AYIP,
Yekta
Güngör Özden
|
Doğanın
saldırılara uğradığı, değerlerin yitirildiği, toplumsal dokunun bozulmaya
başladığı ortamlarda kötü olmak kolay, iyi olmak güçtür. Sağlık koşullarını
olumsuz biçimde etkileyen gelişmelerin başında siyasal açılım gelmektedir.
Kurtuluş ve Kuruluş evrelerini unutanlarla unutturmaya çalışanlar ruhsal ve
bedensel yapımıza zarar vermektedirler. İnsan ne yazıp ne söyleyeceğini
şaşırıyor. Karamsar birisi olmamakla birlikte umutlu olduğumu söyleyemem. Hiç
ummadığımız kişilerden kaynaklanan öyle tutarsızlıklar, öyle çelişkiler, öyle
saldırılar birbirini izliyor ki karşılaşmaktan duyduğunuz üzüntü kurduğunuz
ilişkilere sizi pişman ediyor. Ne kuyruklu yalanlar, ne çirkin yakıştırmalar,
ne haksız suçlamalar. Hiç ilişkiniz, ilginiz olmayan kimselerle, oluşum ve olaylarla
kurulan bağlantılar. Açıklamak, yanıt vermek, düzeltmek için tüm zamanınızı
vermeniz gerekir.
“Unutkan”
gazete bana ödediği tazminatın acısını çıkarıyor
Siyasal,
hukuksal, toplumsal ekonomik nice iç ve dış soruna çözüm aramak varken
gereksiz konularla uğraşmak kime ne yarar sağlar? Adam gibi, efendice, uygar
biçimde tartışmayı bırakıp kavga etmenin ne anlamı var? Yurttaşının
esenliğine katkıda bulunmanın bir insanlık gereği olduğunu unutup kişiliklere
saldırarak kişileri yıpratmak neyi çözümler? Katılmadığınız görüşleri, uygun
bulmadığınız davranışları eleştirebilirsiniz. Düşünce yanlışlıklarını
doğrularını kanıtlayarak düzeltebilirsiniz. Ama kişiliğe, onura yalanlarla,
çirkin sözcüklerle, kendinize yapılmasını istemediklerini yaparak saldıramazsınız.
Kendi kişiliğinizi ve düzeyinizi yansıtan tutumunuz değerinizi de ortaya
koyar. Kötülük, hiçbir nedenle yapılmamalıdır. Hele siyaset için, gösteri
için, çıkar için. Siyasal partiler, devlet yönetimi için yarışmaya giren
kuruluşlardır. Birbirlerine karşı kurum olarak saygılı davranarak yurttaşlara
örnek olacaklar, bu yolla toplumsal barış güç kazanacaktır. İnançlı geçinen
birinin aynı dinden, aynı mezhepten birisi hakkındaki yalanı, iftirası,
saldırısı kendi boşluğuna ve karanlığına düşmesi demektir. Vicdanında kendini
mahkûm eden insan en ağır suçludur. Ülkemizde bu durumlara daha çok medyada
rastlanmaktadır. Hiç tanımadığınız, sizinle bir kez karşılaşmamış, bir kez
konuşmamış, tartışmamış birisi gerçeği öğrenmeden, araştırıp soruşturmadan,
söylediğinizin ve yazdığınızın tümünü gözardı ederek size sataşıyor.
Düzeltmenizi ve yanıtınızı yayımlamıyor. Yargının kusurlu bulmasına karşın
saldırısını yineleyip sürdürüyor. Aynı dernekte, vakıfta, aynı kurumda ve
kurulda bulunan kişiler arasında da böyle kötü örneklere sıkça rastlanıyor.
Unutkan
bir toplum olduk. Toplumsal bellek zayıf. Kendi kusurunu başkasına yüklemek
kolaylığı da yaygın. Efendice, terbiyeli eleştiri olsa teşekkürle karşılarım.
Anlamadığı, bilmediği konularda tartışmaya girip yanlışında direnmek,
bağnazlık ve ilkelliktir. Hakkımdaki olumsuz yayınları benim doğru olduğumu
gösteren bir gazete, kendi muhabirinin algılama, amaçlı saptırma, yavanlık ve
bilgisizlik olasılıklarını gözardı edip konuşmamı değiştirdiğimi ileri
sürüyor. Bu “mâlûm” gazete beni övseydi üzülürdüm. Söylemediğim şeyleri
söylemiş gösterip kendi yalanına kendini tanık tutuyor. Herhalde birkaç yıl
önce ödediğim manevî tazminatın kendince acısını çıkarıyor. Yayınları
kendilerinin göstergesidir.
Uğur
Mumcu’yla tartıştığımız konular
Geçen yıl,
bir kitapta avukatken duruşma salonunda bana sözle saldırıldığını yazan
gazetede düzeltmem çıktı. Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan bu tür saçmalıklara
başvurmanın ne gereği var? Toplum, ilgililer kimin ne olduğunu bilmiyorlar
mı? Böyle bir olayın yenisine de kendisinden hiç beklemediğim bir yazarın
kitabında rastladım. Doğrusunu saptamak için sormak zahmetine katlanmayıp
kişiliğinize gölge düşürmeye çalışanın kişiliğine saygı duyabilir misiniz?
Kendisine anlatanın benimle olan ilişkilerini, aramızda geçen olayları,
nedenlerini, kişisel düşkünlüklerini, siyasal karşıtlıklarını, tartışmanın iç
yüzünü, duygusallıklarını bilmeden tek yanlı yazmak ağır yanılgıdır. Namuslu
ve şerefli insanlar yalan söylemez. Benim davranışlarıma kendince anlam
verenlerin, kestirimde bulunanların yanlışları beni bağlamaz. Tanıdıkları
kimselere sormadan her eline geçen notu gerçek sayarak yayıma vermek yazar
niteliğiyle bağdaştıramadığım bir gelişigüzelliktir.
Bu arada
aramızdan ayrılışından bir hafta önce öğle yemeğinde konuğum olan Uğur Mumcu
ile tartıştığımız konulara açıklık getirmek istiyorum:
1. ODTÜ’de
kavganın önlenmesi için derslere ara verildi. Sonraki üzücü olaylar beni
doğruladı. Yargı kararlarını ilişkiye bağlamadım.
2.
Esenboğa Havaalanı’nda ABD Dışişleri Bakanı’nı protesto eden başka partili
gençlere Başhukuk Danışmanı olduğum CHP’nden avukat görevlendirmemem, elele
ayrıldığı Muammer Aksoy’la birlikte Uğur’un da hoşuna gitmemişti.
3. Baro
Başkanlığım sırasında yazılı ihbar üzerine o zaman yakınlığı olan kimi
avukatlar hakkında açtığımız zorunlu soruşturmaya karşı çıkınca bu konuda
Yeni Ortam’daki yazılarını yanıtlamıştım.
4. Anayasa
Mahkemesi’ndeki kurul görüşmelerinin basına yansıtılmasını doğru bulmayarak
yaptığım engelleme girişimlerini kardeşimi bahane ederek eleştirmişti.
5. DTCF
Farabi Salonu’nda 1 Mart 1991’de düzenlenen yöneticisi olduğum etkinlikte
Türk Ceza Yasası’nın 163. Maddesi’nin kaldırılması isteklerine karşı
çıktığımda alınmış, ancak Başkan seçildiğimde kutlamaya gelerek bu
yanlışından dolayı özür dilemişti.
6. İmran
Öktem’in cenaze törenindeki olayı kınamak için düzenlenen yürüyüşte
yöneticilerden biri olarak Maltepe’de ABD’lilerin çalıştığı binaların
taşlanmasını önlemek istediğimde karşı çıkması üzerine tartışmıştık. Ne başka
bir nedenle tartıştık, ne de kavga oldu.
Kimi
durumları Cumhuriyet gazetesinin bu yılki Uğur Mumcu ekinde anlattım. Uğur’la
bana stajyer olmak istediği günden yitirdiğimiz güne değin dosttuk.
Tartışmalarımız uygarlık çizgisini aşmamıştır. Terbiyeli ve saygılı idi.
Benim için “Devrimcilerin devrimci avukatı” nitelemesi yaptığı yazısı da
vardır.
CDP ve ADD
hakkında
Bir başka
yararlı olacağını sandığım açıklamayı da Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi için
yapacağım. Benim ve yakın arkadaşlarımın bir siyasi parti kurmak amacımız ve
düşüncemiz yoktu. Yorgundum, anılarımı yazacak zamana gereksinim duyuyordum.
Sürekli ısrarlar sonucu Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkez yönetimine
aday oldum. Seçilen Yönetim Kurulu beni Genel Başkanlığa getirdi.
Yenilenmeden, gençlikten yana olduğum, başkaları gibi yıllarca aynı yerde
kalıp donukluk ve durgunluğa neden olmamak için Tüzük değişikliği sağlayarak
iki dönem üstüste seçildikten sonra bir dönem ara verme zorunluluğunu getirdim.
Genel Başkanlık’ta iki dönemde kalmadım. Türk Hukuk Kurumu Başkanlığı’nı da
bir dönem yapıp bıraktım. Benim Parti Genel Başkanı olmam rastlantıların ve
zorunlulukların sonucudur. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yaptıktan sonra Parti
Genel Başkanlığı -benim kişisel görüşüm- güç kabûl ettiğim bir görevdir.
Böyle bir görev için Dernek Genel Başkanlığı’na da gereksinimim yoktur.
Tersini söyleyenler kendi düşkünlüklerini gündeme getirmişlerdir.
Parti
kurmayı, Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanları adımı vererek yazılı
bildirileriyle istemişlerdir. Buna karşın tartışmalar, çalışmalar yapılmış,
Dernek’le hiçbir ilgisi olmayan Parti kurulmuştur. Atatürkçü Düşünce
Derneği’nde her partiden üye vardır. Partimizin kuruluşu Dernek Kurultayı’nın
sonrasına bırakılarak yansız davranmanın örneği verilmiştir. Kimi
üyelerimizin ve kurucularımızın aynı zamanda Dernek üyesi olması doğaldır,
hiçbir yasal ve tüzüksel sakıncası da yoktur. Eleştirdiklerini sananlar kimi
partilerin kapılarında dolaşıp yüz bulamayanlar, yanlarına kimseyi
çekemeyenler, kıskananlar, kötü alışkanlıklarına kapılıp yalan ve iftirayı
beceri sayanlardır. Kimilerinin TÜRKSOLU gazetesinin nasıl yayınlanıp
dağıtıldığına, tirajına şaşırdıkları gibi. Kendileri yayınlarını
gerçekleştiremiyorlar, toplumda giderek değer yitiriyorlar, çalışmıyorlar,
sonra başkalarını eleştirerek bir iş yaptıklarını sanıyorlar. Siyasal
partilerin, özellikle iktidarın tutumuna bakıp Atatürk ilkelerini özenle ve
ödünsüz savunan bir partinin kurulmasından mutluluk duyacaklarına, adaylık
bekledikleri kendi partilerini zayıflattığımız kanısıyla ve yaranmak için
eleştiride bulunuyorlar. Bizi değil parti kurulmasını isteyen kendi Şube
Başkanlarını suçlamalıdırlar. Biz bir partinin içinden çıkmadık, bir partiyi
bölmedik. Kimseye ihanet etmedik. Emekli, partisiz yurttaşlar, birleşmeye,
güçlenmeye karşı çıkan Atatürk ilkeleri konusunda ödünler verip gevşekliğe
düşenler karşısında birleştirici, toplayıcı olmak için kuruluşumuzu
gerçekleştirdik. Dernek bize zarar vermesin yeter, başka hiçbir şey
beklemiyoruz. Bir de benim Genel Başkanlığım zamanında ve sonrasında parasal,
onursal ve öbür yönlerden benim Derneğe yaptığım, sağladığım katkıları
yapanlar varsa nedenleri ve adlarıyla birlikte açıklanırsa mutlu olurum.
Parti, Derneğin yapamadıklarını yapacaktır.
Atatürk
ilkelerine aykırı iç ve dış gelişmeleri, köktendinciliği, etnik ayrımcılığı,
terörü, soygunu, hortumu, hırsızlığı, rüşveti, adaletsizliği, haksızlığı,
ahlâksızlığı, siyasal, hukuksal, toplumsal, ekonomik tüm sorunları bırakıp bu
konularda yepyeni yüzler, tertemiz ellerle çaba gösterenleri engellemek kime,
nasıl yakışır? Atatürkçü Düşünce Derneği dergisindeki ve başka yerlerdeki
yazılarımla gerçekleri açıklıyor, savunuyorum. Derneğin bağımsızlığına ve
yansızlığına gölge düşmemesini, Atatürkçü karakterinin değişmemesini
diliyorum.
Sahte
Atatürkçüler gerçek Atatürkçülere katlanamazlar
Utanmasını
bilmeyen kimileri de kendilerinin sarmaşdolaş oldukları, üye yazdıkları
kimseleri bırakıp benim mason olduğum yalanını yayıyor. Mason olsam söylerim.
Ne isem açıklamaktan kıvanç duyarım. Mason değilim. Masonları da kınamıyorum.
Yasak ve sakıncalı bir durum varsa yetkililer elkoyar. Bana böyle gerçekdışı
ilişki yakıştırmaya çalışan bir dergi manevî tazminata mahkûm oldu. Bir
kimsenin başkası için yargı açıklamadan önce kendini tartması gerekir. Sahte
Atatürkçüler, gerçek Atatürkçülere katlanamazlar, kötülemek için her yola
başvururlar. Bu, onların yolsuzluğudur.
Atatürkçülüğü
ve Atatürkçüleri karalayıp suçlamak aymazlık ve sapkınlıktır. Atatürkçülükten
ve Atatürkçülerden kimseye bir zarar geldiği söylenemez. Atatürkçü sanılan ya
da kendini öyle gösteren birinin -örneğin kimi siyasetçiler gibi- aykırı
davranışları kendi yapısının, ahlâkının sonucudur, Atatürkçülükle ilgisi
yoktur. Tersi düşünülürse kişisel her eylem ve durum ilkeye bağlanır, bu da
akla aykırıdır. Atatürkçü ve aydın bilinenlerin asıl sorumluluğu dayanışmadan
uzak, birbirlerine karşı olmalarıdır. Gericilerdeki dayanışma bile bu kesimi
uyaramamaktadır. Anlaşmayı, tartışmayı, birleşmeyi becerememektedirler.
Kimileri de üne, sana, mevkiye, paraya teslim olabilmektedir. Birbirleriyle
anlaşamayanların karşıdevrimcilerle anlaşabildiği de bir gerçektir.
Tayyip ABD
ile AB’ye dayanıp içerde bildiğini okuyor
Son
günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’na 13 bin kadro boş dururken 16 bin
kişilik yeni kadro verilerek 29 bin kişiye kadro açılması, özel okullara
yerleştirilecek öğrenciler için ödemeler yapılacak olması, görev
aktarmalarıyla kadrolaşmaları ve imam hatip okullarını çekici duruma getirme
gibi çok yönlü amaçlar taşımaktadır. Recep Tayyip’in “Demokrasi amaç değil
araçtır” sözünden cezalandırıldığı şiirle anlatmak istedikleri, lâikliğin
ulus isterse elden gitmesinin doğallığını savunması, herkesin inancı gibi
yaşayacağını söyleyerek çok hukuklu düzene ışık yakması, olası gelişmelere
karşı ABD ile AB’ye dayanıp içerde bildiğini okuması birlikte
değerlendirilmesi gereken olumsuzluklardır. AB üyeliği için devlet
görevlilerinin AB’nin para desteğiyle düzenlediği koşullandırma toplantıları,
kimi siyasi partilerin ve bilim adamlarının içinde bulunduğu vakıf
etkinlikleri, Cumhurbaşkanı’nın önerili uyarısıyla geri çevirdiği Terörle
Mücadele Yasası’nın 8. maddesi konusunda inanç ve düşünce özgürlüğü sömürüsü
yapan koronun tepkisi, azınlık yaratma çabalarıyla ayrılıkçı kışkırtmalara
sessiz kalma uyuşukluğu iyi değerlendirilmelidir. Silâhlı Kuvvetleri etkisiz
ve güçsüz kılma girişimleri de umursamazlıkla sürdürülmekte, yurdu kurtaran
cumhuriyeti kuran gücün kendi varlıklarını koruma görevi doğal, hattâ zorunlu
sayılacak yerde yadırganmaktadır. Cumhuriyeti güvencesiz bırakma, lâiklik
niteliğini ortadan kaldırma, Türkiye’yi bölme ve ABD karakolu ile AB pazarı
yapma oyunlarına karşı etkin bir duruş yoktur. Sivas’ı ve Sivaslıları üzen
Madımak kıyımının sorumluları “mağdur” gösterilerek af yasalarıyla
kurtulmalarına çalışılmakta, dokunulmazlık kalkanıyla korunan siyasetçilere
ilişmek olanaksız kalmaktadır. Medyanın büyük bölümünü ele geçiren, kendi
gruplarının meslek ilkelerine karşın terbiye dışı yazılar, hakaret ve
sövmelerle saldırılarını artıran militanlar boş durmamaktadır. Köktendinci
teröristlerin bağışlanmasını isteyecek kadar cumhuriyete düşman kesilenler
özgür, cumhuriyeti korumak için özveriyle çalışanlar, önce öldürenler
yetmiyormuş gibi, saldırıya açık duruma getirilmektedir. Bu çelişkilerin
Sivas olaylarının 10. yılına rastlaması ilginçtir. Ne idüğü bilinenlerin
“Statükocu-Zaptiye” suçlamaları parababalarını düşündürmektedir. Yurdunu
düşünmeyen, nasıl ve nerden gelirse gelsin parasını düşünenler için gülümseyişle
izlenen bu sapkınlıklar sorunların giderek nasıl ağırlaştığının kanıtıdır.
Hizbullah’ı, İBDA-C’yi, PKK/KADEK’i, Sivas-Madımak suçlularını
düşündüklerinin binde biri kadar Yargıçlarını, Savcılarını
düşünmemektedirler. Yarın hiçbir görevlinin istenenden başkasını yapmayacak
konumda olması için emeklilere gözdağı verilmeye çalışılmaktadır. İktidar
uşakları besleme kadrolarla şeriat düzenini AB desteğinde gerçekleştirmek
için atılan adımların sesi duyulmaya başlanmıştır. Tehlikenin ayırdında olmayıp
bu kötülükleri demokrasi ve özgürlük adına aymazlıkla karşılayanlar geçmişe
bir kez daha bakmalıdır. Günümüz iktidarını güç durumda bırakmamak için
beklediği anlaşılan şeriat militanları kendilerine en uygun fırsatta
azgınlıktan vazgeçmediklerini göstereceklerdir. Sözcüleri, yandaşları,
parasal güçleriyle siyasette palazlanarak adımlarını hızlandırmışlardır.
Yurttaşların çektiği sıkıntıların hiçbirine aldırmayan yetkililerin ne zaman
uyanacağı bilinmemektedir.
Türkiye’nin
demokratikleşmesi AB’nin umurunda değil
Ama halk
uyumuyor. AB oyalaması açık. Türkiye’nin demokratikleşmesi umurlarında değil.
Dertleri Kıbrıs, Ege, Kürt devleti, Silâhlı Kuvvetler, bağımlılığımız.
Ulusal
onuru, toplumsal namusu, ülkenin kaynaklarını, değerlerini savunanlar
karalanıp suçlanıyor, soygundan yağmaya tüm suçlar alkışlanıyor. Döneklerin
körükörüne girmeyi önerdikleri Avrupa Birliği’ne eşit konumda girmeyi
öngörenler karşıt sayılıyor. Avrupa kafası olmayanın, uygarlıkla zıtlaşanın,
türban yalanıyla dolaşanın, AB için düzenleme yaptıklarını ve yapacaklarını
söyleyenin yurtseverlere sözü olabilir mi? Kimse takiyyeyi yutmuyor. Kimi
paranoyak ne derse desin Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı olmaktan kıvanç
duyanlar bu görkemli yapıyı kaptırmayacak ve yıktırmayacaktır.
|
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder