ARAP BAHARI VE MISIR’DA YANSIMALARI 2
BİRİNCİ BÖLÜM
MISIR VE TARİHİ ARKA PLAN
1.1. MISIR VE SİYASİ TARİHİ
Bugün itibariyle farklı devletler şeklinde varlığını sürdüren Orta Doğu ülkeleri, Birinci Dünya Savaşı’na dek Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde yer almaktaydı. Bu bağlamda Mısır da, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası idi. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır’da sağladığı idare, merkezi idareden büyük farklılıklar göstermekteydi. Mısır’da, yerel liderlerin toprak ele geçirmek ve ele geçirdikleri bu topraklardan vergi almak yoluyla güçlendikleri ve bu gücü ellerinde tutmaya devam ettikleri bir yapılanma gündemdeydi.16
16 Ahmet Yaramış, “Mısır’da İngiliz Sömürgecilik Anlayışı: Cromer Örneği (1883-1907)”, Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 2007, Cilt: 9, Sayı: 2, Aralık Dönemi, ss. 121-130.
17 Zeynep A. Suda Güler, Arap Milliyetçiliği: Mısır ve Nasırcılık Tahrir Meydanında Korkuyu Yenmek, İstanbul: Yazılama Yayınevi, 2011, s. 24.
18 Kamil Çolak, “Mısır’ın Fransızlar Tarafından İşgali ve Tahliyesi (1798-1801)”, Sakarya: Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Dergisi, Yıl: 2008, Sayı: 2, ss. 141-183.
Mısır’da özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinden sonra görülmektedir ki Batı
Avrupa ülkelerinin sömürgecilik faaliyetleri gündeme gelmeye başlamış ve buna
yönelik tepkiler bağlamında da, “Mısır Milliyetçiliği Hareketi” çerçevesindeki
olaylar ortaya çıkmaya başlamıştır.17
Mısır’da Napolyon Bonapart’ın 1798-1801 Mısır Seferi sonucunda başlayan
Avrupa etkisi ve modern Mısır’ın kurucusu olarak kabul edilen Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın hükümdarlığı ve reformları, uzun yüzyıllardan beri süren süreçte büyük değişimler yaşanmasının önünü açmış ve temelini oluşturmuştur.18
Britanya’nın 1882 yılında Mısır’ı işgal etmesinin ardından, dönem itibariyle
değişim arayışı içerisinde bulunan kesimler, “İslami Canlanma ve İslam Birliği”
anlayışıyla kendi düşüncelerini uygulamaya koymayı amaçlamışlar ve gittikçe daha fazla yaygınlaşmaya başlayan Avrupa düşüncesine, bu düşünce tarzının artan hâkimiyetine ve yaşam tarzına karşı bir siyasal hareket yaratmayı hedeflemişlerdir.19
19 Güler, a.g.e., s. 27.
20 Yaramış, a.g.m., s.125
21 Yıldırım Ramazan ve Tarık Abdülcelil, “Mısır’da Siyasi Aktörler, Partiler, Dini Hareketler ve Medya”, İstanbul: SETA Kim Kimdir Analiz Raporu, Yıl: 2012, Ocak Dönemi, Sayı: 2, s. 27.
22 Emil Homerin, “Memlûklar Dönemi Mısır’ında Sûfiler ve Tasavvuf Aleyhtarları Taraflar ve Kurumsal Çevre Üzerine Bir İnceleme”, Çeviren: Salih Çift, Bursa: Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 2002, Cilt: 11, Sayı:1, ss. 243-264.
Söz konusu edilen dönem itibariyle Mısır’da “Britanya saldırganlığı” olarak
nitelendirdikleri duruma karşı birlik çağrısında bulunan Cemaleddin Afganî gibi
düşünürler, dinde reform yapılması taraftarı olduklarını ve güçlü bir yönetim
istediklerini sıklıkla dile getirmeye başlamışlar ve bu doğrultuda da “Arap
Milliyetçiliği” anlayışının temellendirilmesinde önemli roller üstlenmişlerdir.20
Azınlıkların bütünleşmesi sayesinde Mısır’ın diğer Arap ülkelerine nazaran
idari yapısının çok daha istikrarlı bir ülke görünümünde olması söz konusu olmuştur. Zira Mısır, nüfusu itibariyle homojen bir yapılanmaya sahiptir.21 İbn-i Haldun da sosyoloji bağlamında ortaya koyduğu çalışmalarında Mısır’ın bu yönünü örnek göstermiş ve çeşitli soylara mensup farklı kabilelerin bulunmadığı Mısır gibi toplumlarda, devletin ayakta kalabilmesi için yakınlık bağına veya kabile gücüne ihtiyaç duymadığını belirterek, devlet kurmanın ve yerleşik hayata geçmenin çok daha kolay olduğunu ifade etmiştir.22
Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine geçmiş olmak, Mısır’da Memluk
yönetiminin sona ermesi sonucunu getirmemiştir. Yani, Mısır’da Osmanlı idaresi
kurulmasına ve Mısır toprakları Osmanlı Sultanı’nın mülkü haline gelmiş olmasına karşın, fiili yönetim Memluk Beyleri’ne verilmiştir. Memluk Beyleri, Mısır topraklarının yerel yöneticileri olarak toprakların işlenmesinden, vergilerin
toplanmasına ve Osmanlı Sultanına bağlılık payının ödenmesine dek uzanan geniş bir yelpazede birçok sorumluluklar üstlenmişler ve bu kapsamda da siyasi gücü ellerinde bulundurmaya yönelik konumlarını devam ettirmişlerdir. Bu süreçte Memluk Beyleri birçok kez Osmanlı Sultanına karşı ayaklanmışlar ve Kölemen gruplar arasında bu kapsamda birçok çekişme, çatışma ve iktidar kavgaları ile isyanlar yaşanmıştır.23
23 Yaramış, “a.g.m., s.127
24 Güler, a.g.e., s. 32.
25 Şenay Özdemir-Gümüş, “Napolyon’un Mısır’ı İşgali Sırasında Osmanlı Topraklarındaki Fransızlar”, İstanbul: Tarihin Peşinde: Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2013, Sayı: 9, ss. 249-278.
26 Ali Bilgenoğlu, “Orta Doğu’da Bir Öncü: Modernitenin Mısır’a İlk Taşıyıcısı Rıfa’a Rafi el Tahtavi (1801-1873)”, İstanbul: History Studies Journal, Orta Doğu Özel Sayısı, Yıl: 2010, ss. 27-46.
27 Güler, a.g.e., ss. 33
Mısır, Yavuz Sultan Selim Dönemi’nden 1798 yılına dek başka bir yabancı
istila ile karşı karşıya kalmamıştır. Ancak bu tarihten itibaren Osmanlı
İmparatorluğu’nun giderek genişleyen topraklarının, İngiliz ve Fransız
emperyalizminin askeri, kültürel, ekonomik ve siyasi etkilerine maruz kalmaya
başladığı görülmektedir.24
Napolyon’un Mısır Seferi’nin, en önemli nedenlerinden birisi de,
İngiltere’nin Kızıldeniz üzerinden Hindistan’a ulaşmasını engelleme çabasıdır.25
Niteliği itibariyle “Fransız Sömürgecilik Hareketi”nin de başlangıcı olarak kabul
edilen Napolyon’un Mısır Seferi, bu kapsamda Fransa’nın işgal ettiği ya da ele
geçirdiği topraklarda siyasi ve kültürel yaşama etki etmesinin hedeflenmesine
yönelik gerçekleştirilen sömürge hareketlerinin ilk örneği olarak
değerlendirilmektedir.26
Mısır Seferi sırasında Napolyon, doğrudan halkla bağlantı kurmak adına
hareket etmiş ve halka doğrudan hitap etmeye yönelik gerçekleştirdiği
konuşmalarını, Arapça broşür olarak bastırarak dağıtılmasını sağlamıştır. Bu
broşürlerin “Besmele” ve “Kelime-i Tevhid” ile başlamasına özen gösteren
Napolyon, Mısırlıların gönüllerini almanın yolunun bu olduğunu sıklıkla ifade etmiş ve konuşmalarından oluşan broşürlerde Memluklulara yönelik eleştirilerine de yer vererek, Fransız işgalini kendi adına meşrulaştırmaya çalışmıştır.27
1801 yılında Osmanlı ve Britanya güçleri Fransa’nın Mısır’daki işgaline son
vermişlerdir.28 Bu dönem ile birlikte de Mısır’da, yani 19. yüzyılın ilk yarısı
itibariyle Osmanlı Donanması ile Mısır’a giden ve çağdaş Mısır tarihinin en etkili
kişiliklerinden biri olmayı başaran ve her dönemde de bu şekilde değerlendirilen
Kavalalı Mehmet Ali Paşa egemenliği başlamıştır.29 Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya
1805 yılında Osmanlı Sultanı tarafından “Mısır Valisi” unvanı verilmiş ve bu
gelişme ile birlikte de Mısır, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi idaresinden ayrı bir yapılanma içerisinde yer alır hale gelmiştir.30
28 Şinasi Altundağ, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa Hakkında Kısa Bir Etüt”, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (AÜDTCF) Dergisi, Yıl: 2007, Sayı: 3, ss. 33- 45.
29 Sebahattin Samur, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın (1770 – 1849) Sosyal Politikaları: Mısır ve Diğer Osmanlı Eyaletlerindeki Etkisi”, İstanbul: İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi) Bilimname Dergisi, Yıl: 2007, Cilt: 2, Sayı: 13, ss. 131-138.
30 Ahmet Gündüz, “XIX. Yüzyılda Ortaya Çıkan Mısır Meselesi ve Kadı Kıran Olayı (1833)”, İstanbul: JASSS (The Journal of Academic Social Science Studies),Year: 2012, December, Volume: 5, Issue: 6, pp. 219-232.
31 Yaramış, a.g.m., s.127
1.2. MONARŞİ DÖNEMİ
Beş bin yıllık geçmişi ile dünyanın en eski devletlerinden birisi olan Mısır,
Arap Dünyası’nın ilk gerçek modern devleti olarak nitelendirilmektedir. Bu süreçte önemli katkıları olduğu kabul edilen Kavalalı Mehmet Ali Paşa da, bir Osmanlı askeri olarak Mısır tarihinde ayrı bir yere sahiptir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa Mısır’da, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yenileşme ve Tanzimat girişimlerine de örnek teşkil edecek tarzdaki reformları gerçekleştiren önemli bir devlet adamı olarak, Mısır’ı kendi kendine yetebilen ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsız bir kimliğe sahip bir devlet haline getirmeye çalışmıştır.31
Mısır’ın 19. yüzyıl boyunca maruz kaldığı büyük değişim ve dönüşüm,
mutlaka ki Kavalalı Mehmet Ali Paşa bağlamında tek bir değişkenle
açıklanamayacaktır. Zira Mısır adına söz konusu olan bu süreç, çok kapsamlı,
karmaşık ve farklı boyutlara sahip bir süreçtir. Ancak bu süreçte Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ayrı bir yere ve öneme sahip olmasının temelinde, elde ettiği başarılarını sürekli kılması ve özellikle de askeri alanda giriştiği ve büyük oranda da başarıyla gerçekleştirdiği reformları yer almaktadır.32
32 Samur, a.g.m., s.135
33 Hasan Öztürk ve Sevinç Öztürk, Afrika’da Türkiye ve Türk Algısı (Mısır-Fas-Senegal- Tanzanya), Ankara: BİLGESAM (Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi) Yayınları, BİLGESAM Rapor No: 39, 2010, s. 9.
34 Hayrettin Pınar, “Tanzimat Dönemi’nde İktidar Oyunları: Babıâli ve Hıdiv İsmail”, Ankara: Ahmet Yesevi Üniversitesi Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 2012, Güz Dönemi, Sayı: 63, ss. 159-188.
35 Yaramış, a.g.m., s.127
36 Seyfi Vakkas Toprak, “Osmanlı Yönetiminde Kuzey Afrika: Garp Ocakları”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Mecmuası, Yıl: 2012, Bahar Dönemi, Cilt: 22, ss. 223-237.
37 Toprak, a.g.e., s. 227.
38 Gündüz, a.g.e., s. 222.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa, ilk dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu ile
bağlarını koparmamaya özen göstermiş ve Osmanlı Sultanı adına önemli başarılara imza atmıştır.33 Ancak Mısır’ın ve Mısır nezdinde Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 1830’lu yıllardan itibaren yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun bir iç meselesi olmaktan çıkmaya başlaması, “Büyük Güçler” olarak nitelendirilen devletlerin de Mısır konusunda birbirleriyle rekabet içerisinde olmaya başlamalarını beraberinde getirmiştir.34 Bu doğrultuda Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 1831-1840 yılları arasında Mısır’daki iktidarını kökleştirmeye başlamış ve kendisi ve oğulları için Osmanlı İmparatorluğu’ndan giderek genişleyen taleplerde bulunmuştur.35
19. yüzyıl itibariyle Kavalalı Mehmet Ali Paşa Mısır’a geldiğinde, toprakların
geleneksel olarak devlet mülkiyetinde olduğu “Miri Toprak Sistemi”36 hâkimdi ve bu toprakların köylüler tarafından ekilip biçilmesi söz konusuydu. Dönem itibariyle Mısır halkının büyük çoğunluğunu oluşturan Arap nüfusun yaklaşık beşte dördü de, tarım kesiminde çalışanlardan ve köylülerden oluşmaktaydı. Bununla birlikte mevcut tüm yasal düzenlemelere ve bu yasal düzenlemeler kapsamında öngörülen kısıtlamalara karşın 19. yüzyılın ortalarından itibaren, toprak düzeninde “Özel Mülkiyet Sistemi” gündeme gelmeye başlamıştır.37
Kökeni itibariyle Arap olmayan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, kozmopolit
anlayışla hareket eden bir devlet adamı olarak nitelendirilmektedir.38 Bu doğrultuda Kavalalı Mehmet Ali Paşa, kişisel olarak Arap milliyetçiliğini ve Mısır
milliyetçiliğini temsil eden bir yapıya sahip olmamasına karşın, Arap Dünyasındaki ilk milliyetçi yaklaşımların onun dönemindeki Mısır’da şekillenmeye başlandığı bilinmektedir.39
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ölümünün ardından Abbas Paşa (1848-1854),
Said Paşa (1854-1863) ve İsmail Paşa (1863-1879) Mısır valiliğine getirilmişlerdir.40 Bu dönem itibariyle Mısır’ın asıl borçlanma süreci de, Abbas Paşa’dan sonra Mısır Valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Said Paşa (1854-1863) döneminde söz konusu olmaya başlamış ve özellikle de 1861 yılında uygulanmaya başlanan politikalar ile gündeme gelmiştir.41
Albay Ahmed Arabî, 1882 yılında askerleri ile birlikte ayaklanmıştır.42 Bu
çerçevede Arabî Paşa Hareketi, Mısır’da reformcu kanadı oluşturan Arap
entelektüeller ile orduda görev yapan Arap subaylar tarafından da desteklenmiş ve hareket, ülke ekonomisinin bozulması sonucu vergilerin artması ve tasarruf tedbirleri dolayısıyla, başta ordu olmak üzere birçok alanda yarım aylıkla işten çıkartılanların artması üzerine geniş destek bulmuştur.43
Mısır’da milliyetçi bilincin oluşması, birikimi ve kısmen de örgütlenmesi
sonucunda, 9 Eylül 1881 tarihi itibariyle Abidin Meydanı’nda toplanan göstericiler, milli bir meclisin kurulmasını ve kendisi de Türk kökenli olup Mısır Ordusu’nda görev yapan yabancı subayların lehine ayrımcılık yapan Harp Nazırı Rıfkı Paşa’nın görevden alınmasını talep ettiklerini belirtmişlerdir.44
Bu gelişmeler doğrultusunda “Mısır Meselesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nun
son dönemlerinde uğraşmak durumunda kaldığı karmaşık bir mesele olarak
nitelendirilmektedir. Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasında
Mısır’ın idaresi konusunda 24 Ekim 1885 tarihinde bir anlaşma yapılmıştır. Bunun üzerine İngiltere, tahliye işini görüşmeye başlamadan önce Mısır’daki düzenlemeleri Osmanlı Hükümeti ile ortak belirleme ve gerçekleştirme hakkını ve yetkisini elde etmiştir.45
40 Abdullah Kahraman, “İslam Hukuk Düşüncesinde Taabbudî Hükümler ve Taabbudîyatın Sahası Üzerine”, İstanbul: İslam Hukuk Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2003, Sayı: 2, ss. 25-57.
41 Muhammed Hamidullah Ağırakça, “19. Yüzyıl Mısır’ında Kanunlaştırma Hareketleri”, İstanbul: BİSAV (Bilim ve Sanat Vakfı) Dergisi, Yıl: 2013, Sayı: 81, ss. 1-10.
42 Veysel Ayhan. “Mısır’da Devrimin Ayak Sesleri”, Orta Doğu Analiz Dergisi” Ankara: ORSAM Yayınları Yıl: 2011 Sayı: 26 ss. 15-26
43 Yunus Özger, “Mısır’ın İdari ve Sosyo-Ekonomik Yapısına Dair II. Abdülhamit’e Sunulan Bir Layiha”, İstanbul: History Studies Journal, Yıl: 2010, Orta Doğu Özel Sayısı, ss. 301-323
44 Ayhan, Mısır’da Devrimin Ayak Sesleri, s. 22.
45 Çağatay Okutan, “Arap Milliyetçiliği”, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (AÜSBF) Dergisi, Yıl: 2006, Cilt: 56, Sayı: 2, ss. 159-172.
46 Çolak, a.g.e., s. 153.
47 Güler, a.g.e., s. 64
48 Protektora (Himaye): Britanya’nın 1825’ten sonra kullanmaya başladığı ve “sömürgecilik” nitelendirmesinden farklı bir anlamda bir ülkenin yabancı toprak olarak kabul edilmesine ve söz konusu devletle özel anlaşmalar yapılması anlayışına dayanan, bu kapsamda da ülkedeki mevcut
egemen yapının korunmasını amaçlayan yarı-resmi idari bir statüdür. “Yabancı devlet” olarak nitelendirilen bu topraklarda, “barış ve düzenin sağlanabilmesi ve bu temelde hareket edebilecek bir hükümetin kurulabilmesi” için yasa yapma yetkisi Britanya Krallığı’na aittir. Bu temelde 1892 yılında Bahreyn ve 1914 yılında da Mısır, Britanya için protektora statüsünde yer almaya
başlamıştır. Ayrıntılı bilgi İçin bakınız: Güler, Arap Milliyetçiliği, ss. 64 vd.
49 Güler, a.g.e., ss. 64 vd.
Bu gelişmelerin yaşandığı Mısır için Birinci Dünya Savaşı da, “Mısır Milliyetçilik Hareketleri”nin gelişim göstermesi açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.46 Ancak 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın tarafında savaşa katılması nedeniyle Britanya, Mısır’da önce 2 Kasım 1914 itibariyle önce sıkıyönetim 47 ve ardından da 18-19 Kasım tarihleri arasında Mısır’ı resmi olarak topraklarına katma isteğini açıklayarak “protektora”48 ilan etmiştir.
Protektora ilanı, Mısır siyasal yaşamında büyük değişimler yaşanmasına
neden olmamış, sadece yaklaşık 30 yıldır devam etmekte olan rejimin
resmileştirilmesini ve yasal bir zemine oturtulmasını sağlamıştır. Bu temelde Mısır, Osmanlı Devleti’nden resmi olarak kopmuş ve Birinci Dünya Savaşı boyunca Mısır toprakları, müttefik kuvvetlerin Asya ve Avrupa arasındaki geçiş ve konaklama alanı ve Gelibolu ve Filistin Cephelerinin hareket ve eğitim üssü olarak kullanılmıştır.49
1922 yılı itibariyle de Britanya, Mısır’daki protektorasına son verdiğini ve
Mısır’ın bağımsızlığını tanıdığını açıklamıştır. Buna karşın 1922 Anlaşması ile
görülmektedir ki Britanya’nın bu yönde açıklamada bulunmasına karşın uygulamada aynı yönde hareket etmesi söz konusu olmamış, özde sadece kontrol yöntemleri
direkt olmaktan çıkıp dolaylı olarak yürütülmeye başlanmıştır. Zira Britanya, söz
konusu anlaşma ile Mısır’daki hükümet kurma süreçlerini kontrol ve koordine etme hakkını ve Süveyş Kanalı üzerindeki denetimi sürdürme yönündeki tavrını devam ettirme yönünde politikalar üretmiştir.50
50 Ahmet Uysal, Orta Doğu’da Türkiye Algısı: Mısır Örneği, Ankara: SDE (Stratejik Düşünce Dergisi) Araştırma Raporu, 2011, s. 36.
51 Yıldırım ve Abdülcelil, a.g.m., s. 27.
52 Cenap Çakmak, “Müslüman Kardeşler Bir Sivil Toplum Örgütü Mü?”, İstanbul: Akademik Orta Doğu Dergisi, Yıl: 2007, Cilt: 2, Sayı: 1, ss. 69-98.
53 Sibel Kalemdaroğlu, Tarihsel ve Ekonomi-Politik Bağlamda Müslüman Kardeşlerin
Yükselişi ve Düşüşü, İstanbul: 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Yayınları, 2012, s. 3.
54 İsmail Numan Telci, “Devrim Sonrası Mısır’da Güç Mücadelesi: İslamcı İktidar vs. Seküler Muhalefet”, İstanbul: ORSAM Orta Doğu Analiz Aylık Uluslararası İlişkiler Dergisi, Yıl: 2013, Ocak Dönemi, Cilt: 5, Sayı: 49, ss. 79-89.
55 Uysal, Orta Doğu’da Türkiye Algısı, s. 42.
Bu bağlamda dönem itibariyle Mısır’daki monarşik yapılanmanın temelinde
yer alan Kral Faruk ile yaygın halk desteğini arkasına almış olan Vefd Partisi ve
Britanya arasında büyük bir güç savaşı yaşanmaya başlanmıştır.51 Kral Faruk’un başa geçmesi, başlangıçta Vefd Partisi ve hızla yayılmakta olan “Müslüman Kardeşler” tarafından sevinç gösterileri ile karşılanmıştır.52 O döneme dek Mısır Sarayı’nda konuşulan resmi dil Türkçe iken, 1936 yılında 16 gibi genç bir yaşta tahta geçmiş olan kral Faruk ile birlikte Saray’da Arapça konuşulmaya başlanmıştır.53
Mısır’da iki savaş arası dönemde – özellikle de 1930’lu yıllar itibariyle nüfus hızla artmaya başlamış ve kentlere hızlı bir göç süreci gündeme gelmiş
olmasına karşın, mevcut yaşam standardı gerileme gösterir hale gelmiştir.54 Toprak sahiplerinin birikmiş sermayeleri Mısır sanayinin ve Mısır Bankası’nın gelişmesini sağlamış; ilk ve orta düzeyde resmi okul ağı hızla genişlemiş ve Kahire Üniversitesi’nden mezun olanların oluşturduğu “profesyonel meslek sahibi elit sınıf” ortaya çıkmıştır. Elit sınıf, Britanya hâkimiyetine karşı çıkan milliyetçi muhalefet tarafında yer aldığını açıklamış ve bu yeni sınıf mensupları ile sanayi bağlantılı mesleklerde görev yapan orta sınıf mensupları, siyasal güç ve hükümet destekli olarak yeni sanayilerin desteklenmesine yönelik taleplerini paylaşmışlardır.55
1936 yılı itibariyle, Mısır’ın tam bağımsızlık yolunda ilerlemesinin önündeki
en büyük engel olarak nitelendirilen “İngiliz – Mısır Anlaşması”56 imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Mısır Milletler Cemiyeti’ne “Üye Ülke” sıfatı ile katılım hakkı elde
etmiş ve Mısır’ı uzun bir dönemden beri “İngiliz Yüksek Komiseri” olarak denetimi altında tutan Britanya, “Britanya Büyükelçiliği” adını almıştır. Mısır, İkinci Dünya Savaşı’nda da önemli merkezlerden biri olma niteliğini taşımış ve bu yönüyle de Kahire ve İskenderiye; askerlerle, casuslarla, siyasi sürgünlerle ve hükümet yetkilileri ile dolup taşmıştır.57
56 Özger, a.g.e., s. 322.
57 Telci, Devrim Sonrası Mısır’da Güç Mücadelesi, s. 84.
58 Özger, a.g.e., s. 322.
59 Ali Oğuz Diriöz, “Mübarek Öncesi Mısır Mübarek Öncesi Mısır: Jeopolitik Konum, İç ve Dış Politika”, Ortadoğu Analiz, Ocak 2012, Cilt: 4, Sayı:37 s. 85.
Bu gelişmelere karşın 4 Şubat 1942’de Britanya’nın Mısır Büyükelçisi
Killearn Lordu Sir Miles Lampson, Kral’ın bulunduğu Abidin Sarayı’na zırhlı araçlar eşliğinde gelmiş, sarayı kuşattığını açıklamış ve Kral Faruk’a Başbakan Ali Mahir Paşa’nın görevden alınması ve yerine Nahas Paşa’nın atanmasını ileten bir ültimatom sunmuştur.58
İngiltere bu dönemde, diğer partilerin Alman yanlısı olduklarını açıklamaları
nedeniyle, yalnızca ülkenin temsil gücü en büyük partisi olarak nitelendirilen Vefa Partisi’ne güvenmekte ve bu nedenle de Nahas Paşa’nın Başbakan olmasını
istemektedir. Ancak Kraliyet Sarayı’nın basılmış olması ve Kral’ın Britanya’nın
talebinin gerçekleştirilmesine yönelik son kararı silah zoru ile vermek durumunda kalması, Nasır ve arkadaşları tarafından bir “ulusal aşağılanma” olarak nitelendirilmiş ve bu süreç 1952 yılı itibariyle iktidarın el değiştirmesinin temel belirleyicisi olmuştur. Böylece Mısır’da monarşi dönemi sona ermiştir.59
1.3. CEMAL ABDÜL NASIR DÖNEMİ
1952 yılı itibariyle “Hür Subaylar” askeri darbe ile yönetimi ele geçirdiklerinde, başlangıçta hem Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) hem de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yeni yönetime karşı nasıl bir tavır belirleyecekleri konusunda zorlanmışlardır. Çünkü Mısır’da söz konusu olan bu ani değişim her iki tarafın da büyük bir şaşkınlık yaşamasına neden olmuştur. Bununla birlikte SSCB, darbeyi izleyen günlerde Hür Subaylar İktidarını “ ABD bağlantılı ve gerici bir hareket” olarak değerlendirmiş ve Çin Halk Cumhuriyeti de Mısır’daki
yeni yönetimi, “karşı devrimci askeri diktatörlük” olarak nitelendirmiştir.60
60 Diriöz, a.g.m., s. 87.
61 Kalemdaroğlu, a.g.e., s. 4.
62 Özlem Tür, “Mısır’da Ekonomik Kalkınma Çabaları”, İstanbul: İÜSBF Dergisi, Yıl: 2009, Ekim Dönemi, Sayı: 41, ss. 183-194.
63 Uğur Ertaş, “Rusya Mısır’daki Darbeyi Nasıl Okuyor?”, İstanbul: TUİÇ(Türkiye Uluslararası İlişkiler Çalışmaları) Akademi Dergisi, Yıl: 2013, Temmuz Sayısı, ss. 1-2.
64 Arda Baş, “1957 Suriye Krizi ve Türkiye”, İstanbul: History Studies Journal, Year: 2012, Volume: 4, Number: 1, ss. 89-109.
65 İhsan D. Dağı, Orta Doğu’da İslam ve Siyaset, İstanbul: Boyut Yayınları, 2000, s. 39.
Böylesi bir ortam içerisinde Mısır’ın Nasır iktidarı döneminde SSCB ve diğer
sosyalist ülkelerle kurulmuş olan ilişkiler pragmatist yönler taşımakla birlikte, bir yönüyle de Arap kitlelerinin sömürge deneyimleri ve bağımsızlık sonrasında
Batılılara karşı derin bir kırgınlık ve kin ile dolu olmalarına dayanmaktaydı. Batı’ya karşı olunmasının önemli bir diğer nedeni de, İsrail Devleti’nin kurulmuş olması ve bu temelde İsrail-Filistin sorununun ortaya çıkmasıdır.61
SSCB, 1953 ve 1954 yıllarında Mısır’ın İngiltere karşıtı pozisyonunu desteklemiş ve Ocak 1954 itibariyle de Mısır Savunma Bakanı, SSCB’ye uzun bir ziyarette bulunmuştur.62 Bu temasın ardından SSCB, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde İsrail’in Süveyş Kanalı’nı kullanma hakkı konusunda ilk kez veto hakkını kullanmıştır. Bu doğrultuda SSCB, Mısır’daki yeni rejimi daha fazla
desteklemeye başlamış ve bu yöndeki ilişkiler, 1955 yılına dek artarak devam
etmiştir.63
1955 yılı ise, Mısır dış siyaset gündeminin hızlanmaya başladığı bir dönemi
ifade etmesi bakımından önemli bir yıl olarak addedilmektedir.64 Soğuk Savaş
ortamında Bağdat Paktı’nın kurulması ile Arap Dünyası’nda kutuplaşmanın
hızlanması tetiklenmiş ve aslında Batı bloğu tarafında beklenenin aksine bir etkinin ortaya çıkması söz konusu olmuştur.65 Mısır, 1950 yılında imzalanmış olan Arap Savunma Anlaşması’nı etkisiz hale getireceğine inandığı için Bağdat Paktı’na katılmamış ve hatta Irak’ı işbirlikçilikle suçlayarak, bu ülkede de süreç içerisinde ortaya çıkacak olan rejim değişikliklerini tetiklemiştir.66
66 Göktürk Tüysüzoğlu, “İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiliz Dış Politikası: İmparatorluk Yaşıyor Mu?”, Kırgızistan: Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E – Dergisi, Yıl: 2011, Eylül – Ekim Dönemi, Sayı: 26, ss. 1-23.
67 Behçet Kemal Yeşilbursa, “Bağdat Paktı (1955-1959)”, İstanbul: Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2011, Sayı: 6, ss. 85-100.
68 Sabit Duman, “Orta Doğu Krizleri ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Mayıs-Kasım 2005, s. 313-319
69 Arda Baş, “1957 Suriye Krizi ve Türkiye”, History Studies, Volume: 4/1 2012 s. 101.
70 Merve Suna Özel, Rusya’nın Değişmeyen Orta Doğu Politikası: Çıkar Odaklı Yaklaşım, İstanbul: 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Yayınları, 2012, s. 3.
71 Sinan Ülgen ve F. Doruk Ergün, Kum Tepelerinde Tökezlemek: Orta Doğu’da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bir Bölgenin Oluşturulması, İstanbul: EDAM (Ekonomi ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi) Yayınları, EDAM Tartışma Kâğıtları Serisi, Seri No: 4, Yıl: 2012, s. 16.
Bağdat Paktı, Nasır’ın SSCB’ye yanaşmasının başlangıcı olarak da
değerlendirilmektedir.67 Irak, Mısır’ın “Arap Savunma Sistemi” ile ilgili girişimlerini hiçe sayarak, Pakistan ve Türkiye ile birlikte Bağdat Paktı’na katılmış ve İsrail de, 28 Şubat’ta Gazze’de askeri hedeflere yönelik gerçekleştirdiği saldırıda 38 kişinin ölümüne neden olmuştur. 1955 yılının üçüncü önemli olayı olarak kabul edilen olay da, Nisan ayında düzenlenmiş olan ve Nasır’ın bizzat katılmış olduğu Bandung Konferansı’dır.68
ABD ve İngiltere, Nasır’ın Bağdat Paktı’na katılmayı reddetmesine tepki
göstermişler ve bu doğrultuda da Aswan’da yapılması planlanmış olan baraj için
finansal destek ve krediler geri çekilmiştir.69 Nasır İktidarı da bu tepkiye karşılık olarak, Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı “millileştirme” kararı almıştır. Karşılıklı artarak devam eden bu tepki hareketlerinin bir sonraki adımı da, İngiltere ve Fransa tarafından uygulanmış olan ticaret boykotu olmuştur.70
28 Şubat 1955’te Mısır’ın askeri denetiminde bulunan Gazze Şeridi’ne İsrail
tarafından düzenlenen saldırı, Nasır Yönetimi’ni ABD’den silah satın almak için
başvurmaya zorlamıştır.71 Ancak İsrail’in varlığının ve güvenliğinin Amerikan dış siyasetinin önemli hedeflerinden biri olması dolayısıyla Amerikan Senatosu Nasır yönetiminin silah satın almasına yönelik görüşmeleri uzatmış ve bunun üzerine hükümet, 27 Eylül 1955’te Çekoslovakya’dan silah satın alacağını açıklamıştır.72
72 Adid Davişa, Arap Milliyetçiliği: Zaferden Umutsuzluğa, Çeviren: Lütfi Yalçın, İstanbul: Literatür Yayıncılık, 2004, s. 126.
73 İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2011, s. 331.
74 Bayram Soy, “Arap Milliyetçiliği: Ortaya Çıkışından 1918’e Kadar”, Ankara: Ahmet Yesevi Üniversitesi Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 2004, Sayı: 30, ss. 173-202
75 Mehmet Akif Kireççi, Başlangıcından Günümüze Arap Milliyetçiliği, İstanbul: Grafiker Yayınları, 2013, s. 77.
76 Güler, a.g.e., s. 111.
77 Soy, a.g.e., s. 187.
78 Mehmet Fehmi Eken, Faizsiz Bankacılık Modelleri ve Türkiye Uygulamaları, İstanbul: Marmara Üniversitesi Yayınları, 2011, s. 26.
SSCB’den silah satın alınmasına yönelik Mısır-SSCB görüşmeleri de 1953
yılı itibariyle başlamış olmasına karşın, SSCB’den silah satın alınmasına kadar Mısır, Batılı ülkelerden ve ABD’den silah almak istemiş, ancak ABD ve Dulles, Mısır’ın Batı ittifakında yer alması koşulunun arandığını iletmiştir.73
1958 yılı da, SSCB ile Mısır arasındaki ilişkilerin inişli – çıkışlı bir seyir izlemeye başladığı bir yıl olarak değerlendirilmektedir.74 Zira aynı yıl içerisinde Suriye ve Mısır birleşme kararı alarak Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurmuşlar ve bu doğrultuda Nasır’ın Araplar üzerindeki etkisi artmış, Irak’ta 14 Temmuz’da bir darbe sonucunda General Abdülkerim Kasım iktidara gelmiş ve Irak’ın da bu birliğe dâhil olması ihtimali gündeme gelmiştir.75
Nasır, 1958 yılı Nisan ayında ilk kez SSCB’ye gitmiş ve 18 gün boyunca
Kruşçev tarafından misafir edilmiştir.76 Bu temelde SSCB, Mısır nezdinde Orta
Doğu’da etkinlik elde etme amacını uygulamaya koymayı hedeflemekte ve Nasır’la ilişkilerin iyi tutulabilmesi ya da daha iyi ilişkiler geliştirilebilmesi için elinden geleni yapmaktaydı. Aynı yılın Ekim ayında Mısır Genelkurmay Başkanı Abdül Hakim Amir Moskova’ya gitmiştir.77
Bu dönemde ayrıca Nasır Yönetimi, sermayenin ülkeden kaçma eğilimi
göstermesi ile mevduat azalmasına karşı ve yatırımlar için kredi ve borç aramaya başlamıştır.78 Başlangıçta tüm ekonomik projeler ve kalkınma atılımları için BM ve ABD’den kredi alınabileceği düşünülmeye başlanmış, Nasır Yönetimi’nin bu yöndeki yaklaşımlarına başlangıçta Batı da olumsuz yaklaşmamış, hatta Nasır 1956 yılı itibariyle Time Dergisi tarafından “Yılın Adamı” seçilmiştir.79
79 Kerem Gün, “Yalancı Bahar: Arap Baharı”, Ankara: Çankaya Üniversitesi Gündem Dergisi, Yıl: 2012, Ekim Dönemi, Sayı: 46, ss. 7-15.
80 Soy, a.g.e., s. 188.
81 Akça Ataç, “Arap Baharı ve Sosyal Medya”, Ankara: Çankaya Üniversitesi Gündem Dergisi, Yıl: 2012, Ekim Dönemi, Sayı: 46, ss. 16-18.
82 Didem Ekinci, “Arap Baharı ve Balkanlar”, Ankara: Çankaya Üniversitesi Gündem Dergisi, Yıl: 2012, Ekim Dönemi, Sayı: 46, ss. 19-22.
83 Mohamed Talib el-Hamd, “Doğu Yolu: John Foster Dulles Mısır’ın 1955 Çekoslovakya Silah Anlaşması Kararını Nasıl Etkiledi”, İstanbul: History Studies Journal, ABD ve Büyük Orta Doğu İlişkileri Özel Sayısı, Yıl: 2011, ss. 135-156.
84 Çağdaş Üngör, “Çin ve Üçüncü Dünya”, İstanbul: İÜSBF Dergisi, Yıl: 2009, Sayı: 41, ss. 27-38.
Ancak gelişmeler, Arapların ve dolayısıyla Mısır’ın yönelimlerinin Batı’dan
uzaklaşmak, bağlantısızlık içerisinde yer almak ve buna paralel olarak da bir yandan SSCB ile iyi ilişkiler geliştirmek diğer yandan da ülke içinde bir kalkınma ve ilerleme modeli olarak görülen sosyalist uygulamalara ağırlık vermek olmasını gerekli kılmıştır.80
ABD ile söz konusu olan iyi ilişkiler, Nasır’ın Arap Dünyası’nda liderlik rolü
üstlenmesi ile birlikte bozulmaya başlamıştır.81 1954 yılı Nisan ayında ABD, Irak’a silah satmaya karar vermiş ve yeni stratejisini Irak üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu bağlamda ABD, Nasır gibi yeni ve milliyetçi bir liderle uğraşmak yerine, Irak’ta yönetimde olan geleneksel seçkinlere güvenmeyi tercih etmiştir.82
Mısır’ın tercihleri ve konumu, Nasır’ın Bağlantısızlık Hareketi’nin liderleri
konumunda olan Nehru ve Tito ile yakın ilişkiler geliştirmesi ile birlikte
şekillenmeye başlamıştır. Bağlantısızlık Hareketi’nin ortaya çıktığı dönemde
Nasır’ın bu hareket içerisinde yer almasının avantajlarını keşfetmiş olması, üçüncü dünyacı tutumun Mısır’ın dış siyasetinde olduğu kadar iç siyasetinde de zengin olanaklar yaratacağını saptaması ve buna göre hareket etmiş olması önemli bir gelişme olarak nitelendirilmektedir.83
Mısır, bu noktadan itibaren bağlantısız ve tarafsız olmakla birlikte, aktif bir
dış siyaset izlemeye girişmiş ve Nasır’ın uluslararası ilişkilerde sahip olduğu önem ve itibar, 1960’lı yılların sonlarına doğru giderek daha da artmıştır.84 1959 yılı sonrasında Mısır daha aktif bir Afrika siyaseti izlemeye başlamış ve ulusal kurtuluş savaşlarına destek sağlamıştır ki, 1961 yılına dek yirmiye yakın Afrika ülkesi bağımsızlığını ilan etmiştir.85
85 Murat Ağdemir, “İsrail’in Dış Politikasında Bir Hareket Alanı: Sahra Altı Afrika Ülkeleri İle İlişkiler”, İstanbul: Akademik Orta Doğu Dergisi, Yıl: 2012, Cilt: 7, Sayı: 1, ss. 103-122.
86 Elem Eyrice-Tepeciklioğlu, “Afrika Kıtasının Dünya Politikasında Artan Önemi ve Türkiye Afrika İlişkileri”, Ankara: Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi, Yıl: 2012, Bahar Dönemi, Cilt: 1, Sayı: 2, ss. 59-94.
87 Kubilay Erman, “SSCB’nin Latin Amerika Politikası ve Günümüze Yansımaları”, İstanbul: 21. Yüzyıl Dergisi, Yıl: 2011, Aralık Dönemi, Sayı: 36, ss. 11-22.
88 Baş, 1957 Suriye Krizi ve Türkiye, s. 105.
89 Demet Gökçınar, Arap-İsrail Uyuşmazlığında Filistin Sorunu, Ankara: Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2009, s. 24.
90 Güler, a.g.e., , s. 115.
Mısır’da Bağlantısızlık Hareketi’ni ilgilendiren bir dizi toplantı, Hazırlık
Konferansı ve Bağlantısızlık Hareketi Konferansı düzenlenmiştir.86 1957-1958
Kahire Konferansı, Bandung Konferansı’nın devamı olma niteliği ile
gerçekleştirilmiş ve Konferans, 26 Aralık 1957’de Kahire Üniversitesi’nde
açılmıştır.87
Nasır İktidarının büyük önem verdiği Kahire Konferansı’nın organizasyonunda, rejimin ikinci adamı konumunda bulunan Enver Sedat görev almıştır. Kahire Konferansı’nda Bandung Konferansı’ndan farklı olarak, sadece devlet temsilcileri değil, farklı ülkelerde ulusal kurtuluş mücadelesi veren siyasal grupların temsilcileri ile kendi ülkesi resmi düzeyde temsil edilmeyen bazı delegasyonlar da katılmıştır.88
Mısır, 1967 Arap-İsrail Savaşı yenilgisi sonrasında askerlerini Yemen’den
kademeli olarak geri çekmiş, bölgede Nasır etkisi hızla kaybolmaya başlamış ve
Ürdün ve Suudi Arabistan gibi Batı yanlısı rejimler güçlerini ortaya koyabilir hale
gelmişlerdir.89 Bu kayıpla birlikte Süveyş Kanalı’nın kapalı kalması da Mısır için
büyük bir gelir kaybına neden olmuş ve Mısır petrolünün Aden’de rafine edilmesi
gündeme gelmiştir. Bu gelişmeler doğrultusunda Suudi Arabistan da dâhil olmak üzere tüm Arap ülkeleri ile ilişkilerini düzeltme çabası içerisine giren Mısır’a ABD tarafından yapılan ekonomik yardım ve buğday ihracatı da kesilmiş ve bunun üzerine Mısır, SSCB ile yakınlaşma yönünde çaba sarf etmeye başlamıştır.90
Sonuç itibariyle tüm iktidar süreci boyunca Nasır, yalnızca dış siyaset ile
ilgilenmemiş, aynı zamanda iç siyasetin de bir parçası olarak değerlendiricek olan “Arap Milliyetçiliği” ve “Arap Birliği” sorunları ile birlikte, ülke içerisindeki
siyasal sorunlarla da ilgilenmiştir. 1970 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu vefatının ardında da, Enver Sedat cumhurbaşkanı olmuştur.91
91 Soy, a.g.e., s. 222.
92 Telci, Devrim Sonrası Mısır, s. 83.
93 Türkkaya Ataöv, “Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın Yargılanması”, Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Yıl: 2011, Sayı: 42, ss. 23-33.
94 Hilal Görgün, “Bir İktidar Mücadelesinin Anatomisi: Enver Sedat ve Muhalifleri”, İstanbul: İslam Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2001, Sayı: 6, ss. 77-92.
1.4. ENVER SEDAT DÖNEMİ
Cemal Abdül Nasır 28 Eylül 1970 tarihinde vefat ettiğinde, ardında büyük
çaplı bir sistem krizi, moral açısından çöküntü içerisinde olan bir halk ve bölünmüş bir toplumsal yapı bırakmıştı ki; önemli sorunlardan bir diğeri de, Abdül Nasır’ın ardından yönetimin kime devredileceğiydi. Özellikle yönetim konusundaki belirsizlikler halk arasında bölünmelere neden olmuş, ancak söz konusu olan fikir ayrılıklarına karşın anayasa gereği başkan vekili konumundaki kişinin Nasır’ın yerine geçmesi gerekmişti. Bu doğrultuda Enver Sedat, başkan vekili olması nedeniyle geçici olarak başkanlık koltuğuna oturmuş ve bu sürecin ardından da 15
Ekim 1970 yılında gerçekleştirilen bir referandumla, Sedat’ın başkanlığı halk
tarafından da onaylanmıştır. 92
Enver Sedat, Nasır İktidarı döneminde çalışmalara etkin bir şekilde
katılmamış olmasına karşın, bu dönemde Abdül Nasır’ın yanında en fazla görünen isim olmuştur.93 Nasır’ın 1970 yılında vefatına neden olan kalp krizinden önce geçirmiş olduğu 1969 tarihindeki ilk kalp krizinde Enver Sedat “Arap Sosyalistler Birliği (ASB) Yüksek İcra Kurulu Başkanlığı”nı vekâleten yürütmüş ve Nasır’ın iyileşmesinin ardından katıldığı Rabat’ta gerçekleştirilen Arap Zirvesi süresince de, yine başkan vekili olarak tayin edilmiştir.94
yaptığını onaylaması dolayısıyla “Evet Başkan” lakabı ile anılmıştır. Ancak lakabına karşın Enver Sedat, kendi düşüncelerinin uygulamaya konulması noktasında da yaptırımları olan bir isim olarak değerlendirilmiştir. Neticede Sedat’ın bu yönü, muhaliflerinin tümüyle karşı olmasına rağmen, başkan adayı olarak gösterilmesini ve sonuçta başkanlık koltuğuna oturmasını sağlamıştır.95
95 Görgün, a.g.m., s. 84.
96 Ayhan, Mısır’da Devrimin Ayak Sesleri, s. 5.
97 Telci, Devrim Sonrası Mısır, s. 86.
98 Telci, Devrim Sonrası Mısır, s. 88.
Muhaliflerin Enver Sedat’ın başkanlığını desteklemelerinin temelinde, onun
“zayıf adam” olarak görülmesi yatmaktadır denilebilir. Zira Sedat’ın başkanlığa
getirilmesi ile birlikte “tek adam” olarak hareket etme eğiliminde olmayacağını
düşünen muhalifler, ona istediklerini yaptırabileceklerini düşünmüşler ve bu nedenle de destekler yönde bir tavır takınmışlardır.96
Enver Sedat’ın çevresinde yer alan Hür Subaylar grubu ve elit kesimin
oluşturduğu muhalif grup arasındaki mücadeleler, özellikle de Abdül Nasır
döneminde gücün tek bir elde toplanmasından kaynaklanan kaygılara yönelikti. Zira her iki grup da Enver Sedat’ın Nasır gibi gücü elinde bulunduran tek isim
olmamasını sağlamaya çalışmakta ve bu gücün kendi grupları ile paylaşılmasını
istemişlerdir.97
Bu süreç içerisinde Enver Sedat, dış politika ile ilgili birtakım radikal kararlar
almış, 1967 yılında İsrail ile Abdül Nasır döneminde yapılmış olan 1970 yılı Eylül
ayı sonunda sona erecek olan Ateşkes Anlaşmasını ülkenin henüz savaşabilecek
durumda olmamasını gerekçe göstererek 1971 yılı Şubat ayına dek uzatmıştır.98
Enver Sedat’ın bu yöndeki yaklaşımları yanında muhalifleri tarafından en fazla eleştirildiği bir başka nokta da, İsrail ile Mısır arasında barış anlaşması
imzalanabileceği yönündeki açıklamaları olmuştur. 4 Şubat 1971 tarihi itibariyle
Meclis’te yaptığı bir konuşmasında Enver Sedat; İsrail’in Sina Yarımadası’ndan
çekilmesi durumunda Süveyş Kanalı’nın tekrar açılabileceğini, hatta İsrail ile barış anlaşması imzalanabileceğini ve ABD ile diplomatik ilişkilerin tekrar
düzeltilebilmesine yönelik hareket edilebileceğini belirterek çok daha büyük
tepkilerle karşılaşmıştır.99 Muhalifler tarafından tepki ile karşılanan, bununla birlikte ABD tarafından desteklenen bu yaklaşım, aynı zamanda İsrail ile barış anlaşması imzalanabileceğine yönelik açıklamada bulunan ilk Arap Devlet Başkanı açıklaması olması bakımından da önem ifade etmektedir.100
99 Selin M. Bölme vd. 25 Ocak’tan Yeni Anayasa’ya: Mısır’da Dönüşümün Anatomisi, SETA Rapor, No. 2, Nisan 2011, s. 9.
100 Kalemdaroğlu, a.g.e., s. 4.
101 Tayfun Nasuhbeyoğlu, Mısır’da İslami Hareketler, Ankara: Pusula Derneği Yayınları, 1993. s. 17.
102 Selin Bölme vd., a.g.m. ss. 10
103 Telci, Devrim Sonrası Mısır, s. 88.
Enver Sedat’a muhaliflerinin tepkisinin en yüksek noktaya ulaştığı husus da;
Mısır, Suriye ve Lübnan arasında ittifak oluşturulmasına yönelik olarak ortaya
çıkmıştır. Mısır’da, Suriye ile yapılan ittifak anlaşmasının ancak 3 yıl sürebileceğine yönelik görüş hâkimken, ittifak anlaşmasının 1971 yılı itibariyle sona ermesinin ardından, ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik ve siyasi şartların göz önünde bulundurulması gerekliliğiyle, söz konusu edilen bu üç ülke arasında bir ittifak anlaşması yapılmasına yönelik altyapı çalışmalarına başlanılmıştır.101
17 Nisan 1971 tarihi itibariyle Bingazi’de üç ülke delegasyonları devlet
başkanlarının da katılımıyla toplanmış ve muhaliflerin bu yönde hareket edilmesine şiddetle karşı çıktıklarını sıklıkla dile getirmelerine rağmen Enver Sedat, Arap Cumhuriyetleri Federasyonu Planı’nı imzalamış ve planı, diğer devlet başkanları ile birlikte ilan etmiştir. Plan’ın yürürlüğe girmesi için devletin birtakım resmi yayın organlarında yayımlanması gerekliliği dolayısıyla Enver Sedat, ASB Yüksek İcra Kurulu’ndan bu yönde talepte bulunmuş, ancak talebi kabul edilmemiştir ki; böylesi bir yaklaşım, Plan’ın devletin en yüksek organı tarafından reddedilmesi anlamını taşımaktadır.102
ASB Yüksek İcra Kurulu’ndan ret yanıtı alan Enver Sedat, bunun üzerine Plan’ın Merkezi Komite (el-Lecnetü’l-Merkezziye) de görüşülmesini talep etmiş, ancak Plan’a ilişkin tartışmalar bununla da nihayetlenmemiştir.103
Bunun üzerine Enver Sedat, Plan’ın kabul edilebilirliğini sağlamak üzere birtakım değişiklikler yapılması yoluna gitmiştir. Bu değişikliklerden en önemlisi de, Plan kapsamında alınacak olan kararların üç devlet başkanının oy çoğunluğu ile alınması değil, oybirliği ile alınması hususudur. Yapılan bu yöndeki değişikliğin ardından Plan, 19 Nisan’da ilan edilmesinin ardından Merkezi Komitede yapılan oylama doğrultusunda oybirliği ile kabul edilmiştir.104
Bunun üzerine Enver Sedat, Plan’ın kabul edilebilirliğini sağlamak üzere birtakım değişiklikler yapılması yoluna gitmiştir. Bu değişikliklerden en önemlisi de, Plan kapsamında alınacak olan kararların üç devlet başkanının oy çoğunluğu ile alınması değil, oybirliği ile alınması hususudur. Yapılan bu yöndeki değişikliğin ardından Plan, 19 Nisan’da ilan edilmesinin ardından Merkezi Komitede yapılan oylama doğrultusunda oybirliği ile kabul edilmiştir.104
104 İzzettin Artokça, Kıptiler, Ankara: TASAM Stratejik Rapor, 2013, s. 20.
105 Efegil, a.g.m., s. 21.
106 Özlem Tür, “Mısır’da Ekonomik Kalkınma Çabaları”, İ.Ü. Siyasal Bilimler Dergisi, Sayı: 41, İstanbul 2009, s. 190.
İçerisinde bulunduğu bu olumsuz durumları bertaraf edebilmek için Enver
Sedat, muhaliflerin tasfiye edilmesi için uygun bir zamanı gözetirken, iç politikada yeterli desteği sağladığını düşündüğünden dış politikada birtakım girişimlerde bulunmak adına hareket etmeye başlamıştır. Öncelikle SSCB Büyükelçisi ile görüşen Sedat; ona ülkesinin herhangi bir iktidar mücadelesini kaldırabilecek durumda olmadığını ve bu nedenle de muhalefetin en güçlü ismi olan ve SSCB tarafından desteklendiği düşünülen Ali Sabri’yi görevden alacağını iletmiş ve bu durumun, SSCB tarafından şahsi bir durum ya da bir hakaret olarak algılanmamasını istemiştir.105
Ali Sabri’nin görevden alınmasının ardından da SSCB ile Mısır’ın iyi ilişkiler
içerisinde bulunmasına özen gösterileceğini SSCB Büyükelçisi’ne ileten Enver
Sedat; 1 Mayıs İşçi Bayramı vesilesiyle yapmış olduğu bir konuşmasında Ali Sabri ve adamlarının iktidarın kendilerine Abdül Nasır’dan miras kaldığına yönelik anlayışlarının kabul edilemez olduğunu ifade etmiş ve Ali Sabri ve adamlarını suçlamaya yönelik ithamlarda bulunmuştur. Bu doğrultuda 2 Mayıs itibariyle Ali Sabri’nin bütün görevlerinden azledildiği duyurulmuş ve ikinci adım olarak da ASB bünyesinde görev yapan tüm kadro yenilenmiştir. Böylece kendisine muhalif olanları ortadan kaldırarak iktidarını tam anlamıyla sağlamış ve ölümüne kadar ülkeyi yönetmeyi sürdürmüştür.106
Enver Sedat, tasfiye işleminin tamamlandığı 14 Mayıs tarihinden bir gün
sonrası olan 15 Mayıs’ı önce Tashih Hareketi Günü (el-Hareketü’t-Tashih),
sonrasında da Tashih Devrimi Günü (eş-Şevretü’t-Tashih) olarak adlandırmış ve her yıl bu günün kutlamalarla geçirilmesini sağlamıştır.107
107 Nasuhbeyoğlu, a.g.e., s. 19.
108 Yıldırım ve Tarık, a.g.m., s. 9.
109 Diriöz, a.g.m., s. 85.
110 Ayhan, Mısır’da Devrimin Ayak Sesleri, s. 21.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder