5 Şubat 2015 Perşembe

ÇARPTIRMA ve SAPTIRMA,



ÇARPTIRMA  ve  SAPTIRMA,




YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN



Yazılı ve görsel basının (medya) doğasında kendilerinin de zaman zaman yakındıkları çelişki, çarpıtma, saptırma, gerçek dışı haber, karalama ve saldırıyı olağan karşılayan bir özellik vardır. Nice olaylar yaşanır, davalar, cezalar ve ödenceler gündeme gelir, üzüntü açıklanır, söz verilir ama tutarsızlık yinelenir.
Başkalarının kişiliğine ve düşüncelerine saygı duymayanlar kendilerine yönelik en küçük eleştiriye katlanamazlar. Çekinmeden, gerçek dışı, insanlık ve terbiye dışı yazı ve konuşmalarını sürdürürler, arkadan vurma türü araştırıp soruşturmadan, inceleyip bilgi toplamadan yazarlar.

“İnsan hakları, düşünce özgürlüğü ve demokrasi” çığlıkları yalnız kendileri söz konusu olunca anımsanır. Eleştiri yerine yakıştırma ve karalamalarla saldırıya geçerler, yanıt hakkı tanımadan, düzeltmeye yer vermeden. Üstelik “demokrat, ilerici, dürüst” niteliklerini kimseye bırakmadan. Düşüncelere, görüşlere yönelik olması gereken değerlendirmelerini hiç geçmemiş olaylar, kullanılmamış sözlerle süslemeyi de beceri sayarlar.

Sayfalar tutacak çirkin örneklerden en yenilerinden bir kaçına değineceğim. Haklı olarak, “Mütareke basınından beter oldular”, “Büyük bir kesimi terör aygıtına dönüştü”, “Medya mafyası mı, mafya medyası mı?”, “Medyanın gücü yok, gücün medyası var” sözlerinin edildiği ortam, toplumsal düzeyimizin de göstergelerinden biridir.

Kimlerin neler yazdığı, nerelerde üslenip yuvalandıkları, önce nasılken şimdi ne olduğu, kimlerin nerelere kimlerin aracılığı ile yerleştiği, ikiyüzlüler, dönekler, dönmeler, çıkarcılar, yalancılar, militanlar, ırkçı-faşist, şeriatçı-köktendinci, kiralık, satılık vd. tanınmakta, bilinmektedir.
Birbirlerine pas vererek yazıp konuşanlar, aldatıcı, yanıltıcı açıklamalarıyla değerlerini giderek yitirenler, kalemleri ve dilleri pastan, küften, pislikten geçilmeyenler, bilgi yoksunluklarına bakmadan böbürlenerek dolaşırlar.
Atatürk ve İnönü ile Atatürkçülere doğrudan saldırmaya çekinenler, olmadık bahaneler bulup yaratarak kötülüklerini sıralarlar.
Geçenlerde Atatürk’le İsmet İnönü’yü birbirine eşit tuttuğum yazıldı. Birbirine eşit gösterilen, ya da gerçekten böyle olanlar bulunabilir, ama ben öyle demedim. Benim dediğim “Atatürk ve İnönü iki seçkin ve saygın Türk büyüğüdür, birbirlerini tümleyen iki ulusal değerdir” Bu, bana özgü anlatımlardan, tanımlamalardan biridir. Atatürk ve İnönü başka biçimlerde de anlatılabilir. Benim yazdığımı kendi amacına göre yorumlayıp suçlamaya kalkışmaya kimsenin hakkı yoktur.
İnsanlar, kimi gün kimileri öyle söyleseler de birbirinin “tıpkısı” değildir. İkizler bile her yönüyle birbirine benzemez. Birisini içtenlikle izleyen, “En iyi iltifat taklittir” sözünü anımsatırcasına başkasına öykünen, özenen olabilir. Kimi yanları benzeyebilir de. “Hık demiş burnundan düşmüş” sözünün yakınları için söylendiği gibi. Ama kimse kendinden başkası olamaz.
Atatürk’le Saddam’ın birbirine ters ve yakın yanları olması da onların birbirinin aynı olduğunu göstermez. Atatürkçülerden kimse Saddam'ı Atatürk yerine koymamış, Atatürk’le bir tutmamıştır. Saddam’ın Atatürk’e benzeyen yanı yayılmacı ve sömürgeci yabancı güçlere karşı duruşu, Irak’ı kendi yöntemiyle öbür Arap ülkelerinden ayıran kimi yeniliklerle uygarlaştırıp güçlendirmeye çalışması anlatılmıştır. Anlatım özelliğinden kaynaklanan, biçem (üslup) rengi taşıyan sözler ve yazılar yanlış ve amaçlı değerlendirmelerle kınanamaz. Kimi konu ve sorunlarda benzer tutumlar sergilemek belli alanlarda benzeşmeyi gündeme getirebilir. Sınır burada biter. Benzemek o olmak değildir.
Atatürk’le İnönü’nün birbirini tamamlaması, güçlendirmesi, etkin kılması ayrı, birbirinin aynı-tıpkı olması ayrıdır. Bunları ayırdedemeyenler, çarpıtıp saptıranlar, kendilerini haklı çıkartmak çabasıyla yanılanlardır. Bedensel, ruhsal benzerlik, duygu, düşünce birlikteliği bile bir “benzeyiş”tir, “aynılık” değildir. Kopyalamanın bile aynı olduğu savunulamaz. Sağlanan asılın kopyasıdır, asıl geri getirilememektedir.

Yakınlık, eşdeğer olmak, eşitlik ayrı ayrı durumlardır. Atatürkçülerin Atatürk’ü başkasıyla bir tutması düşünülemez. Böyle bir eğilim olanaksızdır. Kimi yanlışlık ve yanılgılarla gerçek Atatürkçüleri sahte Atatürkçülükle suçlamak, Atatürk karşıtlarına katkıda bulunmaktan başka şeye yaramaz. Sık sık “Ne çektiysek sahte milliyetçilerden, sahte demokratlardan, sahte dindarlardan, sahte Atatürkçülerden çektik” sözümü bu kez de yineliyorum. Atatürk ve laik Cumhuriyet karşıtlarıyla paslaşanlar da sahte Atatürkçüdür. Gericilere yalan yanlış bilgi aktarıp, tiksindirici yayınlarla etekleri zil çalan aşağılıklar da böyle.
Yazıların sorumluluğu yazarınındır. Yasal sorumluluk ilgili kurallar gereğince yönetenleri kapsasa da amacın ve anlamın ağırlığı imza sahibinindir. Dergi ya da gazetenin bir yazarını bir başkasının yazısı nedeniyle sorumlu tutmak ilkelliktir. Ülkemiz gazetelerinin bir çoğunda birbiriyle bir çok yandan ters düşen, birbirini aynı gazetede acımasızca eleştiren yazarlar vardır. Gazetenin logosuyla bağdaşmayan yazılara sürekli yer veren gazeteler vardır. Birine bakıp öbürü suçlanamaz.

Saddam’ın 15 yıldır süren uğraşları ABD ve yandaşı ülkelerin uluslararası hukuku çiğneyerek, ilgili kuruluşları, kimi uyarı ve önerileri, kimi kuruluşlar da birlikte olduğu devletleri hiçe sayarak üstünlük ve egemenlik kurmak, petrole el koymak için giriştiği gereksiz savaşı, Türkiye’yi güç durumda bırakan ikilemli davranışları, Irak’ın kuzeyindeki oluşumlara desteğini, verdiği sözlerini tutmadığını kimse görmemezlik edemez. Kimse Irak’ın ve Saddam’ın her şeyini savunmuyor. Ama “Koalisyon saldırısı”nda Saddam’ın desteklenmesini istiyor. Bu, bağımsızlığın, özgürlüğün, ulusal egemenliğin korunması istemidir. Ambargo ile kıskaca alınan, ağır yükler altında bunalan, neredeyse boğulan Irak yönetimini suçlama kolaylığı hakka saygı duygusuyla bağdaşmaz.

Saddam elbet ve asla Atatürk olamaz. Atatürk’ün yaptıklarını yapamadığı için battı. Irak halkı da, başka uluslar da yalnız namaz kılmakla kurtulunamayacağını gördüler. Saddam simgedir. Mücadelesi desteklenen Irak ulusudur.
Atatürk düşmanlarından Atatürkçülük öğüdü almaya katlanılamaz. Temiz inanmışlığın, dindarlığın hiçbir gereğine uymayan, sömürücü köktendincilerin yayınları ortada. Beni 28 Şubatçı olmakla suçlamaya kalkışan zavallılar var. 28 Şubat’ta görevlerinde olan herkes gibi ben de görevimdeydim. 28 Şubat’la ve 28 Şubatçılarla hiçbir ilgim olmadı.
Namuslu ve onurlu insanlar yalan söylemezler. 28 Şubat’ta Milli Güvenlik Kurulu’nun üyeleri içinde köktendincilerin ağababaları vardı. Kararları onlar aldı. Askerlere ve Silahlı Kuvvetler’e güveni, saygısı olanları suçlamak küçüklüktür.
Alınan kararlar hukuka uygundur, yerindedir, yararlıdır, zorunludur. Askerler, siyasetçileri silah gücüyle yerinden almadı. Böyle bir olay ve yakınma duyulmadı. İktidar, yerini bırakmasaydı. Hem kararlara katılacaksınız, uygulanması için genelge yayınlayacaksınız, hem de ağlaşacaksınız. Ben, 28 Şubat kararlarının (içlerinde 5 sivilin de bulunduğu Milli Güvenlik Kurulu kararlarının) olağan, ulusal yönden çok yararlı olduğunu söyledim, o kadar. Hiç kimseyle, hiçbir kurumla, açık-gizli bir ilişkim olmadı. Tersini söyleyenler yalancıdır. Hakaret içeren yazıları nedeniyle tazminata mahkum ettirdiğim kimileri yine yazabilirler.
Kimilerinin ahlâk düşüklükleri de duyulmaktadır. Kendilerinin Avrupa dalkavukluğu yapmaları, vatan satıcılığına yeltenmeleri demokratlık, benim-bizim vatan savunuculuğumuz asker yandaşlığı sayılmaktadır. Kimi konuşmaları nasıl eleştirdiğimi de bilmeyecek, anlamayacak ölçüde ilgisiz-bilgisiz ya da tersine çevirecek ölçüde ahlâk yoksunu olanlara rastlanmaktadır. Patronları buyurunca ya da yaranmak için yine saldırıya başlayabilirler, hiç önemi yok.
Yalana ne gerek var? Dürüstlüğün ilk koşulu, en belirgin özelliği “doğru”yu konuşmaktır. Dalkavukluk, goygoyculuk, şakşakçılık, şarlatanlık, şaklabanlık, militanlık, katılık, madrabazlık, çıkarcılık, mandacılık, maşalık, savaş kışkırtıcılığı, kendini bilen bir kimseye asla yakışmaz.
Ulusal kimliğini yadsıyanın yurttaşlık bilinci oluşmamıştır. Avrupa’da yaşayıp Türkiye gazetelerinde sütunu olan kimilerinin önceden nerede ve ne “mal” olduğunu tanıyanlar bilir.
Özgürlüğü, eşitliği, onuru savunmayan, kişiliğe saygı duymayan kimse, hiçbir değer tanımaz. Irak olayıyla ilgili yayınların utandırıcılığı ortada. Kişisel sorunlarını, değişik güçlüklerini bırakıp özveriyle koşturanların önünü kesmenin hiçbir anlamı yoktur. Gerçek gazetecileri de üzen, kimi “soysuzluk” sayılacak bağnazlık, aymazlık, bozukluk ve boşlukların, sapkınlığa değin uzaması acıdır.
Teokratik monarşiden, cumhuriyetle demokrasiye geçiş, yepyeni kuruluş ve çok kısa zaman diliminde başarılan görkemli sonuçlar göz ardı edilerek Atatürkçülüğe yöneltilen eleştiriler, sahiplerinin kötü amaçlarının kanıtıdır.
Avrupa 300 yıl bekleyip 300 milyon ölü vererek laikliğe kavuştu. Zamanın tüm olumsuz koşullarına karşın, başta laiklik, Türkiye’nin gerçekleştirdiği tüm devrimler birer övünç kaynağıdır, unutulmaz utkudur.
Vatanı olmayanın dini, aklı olmayanın Allah’ı olmaz. Hiçbir zaman görevimle bağdaşmayan eylemim, konuşmam yazmam olmadı. Açılmış davalar nedeniyle “Şu partiyi kapatırız ya da kapatmayız, şu yazıyı iptal ederiz ya da etmeyiz” demememe karşın, ne zaman anayasal ve yaşamsal ilkeleri savunmuş, saldırıları yanıtlamışsam, sapkınlar, gerçekdışı anlatımlarla yaygarayı bastılar. İnançlı olmak ayrı, inanç sömürüsü ayrı, kezlerce anlattığımız Atatürkçülüğe saldıranlar vatanın, devletin, ulusun, dinin, demokrasinin, laikliğin, bilimin, insanlığın ne olduğunu bilmeyenlerle, kendi bağımlılıklarına yenik düşen Türkiye düşmanlarıdır.
Değerbilmez, kendini bilmez, bilgiçlik taslayan, sayrılığı yaygın söylentilerle kimi zaman güldürüp kimi zaman ülkemiz adına acıyla donduran zavallıların durumu, yöneticilerini ve sahiplerini düşündürmelidir.
Kimin, kimlerin sesi olduğu araştırılmalıdır. Ben, bunların hiçbir sözüne, yazısına aldırmıyor, gülüp geçiyorum. Atıp tutarlar, ne olduğunu, neler yapıldığını, nerede bulunduğumuzu bile bilmezler. Kulaktan dolma, kendi kişisel karşıtlığını yansıtma yazı ve sözleri kendi düzeyini açıklar. Türkiye’yi oyalayan AB’yi, hukuku çiğnediklerini, Türkiye’yi oyunlarla avutmaya çalışan ABD’yi, köktendinciliğin başvurduğu, desteklediği, hoş gördüğü, kışkırttığı terörü, hırsızlığı, soygunları, haksızlıkları ve çirkinlikleri görmezler. Kendi yapıları bunlara uygundur. Bunlarla beslenirler. Kimlerle yatıp kalktıkları, yurtdışında kimlerle ne yaptıkları karanlıktır. Kuralsızlıklara karşın yılmadan, yorulmadan uğraşı anlamazlar.
İktidar ülkeyi karartma çabalarını hızlandırarak sürdürürken, biz yoksunlukları ve güçlükleri göğüsleyerek aydınlatmaya, halkımızı uyarmaya çağırıyoruz. s
Atatürkçü olanın başka bir şeyci olmayacağını bilmeyecek kadar bilgisiz olanlara ayıracak zamanımız yoktur. Atatürkçü olduktan sonra başka bir şey olmaya da gerek yoktur. Bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, demokrasi, onur, erdem, adalet, ahlak, insanlık, tüm değerler bu kavramın içindedir. Karşı devrimcilerin yıkım girişimlerine katkıda bulunan sapkınlarla kimi salak ve sapıklar ne yazarlarsa, ne söylerlerse söylesinler, hiçbir engelleme gücümüzü kıramayacak, kıvancımızı gölgelemeyecektir.
Tüm değişik kaynaklı saldırıları, saldırganları, destekçilerini kınıyor, insanlık, dostluk, barış, dayanışma, demokrasi ve esenlik dileklerimizi yineliyoruz. Yapay ayrılıklar yaratarak yıkıcılığa savunanlar, diktatörlükleri, şeriat düzenine yöneltilen müslümanların yaşadığı ülkeleri, 1919 öncesi Türkiyesi’ni düşünsünler. Varsa kirlenmiş yüzlerimizi, ellerimizi, olayları ve nedeniyle ortaya koysunlar, laf ebeliği, yalan ve iftirayla değil. Terbiyesizlikle hiç değil. Böylelere “Kervan yürüyor” yanıtı yeter mi bilmem? Kötülerin ve malumların saldırısı bizim iyi yolda olduğumuzu, haklılığımızı gösterir.
Baktığını göremeyen, okuduğunu anlamayan, hiç değilse akılsızlığını ve terbiyesizliğini saklayabilse, ahlâk bozukluğu olanın meslek ahlâkı da bozuktur. Aynaya bakmaya korkanlara söylenecek çok söz var ama onların düzeyine inemem ve bana yakışmaz.

Şimdilik bu kadar.
 


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder