Türk Ordusu
ulusuna bağlı, Atatürkçü, ulusalcı bir
güçtür
Osman
Özbek
Geçtiğimiz
ay Sayın Vural Savaş’la birlikte 24 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında Avrupa
Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı sayın Dursun
Atılgan’ın çağrılısı olarak Almanya’ya gittik. Köln şehrinde bir konferans
verdik. Bu konferans Almanya’da yapacağımız konferansların ilki idi.
Konferansın konusu “Küreselleşen Dünyada Atatürkçülüğün Önemi”ydi. Karşılıklı
soru ve yanıtlarla yararlı bir konferans oldu.
Küreselleşme,
fakiri daha fakir zengini daha zengin yapıyor
Yaptığımız
bütün toplantılarda vatandaşlarımızın yoğun ilgisiyle karşılaştık.
Küreselleşmeyi vatandaşlarımızın çok iyi bildiğini gördük. Küreselleşmenin
emperyalizmin parayla uygulanış biçimi olduğunu da vatandaşlarımız biliyor.
Vatandaş küreselleşmeyi, fakirin daha da fakirleştiği, zengininse daha da
zenginleştiği adı konmayan vahşi bir liberalizm olarak tanımlıyor.
Uluslararası sermayeye sınırlarının açılması, ulusal devletlerin
zayıflatılmasını ve yerel yönetimlerle işbirliğine gidilmesini öngören bir sistem
olduğunu da görüyorlar.
3 trilyon
dolara yakın bir para çokuluslu şirketler (ÇUŞ) aracılığıyla geniş bir pazarı
dolaşıyor. Ama dolaşırken fakir ülkeler genelde ve güdümlü zayıf hükümetler
tarafından yönetildiği için gerekli koruyucu önlemler alınamamaktadır. Zaten,
tüm dünyada zayıf hükümetler güçlü devletlerin denetimi veya kredisi ile
kurulmaktadır. Böyle olunca zengin devletler kendi ulusal yapılarını devam
ettirirken özellikle Türkiye gibi ülkeleri sadece pazar olarak
görmektedirler. Geçmişte Ecevit bu olayı ‘Onlar ortak biz pazar’ diyerek
ifade etmişti. Pazar olarak görülen ülkelerde fakirlik her zaman artmıştır.
Türkiye gibi pazar olan ülkelerde KİT’lerin ve ulusal devletin yok edilmesi
onların ana hedeflerinin başında gelmektedir. Yani devletin vatandaşlarına
verecek hiçbir şeyi olmayacak, o vatandaş çokuluslu şirketlere veya onların
sahibi devletlere yani başta Amerika ve AB ülkeleri olmak üzere el açacak ve
devamlı borçlu olacak.
Küreselleşme;
Sovyetler Birliği’nin 1989 yılında çökmesiyle birlikte dünyanın tek kutuplu
yapıya dönüşmesidir. Amerika’nın bu Yeni Dünya Düzeni’ne düşüne Avrupa
ülkeleri de AB kutuplaşmasıyla karşı koymaktadır. Sonuç olarak Amerika’nın da
AB ülkelerinin de çıkarları ortaktır. Yani hedef fakir ülkeleri mümkün olduğu
kadar sömürmektir. Bunu yapmak için de sömürecekleri ülkeleri daha da
zayıflatacak uygulamalara gitmektedirler. Oralarda ne kadar ayrılık varsa
körüklemekte, mümkünse yeni ayrılıklar yaratmaktadırlar. Örneğin AB, işine
öyle geldiği için Kıbrıs’taki Türk varlığını tanımamakta ve Güney Kıbrıs’ı
AB’ye tek bir Kıbrıs olarak alabilmiştir. Vatandaşlarımızla yaptığımız
söyleşilerde vatandaşın bütün bunları bildiğini ancak aydınlardan ve siyaset
adamından bu sorunların çözümünü beklediklerini gördüm. Kısacası vatandaş
çare peşinde, bu nedenle bizler ne olacak, ne yapabiliriz sorularına yanıt
vermek durumunda ve sorumluluğundayız.
Türkiye
dayatmaların kıskacında
Türkiye
irtica, yolsuzluk, AB dayatmaları ve Amerika’nın ÇUŞ’lar, IMF ve Dünya
Bankası aracılığıyla dayatmalarının kıskacındadır. Ortadoğu’da, bu coğrafyada
yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanları elbette ki çok olacaktır. Bunun
hal çaresi üzülmek değildir. Bunun çözümünü Silahlı Kuvvetler’den beklemek
hata değilse kolaycılıktır. Yeni bir Atatürk beklemek kesinlikle değildir.
Tek çare halkın tamamen birleşik örgütlenmesinden geçmektedir. Küçük düşünce
farklarından dolayı ayrılıklar yanlıştır. Atatürkçü Düşünce ulusalcıdır,
laik-demokratiktir, halktan yanadır, işçiden yanadır. Bu nedenle
vatandaşlarımızı kimsenin bölmeye hakkı yoktur. Bu bölünmeyi ortadan
kaldırmak ulusal bir görev ve sorumluluktur. Çünkü düşmanlarımız çoktur...
Bir söz
vardır: ‘İstikbal pazarında gözyaşlarının yeri yoktur.’ Yani geleceğimizi
eğer şekillendirmek istiyorsak ağlamanın, sızlamanın hiçbir yararı yoktur.
Devamlı gülmeliyiz. Bu sorunlar ağlayarak, üzülerek ve avuç açarak çözülemez.
Bugüne kadar bunu yapmışız ve geldiğimiz yer bellidir...
Emperyalistler
Kemalizmi ve Silahlı Kuvvetler’i istemez
Emperyalist
ülkeler her zaman zayıf hükümetleri isterler ama ulusal devletleri ve ulusal
devletin temelini teşkil eden Kemalizmi hiç istemezler. Ulusal devleti
koruyan, kollayan ulusal bir silahlı kuvvetleri de istemezler. Onun için
Silahlı Kuvvetler’e ve Atatürk’e saldırılmaktadırlar. AB ülkeleri Silahlı
Kuvvetler’i yasalarla ve daha sonra siyaset yoluyla pasifize etmeye
çalışıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri kesinlikle demokrasiden yanadır. Demokrasinin
karşıtı bir harekette bulunmamıştır. Her zaman demokrasiyi yozlaştırmaya
çalışanlara karşı olmuştur. Hiçbir zaman da uzun süreli iktidarda kalmayı
düşünmemiştir. Yaptıklarını da halkın istekleri doğrultusunda yapmıştır.
Halka rağmen bir şey yapmamıştır. Çünkü Atatürk’ün Ordusu’dur. Devrimleri
yaparken de kahraman Ordumuz her zaman Atatürk’ün yanında olmuştur.
Emperyalizm
azınlıklar yoluyla bölmeye çalışır
Küreselleşmede
ülkenin zenginlikleri olan bir takım kültürel ve tarihsel olgular abartılır
ve ayrı ayrı kimliklere dönüştürülür. Bunlara azınlık statüsü tanınmaya
çalışılır. Çerkezlikten, Gürcülükten, Araplıktan bahsedilir. Bununla birlikte
bir takım dini özgürlüklerden de bahsedilir. Bu da aslında her tarikata ayrı
bir devlet kurma hakkı haline getirilir. Mesela Metin Kaplan neden Anadolu
Federe İslam Devleti’nden bahsediyor? “Ben Anadolu’nun tamamını istemiyorum.
Benim dini inancımı taşıyanlarla birlikte küçük devletlerden biri olmak
istiyorum” diyor. Yani millet temeline değil cemaat temeline dayanan bir
devlet isteği var altında. Bu çevrelerin dini özgürlükten anladıkları her
cemaatin bir devlet olma özgürlüğü. Bütün bunlar dış güçlerin destekleriyle
oluşan oluşumlar. Örneğin Cemalettin Kaplan Almanya veya benzeri ülkelerin
yol ve yön göstermelerinden hareket ediyor.
Medya
halkı uyutuyor
Son
televizyon programları genelde ülke sorunlarına değinmediği gibi
gençlerimizin sorunlarına da eğilmiyor. Ağalık düzenini savunur. Bundan 50
yıl önceki Türk filmlerini seyredenler gibiyiz. Dizide bir genç kız
hastalanıyor, günlerce herkes onun başında. Türkiye nereye gidiyor, 6. Uyum
Paketi ne getiriyor, ne götürüyor kimsenin umrunda değil. O zaman Türk ulusu
bu televizyonları protesto etmelidir. Dizilerin biri bitiyor, biri başlıyor.
Bir dizi üç kanalda birden oynuyor. Sonra da futbol başlıyor!... Yani herkesi
meşgul edecek bir şeyler mutlaka oluyor. Sonuç olarak insanlarımız ekran
başına kilitlenmektedir. Televizyon bitince cep telefonları çalışmaya
başlıyor. Sabah olunca internet kafelerde ‘çet’ başlıyor. Bilgisayar
kullanmayanlar da kahvelerde çekirdek çitliyor. Yani biri ‘çet’liyor, biri
‘çit’liyor. Halkımız bunları hak etmiyor. Tüketen bir toplumun, ahlaksız bir
toplumun, soyulan bir toplumun, sesi çıkmayan bir toplumun siyasetçi
tarafından kandırılan bir toplumun bir bireyi olmamak için bilinçlenmeliyiz,
kol kola girmeliyiz, birbirimiz desteklemeliyiz. Bunda kazanacağımız çok şey
var ama kaybedeceğimiz hiçbir şey yok.
Türk
Ordusu Atatürk dönemindeki ordudur
Çare
halkın kendisindedir. Atatürk Samsun’a çıktığında Atatürkçülük diye bir şey
yoktu. Kendisi ve yanındaki genç 15-20 arkadaşı vardı. Türkiye aynı biçimde
işgale uğramış durumda. Bu gün işgalini ÇUŞ’larla yapıyor. Bu ÇUŞ’lara artık
çüş demenin zamanı gelmiştir. Bu da yepyeni yüzlerle tertemiz ellerle
oluşturulan bir siyasi partide birleşmekle mümkündür. Lider beklemek, yeni
bir Atatürk beklemek yanlıştır, çünkü beklemekle gelmez. Lider de Atatürk de
Türk halkının kendisidir. Hepimiz birer Atatürk’üz.
Son
dönemde Türk Ordusu’na yönelik çeşitli yıpratma kampanyaları yürütülüyor.
Türk Ordusu çok iyi yetişmiş, ülkesine ve ulusuna bağlı, Atatürkçü, ulusalcı
bir güçtür. Ancak bu güce güvenip bölünmek, rehavete kapılmak, tüketim
toplumunun bireyi olmaya devam etmek, toplantılarda poz verip halkın içine
girmemek lüksüne sahip değiliz. Bugün Ordu da halkımızın kendisi gibi
örgütlenmesini bekliyor. Ordu kendisi gibi örgütlenmeyen bir halkı nasıl
harekete geçirsin. Kuvayı Milliye bütün halkın katılımıyla kurulmuştu. Bütün
illerden insanların katılımıyla kurulmuştu. Atatürk ordumuza “Türkiye Büyük
Millet Meclisi Orduları” diyor. Yanı meclis de Ordu da o dönemde halkın
katılımıyla oluşmuştu. 1922 yılında Büyük Taarruz’un sonunda ‘Türkiye Büyük
Millet Meclisi Orduları... İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’ diyor. Bugün
Türk Ordusu Atatürk dönemindeki ordudur, ancak halkımız o halk değildir!..
Türk halkı en kısa sürede o halk olduğunu ispat etmeli ve harekete
geçmelidir.
Sorumluluk
halkımızdadır...
|
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder