ATEŞ ÇENBERİ,
Yekta Güngör Özden
Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi (CDP) Genel Başkanı
|
Lozan
Barış Antlaşması’nın 80. yılında tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik
ve aydınlanma amaçlı Ulusal Kurtuluş Savaşı utkusuyla başlayan Türk
Devrimi’nin kazandırdıklarını yitirmek tehlikesiyle karşı karşıyayız. Oy
almak, iktidara gelmek, iktidarda kalmak için usa, bilime, gerçeklere aykırı
söylemleri beceri sayan, yurttaşı aldatan, siyaseti yozlaştıran, sayısız
ödünlerle lâik Atatürk Cumhuriyeti’nin niteliklerini bozan içtenliksiz,
çıkarcı, aymaz ve sapkın “demokrasi” oyuncularının ülkemize düşürdükleri
gölge karanlığa dönüşmektedir. İnanç ve düşünce özgürlüğünü sömürerek,
üstelik inanca ilişkin sakıncalı açılımlarla belirginleşen terörü düşünce
özgürlüğü kapsamında göstererek demokrasiyi temel öğesi olan disiplinden
yoksun kılıp kargaşaya çağrı çıkarmaktadırlar.
Sevr’i
yeniden gündeme getiriyorlar
1930’ların
görkemli cumhuriyetlerinin başında sayılan Türkiye Cumhuriyeti giderek
güçsüzleşen, yoksullaşan, saygınlığı ve güvenilirliği konularında kuşku
duyulan bir yapı durumuna düşmektedir. Yeterince eğitim almamış, okumamış,
incelememiş, değerlendirme yeteneği gelişmemiş, yurt, ulus, devlet
kurumlarıyla ulusallık ve yurttaşlık kavramlarını bilincine yerleştirememiş
saplantılı kimilerinin asla yaraşır olmadıkları olanaklar içinde varlık
nedenimiz ve yaşam felsefemiz ilkelere saldırılarıyla birleşen yeni
sömürgecilerin elkoyma, yıkma ve yoketme çabaları, Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının tarihin çöplüğüne attıkları Sevr’i yeniden gündeme
getirmektedir. Irak’ın kuzeyinde ulusal onurumuzun temsilcisi Silâhlı
Kuvvetlerimizin görevlilerine yönelik çirkin ve düşmanca davranışta özür
dilemek yerine, özür diletmeyi yeğleyen ABD’nin yakışıksız tutumu bu kanıyı
doğrulamaktadır. ABD yetkililerinin niteliklerini ve düzeylerini yansıtan
savunmalarını uygun bulan günümüz iktidarının tutumu ise en az ABD
kovboylarının yaptıkları kadar üzücü, düşündürücü, onur kırıcıdır. Türkiyemiz
içten ve dıştan kuşatılmaktadır. Çanlar Türkiye için çalmaktadır.
AB bekleme
odasında bizi oyalayarak istediğini alıyor
AB
sorumlularının çelişkili, aldatıcı sözleri, istedikleri her şeyi alıncaya
değin bekleme odasında bizi oyalayıp tutacaklarını göstermektedir. AB içinde
kaynaşmamız olasılığından söz edilirken Yunanistan’ın deniz ve hava alanları
için diretmesi, Güney Kıbrıs’ın anlaşmalara aykırı biçimde AB’ye alınması kesinleşmişken,
“2004’e kadar sorunlar çözümlenmezse Lahey Yüksek Adalet Divanı’na
gidileceği” tehdidi, Megalo İdea ve Enosis güdülerinden vazgeçilmediğinin
kanıtıdır. Tüm bu çelişkilere karşın kimi siyaset adamlarımızın geleneksel
konukseverliğimizin dışındaki yaklaşımları, herşeyi vermeye hazır gülücükleri
uyanıklık yerine uyurgezerlik belirtisi yılışıklıkları kötü sonuçların
habercisidir. ABD’nin PKK/KADEK elebaşlarıyla ilişkileri, kamuoyundan
gizlendiği söylenen “Mutabakat”larla Türkiye’den toprak koparmak isteyen
bölücü çetelerden esirgenmemesi istenen hoşgörü, Irak’taki Kürt liderlerinin
ABD’nin kuklası olmaya katlanarak kalkıştıkları kabadayılık gösterileri,
ilkel efelenmeler. Hiçbiri gereken yanıtı alamıyor, hiçbirine gereken
karşılık verilemiyor. Barışçı anlayış, dostluk duyguları, kimi ortaklık
ilişkileri ulusal onuru savunmaya yönelik korumaya, bu temel görevin
gereklerini yerine getirmeye engel değildir, olamaz. “Devlet yönetmenin
bakkal dükkânı çalıştırmak olmadığını” söyleyerek teslimiyetçiliği, beceriksizliği,
pısırıklığı savunanların bakkal dükkânı bile çalıştıramayacakları
anlaşılmıştır. Güdümlü iktidarlar, ulusunun desteğinden çok dış desteğe
dayananlar edilgenlikten kurtulamazlar. Uydu, uşak ruhlular bağımlılıktan
yakınmazlar.
Biz,
kimseden bir şey istemiyoruz. Kimsenin toprağında, havasında, suyunda başka
bir şeyinde gözümüz yok. Yayılmacı ve saldırgan değiliz. Kendi öz yurdumuzda
bağımsız, özgür, mutlu yaşama istememiz, en doğal hakkımızdır. İçimizdeki
kökten dincilerin Türkiye’den ne istediklerini sormak da hakkımızdır. Türk
Devrimi’nin en önemli ilkelerinden lâiklikle din ve vicdan özgürlüğü
güvenceye alınmışken, dünya örnekleri bizi doğrularken küreselleşmeyi körü
körüne savunan yeni mandacıların, Yeni Sevr’cilerin, çıkarcıların, etnik ve
kökten dinci teröre gülümseyenlerin, tüm bölücü ve yıkıcılarla bağımlıların
birleşmesi ilginçtir. İçte ve dışta yaşananları göre göre, duya duya
işbirlikçiliğine soyunmaları hangi bataklığın kurbağası olduklarını ortaya
koymaktadır. Bu durumda Türkiyemizin hedef tahtası seçildiği, tehditler ve
tehlikelere karşı karşıya bulunduğu görüşü geçerliğini korumaktadır.
AB’nin ve
ABD’nin gerçek dost olduğunu kimse savunamaz
Ülkemizi
bölüp parçalamak isteyen sözde Kürt milliyetçileri ile, şeriat düzenini
gerçekleştirerek toplumu karanlığı sürüklemek isteyen sözde dindar
köktendinci sayrılıları besleyip barındıran Avrupa’nın, kışkırtmasını
destekleriyle giderek arttıran ABD’nin gerçek dost olduğunu aklı başında hiç
kimse savunamaz. ABD’ni “Güney komşumuz” olarak gösteren, “ABD ile bundan
böyle anlaşarak Irak’tan çekilmemizi” öneren sivri akıllılar, bilinen
torunlar, kimi ardıllar Türkiye’nin nasıl kurulduğunu, nereden nereye geldiğini
bilmeyecek kadar bağnaz ya da bilmezlikten gelecek kadar kötü amaçlıdır.
Dinginliğe kavuşup bağımsız yapısı içinde halkına yararlı olmasını
istediğimiz Irak, başlıca tehlike köşesi olmuştur. Türkiye-ABD ortak
açıklama-sının düşkırıcı içeriği, yaralanan ulusal onurumuzun sızısını
kemiklerimizden iliklerimize indirmektedir.
Dini
siyasallaştırarak demokrasiyi dinselleştiriyorlar
Sorun çok
boyutludur. Ancak, temelde iç ve dış boyutunu ele alarak irdelemek, yararlı
sonuca ulaşmak için en uygun yöntemdir. Ülkemiz karanlıktadır. Güç günler
geçirmektedir. Kendi çağdışı sayılacak anlayışına uygun düzeni kurmak için
her yolu geçerli sayan bir iktidar çoğunluğu vardır. Sayısal durumuna
güvenerek her istediğini yapacağını sanan bu çoğunluk, kendi diktasını gerçekleştirmektedir.
Anayasa’yı, yasaları kendileri için değiştirmekte duraksamamakta,
şaibeli-sanık kimi yakınlarını kurtarmak için seçim alanlarında verdikleri
sözleri unutmakta, yolsuzluk ve aykırılıkları değişik bahaneler ve aldatıcı
söylemlerle savunmakta sakınca görmemektedir. İnsan hakları, özgürlükler ve
demokrasi kendi amaçlarına uygun oluşumlar için vardır. Hukukla, yargı
bağımsızlığıyla, laiklikle, toplumsal yarar ve ulusal çıkarla hiçbir
ilişkileri yoktur. Kişisel ya da partisel kazanımları önde gelmektedir. Dini
siyasallaştırarak demokrasiyi dinselleştirme ereklerine kadrolaşmayla hız
vermişlerdir. Onlar için öğrencinin, işçinin, memurun hiçbir değeri yoktur.
Köktendinci ve mezhepçi anlayışla davrananlar, her istediklerini yapanlar,
yaptıklarına katılanlar, ses çıkarmayanlar, verdiklerini alanlar,
beklediklerini verenler önemlidir. Esnaf, sanatçı, sporcu, bilim adamı vd.
onların umurunda değildir. İşçiler için önerdikleri “sıfır-eksi zam”,
memurlara verdikleri oran, getirdikleri yeni zamlar, rakam oyunlarıyla
açıkladıkları enflasyon düşüşü, batık bankaların devlete getirdiği yük,
hastahane koridorlarında ve mahkeme kapılarında yurttaşların çektikleri,
demiryollarını ihmal edip ülkeye ihanet edilme de içinde birçok ulusal konuda
süren aymazlık, trafik kıyımı, orman yangınları, SİT alanları yağması,
kaçakçılık, çirkin saldırılar, tanınmayan yargı kararları, süründürülen
görevliler, ayrılmaya ve emekli olmaya zorlanan çalışanlar, kayırıcı
yükseltmeler, fetva-ferman dönemini anımsatan işlemler, eğitimi dinselleştirme
girişimleri, YÖK’e, Silâhlı Kuvvetler’e ve Cumhurbaşkanlığı’na yönelik budama
ve etkisizleştirme tasarıları, mezhepçilik, ayrıcalık, kollama, yandaşlık,
partizanlık uygulamaları, “İslam Devleti” söylemiyle geliştirilen lâik
cumhuriyet karşıtlığı, işsizler, özürlüler, yaşlılar, ilaçlar konusundaki
umursamazlık ve daha niceleri günümüz güdümlü iktidarının “Düşünceler”
bölümünü doldurmaktadır. ABD güvencesiyle yeniden azgınlaşan etnik teröre ve
büyük kentlerimizde yakalanan şeriat yapılanmalarına karşı etkin önlem almak
yerine “Pişmanlık Yasası” ve “Belediye sınırlarını yeniden düzenleme”yle
geliştirilen hoşgörü, devleti savunan görevini en yansız ve en bağımsız
biçimde yerine getirmeye çalışanlardan esirgenmekte, devlete yaraşan sınırlı
önlemler ve çok yalın olanaklar da kaldırılarak her tür teröre açık duruma
getirilmektedirler. Seçimler için aldatıcı sunuşlara ağırlık verilmekte,
iktidarda kalmak için içten ve dıştan ne istenirse yerine getirilmektedir.
AB’ye
girilerek her sorunun çözüleceği sanılıyor
ABD gibi
AB de kendi amacına en uygun araç saydığından günümüz iktidarını
desteklemektedir. Ege, Kıbrıs, Ermeni ve Kürt sorunlarını bu iktidarla
istedikleri gibi çözümleyeceklerdir. Onlar için bundan sonrasının önemi
yoktur. Avusturya’da Haider, Fransa’da Le Pen için gösterdikleri duyarlık
Türkiye için söz konusu değildir. İstediklerini aldıktan sonra Türkiye’nin ne
olacağı, nasıl yönetileceği onları ilgilendirmemektedir. Çünkü, Türkiye
kendilerinden değildir, içlerinde değildir, Avrupalı değildir. Bu yanlış
anlayış ve sakat yönelişle hem Avrupa’ya, hem Türkiye’ye zarar
vermektedirler. Avrupa’da dinci parti yoktur. Demokrasiyle asla bağdaşmayan
“siyasal islâm, ılımlı islâm, dinci parti, İslâmcı parti” sözleri Türkiye’ye
özgüdür. Doğunun batısında, batının doğusunda lâikliği kökten dinci düzenler
için, demokrasisi diktatörlükler için kötü örnek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin
değerini, ABD, AB bilmediği için bizdeki kimileri de bilmemektedir. Bunların
başında da bugünün iktidarı ile çoğu medyanın baş köşelerinde yardakçıları
gelmektedir. Bugün borçlu oldukları kişileri, kurumları, ilkeleri ve
değerleri unutmuşlar, AB’ne girmekle her sorunun çözümleneceğini, her
sıkıntının giderileceğini, her olanağa kavuşulacağını, her yerin güllük ve
gülistanlık olacağını sanmaktadırlar. Ne ABD’nin, ne AB’nin, ne gibi
komşuların ve sözde dostların amaçları önemlidir. Varsa yoksa kendi
bencilliklerini doyurmak, olanaklarını arttırmak, yaşamlarını herşeye karşın
giderek çoğalan desteklerle sürdürmek başlıca kaygılarıdır. Bağımsızlık,
özgürlük, saygınlık, onur, geçerliğini yitirmiştir. Sömürge durumuna düşmek
de onların derdi değildir.
Yeni
liberaller ve süzme demokratlar ülkeyi içten kemiriyor
Herşeye,
herkese dokunulur, onlara dokunulamaz. Kendileri gibi düşünmeyenler düşmandır.
İşte bizim yeni liberallerimiz, süzme demokratlarımız, kendilerinden
başkasına yaşam hakkı tanımayan, değişik düşüncelere kendilerine yaraşır
nitelikleri uygun gören çağdaş aydınlarımız. Kulisçiliği, klikçiliği,
partizanlığı karakter edinmiş, kavgayı ustalık sayan kimileri de bunlara
eklenebilir. Kendini hiçbir yönden yükümlü saymayan kimi dernek, vakıf,
kulüp, parti ağaları da böyledir. Feodalitenin, aşiret, tarikat ve ticaret
kıskacının aygıtı durumuna gelenlerle medya militanları, kimi gösterişçiler
yalanla, karalamayla yürüttükleri etkin konumlarını sürdürmek için herşeye
göz kırpmadan kıyabilirler. Sahte Atatürkçüler, gerçek Atatürkçüleri suçlar,
kötüler. Tepkisizlik, suskunluk, sessizlik, ilgisizlik, umursamazlık, en
tehlikeli toplumsal hastalık olarak sürmektedir. Kimi aydınların bencilliği,
tutarsızlığı, birbirine karşıtlığı, anlaşmazlığı ve dağınıklığı, karşı
devrimcileri gücünü, güdülerinin pençesinde kıvrananların zayıflığı ülkemize
pahalıya mal olmaktadır. Özetle, Türkiyemizi içerden kemirmekte, dışardan
çevirmektedirler. Amaç, kötülerin semirmesi, yabancıların devirmesidir.
Geçen
yüzyılda ağırlık kazanan yönelişler bu yüzyılda da gündemdedir. Etnik
ayrımcılık, köktendincilik, terör, güç dengesizliği, doğal kaynak edinmeleri,
askeri güç artımı, uluslararası kuruluşlar aracılığıyla devletleri gütmek,
ulusları bağımlı duruma getirmek, dünyanın merkezi ve tek güç, tek egemen
olmak, ekonomik ve teknik imparatorluğu gerçekleştirip silâhlı güçle bunu
geliştirip korumak, tartışmasız üstünlük sağlamak. Boyun eğmeyenin boynunu
vurmak, istenen sonucu almak için içerden işbirlikçiler bulmak, kaleyi içten
ele geçirmek, ağacı kendi kurduna yıktırmak. İçimiz sızlayarak izlediğimiz
olaylar dizinin yinelendiğini bunlar göstermektedir.
Saldırılara
karşı Atatürkçü anlayışla başa çıkabiliriz
Siyasetin
gerçek anlamıyla, siyaset adamının özlenen niteliği ile bağdaşmayan sözler ve
tutumlarla geçen günlerimizin karamsar olmayanları bile umutsuzluğa düşürdüğü
bir gerçektir. Giderek her yönden gelişecek, kalkınacak, daha iyi duruma,
daha iyi düzeye gelecekken, inanç katılığı, koşullanma, yanlış ve amaçlı
eğitimle geldiğimiz çizgi tehlikeler ve tehditlerle doludur. İçten ve dıştan
ulusal varlığımıza yönelik saldırılara dönüşen bu aykırılıklara karşı
Atatürkçü bir anlayışla başa çıkabiliriz. Atatürk’ün tam bağımsızlıkla,
özgürlüklerle, ulusal egemenlikle, cumhuriyet-demokrasiyle, gençlikle,
laiklikle, eğitimle, dostlukla, uluslararası ilişkilerle, Silâhlı Kuvvetlerle
ilgili sözlerini her gün bir kaç kez okumalı ve hiç unutmamalıyız.
İçeriklerinin derin anlamı, bugün çektiğimiz sıkıntıların, yaşadığımız
acıların, düş kırıklıklarının nedeni ile birlikte çözümlerini de ortaya
koymaktadır. Yönümüzü gösterdiği gibi yolumuzu ve yöntemimizi de
göstermektedir. Türk Gençliği’ne, Türk Orduları’na, Türk öğretmenlerine
seslenişleri, 6 Şubat 1933 Bursa konuşması, Onuncu Yıl Söylevi, Türk TBMM’ni
açılış konuşmaları, hepsi hepsi özdeyiş niteliğinde gerçekçi, anlamlı, örnek
değinimlerdir. Batılıların istedikleri, yandaşlarının öngördükleriyle gündeme
getirilen Sevr değil midir? Karşılaştırıp Lozan’ı inceleyenler gerçeği
saptayabilirler. Amasya Genelgesi’nin, 1921 Anayasası’nın 1. maddesini
okumak, anlamak yeter.
Konuşup
yazacak çok şey var. Zaman ve yer sınırlı. Unutmamak gerekir, yabancıya
güvenen, kendisine güvenmeyen kimseye kimse güvenmez. Oyun oynayan, bir gün
oyuncak durumuna düşebilir. Kötülerin övgüsünü alanlar kötülerdir.
Çirkinliği, sapkınlığı, alçaklığı, içlerine sindirenler bunlara yaraşır
olanlardır. İnsan olmayan dindar da olamaz. Türkiye Cumhuriyeti sevdalıları,
insanlık ve demokrasi için Atatürkçülükle taşıdıkları bayrağı sonsuza değin
dalgalandıracaklardır. Ateş çemberi, bu yola baş koymuş, kendini yurduna ve
ulusuna adamış kişilerle kırılacak ve yok edilecektir. Ahlaksızlığın ve
alçaklığın, soysuzluğun ve onursuzluğun, satılmışlığın ve namussuzluğun
büyüğü-küçüğü olamaz. Ulusalcılar tam bağımsızlıkçıdır. Boyunduruk, adam olan
için ölümdür.
|
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder