23 Mayıs 2019 Perşembe

FÂTİH SULTAN MEHMED TARAFINDAN İSTANBULUN YENİDEN İNŞASI BÖLÜM 1



FÂTİH SULTAN MEHMED TARAFINDAN İSTANBULUN YENİDEN İNŞASI BÖLÜM 1



Tercümelerim-1    
Prof. Dr. Fahri UNAN


FÂTİH SULTAN MEHMED TARAFINDAN İSTANBUL’UN YENİDEN İNŞÂSI*
Halil İNALCIK**

*   Bu yazı, daha önce şurada yayımlanmıştır: Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 3 (Samsun, Aralık 1988), 215-225 [Yazı, yazarın, 
“The Re-building of Istanbul by Sultan Mehmed The Conqueror” (Cultura Turcica, Vol. IV, 1967, No. 1-2) adlı çalışmasının çevirisidir].
** Emekli Tarih Öğretim Üyesi


“İstanbul’ı Sultan Muhammed Han yapdı.” (NEŞRÎ)

Fetihten önce İstanbul ancak ölü bir şehirdi. Fâtih Mehmed onu, tek­rar siyâsî ve iktisâdî bir imparatorluk merkezi yapmak için büyük bir enerjiyle çalıştı; 
bunun netîcesinde, şehrin yeniden inşâsında olduğu kadar hızla iskân edilmesinde de hayli mesâfe kat’etti.

Çok sayıda kaynaktan elde ettiği güçlü delillere dayanan A. M. Schneider[1], İstanbul’un, 1204’te Latinler tarafından işgâlinden sonra nasıl uzun bir gerileme 
dönemine girdiğini, işgal süresince nasıl bir köy durumuna geldiğini, bağların ve tarlaların şehir surları içindeki geniş bir sâhaya nasıl yayıldığını gösterir. 

Osmanlılar tarafından zaptından önce şehrin nüfûsu, âzamî 50.000 olarak tahmin edilmekteydi. 1454’te Patrik yapılan Scholarios, İstanbul’u o zaman “ Büyük bir kısmı boş, yoksullukla perişan olmuş harâbe bir şehir” olarak tasvir eder.

1453’te Fâtih Mehmed, müstakbel başkentinin, ellerine harabe bir şe­hir olarak düşmesini istemediğinden, nihâî umûmî taarruzu yapmaya karar verdiğinde 
İmparatora, şehri yağmadan korumak için teslim etmesi gerek­tiğini teklif ve buna karşılık kendisine Mora despotluğunu vaat eden bir elçi göndermişti. 
Fethin ardından, İmparatordan sonra en nüfuzlu adam olan Lukas Notaras’ı huzûruna çağırmış ve öfkeli bir şekilde, şehri teslim etmesi için niçin İmparatoru 
iknâ etmediğini sormuş; bu yapılmış olsaydı şehir, pek çok zarardan, tahripten ve bir o kadar can telef olmaktan kur­tulmuş olacaktı demişti[2]. 

Notaras ise şehri teslim etmeye niyetlenmiş olduklarını, ancak müdâfaaya iştirak eden Latinlerin böyle bir teşebbüse şid­detle karşı çıktıklarını belirterek, 
ne İmparatorun ne de kendisinin bunu yapacak güce sâhip oldukları karşılığını vermişti[3]. Nihâyet Fâtih, umûmî taarruz ve yağma husûsunda verdiği karârı 
orduya îlan etmişti. İslâm hukû­kuna göre, bu kaçınılmazdı. Bu hukuk, teslim tekliflerini reddeden ve mu­kavemete kalkışan düşmanın esir alınması 
gerektiğini ve mallarının, Müslüman muhâriplerin helâl kazancı sayılmasını âmirdi. Fâtih, yağmaya mü­saade ederken hiç bir yapının tahrip edilmemesini 
kat’î sûrette şart koş­muştu. Üç günlük yağmanın sona erişinden hemen sonra büyük bir ener­jiyle şehrin muhâfaza ve restorasyon meselesine başladı. 

Fâtih’in sara­yında yaşamış olan çağdaş târihçi Kritovoulos, onun fetihten sonra “ilk iş olarak, şehri sâdece eski hâline getirmek için değil, fakat mümkün 
oldu­ğunca daha mükemmel bir şekilde îmar ve iskân etmek için plân yaptığı­nı” bize bildirmektedir.

Fetih öncesi, nüfûsun bir kısmı şehri terk etmiş ve kaçmış, geri kalanlar da ordu tarafından esir alınmıştı; kalenin kuvvet kullanılarak zaptedilmiş olması, 
“şehri boş ve tenhâ bir hâle getirmişti”. Fâtih, çok sayıda Rum’un, sâhiplerine fidyelerini ödemeleri şartıyla serbest bırakıldıklarını irâde etti[4]. 

Fidye parasını kazanmalarına imkân sağlamak için, tanzim etmiş olduğu geniş inşaatlarda çalışmalarına müsaade etti. Fakirlere para dağıtmayı, 
halkın gönlünün kazanılmasının bir yolu olarak gördüğü için sık sık şehri gezmeye çıktı[5]. Kezâ, şehirden kaçınış olanların verilen mühlet içinde geri 
dönmeleri hâlinde, evlerinin barklarının kendileri için tâmir edileceğini bildirdi; hattâ nüfûsu İstanbul’a celbetmek arzûsu ile, İtalyan­lara muhâlif olarak 
tanınan Megadux Lukas Notaras’a bir vazîfe vermek düşüncesiyle teşebbüse geçti. Bununla berâber “bâzı kişiler” böyle bir teşebbüsün yaratacağı tehlikeler 
üzerinde ısrar ederek, Sultan’ı bu dü­şüncesinden vazgeçirmeye muvaffak oldular[6]. 16 Ağustos 1453 târihli bir mektûba göre, Fâtih, Silivri ve Galata halkını  İstanbul’a naklederek burada yerleştirmişti[7].

Bütün hükümdarlığı süresince Fâtih’in yegâne zihnî meşgûliyeti, İstan­bul’u, imparatorluğunun hakîkî bir devlet merkezi yapmak olmuştu.

Haziran 1453’te İstanbul’dan ayrılmadan önce Fâtih, Süleyman Bey’i İstanbul’un ilk sübaşısı ve Hızır Bey’i[8] ilk kadısı olarak tâyin etti; şehrin yeniden 
düzenlenmesini ve baş vazîfeleri olarak surların restorasyonunu bunlara tevdî etti. Kezâ, Yedikule sitesi üzerine müstahkem kale yapılmasını emretti[9]. 
Aynı zamanda şehrin merkezinde (şimdiki Üniversite arsa­sında) kendisi için bir saray inşâ edilmesini buyurdu. Müteâkıben, vezirlere, beylere ve kapıkulu 
erkânına bundan sonra “pây-i tahtım İstanbul’dur” diye bildirdi[10].

Onu, şehrin yeniden îmar ve iskânı için derhal Anadolu’dan ve Ru­meli’den insan nakli usulleriyle meşgul görüyoruz, Dukas’a göre[11], ilk defa 5.000 âile 
gönderilmesini istemişti. Iorga tarafından yayımlanan bir mektup[12], bize onun, Anadolu’dan 4.000 ve Rumeli’nden yine 4.000 âilenin sürülmesini 
emrettiğini göstermektedir. Bunlar Hristiyan, Müslüman ve Yahûdîler olmalıdır, Fâtih, boş evlerin yeni yerleşenlere bedâva dağıtılacağın da îlan etmişti. 
O, bu tedbirleri aldıktan sonra, Edirne’deki sarayına dönmek üzere İstanbul’dan ayrılmıştı (21 Haziran 1453}.

Fâtih, aynı yılın sonbaharında İstanbul’a geri döndü. İlk ve en başta gelen düşüncesi. İstanbul’un yeniden tanzim ve inşâsı idi. Fakat, Fâtih’in bilhassa 
İstanbul’a çekmek istediği varlıklı kişilerin, âile ocaklarını terk etmek istememelerinden meydâna gelen gecikmeleri, yeniden îmar ve is­kân işine zarar veriyordu[13]. 6 Ocak 1454’de Fâtih, Latinlere muhâlefeti ile tanınan Scholarios’u İstanbul Patriği tâyin etti. Bundaki maksatlarından biri, şehirden kaçmış olan Rumları İstanbul’a geri çekmekti. Daha sonra Bursa’ya geçti; burada bâzı sert tedbirler alarak ve sübaşıların çoğunu değiştirerek 35 gün kaldı[14]. 
Zengin ve fakir çok sayıda kişinin seçilmesini ve zorla İstanbul’a gönderilmesini emretti (bu muâmele, “sürgün” olarak târif edilmekteydi). 

Bu şehirden sürülenlere dâir Bursa Şer’iyye sicillerindeki kayıtlar hâlâ durmaktadır. Bu yolla 1454 ve 14o5 yıllarında mühim mik­tarda insanın İstanbul’a getirildiği ve burada iskân edildiği görülüyor.

Daha sonra Fâtih, seferleri müddetince, fethettiği şehirlerin zenginle­rinden, sanat erbâbından ve tüccarlarından bâzılarım sürgün olarak İstanbul’a 
göndermiştir; savaş esirleri arasındaki çiftçileri has-kul (sultan kul­ları) olarak, İstanbul’a gıdâ maddeleri temin etmek için şehir etrâfında kurulan kasaba 
ve köylere yerleştirmiştir.

İstanbul civârında, ilk îmar ve iskân faaliyeti 1454’te Sırbistan sefe­rinden sonra yapıldı. 1454 yazı sonunda, Sırbistan esirleri arasından seçilen dört bin âile, 
İstanbul etrafındaki köylere yerleştirildi[15]. Müteâkıp Sırbistan seferlerinde (1455, 1456, 1458, 1459) Fâtih, mühim bir miktar Sırbistan esirini İstanbul’a sürdü. 
Aynı şekilde 1458 ve 1460 Mora sefer­leri sırasında esir alınan nüfûsun bir kısmı, Zenta, Kefalonya ve Santa Mavra (Aya Mavra) adalarından getirilen esirler, 
İstanbul civârındaki kır bölgede yerleştirilmişti. Bu has-kullar, yetiştirdikleri ürünün yarısını saraya teslim etmekteydiler. Fâtih tarafından bu şekilde 
İstanbul’un etrafında has köyleri ismiyle kurulan köylerin sayısı, bin dolayında tahmin edilmektedir[16] (Barkan, Kanunlar, LXII). “Fâtih bu işi, şehrin 
ihtiyâçlarını temin et­mek istediği... için yapmıştı.[17]”

İstanbul içindeki Hıristiyanlar, aşağıdaki yerlerden getirilerek iskân edilmişti: Eski ve Yeni Foça (1460); Argos (1463); Amasra (1459); Trabzon (1460); 
Mora (1458’de 4.000 kişi); Taşoz ve Samotraki adaları [1459-60); Midilli [1462); Eğriboz (1473); Kefe ve Mengüp 1475). Kezâ, Anadolu seferleri esnasında  Müslüman ve Hıristiyan nüfuslar arasından da “sürgünler” seçilmişti. Bilhassa 1468 ve 1471 yılları arasında Konya, Lârende, Aksaray ve Ereğli’den çok  sayıda Müslüman ve Hıristiyan nakledilmişti (Âşık Paşa ve Neşrî, Aksaray’dan İstanbul’a sürülen halkın, Aksaray mahallesini oluş­turduklarını kaydederler). 

Her grup, İstanbul’a gelişlerinde başka bir ma­halleye yerleştirilir ve çoğu zaman bu mahalleye eski memleketleri olan şehrin ismi verilirdi[18]. 

Fâtih, şehrin gelişmesini teşvik etmek için zengin­leri, usta sanat erbâbını veyâ aristokrasiye mensup olanları İstanbul’a yer­leştirmeyi daha 
uygun bulmuştu[19]. Kefe’li bütün İtalyan âileleri, kölele­riyle birlikte, İstanbul’a nakledilmiş ve Kefeli adlı mahal leye yerleştiril­mişti[20].

1455 Sırbistan seferinden sonra İstanbul’a dönen Fâtih, o yılın sonba­harında sarayın ve Yedikule kalesinin tamamlandığını ve şehir surlarının tâmir 
edildiğini memnûniyetle görmüştü. Daha fazla inşaat için tâlimatlar verdi. Büyük ve Küçük Çekmece arasındaki köprülere ilâveten, şehre ulaşan diğer 
başlıca yolların tâmir edilmesini emretti. Bu yolların en zayıf bölümleri boyunca kaldırımlar yapıldı.

O kış, şehrin yeniden inşâsı hakkında mühim kararlar alındı. Fâtih, şehrin merkezine bina edilen Yeni Saray’ın yanına küçük bir çarşı yapıl­masını buyurdu. 

Bu çarşı, Fâtih zamanında Büyük Bedestan veyâ Bezzâzistan olarak adlandırılan İstanbul’un ünlü Kapalı Çarşısı olacaktı. Kritovoulos, Kapalı Çarşıyı, 
tamâmen yüksek duvarlarla çevrilmiş ve çinilerle kap­lanmış olarak tasvir eder[21]. Bu yapının 1464’ten önce tamamlanmış ol­duğuna şüphe yoktur. 
Bedestan, daha ziyâde, bilhassa kumaşlar, kürkler ve mücevherat gibi şeylerin depolanmasına ve müzâyedesine tahsis edil­miş bir yapıdır. 
Burası, büyük tüccarların toplanma yeridir. Fâtih Vakfiye­si’ne göre, muhteşem Bedestanı, ambarları da müştemil olmak üzere 128 dükkân ihtivâ etmekteydi; 
buranın etrâfında, muhtelif tüccarlar ve sanat­kârlar tarafından tutulmuş 894 dükkân vardı ve bunların tamâmı kapalı çar­şıyı oluşturmaktaydı. 
Büyük Bedestân, bir çok ilâvelerle genişletildi; bu yapı, İstanbul’un en mühim ticâret merkezlerinden biri olarak günümüze ka­dar ayakta kalmıştır. 
Fâtih, Ayasofya Câmiinin hizmetlerine ve onarımına sarf edilmek üzere, bu Bedestan’dan elde edilen gelirin toplanıp muhâfaza edileceği bir sandık 
oluşturmuştu.

Fâtih, ayrıca Bedestan için aynı sene içinde bir kaç umûmî hamam ya­pılmasını; şehre bol mikdarda su temin etmek gâyesiyle zarar görmüş eski kanalların 
ve su kemerlerinin tâmir edilmesini emretmişti.

Fâtih Vakfiyesi, şu satırları ihtivâ eder: “Bir şehir kurmak, ulvî bir harekettir; insanların kalbinin kazanılmasını ve yüzünün güldürülmesini mûcip olur”.

Kritovoulos bize, Fâtih’in, 1471 yılını, bütün şehir üzerinde hamamlar, kervansaraylar ve çarşılar yapımı ile geçirdiğini bildirir. Bu yılda kanallar ve su 
kemerleri uygun bir şekilde tâmir edilerek şehir hamamlarının ve mahallelerinin yeterli suya kavuşturulması sağlanmıştı. Şimdiki Fâtih Mahallesi yakınında 
su kemerlerinin bir noktasında kırk musluk ile bir pınar yapılmıştı[22].

1460 yılı, nüfus meselesi ve bütün ticârî muâmelelerde alınacak fev­kalâde tedbirlerle damgalanmıştı. Hem Rumeli’ne hem de Anadolu’ya, fetihten 
önce şehri terk eden İstanbul’un eski sâkinlerinin geri dönüp tekrar burada yerleşmelerini bildiren fermanlar gönderilmiştir. Kritovoulos’a göre[23], 
Edirne, Filibe, Gelibolu, Bursa ve diğer Osmanlı şehirlerinde, İstan­bul’u terk eden zengin ve müreffeh pek çok Rum bilgin ve sanatkâr vardı. 

Bunlara evler veyâ arsalar temin edildi ve hepsinin İstanbul’a dönmeleri buyuruldu. Aynı târihte Fâtih, aktif bir ticâret merkezi olarak gelişmiş bulunan 
Eski ve Yeni Foça’nın halkını İstanbul’a gelmeye ve burada yerleş­meye mecbur tutmuştu.

1454 yılı civârında İsaac Safrati, Almanya ve Macaristan’da (Alman ve Macarların kendi) dinlerine girmeye zorladıkları Yahûdîlere hitâben yayınlanan 
bir mektupta onlara, Osmanlı İmparatorluğu’na gelmek için bura­daki şartların çok müsâit olduğunu söylemekteydi. Bu mesaj, Almanya ve İtalya’dan 
çok sayıda Yahûdînin göç etmesini sağladı. 1478 nüfus sayımı, İstanbul’da 1647 Yahûdî âilesi bulunduğunu gösteriyor.

Fâtih’in sarayında bulunmuş olan Kritovoulos, bize, câmilerin ve sa­rayların yapımı sırasında, onları bizzat teftiş etmek ve gerekil emirleri çıkarmak 
husûsunda Sultan’ın nasıl samîmiyetle ilgilendiğini anlatır.[24]) Nihâyet, Yeni Saray 1464’te tamamlanmıştır. Haliç (Altın Boynuz) ve daha sonra 
Saray Burnu olarak adlandırılan Marmara Denizi bitişiğindeki geniş bir sâha, evvelce dikilen zeytin ağaçlarıyla örtülmüştü. 
Kritovoulos[25] ve Tursun Beğ[26] bize, bir saray tasvîri yapmaktadırlar. Her iki müellif, sara­yın civârından başlayıp denize kadar uzanan bayırları
 içine alan bir bölge­deki güzel bahçeleri, fıskiyeleri ve dinlenme yerlerini hayranlıkla anlatırlar.

Daha sonra Topkapı Sarayı ismiyle anılan Yeni Saray, dört asır müd­detle Osmanlı hükümdarlarına ikamet yeri olarak hizmet vermiştir. 
Topkapı Sarayı, dünyânın en zengin ve en kıymetli müzelerinden biri olarak hâlâ ayakta durmaktadır. Fâtih’in hayat müddeti içinde, 1473’te essiz 
bir sanat âbidesi olan bahçeli Çinili Köşk yapıldı; 1478’de bütün saray sâhası yüksek duvarlarla çevrildi. 1459’da Fâtih, İstanbul yakınında Peygamber 
(Hz.) Muhammet’in sahâbesi olan Ebâ Eyyûb-i Ensârî’nin şehit düştüğü farz edilen yerde bir câmi ile bir türbe, bir medrese ve bir imâret yaptırdı ve 
Bursa’dan getirilen göçmenler buraya yerleştirildi.

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

29 Mart 2019 Cuma

31 MART İSYANI, BÖLÜM 4

31 MART İSYANI,  BÖLÜM 4




ABDÜLHAMİD TAHTTAN İNDİRİLDİ 

Yeşilköy'den İstanbul'a dönen Millet Meclisi'nin ilk toplantı gündeminde Sultan Hamid'in tahttan indi­rilmesi vardı. Fakat gariptir ki, Meclis bu işin sorum­ luluğunu üzerine alamamış, önce Ayan'm, hal mese­ lesini konuşması için fetva istenmesi yoluna gidilmiş­ tir. Fakat Fetva Emini Nuri Efendi isteneni vermeye yanaşmadığı için yük, Şeyhülislam Ziyaettin Efen­ dimin omuzlarına yüklenmiştir. Neticede Meclis, hal­ li kabul etti ve kurulan bir parlamento heyeti karan Abdülhamid'e bildirdi. Hamid'in yerine Mehmet Paşa Efendi tahta geç­ miş ve eski padişah o gece trenle Selanik'e gönderil­ mişti., 

KAÇANLAR, YAKALANANLAR 

Hareket Ordusu'nun duruma hâkim olduğu anla­ şılır anlaşılmaz, 31 Mart olaylannı yaratanlar, birer iki­ şer İstanbul'dan, Osmanlı diyarından kaçabilmenin yollarını aradılar. Kaçanların başında Volkan gazetesi sahibi Derviş Vahdeti, Kâmil Paşazade Sait Paşa, Abdullah Zühtü, Ali Kemal, Berat mebusu İsmail Kemal, Serbesti ga­ zetesi başyayzarı Rifat, Ergiri milletvekili Müfit, Ahrar Fırkası Genel Sekreteri Nurettin Ferruh bulun­ makta idiler. Ayrıca, Prens Sabahattin Bey, Mizancı Murat Bey, Osmanlı gazetesi sahibi Ahmet Fazlı Bey de tutuklanmışlardı. Bunlardan Prens Sabahattin Bey'le Ahmet Fazlı Bey serbest bırakıldı. Murat Bey, Rodos'ta ölünceye kadar kalebentliğe mahkûm edil­ di. Mevlanazade Rifat ve Sait Paşa hakkında gıyaben verilen kararda Rifat Bey, 10 yıl süre ile sürgün ceza­ sı aldı, Sait Paşa da askerlikten tard edildi.Uçe ayrılan sıkıyönetim mahkemelerinden ilk ka­ rar 3 Mayıs'ta çıktı ve derhal infaz olundu. 13 kişi asıl­ mıştı. Bunlar askerin basma geçip kumandayı ele alan çavuşlardı. Ayrıca, Nazım Paşa ile Aslan Bey'i öldü­ ren 5 kişi Ayasofya'da, yine askeri teşvik eden 5 ça­ vuş ve onbaşı Beyazıt'ta, Mülazım İlyas'ı öldüren üç er köprüde idam edildiler. 12 Mayıs'ta Ali Kabulî Bey'i öldüren 16 kişinin sekizi Kasımpaşa, diğerleri ise Beşiktaş ve Beyazıt'ta asıldılar ki, bunlar deniz askerleriydiler. İsyancılarla işbirliği yaptıkları için 17 Mayıs'ta asılan 5 kişiden başka, saraydan Başmusahip Cevher Ağa, tütün kıyıcısı Mustafa Ağa, Tüfekçi Albay Ha­ lil, Danıştay üyelerinden Tayyar, Protesto gazetesi ya­ zarı Nadiri Fevzi, Rüsumat Kalemi Müdür Yardımcısı Tevfik ve Derviş Vahdeti'nin arkadaşlarından Enderunlu Lütfü, 27 Mayıs'ta asılanlar arasındadırlar. Son partide ise Derviş Vahdeti ile birlikte, yaver ve hafiye Kabasakal Mehmet Paşa, Erzurum'da isyan­ cıları destekleyen Yusuf Paşa, İttihadı Muhammedi Cemiyeti'nden Yüzbaşı Hakkı, İspatari'yi öldüren İz­ mirli Saim vardı. Ayrıca, Meclis'te isyancılar adına nutuk atan Ho­ ca Rasim müebbet, Tüfekçibaşı Tahir ile İkinci Tüfek­ çi Küçük Tahir Paşalar 6'şar yıl küreğe mahkûm edil­ mişlerdi. Abdülhamid'in yakınlarından Serasker Rıza, Ha­ san Rami, Zeki, Memduh Paşalar, daha sonra Büyükada'ya sürüldüler.

DERVİŞ VAHDETİ'NİN KAÇIŞI 

Hareket Ordusu'nun İstanbul'a yaklaşması Vahdeti'yi tedirgin etmiş, yobaz, daha isyanın 5'inci gü­ nü kaçmayı tasarlamıştı. Önce İngilizlerin adamı Sait paşa'ya başvurdu ve onun tavsiyesiyle Şehzade Vahdettin'in sarayına sığınmak istedi. Vahdettin'in red ce­ vabı üzerine Gebze'ye kaçtı. Bütün ümidi ilçede hay­ li kuvvetli olan İttihadı Muhammedi Cemiyeti vasıta­ sıyla yakasını kurtarmaktı. Kıyafet değiştirerek Gebze'den yola çıktı. Niyeti İzmir'e gitmek, Ege'den yabancı bir ülkeye kaçmak­ tı. Bir kılavuz aldı, trende iki subayın kendisinden şüp­ helenmesi üzerine Hereke'de indi. Yollarda konaklaya konaklaya Bergama'ya geldi. Oradan bir arabayla İzmir'e geçti. Para bulmak için başvurduğu bir hem­ şehrisi tarafından ihbar edildi, yakalandı ve İstanbul'a gönderildi. 16 Mayıs tarihli Tanin, Derviş'in yakalanışından sonraki tafsilatı verirken, sorgusunda hüviyetini belli etmemek için nasıl direndiğini yazar. Bu direnme kar­ şısında İzmir Savcısı, ihbar eden hemşehrisini çağırır ve nihayet Derviş her şeyi bülbül gibi söylemeye mec­ bur olur. 18 Mayıs tarihli Tanin'de ise Volkan sahibi­ nin Aleksandros vapuru ile İstanbul'a getirilişinin hi­ kâyesi şöyledir: "Vapur rıhtıma yaklaşır yaklaşmaz Vahdeti'nin kötü ayağından olacak ki, hava birdenbire karardı. Fırtına şiddetlendi, yağmur yağdı. Bu vatan hainini gör­ mek üzere kadm-erkek birçok kişi rıhtımın üzerinde idiler. Bir sandala atlayarak vapura çıktım. Doğruca Vahdetimin bulunduğu yere gittim. Ufak iki yataklı bir kamaradaydı. Orta boylu, biraz şişmanca, sakalını ma­ kine ile kestirmiş, saçları alelade, başında bir püskülsüz fes, arkasında aba, vardı. Şalvar giymişti. Yüzün­ de pişmanlık işareti görülmüyordu. Yalnız gözlerini bir noktaya dikerek mütemadiyen düşünüyor gibiydi. Ge­ ricilerden Çerkeş Salih'le, medrese öğrencilerinden Ahmet Hilmi beraberinde idiler. Vapurdan çıkarılıp önce Sarayburnu'ndaki Askerlik Dairesi'ne, oradan Divanyolu'nu takiben Harbiye Nezareti'ne götürül­ dü..." Derviş Vahdeti'nin yargılanması bir aydan fazla sürdü. 25 Haziran'da idamına karar verildi. Vahdeti kendini kurtarmak için hayli çaba göster­ miş, sonunda Hareket Ordusu Kumandanlığı'na ver­ diği bir dilekçe ile, deli olduğunu ileri sürerek, mah­ kemenin bu durumu göz önüne almasını istemiştir. Derviş'in mektubu sadeleştirilmiş şekliyle şöyledir: "irsi olarak asabi nöbetler geçirdiğim için çoğun­ lukla yazdığım şeylerin faydasını ve zararım düşüne­ meyecek durumda bulunduğumu Sıkıyönetim Kuman­ danlığı'na.bildirmiştim. Nazara almadılar. Bunu ada­ let adına söylemek zorunluğundayım." Derviş Vahdeti gerçekten deli miydi? Yazılarına bakılırsa onda bir ruhi sapıklığın, muvazenesizliğin bulunduğu göze çarpıyor. Fakat bu muvazenesizliğin yanında haris olduğu ve kendisini pek kurnaz zannet­ tiği de bilinmektedir. Ayrıca Vahdetimin bir karakte­ ristiği de her kalıba girebilmesidir. Hele ucunda para ve can olunca Derviş, söylediklerinin tersini yapma­ ya da hazırdır. KARAR Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararından ilgi çekici bölümler Vahdeti'yi daha iyi tanımamıza imkân ve­ rebilir. Bakınız ne diyor, mahkeme: "Volkan gazetesi imtiyaz sahibi olup fesat çıka­ ran yayınlarıyla geçen Mart'm 31 'inci Salı günü mey­ dana gelen irticai ve askeri ihtilali hazırlamaktan sa­ nık olan ve Birinci Sıkıyönetim Mahkemesi'nin de­ rin soruşturma ve yargılaması sonunda hiçbir ilmi ve içtimai terbiye görmeyerek, şimdiye kadar içki ve şar­ kıcılıkla serseri bir hayat geçirmiş olduğu sorgu sıra­ sında kendi itirafıyla meydana çıkan, Mehmet oğlu Kıbrıslı Derviş Vahdeti adındaki şahıs Volkan gazete­ sini yayınlamaya başladıktan sonra, firarından dolayı arkasından kanuni takibat yapılan Emirîzade Ömer Lütfi ile birleşerek ittihadı Muhammedi adı altında bir cemiyet kurmayı kararlaştırmış, gazetesini önce bu cemiyetin yayın organı haline getirmiş, sonra da Ömer Lütfi'yle arkadaşlarını terkederek cemiyeti ken­ disinin idare ettiği anlaşılmıştır. Bu arada iyi niyetle gazetesine müracaat eden bazı ulemâyı Cemiyete üye yazarak ilan etmiş, bu yüzden saf vatandaşları da çe­ kerek onlara şubeler açtırmıştır. Cemiyetin fikirlerinin yayıcısı ve başkanı sıfatını takınarak din ve şeriat per­ desi altında mütemadiyen yayınladığı tahrik edici ve fesat çıkarıcı makaleleriyle halkın üzerinde özel bir et­ ki yaptığı gibi, kışlalara sokulan Volkan gazetesinde­ ki Mehdiyane yazılarıyla askeri etkisi altına almış ve bunları hükümetle Millet Meclisi başkan ve üyelerin­ den bazılarının aleyhine sevk etmiştir. İnkâra rağmen Vahdetimin 31 Mart günü Millet Meclisi önündeki as­ kerler arasında bulunduğu da ortaya çıkmıştır..." Kararda da görülmektedir ki, Derviş Vahdeti as­ lında her şeyi yapabilecek tıynette bir serseridir. 2'nici Meşrutiyet'in anarşisi kendisine fırsat vermiş, memleketi 31 Mart'a kadar götürmüştür. 

ABDÜLHAMİD'İN YARGILANMASI MESELESİ 

İsyancıların duruşmasını bitiren 1 'inci Sıkıyöne­ tim Mahkemesi hazırladığı raporda, tahttan indirilen Sultan Abdülhamid'in de yargılanmasını ister. Fakat Tevfik Paşa'nm yerine geçen Hüseyin Hilmi Paşa ka­ binesi bu teklifi kabul etmez. 

1.'inci Sıkıyönetim Mahkemesi'nin Abdülhamid'in yargılanması için ileri sür­ düğü gerekçe ana hatlarıyla şudur: 
1 - Abdülhamid, hafiyeliği ortadan kaldıracağını ilan ettiği halde vaadine uymamış, 2'nci Meşrutiyet'in ilanından itibaren yeniden hafiyeler kullanmaya baş­ lamıştır. Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyetimin Se­ lanik Kongresiyle İstanbul'daki bütün toplantı ve kon­ feranslara hafiyeler gönderilmiştir.

 2 - Mabeyn tütün kıyıcısı Mustafa, Birinci Musa­ hip Cevher Ağa, tüfekçilerden Albay Halil'i kötülük vasıtası olarak seçmiş, bunları, meşhur hafiyelerden Danıştay Başkanlığı eski Teftiş Heyeti üyesi Nadiri Fevzi, eski Gümrük Dairesi İstatistik Kalemi Müdür Yardımcısı Tevfik Beylerle temasta bulundurmuş, hep­ sine paralar vermiştir. 

3 - Volkan gazetesine Cevher Ağa eliyle para gön­ dermiş, Serbesti gazetesi sahibi Mevlanazade Rıfat Bey'i öldürmesi için Albay Halil'i memur etmiştir. Halil Bey'in vasıta bulması için teklif yaptığı Danış­ tay üyesi Tayyar bu işe karşılık 3000 lira istemiştir. Mevlanazade Rıfat Bey yerine Serbesti Başyazarı Ha­ san Fehmi'nin öldürülmesinden sonra Abdülhamid kendi el yazısıyla, tütün kıyıcısı Mustafa'dan duruma ait jurnal talep etmiş ve bu yazıyı Mustafa, asılacağı gün ilgililere vermiştir. 

4 - Asi askerler tabur tabur Yıldız'a geldikçe Ab­ dülhamid isyancılara iltifat göstermiş, hatta Ali Kabuli Bey'i getirenlerden ikisini yanma çağırmış, konuş­ muş ve sonunda Binbaşı, kendi gözü önünde öldürü­ lüp cesedi ağaca asılmıştır. Abdülhamid durum böyle iken Ali Kabuli Bey'i öldüren âsi askerlerin elindeki sancağa Mecidî nişanı taktırmıştır. 

Aslında bu gerekçeyle Sultan mahkemeye çekile­ bilirdi. Şu var ki, kabinede ne Şeyhülislam, ne de Ad­ liye Nazırı Necmettin Molla, 33 yıl iktidarda kalan bir padişahın tahttan indirildikten sonra yargılanmasına razı olmadılar ve rapor, Harbiye Nezaretime iade edil­ di. Mamaafih Hareket Ordusu da Abdülhamid üzerin­ de ısrar etmemiştir. Çünkü Mahmut Şevket Paşa İs­ tanbul'a girerken Padişahın kılma dokunulamayacağı hakkında hem garanti vermiştir, hem de Abdülha­ mid mukavemete kalkmadığı için, gerek orduda, ge­ rekse milletvekilleri indinde suçlarını kısmen de olsa affettirmişti. 

BASININ TUTUMU 

31 Mart olaylarından önceki basının tutumuna gi­ riş bölümünde işaret etmiştik. Bu dönemde basın, ço­ ğunlukla İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne karşıdır. Ama Hareket Ordusu İstanbul'a dayandıktan, hatta dayana­ cağı öğrenildikten sonra tutum birdenbire değişir. Bir gün önce Cemiyet'e kahrolsun diyenler, bir gün son­ ra Cemiyet şakşakçısı kesilirler. Yine bir gün önce or­ duyu umursamayan, askerleri birbirine sokmak iste­ yenler için ertesi gün ordu baş tacıdır, Meşrutiyet'i kurtarmaktadır. Bakınız, Ahmet Cevdet Bey'in "İkdam" gazete­ si 2 Nisan 1325 tarihli nüshasında, yani Hareket Or­ dusu gelmeden önce neler yazıyor:

1 NİSAN GECESİ 

" 1 Nisan gecesi Osmanlı devrim tarihinde mühim bir sayfa teşkil eder. Gece bütün siyahlığıyla İstanbul ufuklarını kapladığı zaman, gündüzün hareketleriyle yorgun düşmüş olan Osmanlı milleti evlerine çekili­ yor, fakat asker, gizli cemiyetin (İttihat ve Terakkimin) istibdadına son vermek, İslam şeriatına göre gerçek adaleti sağlamak için büyük bir sabırsızlık içinde ata­ nacak Sadrazamı, Harbiye Nazırını bekliyordu. İstanbul'un azametle ufuklara doğru yükselmiş minareleri gece karanlığı içinde kalbe bir yücelik ver­ diği sırada uzaktan uzağa boru ve mızıka sesleri, silah patırdıları, yaşasın avazeleri işitiliyor, caddelerden ge­ çen askerlerin süngüleri havagazlarmm yorgun ışıkla­ rı altında parlıyordu. Osmanlı askerlerinin sabah Ayasofya Meydanı'nda toplanmaları ne kadar heybetli ol­ muşsa, gece kışlalarına dönmeleri de daha çok heybet­ li olmuştur. Gecenin sonsuz karanlığı içinde uzaktan uzağa işitilen muzika sesleri, âni inkılabın sükûnet bulmasına bir delil olarak kabul edilmiş, kalblere bü­ yük bir sükûnet gelmiştir. Asker bir yandan hürriyet havası çalarak ilerliyor, öte yandan kışlasına dönen bir taburun selam havası çalarak çok kez "Padişahım çok yaşa!" sesini ayyuka çıkardığı işitiliyordu. Saat beş buçuğa doğru idi. Müthiş bir yaylım ate­ şi her yanı büyük bir dehşet içinde bıraktı. Gecenin başlaması yüzünden bilgi edinemeyen halkımızı oldukça endişelendiren bu gürültülü askerin zafer sevin­ cinden başka bir şey değildi. Askerler vatandaşlarına yarayan bir hizmeti ifa etmekten dolayı zevkle hava­ ya ateş ediyorlardı..." Yine İkdam gazetesinin aynı tarihli nüshasından bir başka yazı başlığı "Osmanlı hamiyetinden bekle­ diğimiz" : "İki gündür bu memleketin geçirdiği olaylar ger­ çekten hepimiz için ibret vermiş olsa gerektir. Asker kardeşlerimizin doğuştan gelen faziletlerini, iyilik­ severliklerini, hukuka bağlılıklarını, Osmanlı şerefini korumalarını biz değil, yabancılar da takdir ettiler. Fa­ kat birtakım dış düşmanlar vardır ki, onlar bu duru­ mu, ihtimal, başka şekilde gösterirler, gösterebilirler. Şimdi bu yönde gerçeği Avrupa'ya teslim ettirmek ci­ handa en mukaddes görevimizdir. O görev ise ilk ön­ ce meşveret usulünün meşru olarak memleketimizde, milletin isteğine uygun şekilde uygulanmasıyla müm­ kündür. Zaten şeriat hükümleri de bunu emreder..." 

İTTİHAT TERAKKİ'SİZ 

Görülüyor ki 31 Mart olaylarının çıkışından, ge­ nellikle memnun olan "İkdam", sadece Meşrutiyetin devamını istemektedir. Ancak istediği "İttihat-Terakki"siz bir meşrutiyettir. Aynı gazetenin olayları verir­ ken bakanların bile öldürülüşünü adi bir zabıta olayı imiş gibi göstermesi de ilgi çekici. Mesela Adliye ve 85

Bahriye nazırlarının hikâyesi şöyle anlatılır bu gaze­ tede: "İyice tahkik edemediğimiz bir söylentiye göre mabeyne, istifalarını vermek üzere arabayla giden Ad­ liye Nazırı Nazım ve Bahriye Nazırı Rıza paşalar Sirkeci'ye doğru indikleri sırada çevrilip Meclis binası­ nın önüne getirilmişlerdir. Bazı kişilerin söyledikleri­ ne göre Bahriye Nazırı Rıza Paşa orada tabancasını çı­ karıp asker üzerine ateş etmesiyle onlar da karşılık olarak Adliye Nazırı Nazım Paşa'yı Ahmet Rıza Bey zannıyla vurmuşlardır. İlk kurşun Adliye Nazırıma isabet etmiş, eski Bahriye Nazın ise ayağından yara­ lanmıştır." İkdamın aynı nüshada başka olayları verişinde de bir memnuniyetin işareti vardır. Şûrayı Ümmet ve Tanin gazetelerinin yağma edilişini şöyle anlatır: "Dün halk İttihak ve Terakki Cemiyetimin organlan olan Şûrayı Ümmet ve Tanin gazeteleri idareha­ nelerine hücum ederek, kapılarını kırmışlar ve içeride bulunan gazetelerle gerekli aletleri, tamamen yağma ederek makineleri parçalamışlardır. Hurufat, (kurşun harfler) halk arasında bölüşülmüştür." Haberlere devam edelim: "Eski Kabine: Haber aldığımıza göre hükümet askerin harekete geçeceğini bir gün önce öğrenerek eski Sadrazam Hü­ seyin Hilmi Paşamın konağında toplanmışlar ve gö­ rüşmeler sonunda olayın çıkışını önlemek için acele olarak Selanik ve Edirne'den asker istemeye karar ver­ mişlerdir. Harbiye N a z ı n da toplantıdan sonra sabah­ leyin nezarete gelerek askerlerin olaya karışmamala­ rını istemişse de başarı kazanamamıştır." "Yüzbaşı İspatari Efendi: Önceki gün öldürülen Süvari Yüzbaşısı İspatari Efendi, kasti değil, bir yanlış anlama sonucu kazaen vu­ rulmuş ve bundan askerlerin hepsi müteessir olmuştur." " K a ç a k Bir Subay: T o p h a n e ' y e bağlı Teğmen Muhittin Efendi dün Tophane Talimhane M e y d a n ı ' n d a nöbet beklemekte olan bir askere karşı rövolverle ateş etmiş, fakat kur­ şunu isabet etmemiştir. Subay oradan kaçıp başına şap­ ka giyerek sahildeki bir sandala atlamış ve denize açıl­ mıştır. Ne tarafa gittiği anlaşılamamıştır." "Yaralama: "Birinci Süvari T ü m e n i subayların­ dan Yüzbaşı Nail Efendi bir teğmenle birlikte önceki gece Yıldız'da Saat Kulesi önünde duran bir askeri ta­ banca ile yaralamışlar ve Osmanlı askerleri tarafından karşılık olarak öldürülmüşlerdir." İkdam, 15 Nisan'da (Askerimiz) başlıklı yazısıy­ la isyancıları büsbütün tutmakta, ancak bunların Sul­ tan H a m i d ' e itaat etmeleri gerektiğini yazmaktadır. "... D ü n Haydarpaşa vapurunda Osmanlı askerle­ rinden üç neferle beraberdik. B u n l a r d a n işittiğimiz sözler bizi hayrete ve ciddi düşüncelere götürdü. Gerek askerin, gerekse ordunun geleceğinin ga­ rantisi için bu her biri bir fazilet örneği olan askerimi­ zin hissiyatını ve dertlerini iyi anlamak lazımdır. Bunu anlayacak kimdir? Bittabi asker içinde büyü­ müş saç ve sakal ağartmış, bir M ü s l ü m a n askerinin dü­ şüncelerine yakından vakıf olmuş paşalar ve subaylar. D ü n k ü neferin sözünü hiç unutamayacağız. O, Al­ manya'da eğitim görmüş, oldukça genç, fakat askerin hislerini anlamaktan aciz bir genç k u m a n d a n için de­ di ki: (Okuyup y a z m a k başka şeydir, medeni a d a m ol­ m a k yine başkadır. Böyle medeni o l a m a m ı ş bir suba­ yın okuyup yazmasından biz askerler faydalanamayız. İnsan önce medeni o l m a l ı . ) " İ k d a m daha sonra davranışların nasıl olması ge­ rektiği hakkında uzun uzun ahkâm yürütür, bu arada askerlik eğitiminin yüklülüğünü eleştirir ve sonunda askerlerin padişaha bağlı olmalarını salıklar. İ k d a m d a n gerek buraya aldığımız, gerekse aynı mahiyetteki diğer yazılarından çıkan sonuç şudur: Gazete 31 Mart isyanını, İttihat ve Terakki Cemi­ yetinin istibdadına son verdiği için alkışlamakta, ce­ miyetin orduyu kandırdığını, fakat asker d u r u m u an­ layınca işlerin ters döndüğünü ileri sürmektedir. Ga­ riptir ki İstanbul'da yayımlanan R u m gazeteleriyle Yu­ nan basını da " 3 1 M a r t " ı aynı açıdan görmektedirler. 

SERBESTİ VE VOLKAN 

Mevlanzade Rifat ' m Serbesti gazetesi de Hasan Fehmi ' nin öldürülmesi vesilesiyle olaylardan h e m e n sonra İttihad ve Terakki Cemiyet i ' ne ve Teşkilatı'na karşı şiddetli bir kampanyaya girişir. Gerçi Serbesti, mesela İttihadı M u h a m m e d i y e C e m i y e t i ' n i destekle­ m e z . Fakat isyancıları içli yazılarla m ü k e m m e l tahrik eder. 31 M a r t ' t a n sonra Valkon gemi azıya almış, isyan­ cı askerlerle arasındaki bağlantı p e k açık hale gelmiş­ tir. N i t e k i m gazetede çıkan ilanlar ve D e r v i ş ' i n öğüt­ leri bu bağlantıyı ortaya koyuyor. Mesela 4 N i s a n 1325 tarihli Volkan'dan: "Asker arkadaşlarımızdan rica. Şeriatı Garrai Ahmediyenin kabulü için etmiş o l d u ğ u m u z nümayişte perakende hizmetlerde bulunan Rüfekanm n o k s a n si­ l a h l a n Tophane fabrikasmca verilmişti. Eslihanm bir kısmı hâlâ fabrikaya teslim edilmediği cihetle herke­ sin bulunduğu mevkide usulü veçhile teslim edilmesi ve bir de vatandaşlarımızın yedlerinde görüldüğü tak­ dirde alınıp gönderilmesini Şeriatı Muhammedi ye adına rica ederim. (Tophane Sanayi Alayı'nda Erzurum­ lu Halis Abdullah ) " 5 Ni an 1325 Volkan: " Umum asker karındaşlarımıza nasihat 1 Nisan'da Meclis binası ö n ü n d e içtima eden asâkir-i şahanenin fikirleri herkesçe m a l u m olmuştur. Al­ lanın yardımıyla arzumuza nail olduk ve bu harekâtı­ mızı ecnebi devletlere v a n n c a y a kadar takdir ettirdik. Şükürler olsun, askerlik adına şu kazanmış olduğumuz namı celil ile iftihar etmeliyiz - İmzalar." 6 N i s a n 1325:" i s l a m kadınlarımızın Bedesten Ç a r ş ı s ı ' n d a ve Beyoğlu'nda bazı kötü mahallerde dolaşmaları ve dük­ kânlar içinde görülmeleri şeriata aykırı olduğundan İslam kadınlarının bu halden feragat etmeleri ihtar olu­ nur - U m u m askerler." Aynı tarihte ve aynı nüshada Vahdeti'nin ricası: " M e s e l a 4 ' ü n c ü avcı taburu, altıncı alay n a m ı n a kadınlarımızın B e y o ğ l u ' n d a vs münasebetsiz mahal­ lere öyle açık saçık gitmemelerini talep ediyor. Evet biz de sizinle beraberiz. Lakin bize matbuata biraz müsaade ediniz ki, şimdiki halde pek büyük işlerle meşgulüz. Onları yoluna koymak üzere çalışalım..." 

180 DERECE DÖNÜŞ 

Hareket Ordusu İstanbul'a sızıp hâkim olduktan sonra " İ k d a m " ı n yazdıkları 10-15 gün öncekilerin tamamen tersidir. Volkanda ise Derviş Vahdeti, kurtu­ luşu kaçmakta bulmuştur. Bakınız İkdam 2 Mayıs Pazar nüshasında "Yaşa­ sın O r d u " başlığıyla d u r u m a hâkim olan orduyu nasıl alkışlıyor: "... Bu fedakâr gönüllülerin son hürriyet savaşı sı­ rasında gösterdikleri çabayı ve büyüklüğü M a h m u t Şevket Paşa kumandasında İstanbul surlarında ifa et­ tikleri vatan hizmetini yad etmek bizim için en büyük, en önemli bir görevdir. Osmanlı gönüllüleri İstanbul ufuklarının istibdat bulutu ile örtüldüğünü duyar duymaz büyük bir heye­ can içinde kalmışlardır. İstibdadın merkezine yürü­ m e k için birbirleriyle adeta müsabakaya girişmişler­ dir. Herkes beşikteki yavrusunu, hasta annesini, biça­ re karısını bırakarak silahlanıyor, bu şerefe nail ola­ m a y a n genç mektepliler, gönüllü kafilesini götüren trenin önüne yatıyorlardı. Manastırda, Selanik'te, Arnavutluk'ta, vatanın he­ m e n her köşesinde Abdülhamid'in istibdadını mahvet­ mek, vatanı bu son felaketten kurtarmak, Osmanlı­ ların en büyük bir siyasi terbiye ve vatanperverlik his­ leri ile dolu olduklarını bütün medeni dünyaya göster­ m e k için takdir edilecek bir hamiyet yarışmasına girişiliyordu.Bütün Osmanlılar t e m m u z meşrutiyet dev­ riminin koruyucusu ve faili olan orduya katılmak is­ tiyor ve bu orduyu yöneten genç, muktedir, çalışkan ve ateş parçası olan hamiyetli subaylar arasında vata­ nın en büyük gününden hisse almak bahtiyarlığını arzuluyordu..." "... Binaenaleyh vatanı istibdattan kurtaran, mil­ leti saadete götüren etkenleri incelediğimiz z a m a n bir yüksek kuvveti, silahlı kuvvetleri takdis etmemiz ge­ rekir ki, o da muzaffer ordumuz, şanlı subaylarımız­ da." Kısa bir süre önce yere batırılan subaylar, görülü­ yor ki bu defa göklere çıkarılmaktadır. Gerçi İkdam ya­ zılarında İttihat ve Terakki C e m i y e t i ' n d e n söz etmez. Şu var ki, bu yazılarda göze çarpan bir çabayla öğdüğü subaylar daha önce aciz dediği ittihatçı subaylar­ dan başkaları değildir. 

" TÜRK BASINI 31 MARTTA SIFIR ALDI " 

31 M a r t ' t a basınının durumu ve tutumuna biraz daha açıklık kazandırmak için Hüseyin Cahit Yalçın ' m , " 3 1 Mart ' t a Türk basını sıfır a l d ı " başlığıyla k a l e m e aldığı yazılardan bir örnek verelim: Olaylar sı­ rasında en b ü y ü k tehlikeyi atlatan, bir R u s vapuruyla önce O d e s a ' y a kaçıp, oradan da Selaniğe giden H ü s e ­ yin Cahit bakınız ne diyor: "Askerlerimiz başlıklı bir makale, Yeniçeri ana­ nesini ihya ederek İstanbul sokaklarını yüzden çok su­ bay ve sivil kurban kanıyla boyayan asilere dalkavuk­ luğa başlıyordu... (İkdam) nazarında sokakta b a ş l a n taşla ezilen subaylar haksızdı, çünkü subaylar idman işinde takat ölçüsünü geçmişlerdi. Ve böyle yapılıp yapılmadığı bilinmez olduğu halde rastgele bir suba­ yın böyle m e ç h u l bir hareketin cezasını neferler elin­ de parça parça edilerek çekmesi doğru idi... Bu noktada bizim Türk basınının en acı, en yüz karası bir ahlak yarasının üzerine parmağımızı koymuş oluyoruz. Karaktersizlik ve dalkavukluk!.. Gazetecilik her sabah halktan adeta onar para di­ lenerek cep doldurmaya yarar bir vasıtadan ibaretti... Vicdani kanaat, prensip, ahlak, meslek bunlar manasız boş laflardı. Hakikat yalnız kara bir meteliktir. İş­ te 31 M a r t olayında kendini gösteren basın, 31 M a r t ' tan h e m e n sonra h ü k ü m ve nüfuz ayak takımının, asi neferlerin elindeydi. " İ k d a m " onları alkışlıyor, daha önce ise A b d ü l h a m i d ' i n düdüğü ötüyordu. Türk bası­ nı o n u n bendesi idi. 10 Temmuz'dan sonra cemiyet korkusu kalkınca menfaat başka tarafta aranır oldu... Sonra da, aynı gazetecilerin biraz yüz buldukları z a m a n yüksek idare prensibinden, felsefi devlet kural­ larından, ahlak ve karakterden d e m vurduklarını gö­ rürsünüz. . Onlardan k a h r a m a n b e k l e m e k hak değildir. Fakat insan olmalarını istemek bir haktır." 

HAREKETİN NEDENLERİ 

31 Mart Olayı Osmanlı Devletimde daima kendi­ ni hissettiren ve iktidar fırsatı arayan İslamcılık akı­ mını soysuzlaştıran gericilik hareketidir. Bu hareket­ te h e m birtakım tahrikler, tahrikleri yapan kişiler, top­ luluklar vardır. H e m de o günkü şartlar hareketin mey­ dana gelişinde başlıca rolü oynamıştır. Bu b a k ı m d a n isyanı tek nedenli ve tertipli olarak değil, çok yanlı olarak g ö r m e k gereklidir. 1- Harekette tahriki yapan ve İslamcılık akımına cihad ilanıyla sokaklara döküp silahlı çatışmaya götü­ ren İttihad-ı Muhammedicilerdir, Volkancılardır. Fa­ kat Volkancılann arkasında dış ülkelerin gizli teşek­ küllerinin parmağı olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bu şüphe duruşmalar sırasında kuvvetlenmiş, fakat it­ tihatçılar, M a h m u t Şevket Paşa, Düveli M u a z z a m a ile arayı b o z m a m a k için soruşturmaya izin vermemiştir. 2- Yine Volkancılann arkasında ve yanında Cemi­ yeti İlmiye dışındaki medrese hocalarının bulunuşu dikkat çekicidir. A n c a k Cemiyeti İlmiye de 31 Mart isyanının karşısına çıkmakla ve Meşrutiyeti savun­ makla beraber islamcılık akımının başarı kazanması­ nı ön planda daima tutmuştur. Cemiyeti İlmiyemin bu davranışı isyancılarla beraber olmadıklarını, fakat o günkü iktidardan y a n a da bulunmadıklarını göster­ mektedir. 3-31 M a r t isyanının nedeni maksatlı olmayan yo­ rumlarda genellikle özgürlüğün getirdiği anarşik or­ t a m a bağlanır. Şüphesiz bu, nedenlerin önemlisi ve belki en önemlisidir. Fakat o zamanki deyimle " H ü r ­ riyet" in umulanı vermemesidir ki, halkı ve askeri tah­ rike müsait hale getirebilmiştir. Gerçekten yıllardır ezilmiş, sömürülmüş olan halk sınırlı siyasi özgürlükte önce bir kurtuluş ümidini gör­ müştür. Jön Türklerin, İttihatçıların yoğun propagan­ daları ile o hürriyet onun gözünde adeta iyilik getire­ cek, refah getirecek bir şey, bir kişi haline gelmişti. Hü­ seyin Cahit Yalçm'm dediği gibi: Hürriyet Batı'dan ge­ len bir hemşire bile sanılmıştı. Fakat kısa süre sonra refah, mutluluk gibi beklenen değişiklik olmadığı için " H ü r r i y e t " için duyulan bilinçsiz sempati ve sevgi, antipatiye hatta düşmanlığa dönüşmüştür. O n u n yerine şeriat, padişahın mutlakiyeti daha ehveni şer görülmüş ve zavallı " H ü r r i y e t " kâfirlik sembolü haline getiril­ miştir. Hele özgürlük ortamında o z a m a n a kadar varı­ lan ve bellenen kavramlara karşı girişilen hücumlar, Osmanlı insanını boşluğa itmiştir. 4- Bazı yorumculara göre 31 M a r t ' m nedeni sa­ dece askeridir. Askerler, eğitimdeki yenileşmeye kar­ şı ayaklanmışlar, ordu tarafından da ezilmişlerdir. Şüp­ hesiz isyanı asker yürütmüştür. Ancak askeri ayaklan­ dıran ne eğitim, ne de Alaylı-Mektepli hikâyesidir. Gerçekte Halifeyi, Hazreti Padişahı'yi koruması için eline silah verilmiş halk topluluğu olan askerler yeni düzene karşı eskiyi getirmek için ayaklanmışlardır. Beyinleri asırlardır yıkanmış olan silahlı insanlar, öz­ gürlük d ü z e n i n d e n u m d u k l a r ı n ı b u l a m a d ı k l a r ı için çeştili akımlar tarafından kolayca tahrik edilmişler, geleneksel tutuculukları sömürülmüştür. 

PRENS SABAHATTİN NETİCEYİ BEKLİYORDU 5 

İsyandan önce ve isyan sırasında Prens Saba­ hattin B e y ' i n d u r u m u hayli ilginçtir. Görünüşe göre Prens olayla ilişkilidir. Ancak geride durmayı tercih et­ mekte, birtakım hesaplara girişmektedir. Sabahattin B e y hakkında vardığımız bu yargı şim­ diye kadar y a y ı m l a n m a m ı ş ilgi çekici bir belgeye da­ yanmaktadır. Bu belge Sultan H a m i d ' e tahttan indirilişini bildiren Parlamento heyetine ordu adına mih­ mandarlık etmiş Albay Galip B e y ' i n ( m e r h u m Gene­ ral Galip Pasiner) anısıdır. Yeğeni ressam Salih Erim e z ' i n bize verdiği anılarında Galip Bey, Sultan Re­ şat'ın, Sabahattin Bey hakkında söylediklerini açıkla­ maktadır. Abdülhamid'den sonra tahta geçen Sultan Reşat, bunları 1327 yılında Galip B e y ' e Üsküp'te anlatmıştır. Galip Bey anısının başında padişahın önce kendi­ sine günün olaylarıyla ilgili sorular sorduğunu yazdık­ tan sonra sözü 31 M a r t İsyanı'na getirip, Prens Saba­ h a t t i n ' i n bu olaylar içine ne dereceye kadar girmiş ol­ duğunu Galip Bey'den öğrenmek ister. Prens padişa­ hın yeğenidir. Bu b a k ı m d a n Galip Bey idareli bir ce­ vap vermeği düşünür. Galip B e y ' e göre, Prens, h e m Ahrar Fırkası'nın, bir anlamda kurucusu, h e m M u ­ hammedi Cemiyeti'nin destekçisidir. H e m de İttihat ve Terakki ile anlaşmış görünmektedir. Padişahın soru­ sunu şöyle karşılar: (Sadeleştirilmiştir.) - " P r e n s Sabahattin Beyefendi orta noktada duru­ yordu. Bütün fırkalara hoş görünüyordu. Neticeyi bek­ liyordu. Netice belli olunca o da bir d u r u m alacaktı." Padişah ise, bu cevap üzerine şu konuşmayı yapar: 

SULTAN REŞAT NE DİYOR

 " Sabahattin gayet allak ve karıştırıcıdır. Bakın, benim başıma gelen bir vakayı size anlatayım. G e ç e n sene hal olayından 15 gün evvel Prens Sabahattin be­ nim yanıma geldi. Ara sıra gelirdi ve bana günlük olay­ lardan söz açardı. Bu defa önemli bir meselenin mü­ zakeresi için ve b e n i m d ü ş ü n c e m e müracaat etmek üzere geldiğini söyledi. Yalnız kalmaklığımız için bey­ lere tenbih ettim. Sabahattin dedi ki: (İttihat ve Terakki Cemiyeti gayet mahirâne ve es­ rarengiz birtakım oyunlar oynuyor. Belki bir ihtilâl çı­ karacak ve birçok kan dökecekler. Ve bu ihtilâl sonu­ cunda A b d ü l h a m i d ' i hal ederek, sizin hakkınızda ya­ pacakları muameleyi henüz bilemezsem de, behemahal Yusuf İzzettin Efendi'yi tahta geçirecekler. Bunun için arkadaşlarımla inceden inceye müzakere ettim, nihayet sizi tahta çıkarmak için çareler düşündük. H e ­ nüz daha uygun vakit vardır. İhtilâl 10-15 günden ev­ vel olmaz. İhtilâlin önlenmesine çare b u l m a k m ü m k ü n değilse de sizin hayatınızı ve h u k u k u n uzu muhafaza etmek çaresini bulduk. Bu kabil olacaktır. Fakat biraz paraya ihtiyaç vardır. Lüzumlu olan parayı çabuk tedarik edebilirsek, işimizi becerebileceğiz. B u n u n için müracaat ve müzakereye geldim.) B e n Sabahattin'in ahlâkını, d u r u m u n u bildiğim­ den maksadını tamamıyla açıklatmak için kendisine mülayim ve muvafık g ö r ü n m e yolunu tuttum. Ve (Pe­ ki, gerçi böyle bir halin v u k u u n a i n a n a m a z s a m da, farz edelim dediğiniz doğru çıkacak ve benim hakkım­ daki tasavvur ve tertiplerinizi icra için para sarfı gere­ kecek, şu halde ne kadar paraya ihtiyaç olacaktır ve be­ nim p a r a m olmadığını pekala bilirsiniz.) dedim.  B İ N L İ R A Sabahattin Bey: (Sizi t e m i n ederim ki, yakında kanlı olaylara ve ihtilâllere İstanbul şahit olacaktır. Ve İttihat ve Terakki C e m i y e t i m i n maksadı b e n i m dedi­ ğim gibidir. B u n a karşılık hayat ve h u k u k u n u z u koru­ mayı k e n d i m için vazgeçilmez görev bilirim. Size kar­ şı beslediğim sevginin derecesini bilirsiniz. Bu yolda en büyük fedekârlıklâra girişeceğim. Ancak paraya ih­ tiyaç vardır, bu gibi önemli meselelerde parasız hiçbir iş görülemez. Bittabi lazım olacak paranın miktarı da pek az olamaz. Şimdilik 100 bin lira ile işe girişebili­ riz. Ve ümit ederim ki daha çok ziyade paraya lüzum kalmaz) dedi. D e d i m : ( O ğ l u m ne diyorsun? B e n yüz bin lirayı nereden bulurum. Bilirsiniz ki b e n i m beş p a r a m yok­ tur. Yalnız toplanmış maaşlarımdan 30 bin lira kadar H a z i n e ' d e n alacağım vardır. B a ş k a bir servetim de yoktur. Fakat b e n ilahi kadere razıyım. Böyle b ü y ü k külfetlere pek de lüzum g ö r m e z s e m de sizin farz etti­ ğiniz tehlikeyi doğru olarak kabul edersek, o tehlike­ den kurtulmak da Allah' m emri icabından bulunduğu­ na göre, haydi m ü m k ü n tedbirlere müracat ve teşeb­ büs edelim. Fakat m ü m k ü n olmayan bir şey nasıl ya­ pılır. Eğer b e n i m alacağım olan 30 bin liranın öden­ mesi kabil ise alalım ve bu uğurda sarfedelim.) Sabahattin bütün kuvveyi iknaiyesini sarfederek bin dereden su getirdi. Benden bir dereceye kadar bu işe yatkınlık gördü, ümitli olduğu için benimle bayağı pazarlığa girişti ve nihayet 50 bin liraya indi. MAKSADINI ANLAMIŞTIM Ben Sabahattin'in maksadını anlamıştım. Beni iğ­ fal edecek, para çarpacaktı. Fakat bilmemizlik daha doğruydu, ben de 50 b i n lirayı vermeye razı oldum. Ve (kabili tahsil ise alacağım olan 30 bin lira var demektir. D a h a 20 bin lirayı nereden bulacağım) dedim. Sabahattin: (Efendim 30 bin lira matlubunuzun şimdilik tahsili güçse de sizin için, bahusus iki hafta sonra padişah olacağınıza göre 50 bin liranın tedariki o kadar müşkül değildir. Siz müsaade ediniz, yarın 50 bin lira borç alabiliriz) dedi. D e d i m : (Kimseyi tanımam, kimden borç alaca­ ğım ve ne vasıta ile?) Dedi ki: (Efendim b e n i m bildiğim bankerlerden bir İngiliz banker vardır. O n d a n istediğimiz kadar pa­ ra alırız. Kendisiyle m u a m e l e m vardır. Yalnız borç si­ zin namınıza olacağı için kendisini bizzat takdim etmekliğim ve şartları burada birlikte kararlaştırmamız lazımdır). Dedim : (Şu halde o bankeri getir, görüşelim, m ü m k ü n olanı yaparız). Sabahattin yarın sabah ban­ keri getiririm dedi gitti! Evet Sabahattin b a n a bir oyun oynamak istiyor. Dur bakalım işi yarın sonuna erdiri­riz dedim.

BANKER İNGİLİZ DEĞİLDİ 

Ertesi günü öğleden evvel Sabahattin B e y ' i n bir ecnebi ile geldiğini haber verdiler. Bittabi kabul ettim. Ecnebiyi tetkik ettim bu adam da hiç de 
İngiliz tavır ve kıyafeti yoktu. Bir İngilizden ziyade bizim yerli R u m ahalimize benziyordu. Benim mak sadım işin sonuna ermek idi. 
Binaenaleyh borçlanma şartlarına hiç önem vermeksizin müzakerenin nihayetini bekliyordum. Nihayet yapma İngiliz bankeri ile pek uygun birtakım 
şartlar ile borç aktini kararlaştırdık. İmza edeceğim bir mukavele ve bir senetle Sabahattin Bey 50 bin lirayı alacak ve beni ve hukukumu koruyacak, 15 güne kadar patlaması m u h a k k a k olan ihtilalin üzerine b e n i m tahta g e ç m e m i sağlayacaktı. B e n Sabahattin B e y ' i n entrikalarını anlamamızlıktan gelerek vicdanen müte­ essir ve mustarip bir halde sabır ve sükuneti muhafa­ zaya çalışıyordum. Nihayet iş bitti. Sabahattin Bey ile düzme Frenk yahut İngiliz çıktılar. Fakat Sabahattin'i tekrar çağırdım. Misafirimiz gittikten sonra Sabahat­ tin B e y ' e : Ey oğlum, istikraz işi bitti değil mi? Şimdi beni dinle.. Bu parayı aldım sarfettim. Sonra nasıl ödeyeceğiz. Sana demiş idim ki b e n i m p a r a m yoktur. Ve ben de bir insanım, bahusus oldukça ihtiyarım. İhtimal ki yarın bir emrihak vaki olur, sonra bu parayı nasıl ve kim tasfiye edecek? Sağ da kalsam tahsisatım yetme­ yecektir.Dedi ki: (Milletin hazinesi tasfiye eder). D e d i m : (Millet b u n u tanımaz. Bu şahsi bir borç­ tur. Binaenaleyh devlet Hazinesi ' nden sarf ve tasfiyesine müsaade edilmez). Sabahattin Bey mütebessimâ ne bir tavır ile: (Ya ben ne için bir ecnebi ve bahusus bir İngiliz bankeri intihab ettim, bunlar devletin boğazına basınca para­ ları çatır çatır alırlar. Hiç bırakırlar m ı ? Siz bu ciheti düşünmeyiniz. M e r a k etmeyiniz orası kolaydır). İşte artık b u n u n üzerine sabrım sükutum tükendi: (Ya dedim, d e m e k ki sen şimdiden beni devlet ve mil­ let aleyhine hıyanete sevk ediyorsun öyle m i ? Teessüf ederim. B e n i m sükutum, senin bu meselede oynamak istediğin oyunu a n l a m a k içindi. Yoksa b e n  C e n a b ı  H a k k ı n takdirine kani ve razı o l d u ğ u m u sana söyle­ miştim. A l l a h ' ı n emri ne ise o olur. Böyle hain teşeb­ büs ile ikbalperest değilim, eğer b e n i m tahta g e ç m e m m u k a d d e r ise, senin teklif ettiğin gibi gayrimeşru va­ sıtalara müracaata hiç lüzum yoktu. B u n a katiyen mu­ halifim. Senin muhafaza ve müzaheretine asla ihtiya­ cım yoktur. Ben şan ve saltanat peşinde değilim. H i ç ­ bir vakit de böyle şeylere müracaata tenezzül etmem . Ve İttihat ve Terakki Cemiyeti 'nin benim hakkımda beyan etmek istediği kötü niyet tasavvurlara katiyen ih­ timal v e r e m e m . Ve hatta bir ihtilal çıkaracağına da i n a n m a m . H e r ne olursa olsun, b e n şu tekliflerini ta­ m a m ı y l a reddediyorum. Bir daha bana bu yolda m ü ­ racaat ve teklifte bulunmamalısın. Sonra fena halde gü­ cenirim) diyerek kendisini savdım. İşte Sabahattin B e y ' i n hali... Filhakika birkaç gün sonra 31 Mart vakası patladı. İhbar olunan ihtilal baş gösterdi. Bu vaka bir iki gün için beni düşündürdü. Fa­ kat meselenin rengi anlaşıldı. D a h a ilk günü ihtilalin İttihat ve Terakki tarafından değil, bilakis Sabahat­ t i n ' i n tarafları tarafından tertiplenip yapıldığına mut­ tali olmuştum. D e m e k oluyordu ki, Sabahattin Bey, benden çarpacağı 50 bin lirayı ihtimal ki, kısmen bu ihtilal için sarfedecekti. Veyahut aksi neticeler çıktığı takdirde kendisinin istikbalini temin eyleyecek idi. Filhakika bu olaydan, yani Sabahattin'in müraca­ at ve tekliflerinden 15 gün sonra tahta çıktım, fakut bu çıkış dediğim gibi n ormaldurumda oldu. Mukadderatı ilahiye!..

" Sultan R e ş a t ' ı n yukardaki sözlerine bir-iki ilave yapalım: Ahrar F ı r k a s ı ' n m organı Osmanlı gazetesi ile Sa­ bahattin Bey ' in yayımladığı, açık mektuplarda Pren­ sin 31 Mart hareketini hiç de takbih etmediği görülür. Sabahattin B e y ' i n mektupları, hatta ulema ile as­ kerlere başarı dileği ile yüklüdür. U l e m a n ı n " b u g ü n her z a m a n d a n ç o k " gayret göstermesi gerektiğine işa­ ret eder, meşrutiyeti uzun yıllar gurbette savunanlar adına kendilerine şükran sunar ve bu arada kendi si­ yasi görüşlerini telkin etmeye çalışır. Mektuplar ve Osmanlı gazeteleri incelendiği za­ m a n görülmektedir ki: Prens Sabahattin, isyanın kar­ şısında değildi, bu yolla ancak İttihat ve Terakki'den kurtulunabilineceğini ummaktadır. Ayrıca prensin o günlerde Heybeli civarında deniz subaylarıyla temes etmesi ve A b d ü l h a m i d ' i devirmek için onları kandır­ maya çalışması Sultan R e ş a d ' m söyledikleriyle birleş­ tirilince d u r u m büsbütün sırıtmaktadır. Prensin olaylar karşısındaki bu davranışı Hareket Ordusu İstanbul'a girdikten sonra onun tevkifiyle so­ nuçlandı. Şu var ki, Mahmut Şevket Paşa ' nın emriyle salıverildi, hakkındaki soruşturma da kaldırıldı. M a h m u t Şevket Paşa, aynı müsamahayı Vahdet­ tin için de gösterecektir. Duruşmalar sırasında Vahdett i n ' i n İttihadı M u h a m m e d i y e C e m i y e t i ' n e girmesi bu cemiyete yardım iddiaları üzerine h e m e n hiç gidilme­ miş, isyanı bastıran ordu, sarayı ve hanedanı suçlamak­ tan açık açık kaçınmıştır. 6- Şu da var ki, 1908 devriminden sonra ordunun aydın tabakası olan subaylar da çoğunlukla üst yapıdıki siyasi çalkantılara kendilerini kaptırırlarken alt­ yapıdaki topluluktan ayrı düşmüşlerdir. Sadece 3'ün­ cü Ordu ile 2'nci Ordu üst-alt bağlantısını devam et­ tirebilmişlerdir. Hareket O r d u s u ' n u n başarısı bu bağın k o p m a m ı ş oluşundadır.

 İTTİHAT VE TERAKKİ'NİN TUTUMU 7

Buraya kadar 31 Mart ' m akla gelen nedenleri üzerinde durmaya çalıştık. Ancak, bu nedenler ya sis­ temin kendi içindeki çelişmesi, ya İttihat Terakki karşısmdaki tutucular, ya askeri ve halkı şeriat için tahrik edenlerle ilgili idi. Oysa isyanın m e y d a n a gelişinde do­ laylı olarak İttihat ve Terakki 'nin tutumunun etkisi yok değildir. Önce şunu h e m e n söylemek gerekir ki, ıslahatçı­ lar, reformcular, iyi niyetlerine rağmen, gerçekte ne ya­ pacaklarını bilmiyorlardı. Temeldeki e k o n o m i k konu­ lara h e m e n h e m e n yabancı idiler ve sanıyorlardı ki, is­ tibdat törpülenir ve frenlenirse her şey halledilmiş ola­ caktır. Onlara göre halkın istediği, sadece baskının or­ tadan kalkmasıdır. D a h a önce işaret ettiğimiz gibi ön­ celeri halk da b u n u n böyle olduğunu sanmıştır, fakat, kısa süre sonra özgürlüğün yukarı k a d e m e d e atışma­ lardan başka bir şey getirmediği de anlaşılmıştır. Ayrıca, reformcuların bölük börçük Batı 'dan esin­ lendikleri akımlar, onlarda aydın oldukları değişmez fikrini yerleştirmiş, bu değişmez fikir ise halkla bağ­ larını koparmıştı. Şüphesiz halk için, halkın iyiliği için düşünüyor, çalışıyor, kendi aralarında tartışıyorlardı. Hatta halk için Meşrutiyet'i de ilan ettirmişlerdi. Fa­ kat halkın yukarısında bir ayrı sınıf idiler. İşte kendi­ sine fazla bir şey getirmeyen aydından zaten k o p m u ş olan halkı gerici, tutucu z ü m r e kolayca kendi tarafına çekebilmiştir. İttihat Terakki ise kopukluğu giderecek hiçbir tedbir düşünmeden, 31 M a r t ' t a n kısa süre son­ ra dış olayların da baskısıyla kolay yolu, diktatörlüğü seçmiş A b d ü l h a m i d ' l e aynı paralele girivermiştir. Nitekim ittihatçıların bu t u t u m u n a daha o z a m a n teşhisi koyan Atatürk, Milli Kurtuluş Savaşı'nda, bü­ tün çabasını halkla beraber olmaya, halkla birlikte sa­ vaşmaya harcayacaktır. 

31 M A R T BAŞARI KAZANABİLİR MİYDİ? 

Bu mesele o dönemin h e m e n sonrasında politika­ cıları özellikle İttihat ve Terakki liderlerini hayli meş­ gul etmiştir. İsyanın oluşunun, daha doğrusu ayaklan ı ş m oldukça iyi tertiplendiği şüphesizdir. Ne var ki, isyan sonrasının h e s a p l a n çarşıya uymamıştır. İsyanc ı l a n n tahminlerine göre, İstanbul'da d u r u m a hâkim olununca padişah-halife dizginleri ele alacak, parla­ m e n t o içindeki kadro, isteneni verdi mi mesele bite­ cekti. Strateji klasik Yeniçeri stratejisidir. Sadece değişiklik ayaklanış b a ş a n s m d a n sonrası­ nın halifeye bırakılmasıdır. O her şeyi şeriat üzre, yo­ luna koyacaktır. 

DÜN VE BUGÜN 

59 yıl önceki ayaklanma günleriyle bugün arasında elbetteki tam bir bağlantı kurulamaz. Ne mektepli-alaylı meselesi, ne askerin subayına karşı hareket ihtimali, ne padişah, ne saray yoktur bugün. Ancak, Türkiye'nin bünyesinden gelen birtakım nedenlerle çelişmelerin, de­ ğişik görünüşlü olmakla beraber, iki dönem arasında paralellik yarattığını inkar etmeye de imkân yoktur.1924-1961 anayasalarında getirilen laik anlayışı kökleştirme çabalarımıza rağmen, kıyafet, yazı, tak­ vim, şapka değişikliklerine rağmen karşı kıpırdanışları cezalandırmak için kanunlar çıkarmamıza rağmen, asırlar öncesinden gelen bu nedenlerin üstü, sadece bir süre örtülü kalabilmiş, Milli Kurtuluş Savaşı kuşakla­ rının baskısı kalkınca hepsi kendini göstermeye baş­ lamıştır. Son birkaç yılda ise tarikatlar, şeriatçı örgüt­ ler adeta geometrik dizi ile çoğalıvermişlerdir. İttihad-ı M u h a m m e d i Cemiyeti ' n d e n çok daha et­ kili olan bu örgütler şimdiki halde bir iki siyasi parti­ nin güya baskı grubu gibi çalışıyorlar. Ne var ki bu ge­ çici bir dönemdir onlar için. Nitekim gazetelerinde, dergilerinde bu dönemin geçeceğini, kurtuluş gününün geleceğini mütemadiyen tekrarlıyorlar. 

ÜMİTLENMEK İÇİN 

Gerçekte ümitlenmek için sebep de vardır. Zira 1908'in Saidi Kürdisi, peşine pek az insan takabilmişti. Bugün ise milyonlarca mürit Nurculuğu, Süleymancılığı birer tarikat haline getirmişlerdir. Bir zamanlar gâvur ve kâfir diye damgalanan ıs­ lahatçıların yerine b u g ü n "Allah'sız solcuların" orta­ dan kaldırılması gerekmektedir. Ayrıca, 1908'lerde sa­ ray ile bir küçük azınlık, gerici örgütleri ve gerici ba­ sını beslerdi. B u g ü n saraydan dağıtılan ulufenin yeri­ ni özel kasalar almıştır, küçük azınlık artık milyonlarla oynayan dev kuruluşlardır. Üstelik dışardaki petrol kasalarının b ü t ü n dünyaya cömertçe dağıtıldığı bir dönemde yaşadığımız bilinmektedir. Bugünlerin bir özelliğine daha işaret edelim: Meşrutiyetin İslamcı akımlarım kuvvetli bir ilmiye kadro­ su daima etkilemiştir. Bu ilmiye kadrosu gerçi teokra­ tik düzen taraftarıydı. Fakat aynı z a m a n d a meşveretçi idi. O k a d r o sokak hareketlerini genellikle frenleme­ ye çalışmıştı. Oysa şimdi İslamcılık akımı onun b u n u n elinde kalmış ve Derviş Vahdeti tipindekiler akımın yönetiminde adeta başrolü almışlardır. Bu yüzden akım yurtdışındaki İslamcı kurtuluş­ lardan etkilenmekte, yayın organlarında, özellikle bu etki kendini göstermektedir. 

B u r a d a Devriş Vahdeti ile bugünküler arasındaki benzerliği gösteren basit fakat ilginç bir teşebbüse de işaret edelim: Volkan gazetesinin verdiği İttihadı M u h a m m e d i C e m i y e t i m e ait haberlerden biri "İttihadı M u h a m m e ­ di Cemiyeti Denizcilik Şirketinin" kurulacağıdır. Haberlere göre M ü s l ü m a n l a r ı n katılmasıyla kurulacak şirket vapur işletecek, bu vapurlardan herbirinin için­ de camii şerif b u l u n a c a k ve asla içki kullanılmayacak­ tır. (Volkan 4 M a r t 1325) Şirket teşebbüsü haberi ilk bakışta o zamanki İs­ lamcıların 31 M a r t ' t a n önce işin ticaret tarafını da ayar­ lamaya başladıklarım gösterir. Fakat aslında ilginç olan o değildir. Bugünkü Vahdetî'ler de aynı metodu izliyor­ lar. Nitekim hergün ortaya işletme projeleri atılmakta, hatta din kardeşlerinden bu işletmeler içinde birleşmeleri istenmektedir. (Mesela geçenlerde yeni bir şirket için gönderilecek para miktarı bile tespit edilmişti). 

LAİK DEVLETE KARŞI 

Şimdiki İslamcılık akımının başka bir özelliği de, laik devlet içinde gelişmekte, hızlanmakta oluşudur. Osmanlı devleti laik değildi. Meşrutiyet İslamcıları bu b a k ı m d a n devletin temelini değiştirmek isteme­ mişlerdir. En fanatiğinin bile istediği sadece M e c l i s ' i n kalkması, Sultanın tek a d a m olarak yönetimi ele alma­ sı idi. Ve b u n u Osmanlı devletinin kalkınması için ge­ rekli görüyorlardı. Şimdi ise akım laik devlete karşı­ dır. Laikliği ortadan kaldırmak için yapılacak şey dev­ leti yıkıp K u r a n esaslarına göre yeniden kurmaktır. N i t e k i m şeriatı savunurlarken düşünceler de açık açık ortaya çıkmaktadır. 

NE OLUR? 

Denilebilir ki, Türkiye'deki şeriatçılık akımı tehlikeli olamaz. Ç ü n k ü birlik halinde değillerdir. Siyasi örgütlenmeye gitmek imkânları yoktur, fikir kuvvetleri yoktur. Sadece kendilerine tavizkâr davranan si­ yasi kadroları desteklemekte veya siyasi parti içinde kendilerine dayanaklar bulmaya çalışmaktadırlar. Yıl­ lar öncesi bile devrimci kuvvetler karşısında yenilgi ye uğramışlardı. Ayaklanmalar daima bu kuvvetler tarafından bastırılmış, ezilmişti. Üstelik b u g ü n radyo, s i n e m a vs. gibi kitle haberleşme araçları toplumu değiştirmiş, uygarlıkla temas artmış, geriye gitmek istemeyen genç kuşaklar yetişmiştir. Gerici akımların kuru gürültüden ibaret olduğunu ispat için öne sürülen bu verilerin çoğu, iyi niyete dayansa da dayanmasa da şüphesiz doğrudur. T ü r k i y e ' n i n 1968 yılında laik Cumhuriyet'ten, dini devlete döneceğini sanmak ha­ talı bir değerlendirme kabul edilir. Şu var ki "dini devlet" bir sonuçtur. Mesele ise sonucun alınıp alınmayacağında değil, sonuç alınacağına inanan fanatiklerin aksiyona geçip geçmeyeceklerindedir. 

B u g ü n devlette kilit noktalarını tutmak için aksiyondadırlar. Az da olsalar parlamentoya girmişlerdir. Devlet kademelerin­ de önemli koltuklar kapmışladır. A m a k a p l u m b a ğ a misali gidiş bu akımı yürütenlerin çoğunu tatmin et­ memektedir. Sonuca daha çabuk ulaşmaktan söz etme­ ye başlamışlardır ve görünüş odur ki ulaşabilecekleri­ ne de inanmaktadırlar. Baskıları arttıkça bu baskı karşısında direnme zayıf kaldıkça, daha doğrusu ortamın uygunluğu kanısı yerleştikçe sonuç alabilmek için teşebbüse g e ç m e k isteyeceklerdir. Nitekim son zamanlarda Derviş Vahdeti'ninkiler gibi k ı y a m yazıları, artmıştır. Hatta cihad emirleri verilmeye başlanmıştır. Sonuç için kıyama kalkışırlarsa ne olur? Şüphesiz devrimci kuvvetler tarafından ezileceklerdir. H e m de bir daha başlarını kaldıramayacak şekilde ezileceklerdir. Ancak böyle bir teşebbüsten ve kafaların ezilmesinden sonra siyasi özgürlük düzenine de herhalde paydos edilecektir. Gericilik akımlarının gelişmesindeki tehlike buradadır. Bu yazı dizisini hazırlamak için faydalamlan eserler: 

1 - Yunus N a d i Abalıoğlu: İhtilal ve İnkılabi O s m a n i 
2- Celal Bayar: B e n de Yazdım (1 ve 2 ' n c i ciltler) 
3- Mustafa Bay dar: 31 M a r t Vakası 
4- Faik Reşit U n a t : Ali Cevat B e y ' i n Fezlekesi 
5- Dr. T a n k Zafer Tunaya: İslamcılık Cereyanı 
6- Niyazi Berkes: 200 Yıldır N e d e n Bocalıyoruz 
7- İbnülemin M. Kemal: Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar 
8- Server İskit: Türkiye'de Matbuat Rejimleri 
9- Prof. R. Galip Okandan: A m m e H u k u k u m u z u n Ana Hatları 
10- Mustafa Turan: 31 Mart Faciası 
11- İsmail H. Danişment: 31 M a r t Vakası 
12- Hüseyin Cahit Yalçın: 50 Yıllık Matbuat Ha­ tıraları 
13- Resneli Niyazi B e y ' i n Hatıraları 
14- İsmet İnönü: Hatıralar 2. Bölüm (Ulus Gazetesi) 
15- Prof. Bedi N. Şehsuvaroğlu: Sultan Abdülhamid 
16- Dr. Rıza Nur: Hayat ve Hatıralarım, cilt: 2 
17- Tahsin Ünal: Türk Siyasi Tarihi 
18- Gazete ve Mecmualar: 

Mecmualar: 

Volkan, 
İkdam, Serbes­ ti, 
Mizan, Tanin, 
Resimli Kitap, 
Serveti Fünun, 
Kalem,

http://genclikcephesi.blogspot.com

***

31 MART İSYANI, BÖLÜM 3

31 MART İSYANI,  BÖLÜM 3





HÜKÜMETİN TUTUMU 

Asilerin büsbütün azıttığı 15 Nisan Perşembe gü­ nünün olaylarına geçmeden önce kabinenin tutumu hakkında kısaca bilgi vermek faydalı olacaktır. Ayaklamşı o gece haber alan Merkez Kumanda­ nı, derhal durumu Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa'ya bil­ dirir. Paşa, çabuk davranıp Harbiye Nezareti mdeki bir­ likle harekete geçse, ya da Hassa Ordusu mu harekete geçirse mesele belki de hemen halledilecek, isyancı­ lar meydanları doldurmadan katılmalar önlenecek, böylece 31 Mart, kısa zamanda bastırılabilecek. Oysa Ali Rıza Paşa, önce askerlerin ne istediğini öğrenme­ ye çalışmış, ayrıca, Hassa Ordusu Kumandanı Mah­ mut Muhtar Paşa'ya haber yollayarak görevi başına gelmesini istemiştir... Gerçi vaktin geçmesine rağmen Hassa Ordusu yi­ ne de o sabah isyanı bastırabilirdi. Çünkü elinde kuv­ vetli süvari birlikleri vardı. Asker iyi eğitim görmüş­ tü. Ancak, ordunun harekete geçmesine Sadrazam Hü­ seyin Hilmi Paşa mani olmuş, kurtuluşu isyanın has­ talısında değil, isitfada görmüştür. Nitekim, Hassa Ordusu Kumandanı Mahmut Muhtar Paşa'nın sonradan Atina gazetelerine verdiği demeç durumun böyle olduğunu göstermektedir. Mahmut Muhtar Paşa demiştir ki: "İsyan başladığı sırada bastırmak çocuk oyunca­ ğı kabilindendi. Ancak hükümet şiddetli harekete ke­ sinlikle karşı koydu. İsyan gittikçe genişledi. İhtilal­ cilere bu kadar cesaret veren şey padişah tarafından yı­ kıcı hareketlerinin hoş görüleceği teminatıdır." Hükümet neden ağır davranmıştır? Bu konuda gö­ rüşler çeşitli. Bir kısım tarih yorumcularına göre, uzun süre devam eden gerici yayınlar hükümetin üzerinde etki yapmış ve hatta patlak veren ihtilalin bastırılamayacağı kanısı daha baştan yerleşmiştir. Bu arada hü­ kümetin tehlikelere göğüs gerecek kadar canlı olma­ dığını, İttihat Terakkimin baskısından da zaten bıkıldığını söyleyenler vardır. Başka bir yorum ise sadra­ zamın Abdülhamid'in yetiştirmesi olduğu ve tutumu­ nu bu yüzden ağırlaştırdığı şeklindedir. Bunların içinde akla en yakın geleni herhalde hü­ kümetin gerici yayınların etkisi altında kaldığı, ayrıca başta Dahiliye Müsteşarı Âdil Bey olmak üzere kilit noktalarını işgal eden bazı memurların istihbarat ve uy­ gulama bakımından hükümeti yanlış yola sevkettiğidir. Ne var ki bütün bu yorumların arasında hiçbiri (bazı hatıralardaki dolayı belirlemeler hariç) dış etki­ lere dokunulmamakta ve dışla iç arasında bir köprü ku­ rulmamaktadır. Olsa olsa bu eksiklik o günlerde me­ selelerin sadece yüzeydeki görünüşlerine bakmak, de­ rinliğine inmemek alışkanlığından gelmektedir. Oysa bugünkü incelemeler gösteriyor ki içerdeki çekişme kadar Osmanlı İmparatorluğu üzerinde İngiliz-Alman rekabetiyle, Avusturya gibi, Fransa gibi ülkelerin çe­ şitli yönlerde giriştikleri gizli açık baskılar önemlidir. Hatta belki de iç çekişmeler, bu baskı ve etkiler yü­ zünden sertleşmekte, genişlemekteydi. * Olayın patlak verdiği salı günü daha önce de yaz­ dığımız gibi Adliye Nazırı Nâzım Paşa, Lazkiye milletvekili Aslan Bey, katledildiler. Ayrıca, süvari müf­ rezesinin başında Divanyolu'na doğru ilerleyen Yüz­ başı Romülüs İpatari, bir avcı neferi tarafından öldü­ rüldü. Köprü üzerinde İlyas isminde bir mektepli subay vuruldu, cesedi 24 saat.ortada kaldı. Arabacılar ya korkudan, ya da taassuptan zavallı subayın cesedini ta­ şımayı bile reddettiler. Şerif Sadık Paşa ve katibi Esat Bey, süvari teğmeni Selâhaddin Mümtaz ve üsteğmen Yusuf Nurettin yine öldürülenler arasındadırlar. Yine, olay günü Tanin, Şûrayı Ümmet gazeteleri­ nin idarehaneleri yağma edilir, İttihat ve Terakki mer­ kezi basılır. Artık İstanbul'a yağmacılar ve isyancılar hâkimdirler. Akşama doğru Hassa Ordusu'nun asker­ leri de onlara katılır. 

YENİ HÜKÜMET KURULUYOR 

Hüseyin Hilmi Paşa'nm istifasıyla boşalan sadra­ zamlığa Abdülhamid, Tevfik Paşa'yı tayin etmiş, Har­ biye Nezaretine de Gazi Ethem Paşa getirilmiştir. Ne var ki, bu değişikliğik ve affı şahane isyancıları yola getirmiş değil,aksine biraz daha azdırmıştır. Neticede bir gün sonra Asarı Tevfik harp gemisinin kumanda­ nı Binbaşı Ali Kabulî Bey, Yıldız Sarayı'nm önünde delik deşik edilerek öldürülecek, saraya sığman subay­ lar ise kendilerini güçlükle kurtaracaklardır.

ALİ KABULÎ BEY'İN ÖLDÜRÜLMESİ 

Asân Tevfik kumandanının katli 31 Mart olayın­ da özel bir önem taşır. Zira ne kadar tevil edilirse edil­ sin Ali Kabulî Bey'in öldürülmesinde Abdülhamid'in tutumu büyük rol oynamıştır. Binbaşı Ali Kabulî Bey, isyanın başlangıcında kendi askerlerinin asilerle birleşmesini önlemişti. Hat­ ta konuşmasında demişti ki: "Padişah, ancak, millet olursa vardır. Milleti mah­ vetmek isteyenleri bu toplarla kahretmek boynumuzun borcu olmalıdır." İşte bu söz Kabulî Bey'i linç edilmeye kadar gö­ türdü. Tahrikçiler asker üzerinde işlediler ve binbaşının sözü döndü dolaştı, sarayın topa tutalacağı şekline gir­ di. Sonunda asilere katılan deniz erleri, Ali Kabulî Bey'i yakalayıp kafesli bir erzak arabasının içine sok­ tular. Başlarına geçecek bir de imam buldular, bando­ yu da alarak sarayın önüne götürdüler. ** Hikâyenin bu kısmını, Mabeyin Başkâtibi Ali Cevat Bey, anılarında özetle şöyle anlatıyor: "Sarayın önünde bağnşmalar oluyordu. Padişah gürültünün sebebini Başyaver Şakir Paşa ile Veli Paşa'dan sordu. Şakir Paşa da pencerenin önüne iki as­ ker çağıdı. Askerler, İstanbul'u topa tutacağı için Bin­ başı Kabulî Bey'i getirdiklerini söylediler. Binbaşınınkötü adam olduğundan söz ettiler. Padişah dinledi ve (O adamı bana teslim edin, ben tahkik ederim) dedik­ ten sonra oradaki paşalara Ali Kabulî Bey'in mahfuzen karakola götürülmesini emretti, çekildi. Ben pa­ dişaha istirahat etmesini tavsiye ettiğim zaman ise şu cevabı aldım: "Maşallah bizi topa tutacak diyorlar, sormayalım mı?" Görülüyor ki vehimlipadişah da Kabulî Bey'in sa­ rayı topa tutacağına inanmış ve her olayı ince ince he­ sapladığı halde binbaşının iki yaverle karakola götü­ rülemeyeceğini tahmin edememiş, ya da tahmin etmek istememiştir. Nitekim Ali Kabulî Bey, daha birkaç adım atma­ dan asilerin hücumuna uğrar. Yaverler kaçışırlar, za­ vallı binbaşı orada delik deşik edilerek öldürülür. Şe­ riat kurbanı olarak cesedi de saray ağaçlarından biri­ ne asılır. 

İSYANIN GELİŞMESİ 

31 Mart hareketinin merkezi İstanbul'dur. Ama kısa zamanda kıtaların bulunduğu bütün bölgeleri sar­ mak istidadını göstermiştir. Özellikle Doğudaki gelişme önemlidir. Çünkü Er­ zurum ve Erzincan askeri birliklerin yoğun olduğu il­ ler idiler. Oradaki ayaklanma büyüdüğü takdirde bü­ tün Doğu asilerin kontrolüne girecek, zaten idareyi ele almak için bekleyen İttihad-ı Muhammedi Cemiyetiteşkilatına Osmanlı devletinin kaderi,teslim edilmiş olacaktı. 13 Nisan (31 mart) günü Erzincan'da bulunan bir­ likler sancaklarına Kuranıkerim'i bağlayıp silahlarıy­ la kışlalardan fırladılar, koşu alanında toplandılar. Bin­ lerce erin silahlı olarak şehir içinden geçişi bütün Er­ zincanlıları heyecana vermişti. Gerçi birkaç gündür fısıltı yoluyla mektepli subaylara karşı askerin ayak­ lanacağı yayılmış, silah zoruyla şeriatın isteneceği du­ yulmuştu. Ne var ki Erzincanlılar yine de binlerce as­ kerin subaylarına karşı isyan bayrağını çekeceğini tah­ min etmemişlerdi. İsyancıların kumandanı bir süvari başçavuşuydu. Fakat geriden Erzurum Tümen Kumandanı Yusuf Pa­ şa tarafından destekleniyordu. Erzincan'daki 4'üncü Ordu Kumandanı Müşir İb­ rahim Paşa, olayın patlak verişinden daha önce tertip­ leri duymuş, Yüzbaşı Kemalettin Sami Bey'i (ilerde pa­ şa), yobazların arasına sokabilmişti. Kemalettin Sami Bey, şeriatçı geçiniyor ve güya askeri destekliyordu. 4'üncü Ordu'nun isyancılara katılmaması, daha doğrusu isyanın kısa sürede bastırılmasında İbrahim Paşa ile Yüzbaşı Kemalettin Sami Bey'in rolleri bü­ yük olmuştur. 

MERKEZ TABURU ERZİNCAN İSYANINI BASTIRIYOR 

Ordu Kumandanı İbrahim Paşa, koşu alanında top­ lanan isyancıların karşısına, berabeinde din adamlarmdan Hacı Fevzi Efendi olduğu halde gitti. Paşa, hem onların isteklerini öğrenecek, hem de Fevzi Efendi vasıtasıyla nasihat verilecekti. İbrahim Paşamın, koşu alanına gelmesi, isyancıların kumandanı olan başça­ vuşu şaşırtmıştı. Ordu kumandanı, sert müsamahasız bir askerdi. Fakat aynı zamanda, erat tarafından da se­ vilirdi. Konuşma yaptığı takdirde bir kısmını kandır­ ması ihtimali çok kuvvetliydi. Üstelik karargâh tabu­ ru isyana katılmamış, silah elde bekliyordu. Başçavuş bu ihtimalleri düşünerek kumandana sert bir çıkış yapmak, onu askerin karşısında ezmek, korkutmak, konuşturmamak, böylece duruma hâkim olmak istedi. Kısa bir tartışmadan sonra tüfeğini İbra­ him Paşa'ya çevirdi. İsyanın en kritik noktası burasıdır. İbrahim Paşa eğer korksa, tehdide pabuç bıraksaydı 4'üncü Ordu tüm olarak ayaklanmaya katılacak ve Hareket Ordu­ su'nun gelişinden sonra bir iç harp bile çıkabilecekti. Hatta belki de Yusuf Paşa birlikleri İstanbul üzerine sevkedip, Hareket Ordusu'nu Trakya'da karşılayacaktı. İbrahim Paşa göğsüne çevrilen tüfeğe şöylece ba­ kıp meşhur küfürlerinden birini savurdu, akabinde kamçısı başçavuşun suratında sakladı. Şaklamalar bir­ birini takip etti. İsyancıların bile dehşetle izledikleri bu dayak sahnesi gerçekte Doğudaki ayaklanışm ka­ derini değiştirmişti. Nitekim İbrahim Paşa ve Hacı Fevzi Efendi, başçavuşu bir yana iterek askerle konu­ şacaklar, isteklerini soracaklar, nasihatta, bu arada Ermenilere ilişilmemesi tavsiyesinde bulunacaklar ve maddeler üzerinde anlaşıp toplu hareket edebilmek için birliklere kumanda eden çavuş ve onbaşıları erte­ si gün karargâhta bir toplantıya çağıracaklardır. İbra­ him Paşamın planı, askerin kışlasına dönmesini sağ­ lamaktı ve bunda başarılı oldu. Ertesi gün çavuş ve onbaşılar karargâh önünde toplandıkları zaman İbrahim Paşa karşılarındaydı. Ne var ki, etrafları merkez taburu tarafından çevrilmiş, göz açıp kapayıncaya kadar silahları ellerinden almıvermişti. Ordu kumandanı bu işi bitirdikten sonra teker teker kışlaları dolaştı. Zaten olayların etkisi altında kalmış ve kandırıldığını anlamış olan askeri disiplin altına aldı, hatta isyanın üzerinden iki gün geçmeden sıkı bir eğitim programının uygulanmasına başlandı. 

ERZURUM'DA 

Erzurum'daki hareketin ise önlenmesi çok daha kolay oldu. Ordu merkezinde isyanın kısa sürede bas­ tırılması Yusuf Paşa'yı şaşırmıştı. İbrahim Paşa Erzu­ rum'a geldi, çözük durumda bulunan isyancıların üze­ rine bir süvari müfrezesiyle baskın yapıldı. Bu müfre­ ze Erzincan'dan yola çıkan ordu birliklerinin öncüsü sanıldı ve asker silahını bıraktı. Yusuf Paşa tutuklan­ dı. İsyancı tümen kumandanı daha sonra İstanbul'a gönderilecek ve Örfi İdare Mahkemesi'nde idama mahkûm edilecektir. 

İSTANBUL'A YÜRÜMEK 

İsyanı bastıran 4'üncü Ordu Kumandanı İbrahim Paşa için artık yol açılmıştır. Millet Meclisi'ne bir pro­ testo telgrafı çeker ve İstanbul üzerine yürümek, Meşrutiyet'i kurtarmak kararında olduğunu bildirir. Aske­ ri sevk edebilmek için Trabzon'a gemi gönderilmesi­ ni ister. Telgrafının bir suretini de Selanik'teki 3 'üncü Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa'ya gönderir. Mahmut Şevket Paşa verdiği cevapta, 3'üncü Or­ du'nun 2'nci Ordu'yla birlikte İstanbul'a karşı yürü­ yüşe geçtiğini, bu bakımdan 4'üncü Ordu'nun yerin­ de kalması, sarayın muhtemel faaliyetine, asker top­ lama çabasına karşı tedbir almasını salıklar. Gerçek­ ten 4'üncü Ordu'nun toplu halde İstanbul'a nakli o gü­ nün şartları içinde mümkün değildi. Kara yolundan ko­ ca bir orduyu ulaştırmak güç olduğu gibi, deniz araç­ larını Trabzon'a göndermek de imkânsızdır. Zira elde o kadar gemi yoktu. Üstelik Doğudan kuvvetin çekil­ mesi isyanın halka yayılması sonucunu doğurabilir, hatta devlet, dış müdahaleler karşısında kalabilirdi. Bu bakımdan İbrahim Paşa 3'üncü Ordu Kumandam'nm isteğini kabul etti ve sadece doğuyu kontrolü al­ tında tuttu. 

İSYANA KARŞI TEPKİLER 

31 Mart ayaklanmasında gerçi asker İstanbul'a hâkim olmuş, Meclis'te destek bulan yobazlar isteklerinin yapılmasını beklemeye başlamışlardır. Şu var ki, isyanın duruma hâkimiyeti, devleti ele geçirmeye kadar götürülememiştir. Bundan şüphesiz irtica hare­ ketine karşı aydınların, subayların ve İttihat ve Terraki Cemiyetimin gösterdikleri tepkinin rolü büyüktür. Ayrıca ulema denilen hocalardan sadece ileri gelenle­ rinin dahil olduğu Cemiyet-i İlmiye iki bildiri yayım­ lamıştır. Ulemanın birinci bildirisi Meşrutiyet'i koru­ ma amacını taşıyor, ancak isyancıların istemedikleri devlet adamlarını, politikacıları da pek tutmuyorlardı. Mesela birinci bildiride istifa etmiş milletvekillerin­ den gayrisine ulemanın tam bir güven beslemekte ol­ duğu ileri sürülüyor ve askerden şeriat ulemasına bağ­ lılık isteniyordu. İkinci bildiri ise Derviş Vahdetî'nin Meşrutiyet' in kaldırılması hakkındaki telkinlerine kar­ şıydı ve düzenin şeriata uygun olduğu belirtiliyordu. Fakat, yukarıda da söylediğimiz gibi, asıl tepki aydınlardan ve İttihat-Terakki Cemiyeti'nden gelmiş­ tir. Cemiyet kısa zamanda bütün şubeleriyle harekete geçmiş bir yandan padişahtan durumun düzeltilmesi istenirken öte yandan 3'üncü ve 2'nci Ordu'nun mü­ dahalesi için talepler yapılmaya başlanmıştır. O zaman kitle haberleşme araçları yaygın olma­ dığı ve muhalefet gazeteleri de talan edildiği için ha­ berler kulaktan kulağa yayılıyor, İstanbul'dan uzaklaşıldıkça tabii olarak bire bin katılıyordu. Padişaha, Millet Meclisi'ne çekilen protesto telg­ raflarında Hüseyin Hilmi Paşa'dan sonra iş başındakiTevfik Paşa kabinesine güvensizlik belirtiliyor, İstan­ bul üzerine yürümeye ant içildiği tekrarlanıyordu. İt­ tihat Terakki örgütleri ayırca çoğu illerin hükümetle te­ masını hemen hemen kesmiş gibiydiler. Özellikle Rumeli'de heyecan fazlaydı. Zira Ru­ meli, Bulgarların bir takım marifetler karıştırmak is­ tediklerinin farkıydaydı. 3'üncü Ordu'daki genç subaylarda meşrutiyeti kurtarmak, milli birliği sağlamak için İstanbul üzeri­ ne yürümekten başka çare bulunmadığı kanısı genelleşmişti. Genç subayların arasında Kolağası Mustafa Kemal Bey de vardı. Selanik'teki Redif Tümeni'ne gelen telgrafları in­ celeyen Mustafa Kemal Bey, Üçüncü Ordu'nun Meş­ rutiyet'i kurtarabileceğini savunuyor ve vakit geçirme­ den harekete geçilmesini istiyordu. 14 Nisan Çarşamba günü Selanik Redif Tüme­ ni'nin bütün alayları seferi duruma getirildi ve tümen İstanbul üzerine yürüyüşe geçti. Tümenin Kurmay Başkanı Mustafa Kemal Bey idi. 

HAREKET ORDUSU 

Celal Bayar, "Ben de Yazdım" isimli eserinde, Hareket Ordusu adının Mustafa Kemal tarafından ko­ nulduğunu yazar ve Atatürk'ün anlattığı şu anıyı nak­ leder: "İrticai bastırmayı üzerine alacak askeri kuvvetimiz için bir isim düşünmüştüm. Öyle bir isim olması­ nı istedim ki, çarpışan tarafların duygularına dokun­ masın. Herkes bu ismi benimseyebilsin... Fransızca "Mouvement" manasına gelen hareket kelimesi aklı­ ma geldi. Zaten yürüyüş halindeydik. Kuvvetlerimi­ zin adı, Hareket Ordusu oldu." Hareket Ordusu, İstanbul'a gelirken Edirne'deki 2'nci Ordu'dan bazı birlikler de ona katıldılar. Yürü­ yüş muntazam oldu ve ordu önce Halkalı'da karargâh kurdu. Sonra Yeşilköy'e geçti. 22 Nisan'da Mahmut Şevket Paşa, Selanik'ten gelip kumandayı ele aldı. Böylece Hareket Ordusu'na bir tümen değil, bir kurtancı Milli Ordu hüviyeti ve­ rildi. Mustafa Kemal Bey, yerini daha yüksek rütbeli subaylara, Binbaşı Enver Bey'e bıraktı. O sıralarda hastalanmıştı da. 9 Nisan 1325'te İstanbul'dan kaçıp gelen millet­ vekilleriyle Millet Meclisi toplantısı yapıldı. Ve mec­ lisle ordunun meşrutiyet ve özgürlüklerin korunması konusunda fikir birliğinde oldukları ve kararların Mec­ lis tarafından alındığı açıklandı. Daha sonra İstanbul hükümetiyle Meclis adına temasa geçildi. Hareket Or­ dusu şehre girmeye hazırlanıyor, ancak hem kan dö­ külmesini önlemek, hem de müdahaleyi hukuk sınır­ ları içine oturtmak istiyordu. Padişaha verilen teminat, kışlalarında oturan isyancı askerleri yola getirmek için yapılan sondajların sebebi daha çok bunlardan gelir. Nihayet olaydan 11 gün sonra İstanbul üzerine yürüyüş başladı. İstanbul tarafında Babıali hariç, önemli mukavemet olmadı. Fakat Beyoğlu'nda Hareket Ordusu, mesela Taksim kışlasından ateş edenler karşısın­ da hayli sıkıntı çekti, hatta kayıp verdi. Fakat Yıldız'da padişaha bağlı kuvvetler de Abdülhamid'in emriyle mukavemet etmeye kalkmayınca mesele halledildi. 

PADİŞAHIN TUTUMU 

Padişahın, Hareket Ordusu ma mukavemet etmek istememesi, hatta karşı durmak için ısrar edenlerin tekliflerini reddetmesi şüphesiz Sultan'm lehinde bir puandır. Gerçekten Sultan Hamid, Yıldız'daki 2'nci fırkaya mukavemet emrini verse, hele saray muhafız­ ları da onlara karışmış olsalardı, savaş uzun sürecek, Yıldız'dan kuvvet alan isyancı askerler cüretlerini art­ tıracaklardı. Şu var ki, Hareket Ordusu'nun ezilmesi veya uzun süre mukavemetle karşılaşması Osmanlı İmparatorluğu içinde belki, belki değil muhakkak bir iç savaşı ortaya çıkaracak, hatta Rumeli büsbütün ko­ pabilecekti. Üstelik çatışma kızıştığı zaman DüveliMuazzama müdahalesi de beklenebilirdi. Abdülhamid'in karan bir yandan geleceğin gö­ rülmesiyle olduğu kadar öte yandan verilen teminat­ larla ilgilidir. Padişah, 31 Mart olaylarında da bir ta­ rafsız havaya bürünmüş, isyanın özellikle Millet Meclisi'ni, İttihat Terakki Cemiyeti'ni yola getireceğini ummuştu. Nitekim Mabeyin Başkâtibi Ali Cevat Bey,fezlekesinde, Sultan'm isyan patlak verdiği gün oda­ sında bir imzasız mektup bulunduğunu, bu mektupta askeri ayaklanmanın kendi aleyhinde olmadığının ya­ zıldığını bildirmektedir. Abdülhamid, bu yüzden isya­ nı pasif hareketleriyle izlemiş, Hareket Ordusu geldi­ ği zaman da aynı pasif davranışı sürdürmek istemiştir. Maamafih hemen söylemek gerekir ki, eğer Mahmut Şevket Paşa ve beraberindekiler günün heyecanına kapılsalar ve Abdülhamid'i derhal devirmeye kararlı ol­ duklarını bildirselerdi, evhamlı padişah mukavemete karar verebilirdi. 

MAHMUT ŞEVKET PAŞA'NIN TELGRAFI 

Yeşilköy'de toplanan ve Ahmet Rıza Bey'in yerine Sait Paşa'yı başkanlığa getiren Millet Meclisi ilk iş olarak Abdülhamid'in halli meselesini ele almıştı.Mü­ zakereler gittikçe alevleniyor, milletvekilleri 31 Mart isyanının kızgınlığı, yurdun her yanından gelen bağ­ lılık telgraflarının heyecanıyla padişahı tahttan indir­ mek istiyorlardı. Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Pa­ şa ise böyle davranışı zamansız ve gereksiz buluyor­ du. Aslında paşanın hakkı da yok değildi. Zira asker Rumeli'den meşrutiyetle beraber padişahı ortadan kal­ dırmak isteyenleri cezalandırmak için yola çıkmıştı. Tersine davranış Hareket Ordusu'nun bir kısmını ve­ ya tamamını isyancılar tarafına geçirebilir ve Osmanlı İmparatorluğu o zaman karanlığa gömülebilirdi. Za­ ten isyancıların adamları Yeşilköy ve çevresinde do­ laşıyor, Rumeli'den gelen askerleri kışkırtmaya çalışı­ yorlardı. Nihayet paşanın müdahalesiyle Meclis deği­ şik bir karar aldı, İstanbul hükümetine bir tezkere ya­ zıldı. 
Bu tezkerede padişah, Anayasa'ya sadık kaldığı müddetçe hayatının ve haklarının korunacağından söz ediliyordu. 
Ayrıca Mahmut Şevket Paşa, 10 Nisan 1325 günü sultana çektiği telgrafla, "İkinci Ordu'nun gelişi dolayısıyla birtakım kötü niyetlinin Padişah'ın halledileceği 
haberlerini çıkarttıklarını, ancak bunla­ rın aslı olmadığını" bildiriyordu. 3 'üncü Ordu Kumandanı, ayrıca Sadrazam'a gönderdiği telgrafta da bir yandan 
Osmanlı donanmasının da kumandasını yüklendiğine işaret ederken, öte yandan Abdülhamid'e dokunulmayacağının teminatını veriyordu. 
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Sultan Abdülhamid'i, işte bu teminat telgrafları, aksine karar almamaya yöneltmiştir. Padişah, halledilse bile, hiç değilse 
canını kurtarmayı da Hareket Ordusu'nun gelişi sırasında düşünmüştür. 

İKİ YANLI 

Bu arada Ahrar Partisi'ne bağlı ya da muhalif me­ buslardan iki taraflı çalışanların da amacı hem Abdülhamid'den hem de İttihat Terakki'den kurtulmaktı. Me­ sela Dr. Rıza Nur hatıratında şunları yazmaktadır: "Bolu mebusu Habib Meclis'te gizli bir celse yap­ tırıp kürsüye çıktı. Bütün mebusların Yeşil köy'e davet edildiklerini, derhal gitmeleri gerektiğini söyledi. Kan­ dırdı. Baktım ki iş fena, Meclis'i pençeleri altına alıp hareketlerinin meşruiyetini tastik ettirecekler. Ondan sonra istedikleri gibi karar verdirecekler. Düşündüm şehre girerlerse harp olacak... Halbuki bu vaka ile it­ tihatçılardan kurtulunmuştur. Böyle fırsat bir daha ele geçer mi? Bunları burada bir daha ezip işi bitirmeli. Düşündüm ya Abdülhamid?.. Dedim ki aynı zaman­ da onu da halletmek mümkündür. Derhal Harbiye Ne­ zaretime gittim. Nazım Paşa'yı buldum. Bu zatla sevişirdik. İttihatçıları sevmezdi. Asker onu pek sever, ne dese dinlerlerdi. Hem de Harbiye Nazırı idi. Bu se­ fer dermansız halde buldum. Meseleyi ve fikrimi izah ettim. "İş işten geçiyor. Sen şu askeri topla 40 bin ta­ limli askerin var, şunları (Hareket Ordusu'nu) bir ham­ lede bitir. Ondan sonra dön Abdülhamid'i hallet, işler düzelsin" dedim. Baktım, dudakları morardı, titreme­ ye başladı. Gayet aciz ve perişan tavırla: "Ben bunu yapamam" dedi. Gerçekten Dr. Rıza Nur'un bütün ısrarlarına rağ­ men Nazım Paşa böyle bir maceraya girmemiş ve dok­ tor da kurtuluşu Mısır'a kaçmakta bulmuştu. Nazım Paşa Hareket Ordusu'nun üzerine yürüseydi, onu ezebilir miydi? Dr. Rıza Nur'a göre evet. Ona belgeler göstermektedir ki Erzurum'daki ordu ve başka birlik­ ler İstanbul üzerine yürümeye hazırdılar. Rıza Nur'unkendi amacına varmak için Türk ordusunu birbirine kırdırmak isteğini açıkça ileriye sürebilmesi hırsların insanları nereye kadar götürdüğünü göstermesi bakı­ mından ilgi çekicidir. 

KANLI ÇARPIŞMALAR 

Hareket Ordusu 23 Nisan Cuma'yı 24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul üzerine yürümeye başladı. Öncüler sabaha karşı şehre girdiler ve İstanbul'un bazı yerleri tutuldu. Sabah ise fiili işgal başladı. Harekâtta öncü kumandanları olarak 
Binbaşı Fethi Bey (Okyar), 
Binbaşı Enver Bey (Paşa), 
Binbaşı Ali Hikmet Bey (Ayırdan) ve 
Binbaşı Muhtar Bey (Şehit) kolbaşı ola­ rak görev almışlardı. 

Ayrıca Hafız Hakkı Bey, 2'nci Ordu'dan 
İsmet Bey (İnönü), 
Kâzım Bey (Karabekir), birliklere kumanda ediyorlardı. 
Hürriyet kahramanlarından Nizayi Bey (Resneli)'in çetecileri Hareket Ordusu'nun bir kolu idi. Bazı tarihçilerin yazdıklarına gö­ re ordu, 25 tabur idi ve 4 alaya bölünmüştü. Bazıları­ na göre ise asker miktarı 22 tabur kadardı. Ayrıca 10 süvari bölüğü, 9 batarya işgalde görev almışlardı. Enver Bey'in kumandasındaki birlik Taşkışla üze­ rine yürüdü. Ne var ki kışladaki neferler, bir söylenti­ ye göre 7'nci Alay Kumandanı Albay İsmail Hakkı Bey'in çabasına rağmen, cephaneliği yağma edip si­ lahlandılar ve Enver Bey'in birliği üzerine şiddetli bir ateş başladı. Hareket Ordusu'nun İstanbul'u işgali sırasında en kanlı olaylar gerek Taşkışla, gerekse Taksim Kışlası'nda başı bozuk eratın cahil komutanlara uyarak mukavemete kalkması üzerine meydana gel­ miştir. Nitekim Enver Bey'in birliğinde zayiat artınca Taşkışla, Harbiye bahçesine yerleştirilen bataryalarla topa tutulmuş, ayrıca yarma hareketi yapmak isteyen avcılar makineli tüfekle biçilmiştir. Taşkışla'daki is­ yancılarla Enver Bey birliğinin çatışması aşağı yukarı bir gün fasılsız sürmüştür. Yine Taksim bölgesindeki savaş Taşkışla'daki kadar uzamamakla beraber kanlı olmuş, birliğin kumandanı Binbaşı Muhtar Bey vu­ rulmuştur. Hareket Ordusu'nun şehre girişini ve diğer olayları kısaca gözden geçirelim: 

OLAYLARIN PANORAMASI * 

İlk ateş Davutpaşa Kışlası yönünden gelmiş, cu­ ma selamlığına giden süvarilerle kışlanın etrafını iş­ gal eden piyade arasında kısa bir çarpışma olmuştur. Çarpışmadan sonra süvariler Beyazıt'taki Harbiye Nezareti'ne çekilmişlerdir. ir Harbiye Nezareti'nde bulunan isyancı askerler kendi başlarına harekete geçip Edirnekapı'yı tutmak istemişlerse de, kısa sürede püskürtülmüşlerdir. 

* Rumeli jandarmasıyla birleşen Harbiye öğren­ cileri Beyoğlu'nu tutmuşlar, ayrıca bir bölük Harbiyeli de sefarethanelerin kapılarını tutmaya memur edil­ mişlerdi. ık Hareket Ordusu, topçu kışlasından gelecek ateş ihtimaline karşı Talimhane gerisindeki çukurluğa yer­ leştirilmişti. Topçu kışlasmdaki asker teslim teklifini kabul etmeyince derhal karşılıklı ateş başlamış ve ateş bir süre devam etmiştir. Bir ara pencerelerden gelen "Yaşasın hürriyet" çığlıklarına aldanan Hareket Ordu­ su Birliği Taksim kışlasına açık açık ilerlerken çok şiddetli bir ateşe daha tutulmuşlar ve hayli kayıp vermişlerdir. Sonunda kışla toplarla dövülmek ve yıkıl­ mak suretiyle ancak teslim olmuştur. 

* Topçu kışlasının tesliminden önce birlik ku­ mandanı Kurmay Binbaşı Muhtar Bey'in vurulması gerçekten talihsizliktir. Ordunun genç ve aydın suba­ yı olan 
Muhtar Bey, yanına bir subay ve bir müfreze alarak Taksim Karakolu önünde Harbiye'ye doğru yürüyüşe geçmiş ve o sırada karşısına kışladan kaçan birkaç isyancı avcı askeri çıkmıştır. Askerler müfre­ zeyi görür görmez ateşe başlamışlar ve ilk kurşunla Muhtar Bey vurulmuştur. Binbaşının vurulduğu yer bugünkü Şehit Muhtar Caddesi'dir. ic Taşkışla'daki vuruşma daha önce işaret ettiği­ miz gibi Hareket Ordusu'nun İstanbul'u işgali sırasın­ da en fazla can kaybına sebep olan küçük çapta bir sa­ vaştır. Taşkışla'ya hücum eden birliğin başında Bin­ başı Enver Bey bulunuyor ve harekâtı, şimdi Divan Oteli'nin karşı tarafında, halen mevcut bir apartmanın çatısından yönetiyordu. Kışladaki avcı taburları Har­ biye'den yapılan top ateşi karşısında tıpkı Topçu Kışlası'nda olduğu şekilde teslim olacak gibi davranmış­ lar, fakat birlik kışlaya doğru yürüyüşe geçince şiddet­ li bir yaylım ateşine girişmişlerdir. Bu ateş yüzünden Hareket Ordusu Birliği hem hayli zayiat vermiş, hem de geriye çekilmek zorunluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak top ateşi ile uzun süre dövüldükten son­ radır ki, Taşkışla teslim olmuştur. Taşkışla'nm teslimi sırasında kaçmak isteyen isyancılardan bir kısmı öl­ dürülmüş, bir albay da kurşuna dizilmiştir. 

* Beyoğlu kesimindeki kanlı vuruşmalar kadar Babıali'de olanlar da Hareket Ordusu Birliği'ne hayli kayıp verdirmiştir. Edirnekapı'dan şehre giren avcı as­ kerleri Babıali'ye geldikleri sırada Sadaret binasını korumakla görevli, fakat aynı zamanda isyan etmiş olan taburun şiddetli ateşiyle karşılaşmışlardır. Hareket Ordusu Birliği derhal mevzi almış, buna karşılık Babıali taburu da diğerlerinden daha intizamlı olarak mevzilere girmişler ve ateşe başlamışlardır. Bu yüz­ den kısa sürede Babıali ve Cağaloğlu savaş meydanı haline gelivermiştir. Babıali'deki savaşta, bugünkü İran Konsoloshanesi'nin köşesine, şimdi Derleme Müdürlüğü olan bina­ nın yanına, Milli Eğitim Müdürlüğü'nün sokağına yer­ leştirilen toplar hayli iş görmüş, bir yandan Babıali dö­ vülürken, öte yandan piyadenin morali yükseltilmiş ve akşama kadar süren savaş sonunda isyancılar teslim alınmışlardır.

VE YILDIZ 

Beyoğlu bölümünde bütün karakollar ve kışlalar ele geçirildikten sonra Yıldız'ın etrafındaki muhasara özellikle takviye edilmişti. Yıldız çember içine alın­ mıştı. Çünkü Abdülhamid'in seçme askerlerden kuru­ lu muhafızları vardı. İkinci Fırka adı altında toplanan muhafızlar arasında özellikle Arnavutlar vuruşmada ün almışlardı. Ayrıca fırkanın bataryaları, süvari bölükleri de gerek donatım, gerek eratın eğitimi bakımın­ dan kuvvetliydi. Kısacası, Muhafız Fırkası, Hareket Ordusu'na uzun süre mukavemet edebilir ve savaş sı­ rasında Yıldız Sarayı da yerle bir hale gelebilirdi. Ni­ tekim Hareket Ordusu öncüleri Yıldız önlerinde görülür görünmez fırkaya bağlı askerler, sarayın cepha­ neliğini yağmalamışlar ve hendeklerde mevziye gir­ mişlerdir. Ancak Sultan Abdülhamid, askerlerin silah atmamaları için kesin emir vermiş ve kumandanları eliyle bir kısmım silahtan arındırmışım Bir kısmı ise Beşiktaş'a inerek karşıya geçmişlerdir. Hareket Ordu­ su da İstanbul'da temizliğini yapmış, birliklerini Yıl­ dız'a yığmıştı. Yıldız Harekâtı'nı Şevket Turgut Paşa yönetiyor, genç kurmaylar Fethi Bey, İsmet Bey, Paşa'ya yardımcı oluyorlardı. 

YILDIZTN İŞGALİ 

2'nci fırka silahını bıraktıktan sonra Yıldız'm iş­ galine sıra gelmişti. Ancak Şevket Turgut Paşa Yıldız'da hâlâ muhafız askeri bulunduğundan şüpheleni­ yor, teslim alman silah sayısıyla 2'nci fırkanın mev­ cudu arasındaki fark bu şüpheyi büsbütün arttınyordu. Bu yüzden halk arasında çıkan, sarayın dinamitle­ neceği söylentileri saraydakilerin de kulağına gitmiş, Mabeyin Başkâtibi Cevat Bey hariç, memurların he­ men hepsi Yıldız 'ı terk etmişlerdir. O kadar ki, elekt­ rik memurları, kandilciler sıvıştıkları için saray karan­ lıkta kalmıştı. Muhasara iki gün kadar sürdü. İkinci gün olan pa­ zartesi, akşama doğru içeride asker kalmadığı anlaşıl­ dıktan sonra Yıldız işgal edildi. Askerler sadece ha­ rem dairesine girmediler, sarayda bulunan aşçı, uşak, musahipler tutuklandı. Savaş başarıyla sonuçlanmış, isyan artık bastırıl­ mıştı. 25 Nisan'da sıkıyönetim ilan edilecek, isyancı­ ların elebaşıları birer ikişer sigaya çekilecek ve topla­ nan Meclis bu defa alkışlar arasında Abdülhamid'i tahttan indirecekti. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***