5 Şubat 2015 Perşembe

Türk Ordusu ulusuna bağlı, Atatürkçü, ulusalcı bir güçtür






Türk Ordusu ulusuna bağlı, Atatürkçü,  ulusalcı bir güçtür





Osman Özbek

Geçtiğimiz ay Sayın Vural Savaş’la birlikte 24 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı sayın Dursun Atılgan’ın çağrılısı olarak Almanya’ya gittik. Köln şehrinde bir konferans verdik. Bu konferans Almanya’da yapacağımız konferansların ilki idi. Konferansın konusu “Küreselleşen Dünyada Atatürkçülüğün Önemi”ydi. Karşılıklı soru ve yanıtlarla yararlı bir konferans oldu.
Küreselleşme, fakiri daha fakir zengini daha zengin yapıyor
Yaptığımız bütün toplantılarda vatandaşlarımızın yoğun ilgisiyle karşılaştık. Küreselleşmeyi vatandaşlarımızın çok iyi bildiğini gördük. Küreselleşmenin emperyalizmin parayla uygulanış biçimi olduğunu da vatandaşlarımız biliyor. Vatandaş küreselleşmeyi, fakirin daha da fakirleştiği, zengininse daha da zenginleştiği adı konmayan vahşi bir liberalizm olarak tanımlıyor. Uluslararası sermayeye sınırlarının açılması, ulusal devletlerin zayıflatılmasını ve yerel yönetimlerle işbirliğine gidilmesini öngören bir sistem olduğunu da görüyorlar.
3 trilyon dolara yakın bir para çokuluslu şirketler (ÇUŞ) aracılığıyla geniş bir pazarı dolaşıyor. Ama dolaşırken fakir ülkeler genelde ve güdümlü zayıf hükümetler tarafından yönetildiği için gerekli koruyucu önlemler alınamamaktadır. Zaten, tüm dünyada zayıf hükümetler güçlü devletlerin denetimi veya kredisi ile kurulmaktadır. Böyle olunca zengin devletler kendi ulusal yapılarını devam ettirirken özellikle Türkiye gibi ülkeleri sadece pazar olarak görmektedirler. Geçmişte Ecevit bu olayı ‘Onlar ortak biz pazar’ diyerek ifade etmişti. Pazar olarak görülen ülkelerde fakirlik her zaman artmıştır. Türkiye gibi pazar olan ülkelerde KİT’lerin ve ulusal devletin yok edilmesi onların ana hedeflerinin başında gelmektedir. Yani devletin vatandaşlarına verecek hiçbir şeyi olmayacak, o vatandaş çokuluslu şirketlere veya onların sahibi devletlere yani başta Amerika ve AB ülkeleri olmak üzere el açacak ve devamlı borçlu olacak.
Küreselleşme; Sovyetler Birliği’nin 1989 yılında çökmesiyle birlikte dünyanın tek kutuplu yapıya dönüşmesidir. Amerika’nın bu Yeni Dünya Düzeni’ne düşüne Avrupa ülkeleri de AB kutuplaşmasıyla karşı koymaktadır. Sonuç olarak Amerika’nın da AB ülkelerinin de çıkarları ortaktır. Yani hedef fakir ülkeleri mümkün olduğu kadar sömürmektir. Bunu yapmak için de sömürecekleri ülkeleri daha da zayıflatacak uygulamalara gitmektedirler. Oralarda ne kadar ayrılık varsa körüklemekte, mümkünse yeni ayrılıklar yaratmaktadırlar. Örneğin AB, işine öyle geldiği için Kıbrıs’taki Türk varlığını tanımamakta ve Güney Kıbrıs’ı AB’ye tek bir Kıbrıs olarak alabilmiştir. Vatandaşlarımızla yaptığımız söyleşilerde vatandaşın bütün bunları bildiğini ancak aydınlardan ve siyaset adamından bu sorunların çözümünü beklediklerini gördüm. Kısacası vatandaş çare peşinde, bu nedenle bizler ne olacak, ne yapabiliriz sorularına yanıt vermek durumunda ve sorumluluğundayız.
Türkiye dayatmaların kıskacında
Türkiye irtica, yolsuzluk, AB dayatmaları ve Amerika’nın ÇUŞ’lar, IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla dayatmalarının kıskacındadır. Ortadoğu’da, bu coğrafyada yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanları elbette ki çok olacaktır. Bunun hal çaresi üzülmek değildir. Bunun çözümünü Silahlı Kuvvetler’den beklemek hata değilse kolaycılıktır. Yeni bir Atatürk beklemek kesinlikle değildir. Tek çare halkın tamamen birleşik örgütlenmesinden geçmektedir. Küçük düşünce farklarından dolayı ayrılıklar yanlıştır. Atatürkçü Düşünce ulusalcıdır, laik-demokratiktir, halktan yanadır, işçiden yanadır. Bu nedenle vatandaşlarımızı kimsenin bölmeye hakkı yoktur. Bu bölünmeyi ortadan kaldırmak ulusal bir görev ve sorumluluktur. Çünkü düşmanlarımız çoktur...
Bir söz vardır: ‘İstikbal pazarında gözyaşlarının yeri yoktur.’ Yani geleceğimizi eğer şekillendirmek istiyorsak ağlamanın, sızlamanın hiçbir yararı yoktur. Devamlı gülmeliyiz. Bu sorunlar ağlayarak, üzülerek ve avuç açarak çözülemez. Bugüne kadar bunu yapmışız ve geldiğimiz yer bellidir...
Emperyalistler Kemalizmi ve Silahlı Kuvvetler’i istemez
Emperyalist ülkeler her zaman zayıf hükümetleri isterler ama ulusal devletleri ve ulusal devletin temelini teşkil eden Kemalizmi hiç istemezler. Ulusal devleti koruyan, kollayan ulusal bir silahlı kuvvetleri de istemezler. Onun için Silahlı Kuvvetler’e ve Atatürk’e saldırılmaktadırlar. AB ülkeleri Silahlı Kuvvetler’i yasalarla ve daha sonra siyaset yoluyla pasifize etmeye çalışıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri kesinlikle demokrasiden yanadır. Demokrasinin karşıtı bir harekette bulunmamıştır. Her zaman demokrasiyi yozlaştırmaya çalışanlara karşı olmuştur. Hiçbir zaman da uzun süreli iktidarda kalmayı düşünmemiştir. Yaptıklarını da halkın istekleri doğrultusunda yapmıştır. Halka rağmen bir şey yapmamıştır. Çünkü Atatürk’ün Ordusu’dur. Devrimleri yaparken de kahraman Ordumuz her zaman Atatürk’ün yanında olmuştur.
Emperyalizm azınlıklar yoluyla bölmeye çalışır
Küreselleşmede ülkenin zenginlikleri olan bir takım kültürel ve tarihsel olgular abartılır ve ayrı ayrı kimliklere dönüştürülür. Bunlara azınlık statüsü tanınmaya çalışılır. Çerkezlikten, Gürcülükten, Araplıktan bahsedilir. Bununla birlikte bir takım dini özgürlüklerden de bahsedilir. Bu da aslında her tarikata ayrı bir devlet kurma hakkı haline getirilir. Mesela Metin Kaplan neden Anadolu Federe İslam Devleti’nden bahsediyor? “Ben Anadolu’nun tamamını istemiyorum. Benim dini inancımı taşıyanlarla birlikte küçük devletlerden biri olmak istiyorum” diyor. Yani millet temeline değil cemaat temeline dayanan bir devlet isteği var altında. Bu çevrelerin dini özgürlükten anladıkları her cemaatin bir devlet olma özgürlüğü. Bütün bunlar dış güçlerin destekleriyle oluşan oluşumlar. Örneğin Cemalettin Kaplan Almanya veya benzeri ülkelerin yol ve yön göstermelerinden hareket ediyor.
Medya halkı uyutuyor
Son televizyon programları genelde ülke sorunlarına değinmediği gibi gençlerimizin sorunlarına da eğilmiyor. Ağalık düzenini savunur. Bundan 50 yıl önceki Türk filmlerini seyredenler gibiyiz. Dizide bir genç kız hastalanıyor, günlerce herkes onun başında. Türkiye nereye gidiyor, 6. Uyum Paketi ne getiriyor, ne götürüyor kimsenin umrunda değil. O zaman Türk ulusu bu televizyonları protesto etmelidir. Dizilerin biri bitiyor, biri başlıyor. Bir dizi üç kanalda birden oynuyor. Sonra da futbol başlıyor!... Yani herkesi meşgul edecek bir şeyler mutlaka oluyor. Sonuç olarak insanlarımız ekran başına kilitlenmektedir. Televizyon bitince cep telefonları çalışmaya başlıyor. Sabah olunca internet kafelerde ‘çet’ başlıyor. Bilgisayar kullanmayanlar da kahvelerde çekirdek çitliyor. Yani biri ‘çet’liyor, biri ‘çit’liyor. Halkımız bunları hak etmiyor. Tüketen bir toplumun, ahlaksız bir toplumun, soyulan bir toplumun, sesi çıkmayan bir toplumun siyasetçi tarafından kandırılan bir toplumun bir bireyi olmamak için bilinçlenmeliyiz, kol kola girmeliyiz, birbirimiz desteklemeliyiz. Bunda kazanacağımız çok şey var ama kaybedeceğimiz hiçbir şey yok.
Türk Ordusu Atatürk dönemindeki ordudur
Çare halkın kendisindedir. Atatürk Samsun’a çıktığında Atatürkçülük diye bir şey yoktu. Kendisi ve yanındaki genç 15-20 arkadaşı vardı. Türkiye aynı biçimde işgale uğramış durumda. Bu gün işgalini ÇUŞ’larla yapıyor. Bu ÇUŞ’lara artık çüş demenin zamanı gelmiştir. Bu da yepyeni yüzlerle tertemiz ellerle oluşturulan bir siyasi partide birleşmekle mümkündür. Lider beklemek, yeni bir Atatürk beklemek yanlıştır, çünkü beklemekle gelmez. Lider de Atatürk de Türk halkının kendisidir. Hepimiz birer Atatürk’üz.
Son dönemde Türk Ordusu’na yönelik çeşitli yıpratma kampanyaları yürütülüyor. Türk Ordusu çok iyi yetişmiş, ülkesine ve ulusuna bağlı, Atatürkçü, ulusalcı bir güçtür. Ancak bu güce güvenip bölünmek, rehavete kapılmak, tüketim toplumunun bireyi olmaya devam etmek, toplantılarda poz verip halkın içine girmemek lüksüne sahip değiliz. Bugün Ordu da halkımızın kendisi gibi örgütlenmesini bekliyor. Ordu kendisi gibi örgütlenmeyen bir halkı nasıl harekete geçirsin. Kuvayı Milliye bütün halkın katılımıyla kurulmuştu. Bütün illerden insanların katılımıyla kurulmuştu. Atatürk ordumuza “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları” diyor. Yanı meclis de Ordu da o dönemde halkın katılımıyla oluşmuştu. 1922 yılında Büyük Taarruz’un sonunda ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları... İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’ diyor. Bugün Türk Ordusu Atatürk dönemindeki ordudur, ancak halkımız o halk değildir!.. Türk halkı en kısa sürede o halk olduğunu ispat etmeli ve harekete geçmelidir.
Sorumluluk halkımızdadır...

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder