Böyle bir noktada sınır ötesi operasyon yaparız çıkışı çok açık bir şekilde korkutucu değil, komik olmaktadır.


Tam da bu noktada Türk Devletine bir tuzak daha kurulmaktadır. Türkiye’nin sınır ötesi harekat yaparsa ABD ile savaşmak zorunda kalacağını, bunun ise Türkiye için hiç de hayırlı olmayacağını yazıp çizmeye başlayan ve kendilerini milli olarak adlandıran ayrı bir medya grubu da devrededir: Akşam.


Akşam’ın Amerikancı milliyetçi yazar kadrosu ise, sınır ötesinin ABD provokasyonu olduğunu, Türkiye’nin PKK tarafından kışkırtıldığını, böyle bir tuzağa düşmemek gerektiğini, yani sınır ötesinden uzak durmak gerektiğini salık vermektedir. Bu Amerikancı yazar kadrosu, sınır ötesi kozunun Türkiye’nin elinden çıkmasının sebebi olaraksa reddedilen tezkereyi göstermektedir. Eğer Türkiye ABD ile birlikte Irak’a girseydi bugün PKK sorunu olmayacaktı demektedirler.


Kendi içinde mantıklı görünen tez aslında son derece salakçadır. Bugün ABD Kuzey Irak’ta diye Kuzey Irak’a giremiyorsak; tezkere geçseydi ABD, Diyarbakır’da olacaktı, o halde Diyarbakır’a bile giremeyecektik! Hatta tezkere koşullarına göre Samsun’a, Trabzon’a, İskenderun’a bile giremeyecektik. Yani Türkiye işgal edilmiş olacaktı.


Şimdi aynı Amerikancı tayfa, askeri öne sürerek tezkereyi AKP geçirmedi demektedir. Bu, Amerikancı darbe senaryosunun ifadesinden başka bir şey değildir. Eğer tezkereyi gerçekten AKP engellemişse AKP gerçekten hayırlı bir iş yapmış ve Türkiye’nin işgalini önlemiştir. Ve yine eğer tezkereyi Ordu istemişse ve aynı fikirlerinde hâlâ diretiyorlarsa, böyle bir Ordu’nun Türkiye’nin güvenliğini savunacak uzak görüşlülüğü yok demektir.


O halde iki kanaldan birden seslendirilen sınır ötesi tehdidini nasıl algılayacağız? Bugün sınır ötesi Türk kamuoyunda gerekirse ABD ile savaşalımın güçlenmesine yol açsaydı, o zaman doğru bir talep olurdu. Ama tam tersine sınır ötesi ABD ile savaşılamaz, keşke onunla birlikte hareket etseydik fikrini güçlendirmeye yaramaktadır. İşin garibi, sınır ötesine provokasyon diyen Amerikancılarımız da, demeyen Amerikancılarımız da aynı propagandayı yapmaktadır!


Sınıra, sokağa, medyaya hakim olmak


Tüm bu tartışmalar sürerken önlem almayan, hedef belirlemeyen ve harekete geçmeyen taraf olduğumuzu asla unutmamalıyız. Gerek ABD gerekse PKK her türlü önlemi alarak aşama aşama hedefe ilerlemektedir. Bu tartışmaların en önemli zararı da Türk Devletini adeta kontrpiyede bırakarak etkisiz hale getirmesidir. En kötü karar bile kararsızlıktan iyiyken, Türk Devleti kararsızlığa mahkum edilmektedir.


Oysa köşeye sıkıştırılan Türkiye’nin, bu kuşatmayı yarmak için elbet elinde belli bazı kozları vardır ve dahası, Türkiye’nin ABD dahil herkesle savaşacak gücü de vardır. Bunun içinse uygun bir harekat planı çıkarılmalıdır.


1- Sınıra hakim olmak:Türkiye PKK ile mücadelede kararlılığını göstermek ve Kuzey Irak’taki kukla Kürt devletini tecrit etmek için Kuzey Irak sınır kapısını hemen kapatmalıdır.


2- Sokağa hakim olmak: PKK’nın sivil mücadelesi ancak tersine bir sivil mücadele ile engellenebilir. Bu devletin mutlak çoğunluğu ve tek sahibi olan Türkler, her alanda sokağa hakim olmalıdır.


3- Medyaya hakim olmak: PKK’nın ve ABD’nin en büyük gücü olan medya, uygun bir takvim içinde devletin yanına çekilmeye zorlanmalıdır.


Böylelikle ülke içinde gücünü gösteren ve kendisi de hisseden Devlet, yeniden devlet gibi davranmaya başlayabilir. Bunun için ön şart olarak, her alandaki ve kademedeki Amerikancıların safdışı edilmesi gerekir. Türkiye’nin en güçlü yılları, Amerikancıların en güçsüz olduğu dönemdi unutmayalım!


Bu önlemleri alan Türkiye PKK’nın orta vadeli hedefinin Apo’nun affedilmesi, PKK’ya siyasetin serbest bırakılması olduğundan hareket etmelidir. Düşmanının hedefini bilen bir devlet buna engel olabilir. Bu ise sınır ötesinde değil sınır içinde alınacak önlemlerle alınacaktır.


Kaldı ki sınır ötesi Türkiye için elbette tek çıkış noktasıdır. Ama bunun için iki çıkış alanı vardır; Azerbaycan’dan ve Kıbrıs’tan sınır ötesine çıkmak. Sınırı güçlü olduğumuz yerlerden aşarsak, düşmanla güçlü olduğumuz yerde çarpışırız.


Sınır ötesi çağrısı yapan devlet yöneticilerimiz bu yönde bir adım atarlarsa gerçek niyetlerini anlayabiliriz...


..








'İYİ SEYİRLER TÜRKİYE !' PKK ÇEKİLMEDEN TSK LERİ ÇEKİLİYOR..,...







'İYİ SEYİRLER TÜRKİYE !' PKK ÇEKİLMEDEN TSK LERİ...:



'İYİ SEYİRLER TÜRKİYE !' PKK ÇEKİLMEDEN  TSK LERİ  ÇEKİLİYOR..,

Ahmet Akın

t2174a


2013-05-01 20:55:00
İYİ SEYİRLER TÜRKİYE ! Ahmet Akın/t2174a |  görsel 1
Daha iki gün önce ne demiştim hatırlayın, yani bundan bir önceki yazımdan bahsediyorum... Son cümlesini dikkatle okuyun (Çok yakın bir zamanda Türk askeri bölgeden tamamen el çektirilecektir! Gidişat budur.).

Allah kahretsin! Bu konularla ilgili konuşmaktan, yorum yapmaktan, haklı çıkmaktan, 'felaket tellalığı'ndan (!) bıktım usandım artık! Elimden geldiğince gereksiz diyaloglara girmemeye özen gösterir oldum, uzunca zamandan beridir...
Bu da fazla uzun olmayacak merak etmeyin, kısa keseceğim...

Filmin senaryosu, ana konusuna bağlı kalınarak çizgisinden sapmadan devam ediyor... Çoğu filmde olduğu gibi bu filmin de sonunun 'mutlu son'la noktalanacağı kuvvetle muhtemeldir fakat kimin için 'mutlu son'?..

Film yarıyı çoktan geçti ama en acıklı yeri bundan sonra başlıyor!..

İYİ SEYİRLER TÜRKİYE!..
http://t2174a.blogcu.com/iyi-seyirler-turkiye-ahmet-akin-t2174a/13805882

..

SİYASETİN PUSULASI: İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ...






İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ! 

(Serdar Ant )
2013-03-09 11:04:00

2013-03-09 11:04:00
İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ! (Serdar Ant |  görsel 1
Ey “BİLİMSEL SOSYALİST” Aydınlıkçılar! 

Şimdi İşçi Partisi lideri, 1990’ların başında da 2000’e Doğru dergisi Genel Yayın Yönetmeni olan Doğu Perinçek’in ve İşçi Partisi’nin öncülü olan Sosyalist Parti’nin Genel Bakanı Ferit İlsever’in, Bekaa’da terör örgütü lideri Öcalan ve PKK teröristleriyle nasıl kucaklaştıklarını ne çabuk unuttunuz! Öcalan ile Perinçek’in birbirlerine çiçekler verirken kameralara gülücükler atarak poz verdiklerini, hatta Perinçek’in PKK militanlarını askeri birlik denetleyen bir komutan gibi selamlayıp tek tek tokalaştığını ne çabuk unuttunuz? Merak eden internete girip İşçi Partisi ya da Doğu Perinçek adına bir tarama yaparsa, ilk karşılaşacağı bu ibretlik resimler olur!

1990’larda İşçi Partisi yöneticileri, PKK lideri ve teröristlerle kucaklaşırken, Güneydoğu’da her gün onlarca vatan evladı toprağa düşüyor, şehit oluyordu! Ama 2000’e Doğru dergisinde yayınlanan Türk askerinin değil, PKK teröristlerinin ölüm ilanlarıydı! İşte bir örnek…

2000’e Doğru dergisi…
Tarih: 27 Mart-2 Nisan 1988…
Yıl: 2, Sayı: 14, Sayfa: 29.

Dergide yayınlanan ilan bir şiirle başlıyor:

Eserindir devrim yolu
Yüreğimiz sevgi dolu
Dağlarımın kızıl güllü
Agit kardaş izindeyiz.

Sönmez devrimin alevi
Devraldık kutsal görevi
Uyandırdın koca devi
Agit kardaş izindeyiz.

Ve şöyle devam ediyor ilan:

“Mahsum Korkmaz (Agit)

'Kahramanlara en çok ihtiyaç duyulan dönemde' bu görevi onurluca yerine getiren ve şehit düşen MAHSUM KORKMAZ'ı (Agit) saygı ile anıyoruz. O'nun ölümsüzlüğünün yıldönümünde iki yıl geçti aradan… Geçse de yıllar yılı… Yaşarız yine her martta… Her gün, her saat… Taptaze ve yüreğimizin en derininde… En sıcak köşesinde acısını çekerek unutmayacağız. O her zaman gözlerimizde hırs, yüreğimizde gurur… Elimizde direniş ve özgürlük bayrağı… Ankara'dan Bir Grup Yurtsever-Devrimci"

PKK'nın terörist eğitmek için adına Bekaa'da akademi açtığı ve “kahraman” ilan ettiği Mahsum Korkmaz'a, İşçi Partisi ve Aydınlık'ın öncülü 2000'e Doğru dergisi de sayfalarını açmıştı o yıllarda!
2000’e Doğru dergisinin PKK’lı teröristlerin ölüm ilanlarını yayınlama politikası, o kapatıldıktan sonra yerine çıkarılan Yüzyıl dergisi tarafından da sürdürüldü. İşte bir örnek daha…

Yüzyıl dergisi…
Tarih: 24 Mart 1991
Yıl: 2, Sayı: 7, sayfa: 41…

Aynı sayfada iki PKK’lının ölüm ilanı var. Biri Mazlum Doğan’ın ve yine bir “şiir” eşliğinde…

Üç kibrit çöpüdür, tutsak bedenlerde başkaldırıyı anlatan.
Biri halkım, biri belasına sevdalandığım ülkem, biri bağımsızlık.

21 Mart 1982’de ihanetin göğsüne hançer olup saplandığı çağdaş KAWA MAZLUM DOĞAN Şehadetinin 9. yılında saygıyla anıyoruz. Diyarbakır E Tipi Cezaevi Siyasi Tutukları…”

Diğer ilan da başka bir PKK’lı Zekiye Alkan için… Onda da şiirimsi satırlar var:

Sen; Gerilla’nın namlusunda patlayan mermi,
Sen MAZLUMUN açtığı ışıklı yolda ilerleyen yiğit Kürt kızı
Sen; Diyarbakır burçlarında yanan baştan başa bir kızıl meşale,
Sen; Kürt proletaryasının yılmaz savunucusu
Sen ZEKİYE ALKAN’dın şehit düşünün 1. yıldönümünde seni
mücadelemizde yaşatacağımıza söz veriyoruz.
DİYARBAKIR DEUTAĞ İŞÇİLERİ”

Ne ilginçtir ki, şimdi Haçlı İrticadan bahseden Aydınlık grubu, o yıllarda İncil ilanları da yayınlıyordu dergilerinde! İşte örnek…

“İNCİL’i okudunuz mu?

İSA MESİH’in tarihsel yaşamı ve öğretişleri hakkında bilgi edinmek isterseniz bize yazın. PK 112 ÜSKÜDAR”

Şimdi buradan İşçi Partililere soruyoruz:

1987-1993 döneminde 2000’e Doğu ve Yüzyıl gibi yayın organlarınızda yayınlanmış bir tane şehit Türk askeri ilanı var mı? PKK’nın katlettiği Türk askerleri için gözyaşı döken bir tane haberiniz var mı?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***

2000’e Doğru’nun kapatıldığı dönemde çıkan Yüzyıl dergisinin 24 Mart 1991 tarihli 7. sayısının kapak haberinde PKK övgüsü var. Kapakta halay çeken PKK teröristlerini görüyoruz. Biri saz çalıyor, 5-6 tanesi de halay çekiyor. Üstlerinde de “gerilla” elbisesi… Peki, haberin başlığı ne?

“Dört bir Yanda Newroz Ateşi… KÜRTLERİN YENİDEN DOĞUŞU”

Bu fotoğraf için o sıralar derginin Yazı İşleri Müdürü olan Serhan Bolluk şu açıklamayı yapmış:

“Cudi dağındaki gerillaların fotoğrafı, Türkiye basınında ilk kez yayınlanıyor. Yüzyıl’ın kapak fotoğrafı Cudi’den…”

Peki, haberde neler söyleniyor? Kapakta yer alan haberin iç sayfalardaki başlığını okuyalım şimdi de:

“Tarihin en kitlesel ve yaygın Newroz kutlaması… Halk organları oluşuyor. Yetkililerle pazarlıklarda artık milletvekilleri değil halk komitesi temsilcileri yer alıyor… Mücadele devletin önlemlerini boşa çıkardı… Bugüne kadar hareketlenmemiş yerlerde de gösteriler… Önde yoksullar var… Kawa hem Kürt bölgelerinde, hem Batı’da… Öne çıkan iki güç PKK ve Sosyalist Parti…”

Bu haberin yapıldığı sayının; Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek…
Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin… Yazı İşleri Müdürü: Serhan Bolluk…
Sorumlu Müdür: Adnan Akfırat…
Derginin aynı sayısında yayınlanan Mehmet Bedri Gültekin imzalı Başyazı da kapak haberi kadar dikkat çekici… Okuyalım:

“Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistan’da yeniden ayağa kalktı. Newroz bayramı geçen yıllarla kıyaslanamayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.

1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak Ortadoğu’da bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin öznesi oluyorlar hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar.

Genel Yayın yönetmenimiz Doğu Perinçek ile beraber geçen intifadaların hemen öncesinde bütün bölgeyi adım adım dolaşmıştık. Bu sene de Newroz dolayısıyla gene bölgedeydik. Malatya, Siverek, Urfa, Suruç, Nusaybin, Cizre ve İdil’de Newroz kutlamalarına katıldık. İki yılın Newroz bayralarının tanığı olarak gelişmeleri doğrudan ve yerinde izleme olanağımız oldu.

… Aradan tam bir yıl geçti. Geçen sene her türden Türk şoveninin uykularını kaçıran intifadalar, bu sene daha da yaygın bir biçimde gerçekleşti. Ama artık intifadaların, serhıldanların meşruluğu tartışılmıyor.

… Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler Türkiye Kürtlerini doğrudan etkiliyor. Newroz kutlamalarının kitleselliğinde Irak Kürtleri’nin ayağa kalkışının büyük rolü var. Ama esas etken, bir yıl boyunca Kürt illerinde durmayan hakın mücadelesidir. Cizre, Nusaybin, Kerkoban, Lice, Doğu Beyazıt, Kızıltepe, Şırnak ve İdil’de yıl boyu süren kitlesel mücadeleler, adım adım kendi Newroz’unu yarattı. Kürtlerin ulusal hakları için ayağa kalkması ülkemizin demokratlaşmasına, demokratik devrim yolunda mesafe kat etmesine büyük aktkıda bulunuyor.

… Kürtlerin ulusal talepleri için verdiği mücadeleyi ‘azınlık ırkçılığı’ olarak niteleyenler ise artık tamamen iflas etmiş Türk milliyetçiliğinin kötü bir savunucusu olduklarını ispatlıyorlar sadece.

… Kürt sorunu ise ancak her türlü bağnazlıktan kurtularak, kendi kaderini tayin hakkında saygı gösterilerek çözülür. Kürtlerin ve Türklerin birliği ise ancak bu hakka saygı temelinde mümkün olabilir.”

Bu satırlar, şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin’e ait… Yorum yapmaya gerek var mı, ne dersiniz?

İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***
Yüzyıl dergisinin 17 Mart 1991 tarihli 6. sayısında kapak haberinde ise tokalaşan iki el resmi var. Başlık ise çarpıcı:
“Sosyalist Parti’nin Kürt sorununa barışçı çözüm önerisi HÜKÜMET PKK İLE GÖRÜŞSÜN”

“Hoş geldin BDP!” mi demeli şimdi?

Hayır, önce o sayıda yer alan Doğu Perinçek’in “Komşu Kürdü Sev, Evdeki Kürdü Döv Politikası” başlıklı başyazısından birkaç cümle okuyalım:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. … Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.” D.Perinçek

Doğu Perinçek’in söyledikleri sizi tatmin etmediyse, biraz da o zamanlar Sosyalist Parti Genel Başkanı olan Ferit İlsever’e kulak verelim. Bakın Ferit İlsever de neler demiş:

“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın?
Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)

PKK ve uzantılarının 2000’lerde savunduklarını, Aydınlık grubu 1990’ların başında savunuyordu!

Aslında daha çok örnek var verecek, ama şimdilik bu kadar yeter sanırım!

İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***

''Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!” diyerek yavuz hırsızlık yapanlara sormak gerek:

Geçmişte PKK terörünü “serhıldan” diye alkışlayan sizler değil miydiniz?

PKK teröristlerine “gerilla” diyen sizler değil miydiniz?
Federasyonu savunan, bu konuda PKK’ya destek veren, "PKK ile görüşülsün" diyen sizler değil miydiniz?

Kuzey Irak’ta emperyalizmin kuklası Kürt devletini savunan sizler değil miydiniz?

“Türkiyelilik kimlik olsun”, “Kürtlerin kimliği anayasal olarak tanınsın”, “Kürtçe anadilde eğitim yapılsın” diyen sizler değil miydiniz?

Dergilerinizde PKK teröristlerinin sayfa sayfa ölüm ilanlarını yayınlayan sizler değil miydiniz?

Atatürk’e “Kürtlere ulusal katliam yapmış bir kişidir” diyen sizler değil miydiniz?

Şeyh Sait’in Kürtlerin ulusal değeri olarak ele alıp “saygı göstermeliyiz” diyen sizler değil miydiniz?

89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında “Kürt marşı söyledik” diye övünen sizler değil miydiniz?

“Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. …Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz” diyen sizler değil miydiniz?

CIA Ajanı Fuller gibi “Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir” diyen sizler değil miydiniz?

Kemalizm’i “zorba bir diktatörlük” olarak tanımlayan sizler değil miydiniz?

“Kemalizm, bir burjuva ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz, bir ideoloji olarak Kemalizm’i savunmuyoruz” diyen sizler değil miydiniz?

“Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” diyen sizler değil miydiniz?

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!

..

ÇÖZÜLME..,






ÇÖZÜLME..,

Yekta Güngör Özden

.Giderek karmaşık duruma gelen sorunlara çözüm beklerken ürperten çözülmeler izlenmektedir. İktidar kesimi yetersizliğinden kaynaklanan olumsuz sonuçları saklayarak, gerçekleri tersine çevirerek pembe tablolar çizmekte, muhalefet kesimi oy ve iktidar olasılığı için ilkesizlik ve tutarsızlık sergileyerek yalpalamaktadır. Demokrasinin erdemlerine ilişkin olumlu bir belirti ufukta görülememektedir. Kadrolaşmanın ve partizanlığın yol açtığı yıkımlar bireyleri etkilemekte, yargıya güven duygusu yitirilmekte, yönetimin iktidar uyduluğundan yakınmalar artmakta, yurttaşlar yerel seçimlerde oy verecek parti-aday bunalımı çekmektedir. Adayları partilere, partileri adaylara uygun bulmamakta, hizmet ve yeterlikten siyasal yandaşlık ya da karşıtlık tartışılmaktadır. İktidar partisinin devlet ve belediye olanaklarını kullanarak oy toplama çabaları kimi yerde oyuna dönüşmekte, demokrasinin yozlaştırılmasına ilişkin kötü örnekler birbirini izlemektedir. Sorumsuzluk, ilgisizlik, siyasal etki ve baskı günümüzün toplumsal yapısının sağlığını bozan sözde ustalıklardır. Medyanın ulusal yararları gözardı eden yayınları, iktidar borazanlığına uzanan yandaşlık ve katılığı, ürkütücü boyutlardadır. 12 Eylûl'ün neden olduğu bozulmalar 12 Eylûl sanıklarıyla suçlularını köşebaşlarına taşımış, siyasal kurumlaşma tozlaşma biçimini almış, devlet kurucusuna saldırı çirkinliği kimilerini mutlu eden başarı sayılmıştır. İçerdeki çözülmeler yetmiyormuş gibi dış ilişkilerde de zayıflık, bağımlılık, dışlanma, aldırışsızlık, yalnızlık, kuşatma, ağır baskılar, dayatmalar ve ödünlerle Türkiye'nin omuzlarına çökmüştür. Kanımızca, bugüne değin yaşanmamış olumsuzluklar yaşanmakta, geleceğe ilişkin en yoğun kaygılar bu dönemde duyulmaktadır. İktidarıyla, muhalefetiyle yurttaşlara umut veren bir görünümden yoksunluk açıktır. AKP İstanbul İl Başkanlığı'ndaki patlama kaygı verici bir belirtidir. Uygun karşılanması düşünülemez. Bu tür eylemlerin başlaması gelecek için karamsarlık nedenidir. Toplumsal barışın her kalkışmaya karşın korunması ilke edinilmelidir.

Anamuhalefet partisi iktidar partisinin yanına inmiş, sıkmabaş-çarşaf polemiklerinin gülünçlüğüyle kimlik değiştirip küçülerek gölgelenmiştir. Genel Merkez diktası onurlu duruş, ilkeli tutum yerine ödünlerle, oy beklentisiyle, gerçekleşmesi güç olasılıklar düşüyle yaşamsal ilkelere ilişkin çözülmelerle büsbütün istenmez olmuştur. Demokratik geleneklerden uzaklık içindeki partiiçi çalışmalar, son dağınıklıkları hiçbir gerekçeyle savunulmaz çizgiye taşımıştır. Sözlerle, gösterilerle, benzetmelerle giderilemez bir girdaba düşülmüştür. Lâikliği sözde ve biçimsel bırakan aymazlık, hiç kimseye hiçbir yarar sağlamaz. Ulusal yapının, cumhuriyet erdeminin, toplumsal barışın en önemli öğesi usdışı düşünceler ve açılım bahaneleriyle yara almıştır.

Kişiliksiz ve niteliksiz kimileri dindarlık-dincilik oynayarak, iğrenç sömürücülerine yanaşıp yaranarak organlarda, birimlerde, değişik kuruluş ve kurumlarda etkin yerlere oturmuşken başarıyı onlara benzemekte aramak düşüştür, yıkılıştır. İnançları yaşamak bağlamında etkin olacak yaklaşımlar, yanlıştan döndürüp gerçeğe çekecek sözler ilkeli tutumlarla, gerçekten dik duruşlarla olur. İktidarı ve yandaşlarını sevindiren, kimlikleri bilinen yazarlardan alkış alan tutumların yarar getireceğini sanmak ve beklemek acınacak bir durumdur.

Üniversiteler kesimi yitirilmiş sayılabilir. Bir iki ayrık durum dışında iktidar yanlıları seçimler ve atamalarla çoğunluğu sağlamışlardır. Üiversitelerarası Kurul'un son Van toplantısındaki hava bu gerçeği ortaya koymuştur. Yeni atanan 28 Dekandan 11'i sıkmabaş destekçisidir. Anayasa Mahkemesi'nin herkesi bağlayan kararını tanımak istemeyen kişilerin tutumu Anayasa karşıtlığıdır. Bu tutumu iktidar güvencesine almak ise iki yanı da suçlu kılan bir bozulmadır.

Dinsel günlerinde öğrencilerin izinli sayılmasına ilişkin YÖK Başkanlığı genelgesi dinsel açılımlara olanak tanıyan aykırı bir girişimdir. Yıllar önce Türkiye'deki etkinlikte lâikliği savunduktan sonra ülkesine dönünce öldürülen Cezayir'li Bayan Bakanı anımsıyoruz. Ödünlere ilişkin başlangıcı çok mâsum görülen nice örnekler sıralamış ve bizleri uyarmıştı.

Yerel seçimler nedeniyle transferler hızlandı. Rozet takmalar arttı. Bu tür kaypaklıklardan hâlâ medet umanlar var. Uygar bir parti ve partili anlayışına kavuşmamanın sancıları çekilmektedir.

Demokratik kitle örgütleri de çoğunlukla donuk, sönük ve etkisizdir. Toplumsal cılızlık toplum karşıtlarının işine yaramaktadır.

Yaşam koşulları giderek ağırlaşmaktadır. Ekonomideki çalkantı her alana yansımakta, demokratik kitle örgütlerinin tepkileriyle yansıyan güçlükler iktidar sağırlığına çarpmaktadır. Kapanan işyerleri, artan işsiz sayısı, büyüyen borç ve açıklar düşündürecek yerde oyalama ve avutma çabalarıyla geçiştirilmeye çalışılmakta, etkin bir önlem alındığı saptanamamaktadır. Kabadayılık ekonomik sorunlarda da öne çıkmakta, IMF ilişkilerine gereksinim duyulacak ortam iktidarın başarısızlığı olarak yinelenmektedir.

Dış ilişkilerdeki gidiş içerdekinden değişik değildir. ABD ile Irak protokolu gelecekte Türkiye'nin karşılaşacağı kimi yeni sorunların belirtilerini vermektedir. ABD'nin avucundaki Irak ile Irak'ın kucağındaki PKK, söylemleriyle birliktelik açıklayan Demokratik Toplum Partisi yeni sorunların sırada olduğuna ilişkin kıpırdanmalar içindedir.

Fethullahçılar Irak'ın kuzeyinde üniversite açtılar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin güçlükle girdiği, sorun kaynağı yerde Türklerin üniversite açması kimlere dayanılarak gerçekleşiyor? Başkalarını CIA ajanı olmakla suçlayan sahtekâr ve terbiyesiz yalancılar CIA desteği olmadan üniversitenin açılabileceğine olasılık tanıyor mu acaba?

Ekonomik kriz tartışmaları yeni tartışmalar yaratacak gibidir. Ergenekon-MİT tartışmaları da sürmektedir. Yerel seçim dalgalanmaları başlamıştır. Bayramın trafik tablosu yine acıdır.

İyi niyetli olmayan, bencil işverenlerin eline krizle geçen fırsat işçi çıkarmak olmuştur. Bu çok yanlış bir tutumdur. AKP'nin seçimler öncesi dağıttıklarına para eklemesi de demokrasi ayıbıdır.

http://www.turksolu.com.tr/215/ozden215.htm



..

BEDELLİ’NİN BEDELİNİ KİM ÖDEYECEK?

BEDELLİ’NİN BEDELİNİ KİM ÖDEYECEK?

Ordu istemeyen ve ordunun yüklediği maddi, manevi fedakârlığı göze aldırmayan bir millet esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçirir.(Gazi Mustafa Kemal Atatürk – 1930) 

Başbakan Erdoğan 22 Kasım 2011’de TBMM’de yaptığı grup toplantısında “Bedelli Askerlik” konusunda son noktayı koydu. 30 yaşından gün almış olanların 30.000 TL. bedel karşılığında askerlik hizmetinden muaf tutulacaklarını açıkladı.
Oysa sayın başbakan 16 Mart 2011’de Rusya dönüşünde Esenboğa Havalimanı’nda gazetecilerin CHP’nin bedelli askerlikle ilgili yasa teklifinin sorulması üzerine; “Bunun neresi proje, böyle proje mi olur? Ayaküstü yolda giderken proje açıklanır mı? Bedelli askerlik ne getirir, götürür, halkın tavrı nedir, ne değildir, parası olan var, olmayan var. Parası olana bedelli buyur kullan diyeceksin, bu da gitsin yapsın diyeceksin. Benim vatandaşımın belli kesimi mağdur etmeyeceğine inansaydık bunu hallederdik.” diye konuşmuştu.
Daha sekiz ay önce gerçek bir devlet adamına yakışır bu ifadelerden sonra ne oldu da birdenbire kamuoyunda üzüntüye yer açan böyle bir karar almak zorunda kalındı. Bu konuda kamuoyunun yetkili ağızlardan bilgilendirilmesine acilen ihtiyaç vardır.
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, uygulamadan 460 bin kişinin yararlanabileceğini belirtti. “Ön gördüğümüz yaş sınırıyla, askerlik ve güvenlik hizmetlerinin aksamasına asla izin vermiyoruz. Yeni düzenlemeyle asker kaçakları da askerlik yapmaktan kurtulacak” dedi. Ama bu uygulama ile bundan sonra askerden kaçmanın önünü sonuna kadar açtıklarından bahsetmedi. Yine bu kararın Ordu-milleti temsil eden Mehmetçik kavramına vereceği zarardan hiç söz etmedi.
Yeni uygulama ile oturma ve çalışma iznine sahip olarak, işçi, işveren sıfatıyla toplam en az 3 yıl süreyle fiilen yabancı ülkelerde bulunanlara 38 yaş sınırı gözetilmeksizin 10 bin Euro bedelle askerlik hizmetini yapma hakkını getiriliyor. Ayrıca bunların aldıkları 21 günlük temel eğitim de kaldırılıyor.
Bilindiği gibi dövizli askerlik hizmeti 1981 yılında başlatılmıştır. O zaman 15.000 Mark ödeyenler Burdur’da iki aylık süre askerlik hizmetini tamamlıyorlardı. Bu şekilde bulundukları ülkelerdeki işlerini kaybetmiyorlar, anavatanlarını yakından tanıyorlar hem de çok arzu ettikleri Mehmetçik olabilme imkânı ile onurlandırılıyorlardı.
Dövizli askerlik uygulamasının ülkemize kazandırdığı sadece döviz değildir. Buradaki asıl kazanç yabancı kültürler arasında asimile olma tehlikesi altındaki gençlere kısa süre içinde yoğun milli kültür ve şuurlaşma eğitimi verilerek vatana, millete ve devlete bağlılıklarını pekiştirmiş yurttaş olmalarını sağlamak idi. Ayrıca asker ocağında edinilen arkadaşlık ve yaratılan dayanışma ruhu ile bulundukları yabancı ülkelerde de kaynaşmış toplum halinde yaşamaları sağlanıyordu.
Yeni getirilen dövizli askerlik uygulaması ile 21 günlük askerlik hizmetinden de muaf tutulmaları sonucu 30 yıldır başarı ile sürdürülen yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın vatandaşlık bilgileriyle yetiştirilme ve Türklük milli kültürüyle şuurlandırma işlevi de son bulmuş olacaktır. Bir bakıma yurt dışındaki Türkler 1981 öncesinde olduğu gibi kendi kaderleri ile baş başa bırakılmış ve asimilasyona açık hale dönmüş olacaklardır.
Medyada Genelkurmay’ın bedelli ve dövizli askerlik konusunda hükümetle anlaştığına dair haberler yer almaktadır. Bu haberler yanlış bilgiden kaynaklanmaktadır. Çünkü asker alma hizmetlerinin Genelkurmay ile hiçbir ilgisi yoktur. Asker alma hizmeti tamamen siyasi iradenin tasarrufudur ve başında hükümetin bir bakanının bulunduğu MSB’ lığının Asker Alma Dairesi tarafından yürütülmektedir. Genelkurmayın askerler ile olan görev, sorumluluk ve yetkileri askere sevk edilenlerin kışla kapısından girdiği an başlamakta ve terhisleri ile birlikte sona ermektedir.
Bedelli askerlik uygulaması, yani her Türk gencinin yapmakla yükümlü olduğu vatan hizmetinin para ile satın alınması hususu etik olarak yanlış olması yanında anayasamızın eşitlik ilkesine de aykırıdır.
Eşitlik ilkesi 1982 Anayasasının 10’uncu maddesinde şu şekilde ifadesini bulmuştur: “Herkes dil ırk renk cinsiyet siyasi düşünce felsefi inanç din mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye aileye zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Anayasanın bu temel maddesi halen yürürlükte iken ayni şartlardaki yükümlülerden bazılarını “sadece parası var” diyerek askerlik hizmetinden muaf tutmanın hukuki dayanağının bulunmadığı değerlendirilmektedir.
Bedelli askerlik konusu kamuoyu gündeminde halen tartışılmaya devam edilmektedir. Ak Partinin meclis çoğunluğunu göz önüne alarak başbakanın açıklamalarının mutlaka kanunlaşacağını düşünen bankalarımız en iyi şartlarda bedelli kredisi vermek için sınırlarını zorlayarak birbirleriyle yarışmaktadırlar. Ayrıca magazin gazetecileri de askerlikten yırtan ünlülerin isim ve resimlerini yayınlamaya başlamışladır.
Bedelli askerlik uygulamasını savunanlara karşı halkımızın askerlik konusundaki duygularını en iyi şekilde anlatan bir haber 23 Kasım tarihli gazetelerde yer almıştır. 74 milyonun hislerine tercüman olan ibret verici haber aynen şöyledir;
“Bingöl’de iki ay önce şehit olan Muhammet Aygör’ün Konya’da yaşayan annesi Cemile Aygör, askerlik yapmama hakkı bulunmasına rağmen oğlu Sinan’ı verdiği dilekçe ile asker ocağına göndermeğe hazırlanıyor. Askere gönderdiği dört oğlunun vatani görevlerini tamamlayarak evlerine döndüğünü, iki ay önce oğlu Muhammet’in şehit olduğunu hatırlatan Cemile Aygör; Şehit annesi olarak çok gururluyum. Sağlıklı olan oğlumun da her Türk evladı gibi davul- zurna ile askere uğurlamak istiyorum. Oğlumun birini vatan için şehit verdim. Şimdi küçük oğlumu da vatana ve devlete emanet ediyorum.”
“ Biz profesyonel askerliği getireceğiz. Sözleşmeli askerlerle şehit kanı ile vatanlaşmış topraklarımızı 3 ay eğitim almış tecrübesiz Mehmetçik’ten daha iyi koruruz” diyenler sadece kendilerini değil, milleti de yanlış yönlendirmektedirler. Çünkü vatan toprakları binlerce yıldır olduğu gibi ancak ordu-milletin ruhunu taşıyan Mehmetçik ile korunabilir.
Kendimi biran yeniden birlik komutanı olarak görüyorum. Parasını verenlerin vatan hizmetinden muaf tutulduğunu emrimdeki vatan uğrunda ölmeğe hazır askerlerime nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum. Ama bunun yöntemini bulamıyorum. Sanırım şu anda Türk ordusunun bütün kışlalarında bu konu komuta kademesindeki sıralı askerlerin öncelikli sorunudur. Komutanların bundan sonra askerlerini vatan uğruna ölmeleri için kolayca motive edebilecekleri konusunda şüphelerim vardır. Bu devirde görev yapan muvazzaf subaylarımıza Allah kolaylık versin diyorum.
O görünüşü basit, saf ve temiz bakışlı ama içinde bir patlamaya hazır atom bombası gücünde milli ruh taşıyan Mehmetçikler kolay yetişmemektedir. Onlar binlerce yıllık şanlı bir geçmişin tecrübelerinin bir kişide hayat bulmasıyla oluşmuş devlerdir. Bir kalemde kaldırdım denilerek asla yok edilemezler. TBMM’nin bu konuda tarihi gerçekleri göz önüne alacağını ve milletvekillerimizin Mehmetçik kavramının para karşılığında yok edilmesini önleyeceğini değerlendiriyorum.
Muhalefet partilerinin iktidarın bedelli kararına şiddetle karşı koyarak 74 milyonun isteklerini sahipleneceklerine inanmak istiyorum. Ak Partinin meclis aritmetiği karşısında muhalefet partilerinin başarılı olması şu anda mümkün görülmemektedir. Fakat müteakip seçimlerde “Mehmetçiğin sahiplenilmesi” konusunun seçim sloganı olarak muhalefetin elinde çok kuvvetli argüman olarak kullanılmaya hazır olacağını değerlendiriyorum. 74 milyonun karşısına “Bedellinin bedellerini geri verip onları mutlaka askere alacağız. Kaybedilmeğe çalışılan Mehmetçik kavramını yeniden geri getireceğiz” hedefi ile yola çıkmanın onlara başarı getireceğine inanıyorum.
Sonuç olarak;
Bedelli askerlik ve profesyonel ordu uygulamalarının yok edeceği güç Türk Ordusudur. Ulaşılmak istenilen hedef milletiyle bağları koparak profesyonelleşmiş, yani aldığı maaş karşılığında askerlik yapan bir Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaratılmasıdır. Bu durum ordu-millet kavramını yok eder ve silahlı kuvvetleri milletin ordusu olmaktan çıkarır.
Türk erkeği, asker olarak doğar ve asker olarak ölür. Bu husus Türk toplumunda binlerce yıldır değişmeyen bir değer yargısıdır. Türk milletinin tarihi karakterini vurgulayan ordu-millet kavramı, dünyanın en zor coğrafyasında hür ve bağımsız yaşamamızın gözle görülmeyen ama bilinen tek gerçeğidir. Çünkü Türk toplumunun temelini teşkil eden aile yapımız bu vasfımızın bütün unsurlarını taşımaktadır.
Her Türk erkeği, Türk toplumunda yaşayabilmek için vatan borcu olarak bilinen kutsal askerlik görevini yapmak zorundadır. Bu tarihi, kültürel ve toplumun isteyerek kabul ettiği bir zorunluluktur. Makam, mevki, tahsil ve tecrübesi ne olursa olsun sağlıklı her Türk erkeği askerlik sistemi içinden geçmedi ise ona toplum adam gözü ile bakmaz. Ona değer vermez ve dışlar. Bu gerçek binlerce yıldan gelerek bir toplumsal zorunluluk haline gelmiş ve bilahare yasalarla perçinlenerek şimdiye kadar aksamadan uygulanmıştır.
Bedel ödeyerek askerlik hizmetini yerine getirmekten muaf tutulacak kişilerin toplum içindeki değeri düşünüldüğünde bunların vatan borcunu yapamamış olmalarının ezikliğini bir ömür boyu yük olarak taşıyacağı açıktır.
İnsanlarımızı bu vebalin altına sokmaktan kurtarmak değerli TBMM üyelerinin vatan borcu olmalıdır..
Dr. Tahir Tamer Kumkale
25 Kasım 2011 Cuma
http://kumkale.wordpress.com/2011/11/25/bedellinin-bedelini-kim-odeyecek/
.

BAŞIMIZA GELENLER!

 BAŞIMIZA GELENLER!: .



BAŞIMIZA GELENLER!

basimiza-gelenler
Coğrafyasının bir bölümü koptu kopacak. Dağları, yaylaları, köyleri, mezraları, yolları, şehirlerin sokakları Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) gözetim ve denetimine terk edilmiş..
Hükümet, İmralı’daki 30 bin insan kaybının baş ve yegane sorumlusunun ağzına bakıyor. Herifin ne istekleri ne de dayatmaları bitiyor..
Ahali sanıyor ki, her şey güllük gülistanlık olacak, çözüm süreci PKK’yı siyasi istek ve hedeflerinden vazgeçirecek. Ah benim garip ve saf insanlarım. Bekle o zaman neler olacağını ve topraklarının göz göre göre nasıl bölündüğünü, bunun da ülke de nasıl bir kaos yaratacağını yaşayarak görecekler..
Malatya Küreciğe oturtulan radar, İsrail’e şakır şakır istihbarat sağlarken, hükümettekiler, Gazze için hamamda türkü söylüyor!
Devletin siyasi hudutları bizim kültürümüzde “şeref ve namus” sayılırken, şimdi , Suriye ve Irak sınırı (Toplam 1300 km) yol geçen hanlarını bile aratır oldu..
Suriye hududunda konuşlandırılan ABD, Almanya ve Hollanda ordularına ait patriot hava savunma füze bataryaları sayesinde Suriye’den gelecek tehdide karşı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hava savunması sağlanıyor! Ne var bunda? Bizde, Afganistan’da, Lübnan’da, Somali açıklarında müttefiklerimize yardım sağlamıyor muyuz? Büyüklükse büyüklük işte!..
IŞİD denilen, insanlıktan çıkmış katil sürüsünün Irak ve Suriye’de yaptıkları iğrenç infazlar yetmiyormuş gibi, “İstanbul’u basarız” gibi şarlatanlıkları ise akla ziyan. Nerede bu Musul Konsolosluğundan kaçırılan, için de bebeklerin de bulunduğu 49 vatandaşımız aradan üç aya yakın zaman geçmesine rağmen?
Beş yıldır Alman istihbaratının Türkiye’de herkesi dinlediğinin ortaya çıkmasından sonra ABD ve İngiltere’nin de ülkenin tüm kurumları ve kişilerini de dinlediği ortaya çıktı. Üstelik Ankara ve İstanbul’da mevzilenerek bu dinlemeleri yapmışlar. Doğaldır ki 17 ve 25 Aralık dinlemeleri dahil, tüm muhabere bu ülkelerin elinde. Ne demek bu: “ Kuyruğunuz elimizde, ne dersem yapacaksın.” Bir de Almanların açıklaması var ki, milli gururu beş paralık etmekten öte bir şey değil. “Türkiye’de müttefik ama, İngiltere ve Fransa kadar ona güven duymuyoruz.”
Bütün bunlar olup biterken ve daha da beteri olacağı gün gibi ortadayken, seçme hakkına sahip vatandaşların sadece %38’ini alan milletin adamı (Hangi millet olduğu gizli olduğu için adı açıklanamıyor!) bir alayiş, tantana, dağdağalı gösterilerle Çankaya’ya çıkıyor..
Yerel seçimlerden 3.5 ay sonra, bir kez de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sırtı yere gelen meclisteki partilere oy veren vatandaşlar! “Son barut da atıldı” duygusuyla moralsizler. Halk da, parti teşkilatları da yorgun düşmüş durumda..
Eğer, son hücum sayılan Haziran genel seçimleri için, süratle yeni bir tertip ve düzene girilemez, sıradan siyasi kalıp, tarz ve yöntemlerin dışına çıkılamaz, AKEPE bir kez daha %40’ların üzerine oy alırsa, meclisteki partiler, bırakın iktidar olmayı, meclise bile giremezler..
Haziran 2015’de AKEPE hükümetten indirilemez ise, ahaliye de aşağıdaki türküyü söylemek kalır.
“Duvara yaslandım da
Cigara içem!
Yağlı kurşun gelir
Ben nere kaçam
Kanadım yok ki
Havaya uçam…
Kirve, bayramın mübarek olsun!..”
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/basimiza_gelenler.aspx
.

ESKİ VE YENİ TÜRKİYE KAVRAMLARI







Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacı ile mütenasip olacaktır. Artık yeni Türkiye’nin devlet siyaseti, milli sınırları dahilinde egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)
28 Ağustos’da görevi devralan Yeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yeni Cumhurbaşkanımız tarafından atanan müstakbel yeni BaşbakanAhmet Davutoğlu 27 Ağustos 2014 günü gerçekleştirilen Ak Parti Olağanüstü Kongresindeki konuşmalarında defalarca Yeni Türkiye’den söz ettiler.
Bu toprakların yetiştirdiği bir Türk aydını olarak “Yeni Türkiye” söylemlerini reddediyorum.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti asla eskimemiştir.
Tüm müessese ve kurumları ile cumhuriyet rejimimiz dimdik ayaktadır.
Cumhuriyetimizin sözedildiği gibi yenilenme ihtiyacı bulunmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelleri Türk halkının seçilmiş temsilcileri tarafından 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile birlikte atılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından muhteşem bir Kurtuluş Zaferini müteakip 29 Ekim 1923’te kurulmuş ve Lozan Barış Antlaşması ile dünya devletleri tarafından varlığı kabul edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bugün şehit ve gazi kanlarıyla çizdiği vatan topraklarında, kurucu Türk milletinin 76 milyon evladının koruyuculuğunda, kurulduğu ilk günkü gibi yeni ve yepyeni olarak bağımsızlığını devam ettirmektedir.
İç ve dış tüm yıkma gayretlerine rağmen Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesinin ülkü birliği tüm yurtta yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Her Türk vatandaşının beynine kazınmış bu iradede hiç bir sapma ve zafiyet bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; 91 yıllık cumhuriyetimiz zaten yenidir ve yenilenme ihtiyacı yoktur.
Türk Milletine; “YENİ CUMHURİYET”söylemleri ile getirilmek istenen düzeni kabul ettirmek sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
Türk Milletinin Zafer Haftasını ve 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyorum.
Cumhuriyetimizi bize armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere emeği geçen tüm şehit ve gazilerimizi saygı ile selamlıyorum. Ruhları şad olsun.
Dost ve düşmanlarımız bilmelidir ki; 76 milyon Anadolu Türkü bu muhteşem cumhuriyet eserini sonsuza kadar yaşatmaya kararlıdır..
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://kumkale.wordpress.com/2014/08/28/eski-ve-yeni-turkiye-kavramlari/


.