21 Ocak 2015 Çarşamba

“ Kırım, Anadolu’yu, Boğazları, İstanbul’u tehdit etmek için bir atlama noktasıdır ”






 “Kırım, Anadolu’yu, Boğazları, İstanbul’u tehdit etmek için bir atlama noktasıdır”

inalcikDünyaca ünlü Türk tarihçi Halil İnalcık, Kırım’ın Rusya için Anadolu’yu, Boğazları, İstanbul’u tehdit etme noktasında bir atlama eşiği olduğunu belirterek, “Kırım, Türkiye’yi tehdit etmek için bir merkezdir. Bugün Sivastopol’da, Ukrayna’ya bağlı olmasına rağmen Rus hakimiyeti vardır. Bu neye yöneliktir? Türkiye’ye, Boğazlara ve İstanbul’a yönelik bir tehdittir” dedi.
Aslen Kırım Türk’ü olan İnalcık, Ukrayna’da ortaya çıkan krizin ardından Rusya’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde etkisini iyice artırması ve Kırım’da parlamentonun Rusya’ya bağlanma kararı almasına uzanan gelişmelerin tarihsel arka planını değerlendirdi.
Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2 bin bilim adamı arasında gösterilen Prof. Dr. Halil İnalcık, Kırım’ın tarih sahnesindeki önemine işaret etti.
Kırım’ın 1475’te Fatih Sultan Mehmet döneminde Gedik Ahmet Paşa tarafından fethedildiğini hatırlatan İnalcık, Kırım Hanlığının Osmanlı Devleti ile birleşmesinin, Osmanlı İmparatorluğunun Doğu Avrupa’daki gelişmeleri kontrol etmesini temin ettiğini belirtti. İnalcık, Evliya Çelebi’nin de Kırım Hanlığını, kuzeyden gelen tehlikelere karşı bir “sedd-i sedid” (sağlam bir duvar) olarak gördüğünü söyledi.
‘Tatar’ yanlış bir terim asıl söylenmesi gerekn ‘Kıpçak Türkü’dür
Rusya İmparatorluğu’nun, Osmanlı denetimindeki Kırım Türklerini tarih boyunca değişik dönemlerde istila etme ve topraklarına katma girişimlerinde bulunduğuna vurgu yapan İnalcık, Kırım’daki Türkler için Tatar ifadesinin kullanılmasına tepki gösterdi. “Bir yanlışı düzeltmek istiyorum” diyen İnalcık, şöyle devam etti:
“Tatar ismi Moğolcadır. Doğu Avrupa’ya 1240’larda gelen Moğol ordularında Tatarlar vardı. Buradaki Kırım Hanlığını Osmanlı aldıktan sonra, diğer bölgeler Altınordu Moğol Hanlığına tabiydiler. Moğol devletinin tebası olarak bunlara Tatar denildi. Tatar yanlış bir terimdir, asıl söylenmesi gereken Kıpçak Türkü’dür. Kıpçak Türkü’nün lugatı neşredilmiştir, Kıpçak lehçesi vardır. Tatarlık iddiasında bulunmak Moğolluk iddiasında bulunmaktır. Rusya bunu bildiği için kendi nüfuzunu kurmak istediği bütün Türk illerinde Tatar unvanını kullanır. Bugün Azerilere bile Tatar der, oysa ki Azeriler Anadolu Türkü’dür.”
Son Moskova knezi ve ilk Rus çarı “korkunç” lakaplı 4. İvan’ın, Kazan’ı ve bugünkü Polonya’nın bir kısmını alarak Doğu Avrupa’ya hakim olduğunu belirten İnalcık, “Rus İmparatorluğunun bundan sonra bütün hedefi Kırım Hanlığını da alıp Karadeniz’e girmekti. Kırım Hanlığı, güçlenen Moskova İmparatorluğuna karşı Osmanlı’yı koruyan bir setti. Buna karşın Rus Çarlığı, Kazak denilen grupları Astrahan’dan, Kafkasya’dan, Terek Irmağından gelen, Don Kazaklarını, Terek Kazaklarını, kendi ön kuvvetlerinde kullanarak Osmanlı’nın nüfuz ettiği bölgelere karşı seferlere başladı. Türkiye ile Rusya arasındaki Kırım mücadelesi böyle başlamıştır” diye konuştu.
İnalcık, 1774’te sonuçlanan Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Rusların Kırım’ı tekrarlanan akınlarla istila etme girişimlerinin olduğunu ve Küçük Kaynarca Anlaşması ile Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmek için bağımsız hale getirdiğini, 1783’te nüfusunun çoğunluğunun Kıpçak Türklerinin oluşturduğu Kırım’ı işgal ettiğini anlattı.
Ünlü tarih profesörü İnalcık, “Kafkasya dahil olmak üzere bütün Karadeniz sahili Rusya’nın hakimiyeti altına girdi. Rusya, bütün Karadeniz’i hakimiyeti altına alınca eski Bizans’ın varisi olmak iddiası ile İstanbul üzerinde hak iddia etmeye başladı. Böylelikle Karadeniz kuzeyinde de Rusları yerleştirmek, Kırım’ı Rus vilayeti haline getirmek için nüfus politikası güttüler” değerlendirmesini yaptı.
Sovyetler Birliği zamanında Stalin döneminde de bu uygulamanın devam ettiğini belirten İnalcık, “Stalin, bir gece Rus kuvvetlerini gönderip, bölgedeki 300 bin Kırım Türkünü, Türk nüfusunu bertaraf etmek için hayvan vagonlarına doldurup Orta Asya’ya, Urallara sürdü” dedi.
Kırım, Türkiye’yi tehdit etmek için Ruslaştırıldı
Kırım’ın Rusya için Anadolu’yu, Boğazları, İstanbul’u tehdit etme noktasında bir atlama eşiği olduğunu ifade eden İnalcık, “Kırım, Türkiye’yi tehdit etmek için bir merkezdir. Bugün Sivastopol’da, Ukrayna’ya bağlı olmasına rağmen, Rus hakimiyeti vardır. Bu neye yöneliktir? Türkiye’ye, Boğazlara ve İstanbul’a yönelik bir tehdittir” dedi.
Halil İnalcık, Türkiye’nin bu durumu önlemek için Batı ülkeleri ile ve üyesi olduğu NATO gibi uluslararası kuruluşlarla işbirliğini devam ettirmesi gerektiğini belirtti.
Rusların Kırım’da toplam nüfusun yaklaşık yüzde 60’ını teşkil ettiğine dikkati çeken İnalcık, şunları kaydetti:
“Kırım, Türkiye’yi tehdit etmek için Ruslaştırılmıştır. Bu hakikati bilmemiz lazım. Sürgünden kaçıp gelen zavallı Kırım Türkleri nispeten çok daha az durumdadırlar. Bizim vatanımızı zorla elimizden alıp Türkiye’yi tehdit etmek için Kırım’ı Ruslaştırmıştır. Bu hakikati bilmemiz lazım. Putin bugün askerini Kırım’a getiriyor ve diyor ki ‘Kırım Rus’tur, bizim tebaamızdır’. Bütün hikaye bundan ibarettir.”
Neo-Avrasyacılık Türkiye için tehlikelidir
İnalcık, “Neo-Avrasyacılık” diye tanımladığı Rusya’nın bugünkü amacına, Kırım’ı kendi kontrolü altına alarak ulaşmaya çalıştığına vurgu yaptı.
“Putin’in tekrar bir Çarlık imparatorluğu kurma teorisi var” diyen İnalcık, şunları söyledi:
“Rus politikasının bugünkü temeli, Avrasyacılık’tır. Bunu ‘Neo-Avrasyacılık’ diye daha yumuşak hale getirmiştir. Rusya, ‘Polonya’dan, Orta Asya’ya kadar olan milletlerin bulunduğu bölge, kültür bakımından Ruslara bağlı idi asırlarca, bunu ihya etmek lazımdır’ düşüncesindedir. Avrasyacılık anlayışı, biz kardeşiz, sizi Rusya olarak Avrupa’da ve Asya’da sizi koruyoruz, kültürümüzü yayıyoruz anlayışı Gorbaçov döneminde bitti. Kırgızistan, Türkmenistan, Ukrayna gibi milletler bağımsızlıklarına kavuştu. Putin’in bütün gayreti Avrasyacılık teorisiyle, Rusya hakimiyetini yine bu bölgelerde ihya etmektir. Rus boyunduruğu altında bu milletleri toplamaktır. Neo-Avrasyacılığın neticesi Türkiye için tehlikedir. Putin’in bugün Kırım’a ordularını gönderme sebebi Çarlık Rusya’sını ihya etmektir”.
(TRTHABER)
https://odsta.wordpress.com/2014/03/09/halil-inalcik-kirim-anadoluyu-bogazlari-istanbulu-tehdit-etmek-icin-bir-atlama-noktasidir/

..
..

19 Ocak 2015 Pazartesi

AÇ KARNINA DEMOKRASİ ALIR MISINIZ?




      AÇ KARNINA DEMOKRASİ ALIR MISINIZ?



Naim PINAR
naimpinar@gmail.com





21 Ocak 2014 günü worlddometers’nin verilerine göre günümüzde Dünya nüfusu 7 milyar 207 milyon 877 bin 591 kişi olarak tespit ediliyordu. Bu rakam Ölüm ve doğumlara göre saniye başı değişmekteydi. Aynı gün Dünya’daki aç insan sayısı 894 milyon 316 bin 298 olarak gösteriliyordu. 21 Ocak günü için saat: 21:12 itibarıyla açlıktan ölen insan sayısı 23 bin 624 olarak worldometers’de yayınlanmaktaydı.1 Bu veriler devamlı aktüel tutulmaya çalışılıyor fakat o kadar hızlı değişiyorlardı ki, ekrana her baktığımda rakamlar hızla bir canlının daha, aç olarak yaşama gözlerini yumduğunu haykırıyordu. Açlıktan ölümlerin yoğun olarak yaşandığı ülkelere baktığımızda bunların sahranın altındaki Afrika ülkeleri ve Asya ülkeleri olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Dünya’da açlığın en yoğun yaşandığı Eritre’nin  % 73’ü yetersiz beslenmektedir. Afganistan, Çin, Hindistan, Bangladeş ve Pakistan gibi Asya ülkelerinin ortalama olarak % 16’sı yetersiz beslenmektedir. Her yıl ortalama 11 milyon çocuk beş yaşına gelemeden açlığın neden olduğu sorunlardan ölmektedir. Tarihsel olarak sömürgecilik yarışındaki ülkelerin “medeniyet” götürdüğü Afrika ve Asya kıtası ülkeleri bugün halen iç savaşlar, kötü yönetimler ve çeşitli yapısal sorunlarla boğuşmaktadır.

***
















Bu ülkelerde yaşanan açlık ve siyasi sorunlar istemeden insanın aklına “aç karnına demokrasi alırlar mı ?” sorusunu getiriyor.  Dünya’nın çeşitli coğrafyalarında yaşanan aç gözlülük ve adaletsizlik sürüp giderken vahşi kapitalizmin yarattığı zengin zümreler bencillik üzerine kurdukları sistemlerinde refah içerisinde yaşarken siyasettin seyrini de belirler oldular. Kapitalizmin karşı tezi olarak ekonomik bir karşı duruş sergileyen komünizm ise çağımıza gelene kadar yaşadığı/yaşattığı deneyimler açısından insanlığın yaşadığı zulme dur demek bir yana acılara acı katmıştır. Çağımızda global ölçekte etkili olan ekonomik kriz bizlere bir kez daha tokun açın halinden anlamadığı gerçeğini göstermektedir. İnsan evladının fikir dünyasında daha iyi koşullara ulaşmak ve “uygarlaşmak” namına ortaya koyduğu ideoloji ve kavramlar bugün aç karnına pek anlamlı gelmiyor. Montaigne’in “Yamyamlar Üstüne” adlı denemesinde aktarmış olduğu hikâyesi bizlere insanın hayatta kalmak üzerine yaşamakta iken nasıl “uygarlaştığı/uygarlaştırıldığı”nı çarpıcı şekilde vermektedir. Kral Charles çağında Fransa’nın Rouen kentine gelen üç yamyam o günlerin çağdaş idarecilerinin önüne çıkarılır: “Kral uzun uzun konuştu onlarla. Yaşayışımız, zenginliğimiz, güzel şehir örneğimiz gösterildi. Sonra bizimkilerden biri ne düşündüklerini, en çok neyi beğendiklerini sordu. Yamyamlar üç şey söylediler; üçüncüsünü ne yazık ki unutmuşum. En başta şaştıkları şey sakallı, güçlü kuvvetli, silahlı bir sürü adamın çocuk yaşındaki bir krala bekçilik, uşaklık ettikleri, niçin bunlardan birinin kral seçilmediği olmuş. İkincisi, kendi dillerinde bir tek bedenin, eli, kolu, parçaları, birbirinin yarısı olarak anlatılan insanlardan kimilerinin neden bolluk, rahatlık içinde keyif sürüp de birçoklarının dilenciler gibi kapılarda açlık ve perişanlık içinde yaşadıkları olmuş.”
2 O günlerin uygar Hıristiyan kralları ve bugünün “uygar” kapitalistleri arasındaki tek fark birinin bunu tanrının seçimi olarak lanse ederek insanları köleleştirmeleri ve kurdukları sınıfsal düzeni idare etmeleri, diğerininse “demokrasi” ve “liberalizm” kavramlarını kullanarak yeni dönem krallıklarını belli bir zümre ile paylaşarak idare etmeleridir. Montaigne’in anlattığı hikâyesindeki barbar yamyamların aklına bakın; Fransa’da adaletli iktisadi yapının olmadığı tespitinde bulunuyorlar, koskoca Fransa kralına…


***



















Bugün azgelişmiş olarak gösterilen aç dünya nüfusunun yoğun olduğu ülkeler, sözüm ona “gelişmiş” ülkeler seviyesine çıkmayı bekliyorlar mı bilinmez ama adaleti bekledikleri veya en azından hak ettikleri kesindir. Klasik anlamda azgelişmişliğin ölçütleri olarak sıralanabilecek bir ülkedeki okur-yazar oranının düşüklüğü, kadının erkekten aşağı görülmesi, milli ve iktisadi bütünlüğün zayıflığı, işsizlik, ortalama milli gelirin düşüklüğü, sınırlı sanayileşme, tarımla uğraşan kesimlerin çokluğu, şişkin hizmet kesimi (kamu NP), iktisaden başka ülkelere bağımlılık ki bu genelde kapitalist ülkeler oluyor. Bugün, aç ülkelerdeki insanlara demokrasi ve iktisadi adalet mi yoksa gıda mı dense sanırım önce gıda diyeceklerdir. Hiçbir aklı başında fert, açlıkla boğuşan insanlardan felsefe ve ideolojik çatışmalara ilgi duymasını beklememelidir. Bizim adamızın kuzeyinde çarpık bir sistem içerisinde yaşamaya çalışan insanlarımız azgelişmiş ülkelerdeki bazı kriterlere sahipken, bazı kriterlere oldukça uzak görünmektedir. Fakat global ekonomik krizin gittikçe etkisini göstermesi, yapısal sorunlarımız ve siyasi beceriksizliklerle dolu iktidar tecrübeleri bizleri açlık sınırının altında kalan asgari ücretle yaşamaya mahkum etmektedir. Geçen hafta içerisinde TAK’a düşen haber beni üzdüğü kadar sanırım tüm dar gelirli vatandaşı da derinden üzmüştür. Sosyal devlet anlayışına sahip olduğu düşünülen bir iktidardan en azından büyük ortağı CTP-BG’den ümitli olanlarımız resmen tokat yemiş döndük. TAK’a düşen haber aynen şöyleydi: “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Aziz Gürpınar TAK Ajansı'na yaptığı açıklamada, Asgari Ücret Komisyonu'nun yaklaşık 4 saatlik müzakeresi sonucunda bin 415 TL olan asgari ücreti bin 560'TL'ye yükseltilmesini kararlaştırdığını söyledi. 

Asgari Ücret Komisyonu'nun devlet ve işveren temsilcilerinin olumlu, işçi temsilcilerinin de olumsuz oyuyla yeni asgari ücreti bin 560TL olarak belirlendiğini dile getiren Bakan Gürpınar, işçi temsilcilerinin önerisinin bin 830TL, işveren temsilcilerinin önerisinin de bin 530TL olduğunu, fakat oylamalar sonucunda bu tekliflerin kabul edilmeyip, devlet temsilcilerinin teklifi olan bin 560TL'nin kabul edildiğini belirtti. 

Asgari ücretin resmi gazetede yayınlandıktan sonra 10 günlük itiraz süresi bulunduğunu kaydeden Gürpınar, itiraz edilmemesi halinde asgari ücretin 1 Ocak tarihinden itibaren geçerli olacağını, tarafların 10 gün içinde itiraz etmesi halinde ise komisyonun tekrar toplanarak karar üretme durumunda olacaklarını kaydetti. Komisyon, asgari ücreti aylık bin 560 TL, haftalık 360 TL, günlük 72 TL, saatlik de 9 TL olarak belirledi.”

***

















Gittikçe kötüleşen yaşam standardımız kısa vadede düzlüğe çıkamayacağa benziyor. Ekonomistlerin çok kızdığı bir işi yaparak üç-dört veri vererek başka ülkelerde böyle, bizde böyle yapma lütfüne sahip olmadığımdan Avrupa ülkelerindeki asgari ücretleri yazmıyorum. Fakat meraklısı bakmak isterse Eurostat’ın verilerine bakabilir. Burada üzerinde durulması gereken esas konu artık azgelişmiş ülkeler olarak belirlenen ülkelerdeki yapısal sorunları tam anlamıyla yaşamaya başladığımızdır. Zira ülkede birçok aile açlık sınırının altında özel sektörde çalışmak zorunda bırakılmaktadır. Sosyal projelerle yaşam standartlarımızı yükseltmesi beklenen sol partilerin iktidar deneyimleri bizleri daha da umutsuzluğa itmektedir. Geçen hafta sosyal medyayı meşgul eden bir tartışma da “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” için mecliste atılan demokratik adımdı. Yeni yasayla İngiliz döneminden kalan çağdışı yasa yer değiştirmekteydi. Dostların, toplumsal cinsiyet eşitliği için her katkıyı koyacağımı bildiğinden emin olarak, sosyal medyada genç birçok “sosyalist” dostum tarafından eleştirilen Dr. Nazım Beratlı’nın 15 Ocak 2014, Çarşamba günü Kıbrıs Postası’nda “Çok ayıp bir yazı… +18” başlıklı makalesini okudum. Makale şöyle başlıyordu: “Bu “Tabiata aykırı cinsel birleşme” meselesi, toplumu gerdi… Peşinen olumlu bir gelişme olarak baktığımı belirteyim de homoseksüeller bizi de “gizli homoseksüel” ilân etmesinler. Sıra bunda mıydı? Demek ki hükümetin gücü, şimdilik buna yetiyor! Üretim araçlarını toplumsallaştırmayı da istiyorlar elbet… Her şey, sırayla…”
4devamında ise birçok değerli tarihçinin yapıtlarından derlenmiş önemli ve resmi tarih dışı bilgiler paylaşılıyordu. Birçok dostun tepkisini çeken bu makale aslında –tabi ki benim bakış açımla- bir entelektüel’in cesurca toplumsal sıkıntıları analizi sonucu kaleme alınmış görünüyordu. Dr. Nazım Beratlı’nın entelektüel kişiliği tartışma konusu bile olamaz. Bu ülkenin koşullarına rağmen yetişmiş bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar az sayıdaki aydınlarından biridir Doktor Beratlı. Tarih eminim ki bugün yaşanan soldaki yozlaşmayı 10 değilse bile 20 yıl sonra yazacaktır.  İktidara gelen sol partilerin nasıl halktan koparak elit bir aristokratlar sınıfı oluşturduğunu da…

***
Bugün zamanımıydı, diyor makalesinde Beratlı, aslında hiç de zamanı değildi. Bugün insanlarımızın boğuştuğu pahalılıkla mücadele edilmeliydi. Bugün CTP-BG’nin büyük ortak olduğu hükümet kanadının Asgari Ücret Komisyonu’nda en azından emek kesiminin taleplerine yakın durması beklenirdi. Ülkenin en doğusundaki emekçi, köylü ve özel sektör çalışanları ile ülkenin en batısındakiler bu yeni yasaya acaba karınları açken nasıl sahip çıkacaklardır. Çağdaş sol’un görevi toplumsal yaşamı iyileştirmek ve demokrasiye sahip çıkmak olmalıdır. Fakat Asya ve Afrika’daki aç insanların demokrasiye bakışları neyse maalesef bizim ezilen kesimlerimizin artık demokrasiye, ideolojilere bakışı da aynı duruma gelmektedir. Sosyalist demokrasi denilen ve halk kitlelerinin yığınsal desteğine tabi olan anlayış bizim ülkeye ne zaman gelir bilemiyorum fakat iktidara “hâkim” olan Sol’un en azından ülkedeki emekçilerin önce alın terlerinin karşılığıyla karınlarının doymasını sağlamak daha sonra da sosyalist demokrasiyi hâkim kılmak zorunluluğu vardır. Söz demokrasi ve sosyalizm olunca Lenin’in baskıcı tepeden inme politikalarını eleştiren cesur devrimci Rosa Lüxemburg’tan bahsetmemek olmazdı. Kayzer taraftarlarının katlettiği bu cesur devrimci, sosyalist demokrasi için bakın ne diyor:

 “…Sosyalist demokrasi, sınıf tahakkümünün yıkılması ve sosyalizmin inşasıyla aynı zamanda başlar. Yani sosyalist partinin iktidarı aldığı anda başlar. Sosyalist demokrasi, proletarya diktatörlüğünden başka bir şey değildir. Evet, evet: Diktatörlük! Ama bu diktatörlük, demokrasinin uygulanış biçiminden ibarettir. Demokrasinin ortadan kaldırılması asla değildir. Sosyalizmi kurmak için, burjuva toplumu ekonomik koşullarının temelden değiştirilmesi, yani burjuvazinin kazanılmış hak saydıkları kimi konularda enerjik müdahaleler yapılması zorunludur. Ama bu müdahaleler işçi sınıfının eseri olacaktır, işçi sınıfı adına hareket ettiklerini iddia eden küçük bir yönetici azınlığın değil. Yani sosyalist değişimler, yığınların aktif katılımı ile gerçekleşecek, onların etkisinde yol alacak, tüm halkın denetimine bağlı ve yığınların artan politik eğiliminin ürünü olacaktır.”5 

Bizim iktidardaki solun sosyalist demokrasiden anladığı ise sanırım işveren kesiminin gerek çalışma koşulları gerekse ücretlerle gün be gün ezdiği emekçileri ileri demokrasiye karnı aç ve burjuvaziye teslim olarak ulaştırmak olsa gerek. Gel gelelim halkın büyük çoğunluğunun fikriyatında bir bilmişler zümreciği, bir seçkinler kliği olarak yer etmeye başlayan Sol, maalesef aç karna demokrasi almamızı ve çıkan yasaları hemen sahiplenmemizi bekliyor olmalı. Teori pratiğe dönüşmedikçe kâğıt üzerinde kalan yasalar asla uygulamada toplumsallaşamayacaktır. İnsanların aç karna demokrasi adına atılan anlamlı adımlara yüz çevirmesi yadırganamaz ve yadırganmamalıdır. Sosyalizm’in toplumsal görevi sosyal devleti enerjik müdahalelerle canlandırırken halk kitlelerini harekete geçirecek projeler üreterek aç karınları doyuracak ve sağlıklı düşünmelerine zemin hazırlayacak koşulları sağlamak olmalıdır.



DİPNOTLAR
1 http://www.worldometers.info/tr/
Tanilli, Server, Uygarlık Tarihi, Alkım Yayınevi, 22. Baskı, İstanbul, Mart 2006, S:29.
AGE, S:283
http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/1/col/57/art/20556/PageName/KIBRIS_POSTASI
Lüxemburg, Rosa, La Revolution en Russie, Maspero, 1964,S64-70’den naklen Aybar, Mehmet Ali, Neden Sosyalizm, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2011, S:136

..

17 Ocak 2015 Cumartesi

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK HAKKINDA DÜNYA NE DEDİ.



MUSTAFA KEMAL ATATÜRK HAKKINDA  DÜNYA NE DEDİ.


1000 Yılın Lideri Ulu Önder Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk için Neler Dediler


Dünyaya her 100 yılda bir dahi gelir, bu yüzyılın DAHİSİ VE KAHRAMANI Türklerden çıktı,
Winston Churchill

Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye' nin doğması, yeni Türkiye' nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk' ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye' de giriştiği derin ve geniş inkilaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur. 
John F. KENNEDY (A.B.D. Başkanı)

Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır. 
Franklin D. ROOSEVELT (A.B.D. Başkanı)

Asker-devlet adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi, Türkiye' nin, dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza O, Türklere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir. 
General Mc ARTHUR

Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa' nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana Avrupa' nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi.
Franklin D. ROOSEVELT A.B.D. Başkanı

Dünya sahnesinden tarihin en dikkatli, çekici adamlarından biri geçti.
Chicago Tribune

Savaş sonrası döneminin en yetenekli liderlerinden biri.
New York Times

İnsanı teslim alıcı fevkalade önderlik kuvveti vardır. O, tetiktir, hazır cevaptır, dikkati çekecek kadar zekidir.
Gladys Baker (Gazeteci)


O kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir diktatör değil, 
gelecek kuşaklar için sağlam temelleratmaya uğraşan bir kahramandı. 

Prof. Walter L. WRIHT Jr.

Atatürk Türkiye' yi tek düşman kalmaksızın bırakmıştır. Bu zamanımızın hiçbir devlet şefinin başaramadığıdır.
Alman Volkischer Beobachter Gazetesi 

Almanya, ATATÜRK' ün eserine ve mücadelesine hayrandır. Onda, tarihi eseri, özgürlüğü seven bütün milletler için bir sembol olarak kalacak kudretli bir kişilik görmektedir. 
Berlin, Alman Ajansı

Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve 
insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak 
isteyenler Atatürk' ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar.
Profesör Herbert MELZIG(Tarihçi) 

Kendisinin tarihi büyüklüğü, eseri olan yeni Türkiye' ye bakılarak bu günden ölçülebilir. 
Çelik gibi azim ve gayreti, uzağı gören akıl ve hikmetle birleşmiş olan bu gerçek halk önderi ve devlet adamı; Anadolu dağlarının en uzak ve ıssız köşesindeki köylere bile başka bir 
ruh aşılamıştır. 
Illustrierte Dergisi

O, kendi milleti ve beşeriyet alemi için beslediği muhabbetle, bir dahinin neler yarattığına dair, cihana fevkalade heyecanlı bir sahne seyrettirmektedir. 
Herbert MELZIG


İnsanlığın bütün belirtileri Onda kendini hemen gösteriyor. 
Noelle Gazetesi

Eski Osmanlı İmparatorluğu bir hayal gibi ortadan silinirken, milli bir Türk Devleti'nin kuruluşu, bu çağın en şaşırtıcı başarılarından birisidir. Mustafa Kemal, yüce bir eser ortaya 
koymuştur. Atatürk' ün parlak başarısı bütün sömürgeler için bir örnek olmuştur. 
Maurice BAUMANT(Profesör)

Çok büyük bir adamdı...bir siyasi dahiydi. 
Excelsior Gazetesi

Dünyanın, çağdaş, en büyük kişilerinden biri. 
Le Jour-Echo de Paris

Atatürk' ün yurt kurtarıcı olduğunu, milletlerin en vefalısı olan Türkler asla unutmayacaklardır. 
Noell Roger Gazetesi

Karşımdaki bu büyük adamda, keşfettiğim bu büyük meçhulde maharet ve karakter o kadar iyi işlenmişti ki, sözlerinde hiçbir şüphe aranamazdı. 
Claude Farrer (Yazar)

Bu günün Türkleri, yüzyıllar önce Avrupa' yı titreten canlı millet durumuna erişmiştir. Ve bu aksam O büyük ulunun başında bekleyen Türkiye, güçlü ve dipdiri Türkiye' dir. 
Pierre Dominique(Gazeteci) 

Asırları asan adam !.Fransa, Paris Basını
Akıllı ve barışçı yöntemlerle gerçekleştirdiği eseri halkların tarihinde izlerini bırakacaktır. 
Albert LEBRUN Fransız Cumhurbaşkanı

Mevcut rütbelerin hepsini kaldırdığı bir memlekette, bu adam, bütün rütbeleri, kazanmıştır. O memlekete, bulabilecek en şerefli isim Ona verilmiştir. 
Mercel Sauvage(Gazeteci)

Bu, insanlığa denenmiş bir felsefe örneği olarak sunulabilir. Atatürk yüz yıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladı. 
Gerrad Tongas(Yazar)

Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O' nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felaketinin içine sürüklemişlerdir. 
SANERWIN Gazetesi

Atatürk, bir milleti, birkaç yılda asrileştirmek mucizesini göstermiştir. 
Paris-Le Temps

Yeni Türk Devleti ile Ankara Antlaşması' nın imzalanması nedeniyle; "Bizi arkadan vurdu, dağ başındaki haydutlarla, Mustafa Kemallerle anlaştı" diyenlere Fransız Başbakanının Mecliste verdiği cevap: 
Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman Mustafa Kemal ve O' nun tüm askerleri burada olsalardı teker teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum. 
Fransız Başbakanı BRIAND

Sırasıyla ihtilalci ve asi, sonradan muzaffer bir kumandan olan "Türklerin babası" Yeni Türkiye' yi yarattı, sultanları kovdu, kadınlara hürriyet verdi fesi kaldırdı, ülkesinde radikal bir inkilap yaptı. 
Paris-Soir' den

Denilebilir ki onsuz, İslam alemi yolunu bulabilmek için elli 
yıl daha bekleyecekti. 
Berthe Georges-Gaulis

O, yüce bir dağa benzer. Eteğinde yaşayanlar bu yüceliği fark 
edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için, Ona çok 
uzaklardan bakmak gerekir. 
Claude FARRER / Fransız Edibi

Türkiye tarihi, bugün her zamandan çok Batı ve Avrupa 
tarihinden ayrılmaz bir haldedir. Ve Atatürk' ün bu yöndeki 
gayretleri sonuçsuz kalmamıştır. 
Memleketlerimiz arasındaki yüzyılları aşan dostluk, bu 
gelişmenin temel öğelerinden biridir. 
Charles De GAULLE

Kemal Atatürk' ün karakterinin bir cephesini göstermek 
itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. 
Birdenbire durdu: Görüyorsunuz ya, dedi: birçok zaferler kazandım. Fakat 
bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında 
ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum. 
Cesaret ve zekasından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir Şef' in, yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?
George BENNES Vu Gazetesi

Devrin yüksek şahsiyetleri kitaplarda, konferanslarda Türkiye' nin asla değişmeyeceğini ve değişmeden öleceğini ilan etmişlerdi. Halbuki ölmeden değişti. Hem de kökünden ve baştan aşağı değişti. İnançlar, gelenekler, yöntemler yıkıldı. Son döküntülerini de yabancı zırhlıları ve kapitülasyonlar gibi emleketten sürüp attılar. Türkiye, ruhunu değiştirmişti. Tamamen ve tasavvur edilmesi mümkün olduğu kadar.
Raymond CARTIER Le Nouvelliste Gazetesi

Savaş sonrasının en ileri gelen devlet adamlarından biri. Kendi başına bir klas oluşturuyordu ve hemen her açıdan tekti. 

The Fortnightly, Londra



Avrupa, savaştan sonra belirmiş az sayıdaki yapıcı devlet adamlarından birini kaybetti. 
Spectator

Çağımızda hiçbir isim Atatürk' ün adı kadar büyük saygı yaratmamıştır. 

Observer

İngiltere önce, cesur ve asil bir düşman, sonra da sadık bir dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır. 

Sunday Times

O, benzeri olmayan bir devlet adamı idi. Diktatörlerin tahammül edemediği serbest bir nizamla, başaramadığı ve başaramayacağı işler yapmıştır. Tarihte böyle adamlar devirlerine kendi adlarını vermişlerdir. 
Word Price

O, Türkiye' nin önceki kuşaklarından hiçbirine nasip olmayan özgürlük ve güven dolu bir hayat sağladı. Başarıları, Türkiye' nin Avrupa devleti olmasını sağladı, yakın doğunun tarihini değiştirdi. 
Times Gazetesi

Savaş Türkiye' yi kurtaran, Savaştan sonra da Türk Milletini yeniden dirilten Atatürk' ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük kayıptır. Her sınıf halkın O' nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahraman ve modern Türkiye'nin Ata' sına değer bir görünümden başka bir şey 
değildir. 
Winston CHURCHILL İngiltere Başbakanı



Atatürk, Türk Milleti'nin ruhunda Türk Bayrağı gibi dalgalanan bir baştı. 
Daily Telegraph

Cumhuriyet Türkiye' sinin Devlet Başkanı Kemal Atatürk, diğer önderlerde görmeye alışmadığımız şu değerli nitelikleri kişiliğinde toplamış bulunuyor: alçak gönüllülük, yeterlik ve başarı.
The Truth Dergisi

O genç ve dahi Türk Şefi'nin o esnada Çanakkale de bulunması, müttefikler bakımından tarihin en acı darbelerinden biridir. 
Alan Moorehead (Yazar)

Atatürk, eskimiş bilimlerle boş yere kafasını yormamış olduğundan daha taze ve cesur düşünen bir önderdir. Kendisi için, bugünkü Avrupa' nın en güçlü Devlet Adamıd

diyebileceğimiz Atatürk, hiç şüphesiz devlet adamlarının en cesur ve orijinalidir. 
Herbert Sideabotham (Yazar)

Herhangi bir olayı derinliğiyle kavramak, çıkar yolu görüp birdenbire harekete geçmek iktidarı, O' nun eşsiz otoritesinin başlıca kaynaklarından biridir. 
Grace Ellison (Gazeteci)

11 Ocak 2015 Pazar

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİR STRATEJİSTTİR



MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİR STRATEJİSTTİR




Erol Mütercimler'le 'Bu Vatan Böyle Kurtuldu'

Cumhuriyet-Denizcan KARAPINAR



ANKARA,  18  Ocak  2006  Çarşamba



''Bu Vatan Böyle Kurtuldu'' dünya tarihinde emperyalizme karşı eşi görülmemiş bir direnişin, Kuvvay-ı Milliye ruhunun, halk örgütlenmesiyle, cephe yolunda donarak can veren Anadolu kadınlarının fedakârlığıyla uyanışının öyküsüdür. Demiryolları, karayolları, Çanakkale ve İstanbul Boğazları işgal altındaydı. Kahraman Bahriyeliler, Anadolu kadınları yokluk içinde, yüzlerce yıldır yaşayagelen imparatorluğun yeniden küllerinden doğması için cepheye silah taşıyorlardı. Giyecek, cephane yok, kentler, köyler yakılıyor, yağmalanıyor, halk sefalet ve açlık içinde... Genç subayların yıllar önce Selanik'te yapılan hesaplarındaki kararlılık, intikam yeminleri, devrim ateşi yıllar sonra sarışın bir efsane yaratıyor, bir milletin yüzlerce yıllık tarihinin alacakaranlığı, insanlık tarihinin tanık olduğu en onurlu mücadelenin başaktörlerini örgütleyen, tam bağımsızlıkçı genç bir subayın aydınlığıyla ağarıyordu. O subayın adı Mustafa Kemal'di. Erol Mütercimler'in ''Bu Vatan Böyle Kurtuldu'' adlı çalışmasında bir milletin küllerinden doğuşunu okurken kahraman Türk kadınlarının, Bahriye subaylarının öyküsüne tanık oluyoruz. Çünkü, Hürriyet ve istiklal onların karakteriydi. Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtarmıştı...

"Bu Vatan Böyle Kurtuldu''

-"Bu Vatan Böyle Kurtuldu'' Kurtuluş Savaşı'nın derinlemesine bir özeti olmasının yanı sıra, Mustafa Kemal-halk ikilisinin ördüğü Kuvvay-ı Milliye ağının sahip olduğu ruhun ve 1923 Aydınlanmasının aynadaki yansıması. Milli Mücadele dönemindeki belgeler, işgal ve ihanetler... Bu noktada hatırlamak gerekir ki, Fransızların devrimi de 1790, 1849 ve 1870 olmak üzere üç aşamalıdır ve devrim yüz sene sonunda kimliğini bulmuş. Biz ise milli burjuvazi oluşmadan, işbirlikçi Osmanlı burjuvazisine rağmen devrimi Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleştirmiş bir üçüncü dünya ülkesi olmuşuz. Ve 1940 sonrası siyasal düzenle birlikte ''tam bağımsızlık'' ilkesi de çatallaşmış.Oysa milli demokratik devrimlerde, devrimler milli burjuvazinin önderliğinde gerçekleşir. Bize bakarsanız neler söylersiniz?Yazdıklarınızın arasında bu konuya dair, çok trajedik anekdotlar var...-Osmanlı'da burjuva sınıfının oluşamaması son derece doğal ve anlaşılır bir şeydir. Çünkü Osmanlı toprak düzeni buna izin vermiyordu. Böyle olunca da, Avrupa siyasi tarihinde ve devrim sürecinde görmüş olduğumuz, -her ne kadar klasik devrimler içine sokmasak dahi- devrim diye tanımladığımız endüstri devrimi de gerçekleşemedi. Burjuva sınıfı işçi devriminin yapılamayışının yanı sıra Batı'da görmüş olduğumuz klasik, burjuva devrimleri de işçi sınıfı olmadığından doğal olara yapamadı. Kanımca Gazi Mustafa Kemal yüzyıllardır süregelen insanlık tarihinin görmüş olduğu dört büyük strateji dehasından biridir. Gazi' nin burada dehası ortaya çıkıyor. Burjuva sınıfı yok, endüstri devrimi yapılamadığından dolayı proletarya da yok. Peki o zaman Gazi ne yaptı? Aydın, sanki bir sınıfmış gibi hareket etti. Öncelikle aydınlar ve bir grup subay, Mustafa Kemal'in önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı örgütledi. Böylece halk '14 mütarekesinin hemen ardından başlamak üzere, yerel direniş örgütlerini kurdu ve yeni direniş örgütlerini harekete gerçirmek adına kendi bulundukları bölgelerin düşman işgaline uğramaması ve de uğramış olanların bağımsızlığı için mücadele verdi. İşte Mustafa Kemal'in dehası, bir bütün olrak düşünülemeyen direniş hareketlerini bir örgüt adı altına toplamış olmasıdır. Nitekim daha sonra Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri altında birleştirilmiş olması zaten onun temel liderlik niteliğini ortaya koyar. Ve kısacası bizim Anadolu İhtilali'nin ve ardından gelen 1923 devriminin temel özelliği, sınıfa dayalı olmayan bir devrim olmasıdır. Bu pencereden bakarsak, Anadolu İhtilali insanlık tarihindeki ilk savaştır. Ve emperyalizme karşı örgütlendirilmiş bir mücadelenin zaferle taçlandırılabileceğini gösteren en net örnektir. Savaştan sonra başlayan bağımsızlık savaşı süreci O'nun dehasının ürünüdür. İşin başında ordu ve halk bu mücadelenin içinde yoktur. Bu ikili halife makamına karşı herhangi bir başkaldırı ve ya direnişi düşünmemektedir. Kurtuluş Savaşı'nda en önemli üç aktörden biri özellikle Kastamonu ve İnebolu başta olmak üzere Türk kadınlarıdır. Dördüncü olarak temel aktörler, bahriyelilerdir. Beşinci olarak da Sovyetler Birliği'dir. Fakat, bu asla sınıfa dayalı bir mücadele değildir. Bu anti-emperyalist bir Anadolu ihtilalidir. İşin özü de buradadır. İkincisi, ulusal sosyalizm meselesinin çok net olmadığını, dahası askıda kaldığına inanıyorum. Sosyalizmin koşullarının bu topraklarda uygulanabilirlik şartlarının oluşmadığını Gazi'nin konuşmalarında yakalayabiliriz.

"O DEV YALNIZLIĞI"
-Tarih sayfalarına baktığımda gördüğüm o ki; Milli Mücadele öncesindeki stratejik ve siyasi yapılanmanın, ilkesinin "tam bağımsızlık'' ve "anti-emperyalizm'' olduğunu anlamaksızın çevresindeki Ahmet İzzet Paşa, Karabekir Paşa gibi komutanlar Gazi'nin dehasını algılayamamışlar. İsmet Paşa ise o sırada henüz, inkâr edilemez askeri dehasına rağmen milli mücadelenin bir ulusal bağımsızlık davası olup, tam bağımsızlık ilkesine dayandığından haberdar bile değil. Burada Mustafa Kemal açısından, mucizevi bir deha ve daha da ibret verici olanı, dev bir yalnızlık su yüzüne çıkıyor.-Gazi Mustafa Kemal'i üç önemli liderle karşılaştırmalıyız. 32 yaşında imparator olan Makedonya Kralı Büyük İskender, Roma İmparatoru Sezar, üçüncüsü ise Napoleon Bonaparte. Dikkat edilirse üçü de imparatordur, ama üçünün de ortak yanı önemli komutan ve devlet adamları olmalarıdır. Gazi'ye baktığımızda ise, Gazi Mustafa Kemal de bir devlet adamıdır ve bir kumandandır. Fakat ne Bonaparte'ta, ne Sezar'da, ne Büyük İskender'de olmayan tek bir ışık vardır onda: Gazi bir devrimcidir. Üç bin beş yüz yıllık yakın tarihe baktığınızda kumandan, devlet adamı ve devirimci sıfatlarını kişiliğinde barındıran bir kişi daha göremezsiniz. O kişinin adı Mustafa Kemal'dir. Diğerleri yayılmacıdır. Gazi ise anti-emperyalisttir. Ve yine Gazi mucizevi üç devrim yapmıştır. Saltanatı kaldırmıştır, Cumhuriyeti kurmuştur, hilafeti kaldırmıştır. O bir laik cumhuriyet kurmuştur. Bu laiklik meselesinde belki birinci Elizabeth'le karşılaştırabilirsiniz. Ama daha sonra baktığımızda yazılı tarihte, bu sistemin devlet yapısına eklemlenmesinde ve sindirilmesinde Gazi'yi kolaylıkla karşılaştırabileceğiniz üçüncü bir kişi bulamazsınız. Napoleon ile karşılaştırması bu anlamda önemlidir çünkü Napoleon Bonaparte'ta da yer yer bu nitelikleri görebiliriz. Saymış olduğunuz diğer askerlere baktığınızda dâhinin dehasında değiller, ve bazılarında cumhuriyet düşüncesi, olsa dahi "laik cumhuriyet'' düşünceleri asla yok. Gazi büyük Söylev'inde "Benim kafamdaki Cumhuriyet'in kurulacağını Ali Rıza Paşa anlamıştı'' der. Ama Gazi'deki bu fikrin şekillenmesi 1906'ya dayanır. Yani daha 25 yaşında Selanik'te arkadaşlarına cumhuriyeti ve yeni rejimde kimlere ne gibi görevler vereceğini tek tek anlatır. Arkadaşları ise Gazi'nin çıldırdığını düşünürler. "Sen ne olacaksın?'' diye sorduklarındaysa, "Sizi o göreve getiren kişi olacağım'' der ve 17 yıl sonra da bunu gerçekleştir. Böyle baktığınızda sizin sorunuzun yanıtı buradadır. Diğer subaylar ancak savaşabilirler. Öyle ki, yine de Gazi birinci taarruzda 1. ve 2. orduya kumandan bulmakta zorlanmıştır. Ne Refet Paşa, ne Cebesoy Paşa bu görevi kabul etmemişlerdir. Sonunda Sakallı Nurettin Paşa gönüllü olarak kabul eder. Fakat o da şapka devrimi sırasında meclis'te Gazi'yi çok ağır bir şekilde eleştirir. Evet doğru; bütün büyük dehalar yalnızdır. Strateji dehaları olmanın nedeni yalnızlıklarıdır. Kanımca, Gazi'yle diğerlerini kıyaslamak en başta Gazi'ye yapılan bir haksızlıktır.

"MUSTAFA KEMAL BİR STRATEJİSTTİR"

-Kurtuluş Savaşı penceresinin yanı sıra siyasi arenadan bakıldığında da Mustafa Kemal'in "gel beni yönet'' diyecek bir devlet adamı olmadığı çok açık. Ve Sovyetler'deki birkaç diplomat o tarihte, Gazi'nin kafasında tasarladığı cumhuriyetin esaslarının Bolşevizm ilkelerine dayanması için Gazi'nin aklını çelmek adına politika üretiyorlar. Aldıkları cevap çok net: "Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi rejiminin temeli Bolşevizme değil, yalnızca demokrasiye, hukuka ve -halkların kendi kaderini tayin etme ilkesine dayanan- ulusalcı sosyalizmdir''. Ama bunun yanı sıra Gazi de Vladimir İlyiç'e Batı'ya karşı ittifak önerisi götürüyor. Yani Mustafa Kemal için devrim yalnızca 1923 ile sınırlı değil, ulusalcı sosyalizmi yürütmek de devrimin bir parçası. Bu açıdan yazdığınız Kurtuluş Savaşı yalnızca vatanı kurtarmakla bitmiyor, devrim Cumhuriyetle devam ediyor...Ve bir ironi daha: 3. Brüksel Enternasyonal'inde Çiçerin, Plehanov gibi kıdemli Bolşeviklerin aksine, daha sonra İsmet İnönü'nün anılarında tam ittifak sağladığını yazdığı Stalin, Bolşeviklerin ve Lenin'in Sevr'i tanımaması kararına şiddetle karşı çıkıyor. Bu bilgiler ışığında dış politikada, Gazi'nin vasiyet ettiğinin aksine Sovyetler'le ilişkiyi kesip Batı'ya yönelmek Cumhuriyet felsefesine geçişi algılayamamaktır diye düşünüyorum. Ne dersiniz?-Siz bir yerde hiç kuşkusuz bu alıntıya rastladınız ve bunu kullanıyorsunuz. Fakat burada Gazi'nin dış politikaya bakışının temel bir analizini yapmalıyız. Sovyetler'le olan temel siyasi ilişkilerindeki temel matematik akıl nedir? Lenin işin başında hiç de gönüllü olmamasına rağmen matematik akıl galip geldi ve Ankara'yla Moskova arasında bu ilişki kuruldu. Bunun temeli, hem Ankara'nın hem de Moskova'nın emperyalizme karşı bir savaşı olması ve her ikisinin de temel felsefesinin ve siyasetinin anti-emperyalizme dayanmasıdır. Anadolu'nun çılgın savaşçıları eğer bu savaşı kaybedecek olurlarsa Çarlık Rusyası'ndan bu yana Moskava'nın istemeyeceği bir şey olacak, Rusların yumuşak karnına yerleşecek olan İngilizler, Kafkaslar'ın doğal engeliyle birlikte Büyük Petro'dan itibaren yazılı olmayan ama daima Hem Çarlık Rusyası'nın hem Sovyetler'in hem de bugünkü Rusya'nın yüksek stratejisinin bir parçası olan aşağı sıcak denizlere inmek ve kontrol stratejisini hayata geçirmek... Üçüncüsü ise, hem Wilson'ın hem Lenin'in farklı konseptlerde dile getirdikleri, "Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı" felsefesi doğrultusunda, eğer yeni yapılanmada ortaya çıkacak olan bağımsız, geçmişin bağımlı ülkeleri Batı emperyalizmi ile ekonomik nedenlerden dolayı ilişkiye girerlerse Moskova'da yapılmış olan devrim çok daha kalıcı olurdu. Devrimin genişlemesi için bir öncelikle Anadolu'daki anti-emperyalist savaşımın zafere ulaşması gerekiyordu. Hem Lenin, hem Mustafa Kemal birer matematik akıl adamıydı. Bu doğrultuda yapılan bir işbirliği başladı. Vladimir İlyiç'in mektupları da ortada. Fakat Mustafa Kemal'in yanıtı çok açık. İlk soruda değindiğimiz sınıf yoksunluğu zaten Bolşevik devrimle eklemlenme gibi bir şeyi imkânsız kılıyor. Gazi şunu biliyor ki; Türkiye'deki Moskova'ya öykünmenin ardından tam bağımsızlık ilkesinin sapmaya uğramaması mümkün değil. Batı eksenli bir sistemin uydusu olmak, Moskova merkezli bir sistemin merkezi olmakla aynı şeydi Gazi için. Gazi devrim davasının özünü çok net koymuş: Tambağımsızlık. Gazi, bu ilkenin barındırdığı felsefenin içinde, ne Wilson'ın ne de Lenin'in "halkların kaderlerini tayin etme hakkını'' kendilerince yorumlayışlarına yer vermiyor.Gazi buna özgün bir yorum getiriyor. İkicisi, ulusal sosyalizm meselesinin çok net olmadığını, dahası askıda kaldığına inanıyorum. Sosyalizmin koşullarının bu topraklarda uygulanabilirlik şartlarının oluşmadığını Gazi'nin konuşmalarında yakalayabiliriz. Gazi'nin çaresizlik karşısında söylediği çok net bir söz vardır: "Gerçek üretici olan köylü milletin efendisidir.'' Üretici olan yalnızca köylü var. Ne yapacağız, köylü devrimi mi yapacağız? Bana her zaman biraz tuhaf gelmiştir ulusalcı sosyalizm meselesi. Devletçilik ve halkçılık gibi ilkelerden yola çıkılarak sosyalizm gibi şeylerden söz edilir. Gazi'nin mimari yapısını kurmuş olduğu devletçilik, Sovyetler'deki sistemle benzeşme belki birileri tarafından kurulabilir fakat ben buna asla katılmam. Onun devletçili, İttihat ve Terakki'den itibaren ulusal burjuvazi yaratma çabasıdır. Mustafa Kemal'den sonra halkçılıktan uzaklaşılması CHP'ye çok ağır bir fatura ödetmiştir. Gazi'nin anlayışı, ulusal burjuvazi ve devletin kapitali olmadığından serbest girişimçi yaratmak için devletin gücüyle bu sistemi kurup daha sonra da özel sektöre devretmek ve böylece burjuvaziyi oluşturmaktı. Fakat bu serbest girişimci yaratma çabası sonucunda ortaya çıkan burjuvazinin devleti soyacağı Gazi'nin aklına gelmemiştir. Burjuvazi değil, çerçi çıkmıştır.Ve devleti soymuşlardır. Gazinin Moskova tipi sosyalizme prim verdiğine inanmıyorum. Çünkü o bir stratejist. Bir strateji dehası hiçbir zaman hayal üzerine plan kurmaz. Stratejinin kuralı bellidir: "Stratejide umut bir yöntem olamaz!''. Stratejide doğrunun gerçekliği aritmetik değil matematik algılamadır. Bir ideolojik yapı arıyorsak bu Kemalizm'dir. Anadolu İhtilali neyi emrediyorsa Gazi de onu yapmıştır.

"ABD'NİN KARŞISINDA BİR KUTUP OLUŞMAK ZORUNDADIR"

-1920'li yıllarda Anadolu'nun doğusunda İngilizlerin kışkırttığı Kürt ve Ermeniçetelerine karşı Gazi'nin yanında olacağını söyleyen yalnızca Ruslar vardı. Bugün yine Ruslarla yapılacak bir ittifak, diğer Asya devletlerinin de katılımıyla yeni bir anti-emperyalist cephe oluşturabilir mi? Sizin de "Komplo Teorileri'' kitabınızda işlemiş olduğunuz Avrasya Birliği projesinden bahsediyorum. Rusya-Çin-Hindistan arasında kurulacak ittifakta Kemalist Türkiye'nin ekonomik-siyasi ve stratejik açıdan önemli bir konuma sahip olması gerektiği kanısındayım. -Türkiye Cumhuriyeti güç parametreleri açısından baktığımızda, Türkiye Balkanlar'ın, Kafkasya'nın, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın en güçlü devletidir.Birinci tahlillere göre Avrupa'nın yedinci büyük gücüdür. İkinci bir tahlile göre Almanya'dan sonra Avrupa Birliği'nın ikinci büyük gücüdür. Jeopolitik ve jeostratejik pencereden baktığımızda, Moskova'yı göz ardı ederek Türkiye burada senaryolar geliştiremez. Uluslararası stratejik ilişkilerin teme kuralı gerçekçilik ve ulusal çıkarları önce çıkarmaktır. İkinci bir kural da yoktur. Rusya Türkiye için önemlidir. Türkiye bir devletle stratejik ortaklık yapacaksa bu kesinlikle Rusya olmalıdır. 3 Ağustos 1995 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yazdığım bir başka önemli konu ise Türkiye İran'ın bu bölgede parçalanmaması için elinden geleni yapmalıdır. Türkiye bu bölgede üniter bir devlet olarak yaşatılmak zorundadır.. Üçüncüsü Rusya için Hindistan ittifakı önemlidir ve güç getirir. Ama kağıt üzerinde bu ittifakın stratejik güç taşıması, pratik olarak uygulanması anlamını taşımaz. Ama Avrasya Birliği kurulursa dünya için olağanüstü bir gelişme olur. ABD'nin tek kutupluluğu son bulur. Kutuplaşma kesinlikle yararlıdır. Şu andaki manzara şu: ABD tek başına bir kutup, geri kalan tüm dünya diğer bir kutup. ABD'nin karşısında bir kutup oluşmak zorudadır. Anca o zaman BOP gibi, dünya barışını ve istikarını bozacak olan bu emperyalist girişimler engellenebilir. Avrasya Birliği projesi ne kadar gerçekçidir sorusunun yanıtını vermeye çalışırsak, Türkiye'nin her zaman için alternatif senaryolarının olması gerektiğini söylemeliyim. "AB bizi kabul edecek mi?'' ve "AB böyle kalacak mı?'' Rahmi Koç kendisiyle yapılan bir söyleşide AB'nin parçalanmaya gideceğini söyledi. Rahmi Koç bugün Türkiye'in en büyük şirketlerinin yöneticilerinden biri ve bu çok önemsenmelidir. Bunu alternatifi Türkiye merkezli, Türkiye'nin nesne değil özne olduğu bir Avrasyacılığın geliştirilmesidir. Bu projede kimler yer alacak? Ukrayna'yı, Romanya'yı asla gözardı edemeyiz. 
Bu Vatan Böyle Kurtuldu/ 
Erol Mütercimler/ 
Alfa Yayıncılık/ 682 s.