27 Şubat 2017 Pazartesi

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye


AB  nin Enerji Politikaları ve Türkiye


Yazar: Muhittin Ziya Gözler

08 Nisan 2015


   10.523.000 km2’lik yüzölçümü, 700 milyona yaklaşan nüfusu, yeraltı ve enerji kaynakları bakımından zengin olmayan, ancak dünya sanayi üretiminin 1/3’nü 
gerçekleştiren Avrupa Kıtası’nda 50 ülke bulunmakta, bu ülkelerden de bugün için 28’i AB’ni meydana getirmektedir. 17 Aralık 2004 yılında AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması için Papa X.Innocent’in heykelinin önünde alay-ı vâlâ ile imzalanan anlaşmanın üzerinden geçen 11 yılda acaba kaç arpa boyu yol alındı? Bu siyasi tartışmayı bir tarafa bırakıp, AB’nin enerji politikalarıyla ilgili çalışmalarını aktaramaya çalışarak Türkiye’nin ileride başına gelebilecek tehlikelere değinelim. Konumuz enerji olduğu için AB Bakanlığı’nın AB’nin enerji politikaları konusundaki görüşlerine kısaca yer verelim: ’’ Avrupa Birliği’nin (AB) enerji politikalarının üç temel amacı bulunmaktadır: 

• Rekabetçi bir enerji piyasası oluşturulması, 
• Enerji arz güvenliğinin temin edilmesi, 
• Sürdürülebilir kalkınma temelinde çevrenin korunması. 

AB, enerji alanında politika oluştururken bu üç amaç arasında bir denge kurmayı hedeflemektedir. AB mevzuatı, rekabet gücü yüksek, güvenli ve sürdürülebilir enerji piyasaları oluşturulması, tüketiciye daha fazla seçenek ve daha ucuz fiyatlar sunulabilmesi amacıyla enerji piyasalarında serbestleşmenin sağlanmasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Sürdürülebilir bir enerji politikası için, iklim değişikliği ile mücadele AB’nin enerji politikasının önemli bir bileşenidir. Bu amaçla Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Mart 2007 tarihinde onaylanan Enerji ve İklim Değişikliği Paketi ile 2020’ye kadar gerçekleştirilmesi öngörülen üç önemli hedef ortaya konmuştur: 

• Sera gazı emisyonlarının 2020 yılına kadar 1990 yılına oranla en az %20 azaltılması, 
• Enerji arzında yenilenebilir enerji payının 2020 yılına kadar 
%20’ye çıkarılması ve ulaşımda biyoyakıt kullanım oranının en az %10’a ulaşması, 
• Birincil enerji tüketiminde 2020 yılına kadar %20 tasarruf sağlanması. 

Bu hedeflerin hayata geçirilebilmesi için enerji tek pazarının tamamlanması gerekmektedir. Bu amaçla Komisyon, 2007 yılında “Üçüncü Paket” olarak adlandırılan mevzuat önerilerini açıklamıştır. Söz konusu Paket, enerji arz/satış ve üretim faaliyetlerinin, doğal tekel niteliği taşıyan şebeke (iletim ve dağıtım) işletiminden hukuken ve fonksiyonel olarak etkin bir şekilde ayrılması, ulusal enerji düzenleyicilerinin bağımsızlıklarının artırılması ve piyasa faaliyetlerinde şeffaflık sağlanması gibi hususları kapsamakta olup, elektrik ve doğal gaz piyasalarının tamamen rekabete açılmasını hedeflemektedir. Paket kapsamında ayrıca, boru hatları ve şebeke erişimine ilişkin standartların birbiriyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla 2009 yılında Avrupa Elektrik İletim Sistem Operatörleri Ağı (ENTSO-E) kurulmuştur. 

2020 hedeflerine ulaşmak için mevcut stratejilerin yetersiz kalacağını öngören AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. 
Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. 

Enerji 2020 Stratejisi ile pozitif bir etki yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 
azaltılabileceği öngörülmektedir. AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını % 80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu 
Komisyon’un 15 Aralık 2011 tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar analiz edilmektedir. Dokümanda ele alınan dekar bonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici nitelik 
taşımaktadır.’’

   Bu kısa bilgiden sonra AB ülkelerinin enerji kaynaklarına bir göz atalım. AB ülkelerinin 2013 yılı birincil enerji tüketimi 1744,2 milyon TEP’ dür. Bu rakam dünya birincil enerji tüketiminin % 12,9’una karşılık gelmektedir. Dünya petrol rezervlerinin % 0,4’ü, doğalgaz rezervlerinin % 0,8’i, kömür rezervlerinin % 6,1’i, hidrolik enerjinin % 8,3’ü, diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının % 37’si AB ülkelerinde bulunmaktadır. AB ülkeleri kullandıkları enerjinin % 35’ini de nükleer enerjiden elde etmektedirler (Kaynak: BP Statiscal Review World Energy 2014). 2014 itibariyle AB ülkeleri tükettiği enerjinin % 55’ni ithal etmektedir. Petrolde % 84, doğalgazda % 66, kömürde % 53, nükleer kaynaklarda tamamen dışa bağımlıdır. Enerjide en fazla bağımlı olduğu ülke Rusya Federasyonu’dur. Kıta Avrupası’nın da tamamının Rus gazına bağımlı olduğu bilinmektedir. (Ş.1)


(Ş.1 Rus Gazına bağımlı olan ülkeler)

   1973 ve 1979 yıllarındaki petrol krizleri AB ülkelerini etkilemiş ve enerji arz güvenliğinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine AB ülkeleri kendi kısıtlı kaynaklarının kullanma, yenilenebilir kaynaklara yönelme, enerji teknolojileri konusunda çalışmalar yaparak enerji ithalatlarını azaltma konusunda politikalar belirlemeye başlamışlardır. 

Yapılan çalışmalar sonrası AB ülkeleri enerji politikalarını da şu üç esas üzerinden yürütmeye karar vermişlerdir. 

1. Arz güvenliği, 
2. Çevre koruması, 
3. Rekabet ortamının geliştirilmesi. 

AB ülkeleri aldıkları tüm tedbirlere rağmen yine fosil kaynakları kullanmaya devam etmişler, nükleer enerjiye daha çok önem vermişler ve de yenilenebilir 
kaynaklara da yönelmeye başlamışlardır.

AB ülkelerinin enerji verilerini aktararak AB’nin enerji geleceğini ortaya koymaya çalışalım. AB ülkelerinin enerji ithalatında % 32 oranında Rusya’ya, % 12 Norveç’e, % 5 S.Arabistan’a, %4 Kazakistan’a, % 4 Nijerya’ya ve % 36 diğer ülkelere bağlı olduğu bilinmektedir.

BP’nin verilerine göre, AB ülkelerinin 2013 yılında tükettiği toplam petrol miktarı 541.400.000 ton, doğalgaz tüketim miktarı 393.300.000.000 m3 ve kömür tüketimi de 275,1 MTEP’ dür. AB ülkelerinin hidrolik enerji potansiyeli 31,6 MTEP, yenilenebilir diğer kaynaklar ise 106,2 MTEP’ dir. 2013 yılı itibariyle AB’ye üye ülkelerin toplam birincil enerji tüketimi 1744,2 MTEP’ dür (Almanya-325 MTEP, Fransa-248,4 MTEP, İngiltere-200,0 MTEP, İtalya-158,8 MTEP, İspanya-133,7 MTEP).

AB’ye üye on ülkenin toplam elektrik tüketimi yaklaşık 3000 TWh olup (Almanya-579,21 TWh, 
Fransa-476,50 TWh, 
İngiltere-346,16 TWh, 
İtalya-327,47 TWh, 
İspanya-258,48 TWh), 
Kişi başına elektrik tüketimi; Lüksemburg-15511 kWh, Belçika- 8072 kWh, Fransa-7318 kWh, Almanya-7083 kWh, İspanya-5604 kWh, İngiltere-5518 kWh’tir.

AB ülkelerinde toplam 132 NS bulunmakta bu santrallerin kurulu güç toplamı da 131.476 MW’ tır (dünyada toplam 435 NS bulunmakta, toplam kurulu güç 371.973 MW’ tır).

İşte böylesine dışa bağımlı olan kaynaklarla enerji tüketen Cermen, Anglosakson, İskandinav, Slav, İber Yarımadası Devletleri ile Yunanlı’ların meydan getirdiği ve Katolik, Protestan, Ortodoks ve diğer bazı mezheplerin bulunduğu bu 500 milyonluk birliği ciddi sorunların beklediği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 2030 yılında eneri kaynaklarında % 70’lere varan bir dışa bağımlılık oranı gerçekleşeceği için tehlike daha da büyüyecektir  (günümüzde AB’nin yıllık petrol faturası 300 milyar eurodur). 
Zira 2030 yılın dek AB ülkelerinin enerji talep artışı % 30’lar civarında olacaktır. İspanya Enerji Bakanı 2035 yılında AB’nin petrolde % 95, doğalgazda % 80 oranında dışa bağımlı olacağını ifade ederek AB ülkelerine ciddi bir ikazda bulunmuştur.

   AB ülkeleri dünya enerji kaynaklarının yaklaşık olarak % 3’üne sahip olup, toplam enerjinin % 17’sini tüketmektedir. Günümüzde % 55 oranındaki dışa bağımlılık 2030 yılında % 70’e yükselecektir. AB ülkelerinin petrol ve doğalgazda Rusya’ya bağımlılıkları Ukrayna krizinden sonra bu ülkeleri rahatsız etmiş ve kaynak çeşitlendirilmesi yönündeki çalışmalarını hızlandırmışlardır. Fransa nükleer yakıt sıkıntısına girmemek için Nijer ile görüşmeleri sıklaştırmış, Mali’nin işgal edilmesi ise buradaki kaynakları ele geçirmek olarak yorumlanmıştır. AB ülkelerinin tamamı yenilenebilir kaynaklara yönelmiş, AB’nin Visegrad Grubu (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya) sadece Rusya’ya bağımlı kalmamak için ABD’den doğalgaz etmek konusunu gündeme getirmişler, Romanya şeyl-gaz araştırmalarına başlamış ve AB doğalgazabağımlılığı azaltmak için 2011’de 179 milyar m3 LNG ithalatı yapmışlardır. AB ülkeleri kendi kaynaklarını ne kadar kullanırlarsa kullansınlar yeterli olamayacağından fosil kaynaklara ihtiyaçları devam edecektir.  Bu sebepten ötürü AB ve hatta bütün Kıta Avrupası Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz’deki kaynaklara muhtaçtır. Buradaki kaynaklar deniz yolu veya boru hatlarıyla Avrupa’ya ulaşabilir. İşte bu noktada Türkiye gündeme gelmektedir. Türkiye Azerbaycan, Türkmenistan, İran ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını boru hatlarıyla Avrupa’ya taşıma güzergâhı üzerinde bulunan bir ülkedir. İleride Mısır ve D.Akdeniz’deki kaynaklarda Türkiye üzerinden sevk edilebilir. 
Türkiye bir ’’DOĞALGAZ HUB’’ı olma potansiyeline sahiptir. Irak-Türkiye HPBH, Bakü-Tiflis-Ceyhan HPBH, Bakü-Tiflis-Erzurum DGBH, Türkiye-Yunanistan DGBH, Rusya Federasyonu-Türkiye DGBH, İran-Türkiye-Avrupa DGBH ve TANAP ile ve de ileride inşa edilecek hatlarla Türkiye, Avrupa’nın adeta kaderiyle oynayacak bir konuma gelebilir. Şah Deniz-2 sahasından çıkarılacak olan doğalgaz Türkiye’nin 20 ilinden geçtikten sonra aşamalı olarak 16-22-31 milyar m3 doğalgazı Avrupa’ya ulaştırılacaktır. 

10 milyar dolara mal olacak olan TANAP’tan geçecek bu doğalgaz miktarının AB’ye yeterli olamayacağı aşikârdır. Görünen o ki, yeni TANAP’ların yapılması gündeme mutlaka gelecektir. Ne var ki, AB’nin Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumu, Türkiye-AB ilişkilerinde daha uzun süre soğukluğun devam edeceğini göstermektedir. 

500 milyon nüfusa sahip AB’nin 77 milyon nüfusu olan Müslüman bir ülkeyi kendi içine alması, ötesinde kabul etmesi çok zor görünmektedir. AB Türkiye’nin nükleer enerji konusunda Rusya ile olan ilişkisi, yenilenebilir kaynaklara yeterince yatırım yapmaması ve Ortadoğu politikaları sebebiyle her konuda olduğu gibi enerji konusunda da Türkiye’ye soğuk davranmaya devam etmekte ve müzakerelerde Enerji Faslını açmamaktadır. Ancak, AB enerji politikasının esasını teşkil eden arz güvenliği için enerji çeşitlendirilmesi konusunda Türkiye’ye muhtaçtır ve mahkûmdur. Diğer taraftan yukarıda ifade etiğim gibi AB ülkeleri arasında farklı enerji politikaları takip edilmektedir. Almanya’nın Rusya ile ilişkilerinin müspet olması, Fransa’nın nükleer yakıt tedarikinde Afrika ülkeleri ile ilişkilerini sıcak tutması, diğer ülkelerin Ortadoğu ve K.Afrika ülkelerine yakınlaşmaları ortak bir enerji politikasının oluşturulması yönünde ciddi engel teşkil etmektedir. Zira ulus devlet anlayışı her fikrin, anlayışın ve birliğin üzerinde görülmektedir.

   AB Bakanlığı ’’Fasıl-15 Enerji’’ başlığında faslın müzakere sürecinde geldiği aşamayı şu şeklide açıklamaktadır: ’’… Enerji faslına ilişkin olarak, Mart 2007 tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan tarama sonu raporu halen Konsey’de görüşülmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) gibi bazı üye ülkelerin menfi yaklaşımları nedeniyle gelişme kaydedilememektedir. GKRY engelinin aşılması halinde enerji faslının başka bir engel ile karşılaşmaksızın müzakerelere açılabilecek fasıllar arasında olduğu değerlendirilmektedir… Bu kapsamda Mart ve Nisan 2012’de yapılan Çalışma Grubu Toplantılarında işbirliği için beş ana unsur belirlenmiştir:

- Türkiye ve AB’de enerji senaryoları ve enerji sepeti;

- Piyasa entegrasyonu ve alt yapıları geliştirilmesi;

- Enerji işbirliği;

- Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve temiz enerji teknolojileri;

- Nükleer enerji ve radyasyondan korunma.

Bu alanlarda uzun dönemde enerji sektörü için ortak niyetlerin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu çalışmaların sonucunda ilgili tüm kurum ve kuruluşlarımızın ve Avrupa Komisyonu yetkililerinin katkılarıyla ‘Türkiye-AB Enerji Sektörü Geliştirilmiş İşbirliği Belgesi’ oluşturulmuştur… Ülkemiz ve AB arasında enerji işbirliğindeki üst düzey diyaloglar devam etmektedir. Bu kapsamda, Türkiye ve AB arasında, enerji tedarik kaynaklarını güvence altına alma, çeşitlendirme ve rekabetçi enerji pazarları oluşturma hedefleri doğrultusunda 16 Mart 2015 tarihinde ‘Yüksek Düzeyli Enerji Diyalogu’ başlatılmıştır. Buna ilişkin taraflarca ‘Ortak Deklarasyon’ 17 Mart 2015 
tarihinde yayımlanmıştır.’’

11. Cumhurbaşkanımız Sayın A. Gül, milletvekili olduğu dönemde 8.3.1995 tarihinde TBMM’de yaptığı bir konuşmada aynen şunları dile getirmiştir: 
’’Türkiye’nin AB’ye giremeyeceği kesindir. Bunu Avrupalılar söylemektedir. Avrupa’nın önde gelen bütün politikacıları bunu söylemektedir. 

Avrupalı filozofların hepsi söylemektedir. Çünkü AB bir Hıristiyan kulübüdür. 2001 yılında sayın başbakan Türkiye’nin AB’ye gireceğini söylediler. 
AB’nin dokümanları var. 2010 yılında projeksiyon yapmış AB’ye tam ülkeler kim olacak diye. Dünkü komünist ülkelerin hepsi, hatta Baltık ülkeleri Lituanya, 
Estonya, Sırbistan, Çek’ler, Macar’lar, Bulgar’lar, Malta, Rum Kesimi bütün bunlar var mı? Hepsi bunların var. Peki, Türkiye’nin ismi geçiyor mu bu dokümanda? 

Türkiye’nin ismi yok. Gerçekler saklanıyor.’’  İşte her kelimesi ile doğru, güzel, anlamlı ve manidar ifadelerle dolu her Türk vatandaşının hislerine 
tercüman olan gerçek bir yaklaşım. Yarınlarda AB’ye girmek için Türkiye’nin önüne 1999 Helsinki Zirvesi,  2000 Kasımında Türkiye Hakkında Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi ve 2005 AB İlerleme Raporundaki, sınırların barışçıl bir şekilde çözülmesi konusunda Ege Denizi’ndeki sorunların Yunanistan’ın menfaatleri doğrultusunda çözülmesi, Ada ve adacıkların Yunanistan’a terk edilmesi (21.YY. Türkiye Ens. 17 Mart 2015 / Sayın Prof. Dr. Ü. Özdağ’ın makalesinde 16 Türk Adası ve bir kayalığın sessiz sedasız Yunanistan’a terk edildiği açıkça dile getirilmektedir) Kıbrıs’ın bir kısmının verilmesi, D.Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerine son verilmesi ve azınlıklara daha çok haklar verilmesi istekleri gündeme gelirse AB’ye girmek için yine ayakta mı bekleyeceğiz?

    Diğer taraftan AB Bakanlığı’nın açıklamalarında ’’AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin enerji 
alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 3. Tüketicileri 
güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. Enerji 2020 Stratejisi ile, pozitif bir etki yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını %80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar analiz edilmektedir. Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden geleceği görülmektedir. 

Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici nitelik taşımaktadır.’’ İfadeleri yer almaktadır.

   Rusya hariç bütün Avrupa ülkeleri ve AB hayatlarını devam ettirebilmek için Asya ve Afrika’nın kaynaklarına muhtaçtırlar. AB enerji konusundaki sorunlarını çözmek için de büyük oranda Türkiye’ye bağımlı hale gelecektir. Gelişen enerji sistemleri bunu net bir şekilde gözler önüne sermektedir. AB enerji meselesini çözmek için:

1. Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmalıdır. Bunun için de Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmasına yardımcı olmalı, yatırımlara katılmalıdır.

2. Ortadoğu’da yaşanan vahşetin sona ermesi konusunda ABD’nin dikkatini çekip, Türkiye ile olan ilişkilerini barıştan yana koymalıdır.

3. AB ülkeleri, fosil kaynaklarının kontrolsüz bir şekilde kullanılmasını durdurup, (birincil enerji kaynaklarının % 12,9’nu tüketmektedir) yenilenebilir kaynakların kullanımı konusunda Birlik olarak politik kararlar almalıdır. Böylece sera gazı salınımlarını en az seviyeye indirebilirler. 2011 yılında Almanya’nın sera gazı salınımı 940 milyon ton, İngiltere’nin 586 milyon ton, Fransa’nın 502 milyon ton olup, AB ülkelerinin toplam sera gazı salınım miktarı 4.715.000.000 tondur.

4. Nükleer santrallerin ciddi tedbirler alınarak inşası yapılmalıdır. Avrupa’da meydana gelebilecek bir Çernobil hadisesi bütün Avrupa’yı tehdit edebilir. Bundan Türkiye’de çok büyük zarar görebilir.

   Diğer taraftan ETKB Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün Dünya Enerji Görünümü 4-11 Kasım 2011 raporunda şu ifadeler yer almaktadır:’’AB enerji firmaları, piyasanın kötü işleyen kurallarına uymak için zor bir mücadele ile karşı karşıyadır. Piyasanın kötüye kullanımı düzenleyici otoriteler için her zaman temel endişe kaynağı olmuştur, ancak küresel mali krizden bu yana, bu durum daha da hızlanmıştır. Avrupa enerji piyasasını da içeren ve diğer alanlarda da kendini gösteren bu eğilime hem AB’de hem de ABD’de düzenleyici otoriteler önce yumuşak tedbirler almıştır. Ancak daha sonra hem düzenleyici otoriteler hem de yasa koyucular sistem içerisindeki firmalara daha ağır cezalar getirmişlerdir.’’

16-23 Şubat 2015 raporda ise şu görüşlere yer verilmiştir: ’’ Basına sızan Taslak ‘Enerji Birliği İçin Strateji Belgesine’ göre, Avrupa Komisyonu, tek bir enerji piyasası oluşturmanın önündeki engelleri kaldırmak amacıyla AB enerji kurumlarına daha fazla yetki vermeyi arzulamaktadır. Enerji Komiserleri Maros Sefcovic ve Miguel Arias Canete tarafından açıklanacak Enerji Birliği İçin Çerçeve Strateji Belgesinin temel amacı tamamen entegre bir Avrupa enerji piyasasını hayata geçirmektir. 

Bahse konu belgede, AB’nin iç enerji piyasasında hala yoğunlaşmanın söz konusu olduğu ve AB her ne kadar Avrupa seviyesinde enerji kurallarını oluştursa da pratikte 28 ulusal düzenleyici çerçevenin söz konusu olduğu belirtilmiş olup, tüm üye devletlerce hayata geçirilecek reformlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır.’’

   Türkiye kısıtlı enerji kaynaklarına sahip olan bir ülkedir. Bu sebeple de dışa bağımlı olmaktan kurtulamamaktadır. Kendi öz kaynaklarının tamamını kömür, hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal ve diğer yenilenebilir kaynaklarının tamamını kullansa dahi yinede gerekli enerjinin temini konusunda hidrokarbon kaynaklarına ve uranyuma ihtiyacı vardır. İşte ülkenin baştan aşağı boru hatlarıyla sarıldığı bir süreçte bunu çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Amiyane ifadeyle Türkiye ‘’ Boru hatları geçen hanı’’ olmamalıdır. Diğer taraftan ileride bu boru hatlarının başımıza bir iş açmaması da en büyük temennimdir.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/2015/04/08/8177/abnin-enerji-politikalari-ve-turkiye


****

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ENERJİ POLİTİKASI VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ BÖLÜM 2


    AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ENERJİ POLİTİKASI VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ BÖLÜM 2



4. AB’NİN ENERJİ POLİTİKASININ TEMEL PRENSİPLERİ 

AB enerji politikasını (a) elektrik ve doğal gaz sektörlerinde rekabete açık, şeffaf ve tamamı entegre olmuş bir iç pazarın kurulması; (b) çevrenin korunması ve küresel iklim değişikliğiyle mücadele ve son olarak da (c) enerji arz güvenliğinin sağlanması olarak üç temel prensibe dayandırmaktadır. Bunlara ek olarak enerjide tasarrufun ve verimliliğin arttırılması, temiz enerji teknolojilerine yatırımların yapılması ve ortak bir enerji dış politikası geliştirilmesini sayabiliriz. 

4.1. Enerji İç Pazarının Tamamlanması (Elektrik ve Doğalgaz Sektörlerinde Tek Pazarın Kurulması) 

İlk enerji iç pazarı AKÇT antlaşması tarafından kurulan kömür pazarı ile başlamıştır. O tarihten itibaren üye devletler arasında kömür ticaretinde herhangi bir kısıtlama olmamıştır. Bu aynı zamanda enerji piyasasında rekabetçi bir yaklaşımın da ilk örneğidir. Birlik düzeyinde enerji iç pazarının tam anlamıyla kurulmasında gerek kömür ve gerekse de petrol sektörlerinde bir sorun görünmemektedir. Asıl sorun elektrik ve doğalgaz sektörlerinde yaşanmaktadır. AB 1980’lerden itibaren bu her iki sektörde de bir iç enerji pazarı kurmayı hedeflemiştir. Bu sektörlerde tamamı entegre edilmiş, şeffaf, etkin ve rekabetçi bir ortak pazarın kurulması için her iki sektörde de liberalizasyonun sağlanması, mevcut arz enterkonnekte lerin güçlendirilmesi ve yenilerinin ilave edilmesi ve etkili bir talep ve kriz yönetiminin geliştirilmesine önem verilmiştir. 
Elektrik ve doğalgaz sektörlerinde serbestleşme ilk olarak 1990’lı yıllarda Komisyon tarafından yürürlüğe giren 1996 Elektrik ve 1998 Doğalgaz Direktifleriyle başlamıştır. Bu Direktifler dikey entegre edilmiş tekelci piyasalardaki üretim, taşıma ve dağıtım gibi faaliyetlerin ayrıştırılması, şebekelere ulaşım ve piyasaların rekabete açılması kriterleri üzerinde duruyorlardı. 2000 yılı sonrasında ikinci kez yayımlanan Direktiflerle bu amaçlar yenilenmiş ve eksik konular üzerinde durularak rekabetin tam olarak işlem görmesi üzerinde durulmuştur. Bu Direktiflerle 2007 yılına kadar tüm üyelerin elektrik ve gaz sektörlerinin rekabete tam olarak açılması istenmiştir. Her iki sektörün de neredeyse tamamı rekabete açılmasına rağmen yine de sorunlar devam etmektedir. Özellikle elektrik sektöründe mevcut üretim şirketlerinin hakim piyasa payları, ücret tarifelerinin belirlenmesinde uyum sağlanamaması ve düzenlemeyle ilgili kriterlerin tüm üye devletlerde tam olarak yerine getirilemediği gibi problemleri sayabiliriz. Serbestleşme ile tüketiciler elektrik lerini kimden alacaklarına kendileri karar verebilmekte, daha iyi hizmet görmekte ve düşük fiyatlara elektrik satın alabilmektedirler. Aynı şekilde bu doğalgaz için de geçerlidir. 

Doğalgaz ve elektrik şebekelerinin enterkonneksiyonu elektrik ve doğalgaz sektörlerinde tamamı entegre edilmiş bir enerji tek pazarı kurulmasında ve etkin işlemesinde son derece önem taşımaktadır. Bunun için AB başından itibaren enerji piyasalarını bütünleştirmeye çalışmıştır. Fakat üye devletlerin enerji sektörlerinin yapısı farklı olduğundan bu henüz tam anlamıyla başarılabilmiş değildir. Bu amaca hizmet etmesi için AB TEN-E (Trans European Energy Networks – Trans Avrupa Enerji Şebekeleri) adında bir proje geliştirmiştir. TEN-E çerçevesinde sadece üye devletlerin elektrik ve doğalgaz sektörlerini birleştirmek değil aynı zamanda Birliğe komşu Güney Doğu Avrupa ülkelerinin, Kuzey Afrika ülkelerinin ve Rusya’nın elektrik sektörleri ile yine aynı devletlerinde içinde bulunduğu Hazar Bölgesi, Orta Asya ve Orta Doğu ülkelerinin doğalgaz sektörlerini kendi sektörüne entegre etmeye çalışarak 
entegrasyonda daha geniş hedeflere ulaşmak istemektedir. 

AB TEN-E projesi kapsamında kendi içinde bir takım başarılar elde etmişse de henüz istenilen hedefe ulaşamamıştır. Bunun için yatırımlar devam etmekte ve çalışmalar hızla sürdürülmektedir. Birliğin son zamanlarda öncelik tanıdığı bölge ise Güney Doğu Avrupa bölgesidir. Birlik burada bütünleştirilmiş bir bölgesel elektrik ve gaz pazarı kurmak ve bu pazarları kendi enerji iç pazarına entegre etmek amacıyla bir Enerji Topluluğu Antlaşması kurmuştur. AB bu Antlaşma ile sadece Güney Doğu Avrupa ülkelerinin kendi enerji tek pazarıyla enterkoneksiyonunu değil aynı zamanda Orta Doğu ve Hazar Bölgesinin de kendi iç pazarıyla entegre olmasına zemin hazırlamaktadır. 

AB bu hedefini yerine getirmek için ayrıca bir takım insiyatifler geliştirmiştir. Bunlardan önemli olan birkaç tanesi şöyle: (i) INOGATE (Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Doğal Gaz Taşımacılığı) – amacı: Hazar bölgesinden Avrupa pazarlarına petrol ve doğalgaz naklininsağlanması, mevcut altyapıların iyileştirilmesi ve moderniziasyonu için gerekli teknik yardımın yapılması ve bölgesel entegrasyonunun geliştirilmesi; (ii) – EURO-MED (Avrupa-Akdeniz) Enerji Ortaklığı – amacı: Akdeniz ülkelerindeki enerji sektörlerinin yeniden 
yapılandırması ve serbestleşmesi; SEEERF (Güneydoğu Avrupa Enerji Düzenleyici Forumu) – amacı: yukarıda da bahsettiğim gibi Güneydoğu Avrupa’da tam entegre bir bölgesel elektrik ve gaz pazarının kurulması ve AB enerji iç pazarına entegrasyonun sağlanması. Bu programlar aynı zamanda TEN-E projesini hızlandırma amacına hizmet etmektedirler. 

Etkili bir kriz ve talep yönetimi enerji piyasasının etkin işleyişi için hayati önem taşımaktadır. Kriz yönetiminde gerekli olan şey olası bir enerji kesintisine karşı acil durumlar için stok tutma sistemlerine sahip olmaktır. AB’nin geliştirtiği petrol ve doğalgaz stok tutma sistemleri Birliği yaşanacak bir arz problemine karşı korumaktadır. Komisyon’un 2002’de aldığı bir kararla üye ülkelerin petrol stoku tutma süresi 120 günlük tüketime eşdeğer olarak belirlenmiştir. Ayrıca her üye ülkede bir stok tutma kurumunun kurulması mecburiyeti getirilmiştir. Hali hazırda AB’nin ortalama petrol stoku tutma süresi 114 gündür.20 Doğalgazda ise üye devletlerin 60 günlük tüketime eşdeğer stok tutma zorunluluğu var ve şu anda ortalama depolama süresi 50 günlüktür.21 Hem petrol hem de gazın ortalama depolarda barınma süreleri Komisyon’un belirlediği hedef rakamlara oldukça yakın görünmektedir. Bu nedenle olası bir kriz anında piyasanın çok fazla bir risk altına girmesi söz konusu değildir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekiyor ki bu stok tutma süresi her üye devlet için farklılıklar taşımaktadır, kimi ülkelerde rakamlar ortalamanın üstünde iken bazılarında altına düşebiliyor. Fakat Komisyon üye devletlerin birbirlerinin depolarını kullanabileceği 
yönünde bir kolaylık sağlamıştır. Dolayısıyla, olası acil bir durumda isteyen ülke bir başka üye devletin deposunu kullanabilecektir. Bu da kriz yönetiminde bir ortak politikanın geliştiğini göstermektedir. Talep yönetimine bakıldığında ise AB enerji verimliliğinin ve tasarrufunun arttırılması yönünde ciddi yatırımlar yapmaktadır. Enerji verimliliği ve tasarrufu talebi kısacağından dış kaynaklara olan bağımlılık azalacaktır. Bu da hem enerji piyasasının daha etkin işlemesine hem de arz güvenliğinin kontrol altına alınmış olmasına yardımcı olacaktır. 

Tüm bu çabalara rağmen elektrik ve doğlagaz sektörlerinde Birlik düzeyinde bir takım sorunlar devam etmektedir. Üye devletlerin mevcut kurumlarının işlevlerinde ve enerji piyasalarına müdahale edişlerindeki farklılıklar, birçok üye ülkede elektrik piyasasında hala tekelci şirketlerin var olması, Birlik içindeki mevcut şebeke sistemlerinin kapasite olarak yetersiz olması ve komşularıyla olan bağlantılarında alt yapı yetersizliği gibi nedenler etkin işleyen bir enerji iç pazarının oluşumu önünde hala birer engel olarak durmaktadırlar. 

4.2. Enerji Arz Güvenliği 

Mevcut durumda toplam enerji talebinin yarısını dışarıdan karşılayan AB 2030’da %70 civarında dışa bağımlı hale gelecektir. Enerji tüketiminin her geçen gün artması ve yerli üretiminin bu tüketime cevap veremez durumda olması hiç kuşku yokki AB’nin enerji arz güvenliğini tehdit etmektedir. Dış kaynaklara olan talebin hızla artışa geçmesi ve bu kaynakların kesintisiz bir şekilde kendi enerji pazarına ulaştırılması Birliği arz güvenliği için tedbir almaya zorlamaktadır. 

Topluluk düzeyinde enerjide arz güvenliği sorunu ilk kez 1970’li yıllardaki petrol krizleriyle gündeme gelmiştir. Ardından 1990’ların başında Sovyet İmparatorluğu’nun parçalanması, Körfez Savaşları ve 11 Eylül olayları global enerji güvenliğini etkilediği gibi Birliğin arz güvenliğini de etkileyen ciddi unsurlar olmuştur. Fakat bunların da ötesinde 2006 Rusya-Ukrayna Krizi Birliğin enerji arz güvenliği sorunun ne kadar ciddi olduğunu göstermiştir. Hatırlanacağı üzere kriz sadece Ukrayna’yı değil birçok Avrupa ülkesini de etkilemişti. Kısa süreliği ne de olsa birçok üye devletin doğalgazında %30 gibi kesintiler meydana gelmişti. Bu krizle AB Rusya’ya yüksek oranda bağımlı olmasının kendisi için son derece risk taşıdığını kavramış ve alternatif tedarikçi ve transit ülke arayışına girmiştir. Yine 2009’un başındaki ikinci Ukrayna-Rusya krizi AB’yi arz güvenliği konusunda acil çözümler üretmeye sevkettirmiştir. 

Ayrıca Birliğin genişleme politikası da arz güvenliğini etkileyen önemli bir faktör olmuştur. Birliğin son genişlemesi dışa bağımlılığı özellikle de tek kaynağa yani Rusya’ya olan bağımlılığını yükseltmiştir. Üye sayısının 27’ye çıkmasından sonra doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılık %7 daha da artmıştır – AB-15 Rusya’ya %19 bağımlı iken, AB-27 %26 bağımlı hale gelmiştir.22 Bu rakam 2010 yılında AB-15 için %34’te kalırken AB-27 için %46 olacağı tahmin edilmektedir.23 Dışa bağımlılığı arttıran diğer bir faktör de hiç kuşkusuz doğalgaza olan talebin artmasıdır. Diğer fosil yakıtlara göre daha az CO2 emisyonu içermesi, elektrik üretiminde daha fazla tercih edilmesi ve kolay kullanımı gibi nedenler talebin bu şekilde artmasında etkili olmuştur. 

Bunlar dışında artan enerji fiyatları, Birliğin parçalı bir iç enerji pazarına sahip oluşu, üye ülkelerin ulusal enerji politikalarına bağlılık ve ortak bir enerji dış politikası geliştirememe gibi iç faktörlerle Çin, Hindistan, Latin Amerika ülkeleri gibi gelişmekte olan ekonomilerin global talep üzerindeki artan baskıları, özellikle de Orta Doğu gibi üretici bölgelerde devam eden siyasi istikrarsızlık, Kafkas coğrafyasındaki son gelişmeler, pazar payı yüksek olan Rusya’nın enerji politikası, alt yapılara karşı düzenlenen terörist saldırılar, küresel ısınma gibi dış 
faktörler de Birliğin arz güvenliğini tehdit eder hale gelmiştir. 

Tabii tüm bu tehditlere karşı AB çözüm önerileri üretmeye çalışmaktadır. İkili ve çoklu programlar kurarak üretici ve transit ülkelerle diyalogları güçlendirmek, çoklu boru hatları inşa ederek güzergah çeşitliliği yaratmak, üretici ve boru hatlarının geçtiği coğrafyaların istikrara kavuşması için bir takım insiyatifler geliştirmek, gerek üye devletlerin enerji alt yapılarının gerekse de üretici ülkelerin alt yapılarının modernizasyonu ve rehabilitasyonu için yatırımlar yapmak, doğalgaz ve elektrik sektörleri için hedeflediği alanlarda şebeke 
enterkonnektelerini bir an önce devreye sokmak, enerji kaynaklarında verimliliği ve tasarrufu arttırmak, ileri teknoloji üretimi için gerekli AR-GE çalışmalarına yatırımlar yapmak öncelikler tespit ederek arz güvenliğini garanti etmeye çalışmaktadır. 

4.3. Çevrenin Korunması 

Çevrenin korunması AB enerji politikasınında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Birlik içindeki karbondioksit emisyonlarının %95’i fosil yakıtlardan kaynaklanmaktadır. AB bu emisyonları azaltarak sadece çevreyi korumak değil aynı zamanda iklim değişikliğiyle de mücadele etmektedir. Birlik bu çerçevede enerji verimliliğini arttırmak, yenilenebilir enerji kaynakların 
birincil tüketimdeki payını yükseltmek, temiz enerji teknolojileri geliştirmek, daha az CO2 emisyonu salan yakıtlar tercih etmek gibi hedefler tespit etmiştir. 

Tüm bu çabalar aynı zamanda Birliğin Kyoto Protokölü’nde üstlendiği kriterlerin de yerine getirilmesi için gereklidir. Kyoto Protokolü’ne göre Birlik 2008-2012 yılları arasındaki sera gazı emisyonlarının 1990 yılı seviyesi altına çekilerek %8 oranında düşürülmesi amaçlanmıştır. Yine Kyoto sonrası dönemde ise (2020 için): enerji verimliliğini %20 arttırmak, yenilenebilirlerin toplam birincil enerji tüketimi içindeki payını %20’ye çıkarmak ve son olarak da CO2 emisyon oranını %20 düşürmek gibi bir sorumluluklar yüklenmiştir. AB daha kısa vadede ise – 2010 yılı için – yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanım oranını % 12’ye ve elektrik üretimindeki paylarını da ise %22,1’e çıkarmak istemiştir.24. 

Yeterli düzeyde kömür rezervlerine sahip olan AB karbondioksit emisyonlarını düşürmek için daha az emisyon üreten doğalgazı tercih etmekte ve her geçen gün bu kaynağa olan talebi artmaktadır. Bu da hali hazırda yarısından fazlasını ithal eden AB’nin doğalgazda daha fazla dışa bağımlı olacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, çevreyi koruma hedefi Birliğin enerji politikasını bu yönleriyle de etkilemektedir. 

Enerji tasarrufu konusunda ise Birlik kojenerasyon teknolojisine oldukça önem vermektedir. Bu teknoloji sayesinde AB elektrik talebinin yaklaşık %15’ine cevap verirken önümüzdeki yıllarda bu oranda daha da artacaktır.25 Ayrıca temiz bir enerji kaynağı olan nükleer enerjinin de bazı politik nedenlerle mevcut halini korusa da dışa bağımlılığı azaltacağından ileride çok daha artarak elektrik enerjisinin bu kaynaktan sağlanacağı tahmin edilmektedir. Çevreyi korumada diğer bir önlem ise denizlerde tanker trafiğini azaltmaktır. Birlik bunun için 
petrolün boru hatlarıyla taşınması gerektiği üzerinde durmakta ve bazı projelerin fizibilite çalışmalarını başlatmış bulunmaktadır. 

Fakat Birliğin tüm bu taahhütleri yerine getirmesi oldukça güç görünüyor. Çünkü istenilen hedeflere ulaşılması yüksek maliyetli olduğundan üye devletler çok yanaşamıyor. Bu bağlamda, Birliğin mevcut enerji politikasının sürdürülebilir olduğunu söylemek oldukça güç görünüyor. 

5. TÜRKİYE’YE ETKİLERİ 

Türkiye’nin AB enerji müktesebatına uyum süreci 1999 Helsinki Zirvesi’nden hemen sonra başladı. AB enerji iç pazarı müktesebatına uyum çerçevesinde enerji sektörümüzün yeniden yapılandırılması için 2001 yılında başlatılan reform süreci hala devam etmektedir. Bu doğrultuda yasal çalışmalarda oldukça yol alan ülkemiz uygulama aşamasında henüz istenen noktaya gelemememiştir. 
İç pazara uyum: Rekabetçi bir piyasanın tesis edilmesi amacıyla yasal düzenlemeler devam etmektedir. 2001 yılında Elektrik ve Doğalgaz Piyasası Kanunları yürürlüğe girmiş ve aynı yıl elektrik, doğalgaz, petrol ve LPG sektörlerini denetlemek için bağımsız bir kurum olan EPDK (Enerji Piyasası Denetleme Kurumu) kurulmuştur. 2005 tarihinde Petrol ve LPG Piyasası 
Kanunları kabul edilmiştir. Bu noktada kağıt üzerinde bir şeyler yapılmış olsa da ne gaz ne de elektrik sektörlerimizde liberalizasyon henüz sağlanabilmiş değildir. 

Entegrasyon: AB TEN-E projesi çerçevesinde tüm Avrupa ülkelerini içine alacak şekilde ortak enerji pazarını genişletmek ve bu pazara çevresindeki komşu ülkeleri de katmak istiyor. 

Burada Türkiye, toprakları üzerinden AB pazarına ulaşan mevcut boru hatlarıyla Birliğin enerji iç pazarının entegrasyonuna katkı sağlamakta ve önümüzdeki yıllarda tamamlanması gereken boru hatları projeleriyle de bu katkının giderek artması beklenmektedir. Burada Türkiye’den beklenen 2006 Enerji Topluluğu Antlaşmasına taraf olmasıdır. Bilindiği gibi Birlik Güney Doğu Avrupa bölgesinde kurmak istediği bölgesel elektrik ve doğalgaz pazarlarını kendi iç pazarıyla entegre etmek için bu Antlaşmayı oluşturmuştur. 2006 yılı Enerji Bakanlığı raporuna göre Antlaşmanın bazı maddeleri ülkemizi tam olarak tatmin etmediği ve ortak çıkarlarımızla uyuşmadığı gerekçesiyle henüz taraf olmamıştır.26 Tüm Balkan devletlerinin imzaladığı bu antlaşmaya ülkemiz gözlemci statüde katılmıştır. Fakat öte taraftan AB Antlaşmaya taraf olmamız için yoğun bir çaba sarfetmektedir. Dolayısıyla, bu konuda karşılıklı görüş alış-verişleri devam etmektedir. Ayrıca entegrasyon çerçevesinde Türkiye’nin Avrupa elektrik sistemi olan UCTE’ye (Avrupa Elektrik İletimi Koordinasyon Birliği) bağlanması söz konusudur. 

Bunun için çalışmalar devam etmektedir. Bakanlıktan yapılan açıklamalara göre önümüzdeki kısa bir zaman diliminde Türkiye UCTE’nin içinde yer alacaktır. UCTE’ye üye olmamız halinde elektrikte sınır ötesi ticaret gerçekleştirilecek ve böylece ülkemiz hem doğusu hem de batısıyla elektrik alış-verişinde bulunacaktır. Hali hazırda küçük çapta alışverişimiz devam etse de yeterli seviyede değildir. Özetle, AB’nin entegrasyon hedefi çerçevesinde doğalgaz boru hatlarının ve elektrik iletim hatlarının modernizasyonu ve yenilerinin inşa edilmesi Türkiye’nin hem kendi enerji alt yapısının güçlendirilmesine hem de bölgede bir enerji üssü olabilmesine olanak tanıyarak Türkiye’nin avantajlı duruma geçmesini sağlamıştır. 

Yenilenebilir enerji kaynaklarının payının arttırılması: Türkiye 2005 yılında Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu çıkartmış ve bu noktada yatırımların önünü açmak için oldukça yol almıştır. Özellikle son yıllarda rüzgar tribünlerine özel sektör yatırımı artmıştır. Yine jeotermal ve biotarımda çalışmalar devam etmektedir. AB ile kıyasladığımızda toplam enerji tüketimimiz içinde %13’lük bir payla oldukça öndeyiz. Fakat dışa bağımlılığı AB’nin çok daha üstünde olan ve yenilenebilir kaynak açısından hayli zengin olan ülkemizin bu konuda çok 
daha yatırımlarını arttırması gerekmektedir. 

Kyoto Protokölü Taahhütleri: Türkiye çevre konusunda yolun henüz çok başındadır. Kyotoya yeni üye olan ülkemiz AB’nin taahhüt ettiği kriterlere ulaşması güç görünmektedir. 
Türkiye’nin bu taahhütleri yerine getirebilmesi için birincisi mevcut kömür santrallerinin rehabilitasyonunu gerçekleştirerek daha az emisyona sebep olması ikincisi de hidroenerji, jeotermal, rüzgar ve güneş zengini olan ülkemizin bu alanlardan daha fazla yararlanabilecek şekilde politikasını geliştirmesi gerekmektedir. Ayrıca temiz kömür teknolojilerine yatırım yaparak hem kömüründen daha fazla faydalanabilecek hem de çevresini korumuş olacaktır. 

Enerji verimliliği ve tasarrufu: Türkiye Mayıs 2007’de – Enerji Verimliliği Kanunu kabul etmiştir. Bu kanunla enerji kaynaklarının üretiminden tüketimine kadar verimli kullanılmasını amaçlamıştır. Ne yazık ki bu uygulamaya çok yansımamıştır. Hala elektrik santrallerimizin çoğu minimum verimle çalıştırılmaktadır. Enerji tasarrufuna bakıldığında ise aydınlanma 
konusunda tasarruflu ampüllerin tercih edilmesi yönünde kamuoyu bilgilendirilmekte dir. Ayrıca beyaz eşya üreticileri şirketler de enerji tasarruflu A sınıfı ürünlerini reklamlarında tanıtmaya başlamışlardır. Bunun da yavaş yavaş halk tarafından tercih edilir hale geldiğini görebiliyoruz. Türkiye’nin her geçen gün elektrik enerjisine olan talebi artmakta ve yakın 
gelecekte de mevcut arzın talebi karşılamayacğı aşikâr. Bu açıdan bakıldığında yapılan bu reklamların önemli birer katkı oldğunu düşünmek gerekiyor. 

Dışa bağımlılık: Kaynaklarının yarısını dışarıdan temin eden AB ithalattan kaynaklı risklerini minimize etmek amacıyla alternatif üreticilere ve taşıyıcılara ihtiyaç duyması elbetteki Türkiye’nin de arz güvenliği politikasını yakından etkilemektedir. Ülkemizin coğrafi olarak zengin enerji kaynaklarına sahip ülkelerle AB pazarı arasında konumlanmış olması hiç kuşku yokki büyük bir avantaj sağlamıştır kendisine. Birlik Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak için Hazar, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin doğalgaz ve petrolüne ulaşmak istemektedir. Aynı şekilde Rusya’ya doğalgazda %65 bağımlı olan ülkemiz de alternatif tedarikçiler aramaktadır. Dışa bağımlılıkta AB ile aynı kaderi paylaşmamız enerji arz güvenliği politikalarımızı birbirine yakınlaştıran unsurlar olmuştur. 

Acil durumlara hazırlık mekanizması: Olası enerji kesintilerinde petrol ve doğalgaz depolama tesislerinin devreye girmesini sağlamak gerekmektedir. Yukarıda bahsettiğim gibi AB petrolde ortalama 114 günlük doğalgazda ise ortalama 50 günlük stok depolama kapasitesine sahiptir. Ülkemizde ise iki yıl önce devreye giren İstanbul Silivri’deki Doğalgaz Deposuyla birlikte mevcut bir iki depolama tesislerimiz yeterli kapasite ile çalıştıklarında her hangi acil bir durumda yeterli olamayacaktır. Petrolde ise rafineri ve boru hatlarındaki 
depolanma dışında bugün her hangi bir tesise sahip değiliz. Dolayısıyla, AB standartlarının hayli altında olmakla birlikte bir kriz anında ülkemizi zor anlar beklemektedir. 

Türkiye’nin AB enerji müktesabıtına uyumunu değerlendiren Avrupa Komisyonu Türkiye 2007 İlerleme Raporu’nun 15 numaralı Eenerji Faslında; Türkiye’nin enerji alanında bir miktar ilerleme kaydettiği bunun da daha ziyade mevzuat uyumu şeklinde olduğu ve uygulama yönünden AB standartlarının oldukça gerisinde olduğu vurgulanmıştır. Kaçak-kayıp oranın hala çok yüksek olduğu, enerji verimliliği ve yenilenebilirler kaynaklar için çıkarılan yasaların içerdiği hükümlerin Topluluk müktesebatına kısmen uyum sağlayabildiği ve nükleer enerji konusunda yasal çerçevenin tam olarak yeterli olmadığı gibi noktalar göze çarpmaktadır.27 

6. SONUÇ 

Avrupa Birliği’nin kendi enerji politikası için belirlediği hedefler Türkiye’nin enerji sektörüne hem olumlu hem de olumsuz etkisi olmuştur. Türkiye’nin AB enerji iç pazarına uyum çerçevesinde başlattığı reform süreciyle enerji sektörümüzün daha şeffaf olması ve fiyatların daha rekabetçi bir ortamda belirlenmesi yönünde çabaların artmasına, enerji kurumlarımızın yeniden yapılandırılmasına, bağımsız denetleyici kurum olan EPDK’nın kurulmasına, enerji verimliliğinin ve tasarrufunun arttırılmasına, enerji ile ilgili alt yapıların rehabilitasyonu ve 
modernizasyonu yönünde yatırımlar yapılmasına, acil durumlar için stok tutma mekanizmasının geliştirilmesine, yenilenebilir enerji kaynakları alanında gelişmeler kaydetmesine ve kayıp-kaçak oranlarının düşürülmesine katkı sağlamaya başlamıştır. Ayrıca Birliğin enerjide ülkemiz gibi yüksek oranda dışa bağımlı olması Türkiye için ayrı bir avantaj olarak görülmelidir. Her iki tarafın enerji arz güvenliği politikalarını yakınlaştıran bu durum aynı zamanda bölgesinde enerji hub’ı olmak isteyen Türkiye’nin bu hedefine ulaşmasına katkı sağlayacaktır. Öte yandan, sanayi gelişimini tamamlamayan Türkiye’nin Kyoto Protokölü’ne üye olması her ne kadar çevreyi korumamız açısından önemli bir adım olarak görülse de sanayimizin bundan olumsuz etkileneceği gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. 

 DİPNOTLAR.;

1 Ege, A. Yavuz, “Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye’nin Uyumu”, (içinde) AB’nin Enerji Politikası ve Türkiye, Ed. Yavuz Ege ve diğerleri, UPAV Yayınları, Ankara, May 2004, s.7. 
2 European Commission, “Annex to the Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy - What is at stake – Background document”, 
   {COM(2006) 105 final}, Brussels, SEC(2006) 317/2. 
3 European Commission, “Energy Corridors: European Union and Neighbouring Countries”, Project Report, Directorate-General for Research, Directorate Energy, 2007. 
4 European Commission (2000), Annex 1, “Technical Background Document – Security of Energy Supply”, (Summary), Green Paper, COM (2000) (769). 
5 Pala, Cemalettin, “Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye’ye Yansımaları 4 Konferansında Sunulan Konuşma Metni”, Europa Bilgi Köprüleri Programı-UPAV, Ankara Ekim 2003. 
6 {COM (2006) 105 final)}, a.g.e. ss. 8-9. 
7 {COM (2006) 105 final)}, a.g.e. 
8 {COM (2006) 105 final)}, a.g.e. s. 25. 
9 {COM (2006) 105 final)}, a.g.e. s. 25. 
10 {COM (2006) 105 final)}, a.g.e. s.9. 
11 Ercan,Hakan ve Öz, Gamze, “AB’nin Enerji Politikası ve Türkiye”, (içinde) AB’nin Enerji Politikası ve Türkiye, Ed. Yavuz Ege ve diğerleri, UPAV Yayınları, Ankara, May 2004, s.173. 
12 {COM (2006) 105 final)}, a.g.e. s.9. 
13 Green Paper (2000) COM (2000) (769). 
14 Belkin, Paul, “The European Union’s Energy Security Challenges”, CRS Report, May 2007, s. 22. 
15 Paul, Belkin, a.g.e. 2007, s. 22. 
16 Eler, Levent, “Dünyada Nükleer Enerjinin Yeri ve Tahminler”, Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye’ye Yansımaları 3” Konferans, Europe Bilgi Köprüleri Programı ve UPAV, 
    Ankara, Eylül 2003. 
17 Bu durum Komisyon’un 2000 yılında yayınladığı Yeşil Kitab’ında şöyle dile getirilmiştir: “the target of 20% substitute fuels by 2020 will probably remain a dead letter”. 
18 Belkin, Paul, a.g.e. 2007, s. 23. 
19 Belkin, Paul, a.g.e. 2007, s. 24. 
20 Yorkan, Arzu, “Energy Security of the European Union”, (içinde) The Future of European Energy Security, Tischner European University Publications, Polonya, 2006, ss.65-87. 
21 Yorkan, Arzu, 2006, a.g.e. ss.65-87. 
22 Yorkan, Arzu, “Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye: Fırsatlar ve İşbirliği Alanları”, (içinde) III. Uluslararası Türk-Asya Kongresi: Çin-Hindistan-Rusya: Stratejik ve 
     Güvenlik İşbirlikleri, İstanbul, Tasam Yayınları, 2008 sonunda yayınlanacak. 
23 Green Paper, COM (2000) (769), a.g.e. 
24 Yorkan, Arzu, 2006, a.g.e. ss. 65-87. 
25 Yorkan, Arzu, 2006, a.g.e. ss. 65-87. 
26 Enerji Bakanlığı 2006 Yılı Faaliyet Raporu 
27 Avrupa Komisyonu, Türkiye 2007 İlerleme Raporu (COM(2006) 663), Brüksel, 6 Kasım 2007, SEC (2007) 1436, s. 49. 

Kaynakça 

Avrupa Komisyonu, Türkiye 2007 İlerleme Raporu (COM(2006) 663), Brüksel, 6 Kasım 2007, SEC (2007) 1436. 
Belkin, Paul, “The European Union’s Energy Security Challenges”, CRS Report, May 2007. 
Ege, A. Yavuz, “Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye’nin Uyumu”, (içinde) AB’nin 
Enerji Politikası ve Türkiye, Ed. Yavuz Ege ve diğerleri, UPAV Yayınları, Ankara, May 2004, ss.3-43. 
Eler, Levent, “Dünyada Nükleer Enerjinin Yeri ve Tahminler”, Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye’ye Yansımaları 3” Konferans, Europe Bilgi Köprüleri 
Programı ve UPAV, Ankara, Eylül 2003. 
Enerji Bakanlığı 2006 Yılı Faaliyet Raporu, www.enerji.gov.tr 
Ercan, Hakan ve Öz, Gamze, “AB’nin Enerji Politikası ve Türkiye”, (içinde) AB’nin Enerji Politikası ve Türkiye, Ed. Yavuz Ege ve diğerleri, UPAV Yayınları, 
Ankara, May 2004, ss.169-214. 
European Commission (2000), Annex 1, “Technical Background Document – Security of Energy Supply”, (Summary), Green Paper, COM (2000) (769). 
European Commission (2006), “Annex to the Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy - What is at stake – Background 
document”, {COM(2006) 105 final}, Brussels, SEC(2006) 317/2. 
European Commission (2007) “Energy Corridors: European Union and Neighbouring Countries”, Project Report, Directorate-General for Research, 
Directorate Energy, 2007. 
European Commission (2007), Green Paper on “An Energy Policy for Europe”, {COM(2007) 1 final}, Brussels, 10.1.2007. Pala, Cemalettin, 
“Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye’ye Yansımaları 4 Konferansında Sunulan Konuşma Metni”, Europa Bilgi Köprüleri Programı-UPAV, Ankara Ekim 2003. 
Yorkan, Arzu, “Energy Security of the European Union”, (içinde) The Future of European 
Energy Security, Tischner European University Publications, Polonya, 2006, ss.65-87. Yorkan, Arzu, “Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye: Fırsatlar ve İşbirliği Alanları”, 
(içinde) III. Uluslararası Türk-Asya Kongresi: Çin-Hindistan-Rusya: Stratejik ve Güvenlik İşbirlikleri, İstanbul, Tasam Yayınları, 2008 sonunda yayınlanacak. 


***


AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ENERJİ POLİTİKASI VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ BÖLÜM 1



    AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ENERJİ POLİTİKASI VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ BÖLÜM 1



Arzu YORKAN
* Berlin Hür Üniversitesi (Freie Universitat Berlin), Otto Suhr Siyaset Bilimleri Enstitüsü’nde Enerji Güvenliği üzerine Doktorasına devam etmektedir. 
Aynı zamanda TASAM (Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi) ve BİLGESAM’ın (Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi) Enerji Masalarında çalışmalarını sürdürmekte ve Data Mühendislik Proje ve Taahhüt Ltd. Şti’ne danışmanlık yapmaktadır. 

 Özet: 

Yazar bu çalışmasında ilk olarak Avrupa Birliği’nin geçmişten günümüze enerji politikasının tarihsel sürecinden bahsetmiş ve sonrasında ise Birliğin birincil enerji tüketiminde kullandığı kaynakları tek tek ele alarak mevcut üretim, tüketim ve ithalat durumlarını incelemiştir. Üçüncü bölümde Birliğin enerji politikasının temel prensiplerinin neler olduğuna derinlemesine değinen yazar makalesinin son bölümünde de bu hedeflerin reform süreci içinde olan Türk enerji sektörünü nasıl etkilediğini ele almıştır. 

Anahtar sözcükler: Avrpa Birliği, enerji, AB enerji politikaları, Türkiye enerji politikaları. 


1. GİRİŞ 

Dünya enerji piyasasında önemli bir payı olan Avrupa Birliği (AB) ithalatıyla birinci tüketimiyle de ikinci sırada yer almaktadır. Mevcut durumda birincil enerji tüketiminin sadece %50’sini karşılayan AB kalan yarısını da yabancı kaynaklar dan temin etmektedir. Enerji arz güvenliği için bir tehdit unsuru olan bu durum AB’yi ortak bir enerji politikası geliştirmeye zorlamıştır. 
Kuruluşundan bu yana Birliğin enerji politikası ekonomik gelişimine paralel olarak gelişmiştir. Gerek içerde yaşananlar – genişlemenin etkisiyle artan nüfus ve büyüyen ekonomisi dolayısıyla enerjiye olan talebin artması, tek pazarın henüz tamamlanamaması, yerli üretimin yeterli olmaması gibi etkenler – ve gerekse de dışarıda yaşanan gelişmeler – gelişmekte olan ekonomilerin global talep üzerindeki etkileri, üretim bölgelerinin istikrar ve güvenden yoksun oluşları, küresel ısınma – Birliğin enerji politikasını etkileyen unsurlar olmuştur. 

Bu faktörler AB’nin enerji politikasını kaynaklarının arz güvenliğini güçlendirmek, elektrik ve doğalgaz sektörlerinde şeffaf, etkin işleyen ve tamamı entegre bir iç enerji piyasası kurmak, ve çevreyi korumak gibi temel kriterler üzerine oturtmasına sebep olmuştur. Üyelik müzakereleri devam eden Türkiye’nin ise AB’nin bu hedeflerini gerçekleştirmek için hazırladığı enerji müktesebatına uyum süreci başlamıştır. Bunun için bu çalışmamızda öncelikle AB’nin enerji politikasının tarihsel gelişimine değineceğiz, ardından kaynakların mevcut üretim, tüketim ve ithalat durumlarını inceleyeceğiz, sonrasında ise Birliğin enerji politikası oluşturan temel prensiplerden bahsedeceğiz. Son olarak da AB’nin enerji politikasının Türkiye üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerinden bahsedeceğiz. 

2. AB’NİN ENERJİ POLİTİKASININ TARİHSEL GELİŞİMİ 

Avrupa Birliği’nin enerji politikası Birliğin de temelini oluşturan 1951 yılında Paris Antlaşmasıyla kurulan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) ile başlamıştır. Bu tarihte kömür toplam enerji talebinin üçte ikisini karşılarken petrolün payı ise sadece %10’du.1 Daha sonra 1957 yılında imzalanan Roma Antlaşmasıyla da Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) kuruldu. AAET’nin amacı nükleer gücün geliştirilmesi konusunda işbirliklerinin arttırılmasına ve bu alanda yüksek araştırmalar yapılmasına olanak sağlamaktı. Her iki Antlaşma da temelde bu sektörlerde serbest ve tam entegre edilmiş piyasalar yaratmayı hedeflemişlerdir. Petrol, doğalgaz ve elektrik ise yine aynı yıl kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) sorumluluğuna verilmişti. O zamandan beri, enerji politikası ekonomik bütünleşmeye paralel bir biçimde gelişme göstermektedir. 

1960’lı yıllarda enerji alanında eksiklikler olduğu fark edilmiş ve bu yönde bazı çabalar sarf edilmiştir. Bunun için Komisyon bu dönemde ortak bir enerji politikası oluşturma girişimlerinde bulunmuş ve üye devletlerin buna uyması için bir takım direktifler yayınlamış ve kendilerine bazı protokoller imzalatılmıştır. 

1970’li yıllarda Birliğin enerji politikası petrol krizleriyle dış şoklara maruz kalmıştır. 1973’te yaşanan birinci petrol krizi sonrası Avrupa Konseyi Eylül 1974’te kabul ettiği “Yeni Enerji Politikası Stratejisi” programı ile tüketimin makul seviyeye çekilmesini, arz güvenliğinin arttırılmasını ve enerji üretim ve tüketiminde çevrenin korunması öngören bir politika benimsemiştir. Böylelikle bu kriz Topluluğun enerji politikasında ilk kez bir strateji belirlemesine sebep olmuştur. 1979 ikinci petrol kriziyle Konsey daha ileri düzeyde bir şeyler 
yapma gereksinimi duyarak Haziran 1980’de 1990 yılında ulaşılması gereken hedefleri belirlemiştir. Bu hedefler üye ülkelerin petrol tüketimini ve ithalatını kısmaları, enerji tasarrufuna gitmeleri ve Topluluğun enerji politikası amaçlarına uyum göstermeleri gerektiği şeklindeydi. Bu tarihler itibariyle üye devletler ithalatı kısmaya gitmiş ve yerli üretimi arttıracak çabalarda bulunmuşlardır. Bu çabalar sonucunda 1980-90 tarihleri arasında dışa bağımlılık oranında %10 kadar bir azalma olmuş ve üretim ithalatın üzerine çıkmıştır. Bu artış 
1995 yılına kadar bu şekilde devam etmiştir. Fakat 2000’lere gelindiğinde ithalatın yeniden üretimi geçtiğini görüyoruz. (Tablo 1) 



Tablo 1: AB’de Yıllar İtibariyle Birincil Enerjinin Üretim ve İthalat Değerleri (Mtep)* 


1980’lerde Komisyon enerji sektöründe “Tek Pazar” kurma ve serbestleştirme konularına odaklamıştır kendisini. Bu bağlamda, ülkeler arasında parçalanmış mevcut piyasaların bütünleştirilmesinin gerektiği anlaşılmış ve enerji iç pazarı, artan rekabetin odağı haline gelmiştir. Bu tarihlerde çevre konusu da önemli olmaya başlamıştır. Enerji üretiminden tüketimine kadar mevcut enerji sisteminin çevreye zarar verdiği anlaşılmış ve çevreyi koruyabilecek şekilde sistemin nasıl iyileştirilebileceği söz konusu olmuştur. 

1990’ların başında Sovyet İmparatorluğu’nun dağılması üzerine AB kendi enerji güvenliğini garanti altına almak için bir takım insiyatifler geliştirmeye başlamıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde Enerji Şartı Antlaşması’nı gündeme getirerek arz güvenliğini arttırmak, enerjinin üretim-taşıma-dağıtım ve kullanımın verimliliği yükseltmek ve çevreyi koruyacak tedbirler almak gibi hedefler belirlemiştir. 1998’te yürürlüğe giren bu Antlaşma’ya AB ile birlikte 38 ülke taraf olmuştur. Yine bu dönemde TACIS-1991 (Bağımsız Devletler Topluluğu’na Teknik 

Yardım), TRACECA-1993 (Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaştırma Koridoru); INOGATE-1995 ve sonrasında SEEERF(Güneydoğu Avrupa Enerji Düzenleyici Forumu) adında çok sayıda program kurarak enerji kaynaklarının kendi pazarına daha güvenilir bir şekilde taşınmasını amaçlamıştır. Ayrıca Birlik enerji politikasını desteklemek amaçlı son yıllarda ALTENER II, SAVE, COOPENER, SYNERGY ve MEDA gibi bir takım programlar da kurmuştur. 

AB enerji politikasında gerçek bir adımı 1995 yılında yayınlamış olduğu “Avrupa Birliği için Bir Enerji Politikası COM (682)1995” adlı Beyaz Kitapla atmıştır. Bu kitapta Birlik şu üç önceliği tespit etmiştir: enerji güvenliğinin sağlanması, rekabetçi bir enerji piyasasının oluşturulması ve çevrenin korunması. Bu üç öncelik daha sonraki yıllarda yayınlanan çok sayıdaki yeşil kitaplarda da vurgulanmıştır. 

Son olarak 2006’da yaşanan Ukrayna-Rusya doğalgaz krizi Birliğin yeniden bir politika belirlemesine sebep olmuştur. Avrupa Komisyonu bu kriz sonrası dönemde yayınladığı raporlarda enerji politikasını yeniden tanımlamaya çalışmıştır. Özellikle de Birliğin enerji arz güvenliğinin ciddi bir şekilde risk altında olduğu anlaşılmış ve bunun için çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte üye devletlerin sahip olduğu parçalı enerji politikalarında yavaş yavaş Birlikle hareket edebilme yönünde bir ilerleme gözlenmektedir. 

Kısacası bu kriz ortak bir enerji politikasının gelişmesinde zemin özelliği taşıyan bir adım niteliğinde olmuştur. 

3. ENERJİDE SON DURUM 

Toplam tüketiminin yarısını dış kaynaklardan temin eden AB dünya enerji tüketiminde Birleşik Devletler’den sonra ikinci sırada yer almaktadır. Petrol tüketiminin %81’ini, doğalgaz tüketiminin %54’ünü ve katı yakıtların %38’ini yabancı kaynaklardan tedarik eden Birlik global enerji piyasasında ithalatta ise birinci konumdadır.2 Avrupa Komisyonu tüketimin önümüzdeki yirmi yıl içinde iki katına çıkacağını3 ve buna paralel olarak da ithal bağımlılığın 2030 yılında %70’lere varacağını tahmin etmektedir.4 Son trendlere bakıldığında toplam 
enerji talebi yılda %1-2 artar iken elektrik enerjisi %2 – ki bu oran yeni üye devletlerde %3’tür – ve doğalgaz talebi bunların da üstünde daha hızlı bir şekilde artış göstermektedir.5 

Aşağıdaki tablolarda sırasıyla kaynakların toplam tüketim içindeki paylarını, yine elektrik enerjisi üretimindeki kullanım oranlarını, enerji tüketiminin sektörel dağılımını ve son olarakda yıllara göre petrol ve doğalgazın ithalat oranlarını göreceksiniz. 



Tablo 2: AB-27 için Toplam Enerji Tüketimi Verileri (2004) 



Tablo 3: Elektrik Üretiminde Kaynakların Payı (2005) 



Tablo 4: Enerji Tüketiminin Sektörel Dağılımı (2004) 



Tablo 5: AB-27 için Petrol ve Doğalgaz İthalat Oranları 




3.1. Petrol 

Yaklaşık %37’lik bir payla Birliğin enerji tüketiminde ilk sırada yer alan petrolün %56’sı ulaşım sektöründe, %15’i petrokimya sektöründe, %23’ü endüstri, hizmetler ve meskenler gibi tüketim sektörlerinde ve %6’sı ise elektrik üretimi ve ısıtmada kullanılmaktadır.6 AB petrolünün ancak beşte birini üretibilirken kalanını dış kaynaklardan karşılamaktadır. 

Sırasıyla, ithal ettiği ülkeler ise şöyle: Rusya %27, Orta Doğu %19, Norveç %16, Kuzey Afrika %12 ve diğer bölgeler % 5.7 AB’nin son dönemdeki politikasına bakıldığında Orta Doğu’daki petrollerin kendisi için hayli önemli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Rusya ve Norveç’e olan bağımlılığını azaltmak için bu bölgeye yönelmiş durumda. Fakat bölgede devam eden siyasi 
istikrarsızlık nedeniyle burada uyguladığı/uygulayacağı enerji dış politikası yavaş yavaş şekillenecektir. AB, Orta Doğu’da geliştireceği enerji işbirlikleri sayesinde petrol sunum güvenliğini de garanti etmiş olacaktır. 

3.2. Doğalgaz 

Yıllık tüketimi 515 milyar metre küp olan doğalgaz Birliğin toplam enerji tüketiminin yaklaşık dörtte birine takabül etmektedir. Mevcut projeksiyonlar bu tüketimin daha da artarak 2030’lu yıllarda 635 milyar metreküpe varacağını göstermektedir.8 Birliğin doğalgaz üretiminin %46’sı yerli üretime dayanırken kalan yarısından fazlası dışardan tedarik ediliyor. İthalatın yapıldığı ülkelerin paylarına bakıldığında ise %25’le Rusya ilk sırada, %15’le Norveç ikinci sırada ve %14’le de Kuzey Afrika, Nijerya ve Orta Doğu üçüncü sırada yer almaktadır.9 
Toplam enerji tüketiminde % 24’lük payla ikinci sırada yer alan doğalgazın %29’u elektrik üretiminde, yine %29’u meskenlerde, %25’i sanayide ve kalan %13’de çok az bir kısmı ulaşım olmak üzere diğer alanlarda kullanılmaktadır.10 Kömür ve petrole nazaran daha az karbondioksit içermesi ve ekonomik faydaları nedeniyle doğalgaza olan talep her geçen gün hızla artmaktadır. Özellikle de elektrik üretimindeki payı hızlı bir artış göstermektedir. Örneğin, 2001’de elektrik üretimindeki payı %17 iken 2025 için bu oran %38 olarak tahmin 
edilmektedir.11 

3.3. Kömür 

Toplam birincil enerji tüketiminde %18’lik bir paya sahip olan kömürün büyük çoğunluğu – %74 – elektrik üretiminde ve kalan kısmı da çelik endüstrisi gibi ağır sanayi kollarında kullanılmaktadır.12 Petrol ve doğalgazda yüksek oranda dışa bağımlı olan AB yeterli düzeyde kömür rezervlerine sahiptir. Özellikle de yeni üyelerin katılımıyla bu rezervlerin sayısında önemli bir artış olmuştur. Fakat son yıllarda kömür üretiminde azalma görülmektedir. Komisyon buna kendi kömürlerinin üretim maliyetinin dünya ortalamasından 3-4 kat daha 
fazla oluşu, üye devletlerin yerli üretimi sübvanse etmek istemeyişleri, jeolojik koşulların zorluğu, işçi haklarını düzenleyen kanun ve yönetmeliklerden doğan bir takım sıkıntılar gibi kriterlerin sebep olduğunu ifade etmektedir.13 Bir diğer önemli sebep ise AB’nin Kyoto Protokölü’ne uyum çerçevesinde kendisi için belirlemiş olduğu taahhütlerdir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi tarafından 1997’de hazırlanan Kyoto Protokolü taahhütleri çerçevesinde Birlik sera gazı emisyonlarını azaltabilecek tedbirler üzerinde 
durmaktadır. Bu nedenle CO2 emisyonu yüksek olan kömürün üretimini düşürmek – ki Birliğin CO2 emisyonlarının dörtte biri kömür tüketiminden kaynaklanıyor14 – ve daha temiz bir kaynak olan doğalgaz ve sera gazı emisyonu içermeyen yenilenebilir gibi enerji kaynaklarının toplam tüketim içindeki paylarını yükseltme yoluna gitmiştir. Ayrıca kömürden temiz enerji üretebilecek ileri teknolojilere yatırım yapılmakla beraber henüz çok büyük bir ilerleme kaydedilmediğinden kömüre olan talep her geçen gün azalmaktadır. 

Birincil enerji tüketiminin %18’ini oluşturan kömür Birliğin elektrik üretiminin neredeyse üçte birini karşılamaktadır. Özellikle de yeni üye olan Doğu Avrupa ülkelerinde elektrik üretiminde kömür önemli bir pay sahibidir. Örneğin, Polonya elektriğinin %92’sini kömür üretiminden karşılamaktadır. Yine Yunanistan elektriğinin %62’sini ve Almanya ise %50’den fazlasını kömürden üretmektedir.15 

3.4. Nükleer Enerji 

Nükleer enerjinin AB elektrik üretimi içindeki payı oldukça yüksektir. 175 nükleer reaktöre sahip olan Birlik toplam elektrik üretiminin %30-35’ini buradan karşılıyor. Ülkeler bazında baktığımızda ise Fransa elektriğinin %78’ini, Belçika yaklaşık %60’ını, İsveç %50’sinden fazlasını, Almanya yaklaşık %30’unu, Finlandiya %27’sini, İspanya %25,7’sini ve son olarak da İngiltere %23’ünü nükleer enerjiden karşılamaktadır. Öte taraftan Danimarka, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Lüksemburg ve Portekiz gibi ülkeler henüz nükleer enerjiden yararlanmıyor.16 
Bazı üye ülkeler mevcut nükleer santrallerini çeşitli nedenlerden ötürü kapatmaya çalışırken bazıları da bu alanda yatırım yapmaya devam ediyor. Bunun için Birlik düzeyinde ortak bir nükleer enerji politikasından bahsetmek oldukça güç. Fakat nükleer enerjinin çevreye sera gazı emisyonu yaymadığı için daha fazla rağbet göreceği kaçınılmaz görünüyor. Bunun için Komisyon nükleer enerji konusunu sık sık gündemine almaktadır. 

3.5. Yenilenebilir Enerji Kaynakları 

Yenilenebilir enerji kaynaklarına – biyokütle, hidroenerji, rüzgar, güneş, jeotermal – bakıldığında ise her ne kadar AB toplam birincil enerji tüketimi içindeki paylarını arttırmak istese de üretim henüz yeterli seviyeye ulaşamamış tır. Burada da kömürdeki sebeplere benzer bir takım sıkıntılar mevcut. Birçok yenilenebilir enerji kaynaklarının üretim maliyetleri petrol, doğalgaz ve kömür gibi geleneksel yakıtlara nazaran oldukça yüksek. Yine bu kaynakların ticari olarak işletilmesi üye devletlerin sübvanse etme isteklerine bağlı. Son olarak da ileri teknoloji ihtiyacı acil bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bu kriterler nedeniyle kısa vadede istenilen hedefe ulaşmak oldukça güç görünmektedir.17 Hali hazırda %6’lık bir payı elinde bulunduran yenilenebilir lerin elektrik üretimine katkısı ise %15’lerdedir. 

AB 2020 tarihine kadar yenilenebilirlerin payını %20’ye yine yenilenebilir bir enerji kaynağı olan biyoyakıtın ulaşım sektöründeki payını da %10’a çıkarmayı taahhüt etmiştir.18 Tabii AB’nin bu taahhütleri yerine getirmesi için bu alanda ciddi yatırımlar yapması gerekmektedir. Aksi takdirde bu hedefleri yakalaması söz konusu değildir. Uzmanlara göre yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, enerji verimliliği ve CO2 emisyonlarının düşürülmesinde hedeflenen raklamlara ulaşmak için Birliğin önümüzdeki bir 15 yıl içerisinde yaklaşık 1.5 trilyon ABD Doları kadar bir teknoloji yatırımı yapması gerekmektedir.19 



2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***