ÇARPTIRMA ve SAPTIRMA,
YEKTA GÜNGÖR
ÖZDEN
Yazılı ve
görsel basının (medya) doğasında kendilerinin de zaman zaman yakındıkları
çelişki, çarpıtma, saptırma, gerçek dışı haber, karalama ve saldırıyı olağan
karşılayan bir özellik vardır. Nice olaylar yaşanır, davalar, cezalar ve
ödenceler gündeme gelir, üzüntü açıklanır, söz verilir ama tutarsızlık
yinelenir.
Başkalarının
kişiliğine ve düşüncelerine saygı duymayanlar kendilerine yönelik en küçük
eleştiriye katlanamazlar. Çekinmeden, gerçek dışı, insanlık ve terbiye dışı
yazı ve konuşmalarını sürdürürler, arkadan vurma türü araştırıp soruşturmadan,
inceleyip bilgi toplamadan yazarlar.
“İnsan
hakları, düşünce özgürlüğü ve demokrasi” çığlıkları yalnız kendileri söz konusu
olunca anımsanır. Eleştiri yerine yakıştırma ve karalamalarla saldırıya
geçerler, yanıt hakkı tanımadan, düzeltmeye yer vermeden. Üstelik “demokrat,
ilerici, dürüst” niteliklerini kimseye bırakmadan. Düşüncelere, görüşlere
yönelik olması gereken değerlendirmelerini hiç geçmemiş olaylar, kullanılmamış
sözlerle süslemeyi de beceri sayarlar.
Sayfalar
tutacak çirkin örneklerden en yenilerinden bir kaçına değineceğim. Haklı
olarak, “Mütareke basınından beter oldular”, “Büyük bir kesimi terör aygıtına
dönüştü”, “Medya mafyası mı, mafya medyası mı?”, “Medyanın gücü yok, gücün
medyası var” sözlerinin edildiği ortam, toplumsal düzeyimizin de
göstergelerinden biridir.
Kimlerin
neler yazdığı, nerelerde üslenip yuvalandıkları, önce nasılken şimdi ne olduğu,
kimlerin nerelere kimlerin aracılığı ile yerleştiği, ikiyüzlüler, dönekler,
dönmeler, çıkarcılar, yalancılar, militanlar, ırkçı-faşist,
şeriatçı-köktendinci, kiralık, satılık vd. tanınmakta, bilinmektedir.
Birbirlerine
pas vererek yazıp konuşanlar, aldatıcı, yanıltıcı açıklamalarıyla değerlerini
giderek yitirenler, kalemleri ve dilleri pastan, küften, pislikten
geçilmeyenler, bilgi yoksunluklarına bakmadan böbürlenerek dolaşırlar.
Atatürk ve
İnönü ile Atatürkçülere doğrudan saldırmaya çekinenler, olmadık bahaneler bulup
yaratarak kötülüklerini sıralarlar.
Geçenlerde
Atatürk’le İsmet İnönü’yü birbirine eşit tuttuğum yazıldı. Birbirine eşit
gösterilen, ya da gerçekten böyle olanlar bulunabilir, ama ben öyle demedim.
Benim dediğim “Atatürk ve İnönü iki seçkin ve saygın Türk büyüğüdür,
birbirlerini tümleyen iki ulusal değerdir” Bu, bana özgü anlatımlardan,
tanımlamalardan biridir. Atatürk ve İnönü başka biçimlerde de anlatılabilir.
Benim yazdığımı kendi amacına göre yorumlayıp suçlamaya kalkışmaya kimsenin
hakkı yoktur.
İnsanlar,
kimi gün kimileri öyle söyleseler de birbirinin “tıpkısı” değildir. İkizler
bile her yönüyle birbirine benzemez. Birisini içtenlikle izleyen, “En iyi
iltifat taklittir” sözünü anımsatırcasına başkasına öykünen, özenen olabilir.
Kimi yanları benzeyebilir de. “Hık demiş burnundan düşmüş” sözünün yakınları
için söylendiği gibi. Ama kimse kendinden başkası olamaz.
Atatürk’le
Saddam’ın birbirine ters ve yakın yanları olması da onların birbirinin aynı
olduğunu göstermez. Atatürkçülerden kimse Saddam'ı Atatürk yerine koymamış,
Atatürk’le bir tutmamıştır. Saddam’ın Atatürk’e benzeyen yanı yayılmacı ve
sömürgeci yabancı güçlere karşı duruşu, Irak’ı kendi yöntemiyle öbür Arap
ülkelerinden ayıran kimi yeniliklerle uygarlaştırıp güçlendirmeye çalışması
anlatılmıştır. Anlatım özelliğinden kaynaklanan, biçem (üslup) rengi taşıyan
sözler ve yazılar yanlış ve amaçlı değerlendirmelerle kınanamaz. Kimi konu ve
sorunlarda benzer tutumlar sergilemek belli alanlarda benzeşmeyi gündeme
getirebilir. Sınır burada biter. Benzemek o olmak değildir.
Atatürk’le
İnönü’nün birbirini tamamlaması, güçlendirmesi, etkin kılması ayrı, birbirinin
aynı-tıpkı olması ayrıdır. Bunları ayırdedemeyenler, çarpıtıp saptıranlar,
kendilerini haklı çıkartmak çabasıyla yanılanlardır. Bedensel, ruhsal
benzerlik, duygu, düşünce birlikteliği bile bir “benzeyiş”tir, “aynılık” değildir.
Kopyalamanın bile aynı olduğu savunulamaz. Sağlanan asılın kopyasıdır, asıl
geri getirilememektedir.
Yakınlık,
eşdeğer olmak, eşitlik ayrı ayrı durumlardır. Atatürkçülerin Atatürk’ü
başkasıyla bir tutması düşünülemez. Böyle bir eğilim olanaksızdır. Kimi
yanlışlık ve yanılgılarla gerçek Atatürkçüleri sahte Atatürkçülükle suçlamak,
Atatürk karşıtlarına katkıda bulunmaktan başka şeye yaramaz. Sık sık “Ne
çektiysek sahte milliyetçilerden, sahte demokratlardan, sahte dindarlardan,
sahte Atatürkçülerden çektik” sözümü bu kez de yineliyorum. Atatürk ve laik
Cumhuriyet karşıtlarıyla paslaşanlar da sahte Atatürkçüdür. Gericilere yalan
yanlış bilgi aktarıp, tiksindirici yayınlarla etekleri zil çalan aşağılıklar da
böyle.
Yazıların
sorumluluğu yazarınındır. Yasal sorumluluk ilgili kurallar gereğince
yönetenleri kapsasa da amacın ve anlamın ağırlığı imza sahibinindir. Dergi ya
da gazetenin bir yazarını bir başkasının yazısı nedeniyle sorumlu tutmak
ilkelliktir. Ülkemiz gazetelerinin bir çoğunda birbiriyle bir çok yandan ters
düşen, birbirini aynı gazetede acımasızca eleştiren yazarlar vardır. Gazetenin
logosuyla bağdaşmayan yazılara sürekli yer veren gazeteler vardır. Birine bakıp
öbürü suçlanamaz.
Saddam’ın 15
yıldır süren uğraşları ABD ve yandaşı ülkelerin uluslararası hukuku çiğneyerek,
ilgili kuruluşları, kimi uyarı ve önerileri, kimi kuruluşlar da birlikte olduğu
devletleri hiçe sayarak üstünlük ve egemenlik kurmak, petrole el koymak için
giriştiği gereksiz savaşı, Türkiye’yi güç durumda bırakan ikilemli davranışları,
Irak’ın kuzeyindeki oluşumlara desteğini, verdiği sözlerini tutmadığını kimse
görmemezlik edemez. Kimse Irak’ın ve Saddam’ın her şeyini savunmuyor. Ama
“Koalisyon saldırısı”nda Saddam’ın desteklenmesini istiyor. Bu, bağımsızlığın,
özgürlüğün, ulusal egemenliğin korunması istemidir. Ambargo ile kıskaca alınan,
ağır yükler altında bunalan, neredeyse boğulan Irak yönetimini suçlama
kolaylığı hakka saygı duygusuyla bağdaşmaz.
Saddam elbet
ve asla Atatürk olamaz. Atatürk’ün yaptıklarını yapamadığı için battı. Irak
halkı da, başka uluslar da yalnız namaz kılmakla kurtulunamayacağını gördüler.
Saddam simgedir. Mücadelesi desteklenen Irak ulusudur.
Atatürk
düşmanlarından Atatürkçülük öğüdü almaya katlanılamaz. Temiz inanmışlığın,
dindarlığın hiçbir gereğine uymayan, sömürücü köktendincilerin yayınları
ortada. Beni 28 Şubatçı olmakla suçlamaya kalkışan zavallılar var. 28 Şubat’ta
görevlerinde olan herkes gibi ben de görevimdeydim. 28 Şubat’la ve 28
Şubatçılarla hiçbir ilgim olmadı.
Namuslu ve
onurlu insanlar yalan söylemezler. 28 Şubat’ta Milli Güvenlik Kurulu’nun
üyeleri içinde köktendincilerin ağababaları vardı. Kararları onlar aldı.
Askerlere ve Silahlı Kuvvetler’e güveni, saygısı olanları suçlamak küçüklüktür.
Alınan
kararlar hukuka uygundur, yerindedir, yararlıdır, zorunludur. Askerler,
siyasetçileri silah gücüyle yerinden almadı. Böyle bir olay ve yakınma
duyulmadı. İktidar, yerini bırakmasaydı. Hem kararlara katılacaksınız, uygulanması
için genelge yayınlayacaksınız, hem de ağlaşacaksınız. Ben, 28 Şubat
kararlarının (içlerinde 5 sivilin de bulunduğu Milli Güvenlik Kurulu
kararlarının) olağan, ulusal yönden çok yararlı olduğunu söyledim, o kadar. Hiç
kimseyle, hiçbir kurumla, açık-gizli bir ilişkim olmadı. Tersini söyleyenler
yalancıdır. Hakaret içeren yazıları nedeniyle tazminata mahkum ettirdiğim
kimileri yine yazabilirler.
Kimilerinin
ahlâk düşüklükleri de duyulmaktadır. Kendilerinin Avrupa dalkavukluğu
yapmaları, vatan satıcılığına yeltenmeleri demokratlık, benim-bizim vatan
savunuculuğumuz asker yandaşlığı sayılmaktadır. Kimi konuşmaları nasıl
eleştirdiğimi de bilmeyecek, anlamayacak ölçüde ilgisiz-bilgisiz ya da tersine
çevirecek ölçüde ahlâk yoksunu olanlara rastlanmaktadır. Patronları buyurunca
ya da yaranmak için yine saldırıya başlayabilirler, hiç önemi yok.
Yalana ne
gerek var? Dürüstlüğün ilk koşulu, en belirgin özelliği “doğru”yu konuşmaktır.
Dalkavukluk, goygoyculuk, şakşakçılık, şarlatanlık, şaklabanlık, militanlık,
katılık, madrabazlık, çıkarcılık, mandacılık, maşalık, savaş kışkırtıcılığı,
kendini bilen bir kimseye asla yakışmaz.
Ulusal
kimliğini yadsıyanın yurttaşlık bilinci oluşmamıştır. Avrupa’da yaşayıp Türkiye
gazetelerinde sütunu olan kimilerinin önceden nerede ve ne “mal” olduğunu
tanıyanlar bilir.
Özgürlüğü,
eşitliği, onuru savunmayan, kişiliğe saygı duymayan kimse, hiçbir değer
tanımaz. Irak olayıyla ilgili yayınların utandırıcılığı ortada. Kişisel
sorunlarını, değişik güçlüklerini bırakıp özveriyle koşturanların önünü
kesmenin hiçbir anlamı yoktur. Gerçek gazetecileri de üzen, kimi “soysuzluk”
sayılacak bağnazlık, aymazlık, bozukluk ve boşlukların, sapkınlığa değin
uzaması acıdır.
Teokratik
monarşiden, cumhuriyetle demokrasiye geçiş, yepyeni kuruluş ve çok kısa zaman
diliminde başarılan görkemli sonuçlar göz ardı edilerek Atatürkçülüğe
yöneltilen eleştiriler, sahiplerinin kötü amaçlarının kanıtıdır.
Avrupa 300
yıl bekleyip 300 milyon ölü vererek laikliğe kavuştu. Zamanın tüm olumsuz
koşullarına karşın, başta laiklik, Türkiye’nin gerçekleştirdiği tüm devrimler
birer övünç kaynağıdır, unutulmaz utkudur.
Vatanı
olmayanın dini, aklı olmayanın Allah’ı olmaz. Hiçbir zaman görevimle
bağdaşmayan eylemim, konuşmam yazmam olmadı. Açılmış davalar nedeniyle “Şu partiyi
kapatırız ya da kapatmayız, şu yazıyı iptal ederiz ya da etmeyiz” demememe
karşın, ne zaman anayasal ve yaşamsal ilkeleri savunmuş, saldırıları
yanıtlamışsam, sapkınlar, gerçekdışı anlatımlarla yaygarayı bastılar. İnançlı
olmak ayrı, inanç sömürüsü ayrı, kezlerce anlattığımız Atatürkçülüğe
saldıranlar vatanın, devletin, ulusun, dinin, demokrasinin, laikliğin, bilimin,
insanlığın ne olduğunu bilmeyenlerle, kendi bağımlılıklarına yenik düşen
Türkiye düşmanlarıdır.
Değerbilmez,
kendini bilmez, bilgiçlik taslayan, sayrılığı yaygın söylentilerle kimi zaman
güldürüp kimi zaman ülkemiz adına acıyla donduran zavallıların durumu,
yöneticilerini ve sahiplerini düşündürmelidir.
Kimin,
kimlerin sesi olduğu araştırılmalıdır. Ben, bunların hiçbir sözüne, yazısına aldırmıyor,
gülüp geçiyorum. Atıp tutarlar, ne olduğunu, neler yapıldığını, nerede
bulunduğumuzu bile bilmezler. Kulaktan dolma, kendi kişisel karşıtlığını
yansıtma yazı ve sözleri kendi düzeyini açıklar. Türkiye’yi oyalayan AB’yi,
hukuku çiğnediklerini, Türkiye’yi oyunlarla avutmaya çalışan ABD’yi,
köktendinciliğin başvurduğu, desteklediği, hoş gördüğü, kışkırttığı terörü,
hırsızlığı, soygunları, haksızlıkları ve çirkinlikleri görmezler. Kendi
yapıları bunlara uygundur. Bunlarla beslenirler. Kimlerle yatıp kalktıkları,
yurtdışında kimlerle ne yaptıkları karanlıktır. Kuralsızlıklara karşın
yılmadan, yorulmadan uğraşı anlamazlar.
İktidar
ülkeyi karartma çabalarını hızlandırarak sürdürürken, biz yoksunlukları ve
güçlükleri göğüsleyerek aydınlatmaya, halkımızı uyarmaya çağırıyoruz. s
Atatürkçü
olanın başka bir şeyci olmayacağını bilmeyecek kadar bilgisiz olanlara ayıracak
zamanımız yoktur. Atatürkçü olduktan sonra başka bir şey olmaya da gerek
yoktur. Bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, demokrasi, onur, erdem,
adalet, ahlak, insanlık, tüm değerler bu kavramın içindedir. Karşı
devrimcilerin yıkım girişimlerine katkıda bulunan sapkınlarla kimi salak ve
sapıklar ne yazarlarsa, ne söylerlerse söylesinler, hiçbir engelleme gücümüzü
kıramayacak, kıvancımızı gölgelemeyecektir.
Tüm değişik
kaynaklı saldırıları, saldırganları, destekçilerini kınıyor, insanlık, dostluk,
barış, dayanışma, demokrasi ve esenlik dileklerimizi yineliyoruz. Yapay
ayrılıklar yaratarak yıkıcılığa savunanlar, diktatörlükleri, şeriat düzenine
yöneltilen müslümanların yaşadığı ülkeleri, 1919 öncesi Türkiyesi’ni
düşünsünler. Varsa kirlenmiş yüzlerimizi, ellerimizi, olayları ve nedeniyle
ortaya koysunlar, laf ebeliği, yalan ve iftirayla değil. Terbiyesizlikle hiç
değil. Böylelere “Kervan yürüyor” yanıtı yeter mi bilmem? Kötülerin ve
malumların saldırısı bizim iyi yolda olduğumuzu, haklılığımızı gösterir.
Baktığını
göremeyen, okuduğunu anlamayan, hiç değilse akılsızlığını ve terbiyesizliğini
saklayabilse, ahlâk bozukluğu olanın meslek ahlâkı da bozuktur. Aynaya bakmaya
korkanlara söylenecek çok söz var ama onların düzeyine inemem ve bana yakışmaz.
Şimdilik bu
kadar.
..