ÜZERİNE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÜZERİNE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2019 Çarşamba

ATATÜRKÜN KÜRESEL YÖNÜ ÜZERİNE. BÖLÜM 2

ATATÜRKÜN KÜRESEL YÖNÜ ÜZERİNE. BÖLÜM 2



III  Atatürk Hakkında Yabancı Devlet Adamlarının Anıtkabir Defterine Yazdıklarından Örnekler 

31 Mayıs 1965: Hindistan Cumhurbaşkanı Zakir Hüseyin Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunları yazmıştır: 
“Dünyanın en büyük ve asil ölülerinden birinin huzurunda insan huşu ve hayranlık içinde durur. 

Kendi halkının Atası olan Kemal Atatürk, hürriyetlerine kavuşmak ve bu hürriyet üzerine dayanan güzel bir hayat kurmak amacı ile gayret sarfeden bütün milletler için ilham kaynağı olmuştur. 

Büyük adamın hâtırasını selâmlarım.” 27 9 Haziran 1965: Cezayir Cumhurbaşkanı Tayyib Bulharef Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunları yazmıştır: 

“Vatanına ve insanlığa hürriyet örneğini veren Atatürk’e Tayyib Bulharef’ten saygılar. Tanrı ruhunu şad etsin.”28 
20 Temmuz 1966: Sovyetler Birliği Başbakanı A. Kossigin Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunları yazmıştır: 

“Mümtaz bir asker, büyük bir devlet adamı, milletinin öğretmeni ve önderi olan Atatürk adı, Sovyetler Birliği’nde bilinmekte ve derin saygı görmektedir. 
Atatürk Sovyetler Birliği ile barış politikasını tahakkuk ettirmiş ve iki memleket arasında siyasi ve iktisadi işbirliğinin gelişmesine vesile olmuştur. 

İki devlet ve millet arasındaki ilişkiler Atatürk devrinde parlak sayfalar kazanmıştır. Hatırasına hürmeten” 29 
1967: Etyopya İmparatoru Haile Selassie Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunları yazmıştır: 

“Türk halkının hizmetkârı olan ve kendisini memleketinin hizmetine vakfetmiş olan Kemal Atatürk’ün son istirahatgâhını ziyaret ettik. 
O’nun kendi memleketine yaptığı millî hizmet bütün dünya için güzel bir örnek olmuştur.”30 

15 Eylül 1967: Ürdün Kralı Hüseyin Bin Tallal Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunları yazmıştır: 
“Dünyanın en büyük kahramanlarından biri burada yatmaktadır. 

Bu şahsiyet hiç kimseyle kıyaslanamaz, çünkü O, çeşitli özellikleriyle en büyüktü, O yepyeni bir Türkiye kurmuştur, denilebilir. Çünkü, en nazik döneminde bulunuyordu. O, ideallerini nasıl gerçekleştireceğini ve yolunu nasıl çizeceğini biliyordu. O, gelecek kahramanlar için bir modeldi. O, savaştaki kahramanlığı sayesinde düşmanı ülkesinden kovdu ve ülkesinin bağımsızlığını ve özgürlüğünü kazandı. 

O, barıştaki kahramanlığı ile yeni ve müreffeh bir ülke kurdu. Yani ülkesinin itibarını yükseltti. Hak Teala onun yerini cennet etsin.”31 

20 Mart 1968: Bulgaristan Başbakanı Todor Jivkov Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunları yazmıştır: 

“Bulgar halkı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk’ü saygıyla anar. O’nun ifade etmiş olduğu ‘Türkiye ve Bulgaristan dost olmalıdır’ sözlerine bizde çok büyük değer verilir. 
İki komşu devletin ilişkileri, ileride iki milletin refahı dostluk ve geniş işbirliği ruhu içinde, Balkanların ve bütün dünya sulhu için gelişeceğine güvenle bakmalıyız.” 32 

29 Mart 1968: Yugoslavya Başbakanı Mika Spiljak Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunları yazmıştır: 

“Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin çok değerli bir askerî ve unutulmaz bir lideridir. Dünyada ve Türk Milletinde bıraktığı iz çok derindir. Kendi milletine ve dünyaya en iyi bir örnektir. Türk milletinin O’na olan inancı ve O’nun izinde gitmesi daima takdirle anılır.”33 

30 Nisan 1970: Pakistan Cumhurbaşkanı General Yahya Han Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunları yazmıştır: 

“Bizler Pakistan’da Türkiye’nin büyük lideri Atatürk’e en büyük saygıyı beslemekteyiz. Gerçekten, bizler kendisini, Türk halkı tarafından 
benimsendiği kadar bizim ülkemizin de lideri olarak kabul etmekteyiz.”34 

18 Ekim 1971: İngiltere Kraliçesi Ellisabeth II, Atatürk’ün Anıtkabir defterine şunu yazmıştır. 

“Savaşta ve barışta kahraman, Türk milletinin Ata’sına hürmetlerimi sunarım.”35 

1 Nisan 1972: Sovyetler Birliği Prezidyum Başkanı N. Podgorny, Anıtkabir Defteri’ne Atatürk hakkında şunları yazmıştır: 

“Kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin seçkin bir devlet adamı ve askeri; memleketimizin büyük dostu olarak sayan biz Sovyetler yeni Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırası önünde saygıyla eğiliriz:”36 

Türkiye 17 Yılda 40 Dostluk Antlaşması Yaptı (1921-1937) 

Atatürk döneminde Türkiye’nin yabancı ülkelerle ilişkilerinde göze çarpan bir yenilik şu olmuştur: Türkiye, herhangi bir ülke ile resmi ilişki kurarken, önce o ülkeyle masaya oturup bir dostluk antlaşması yapma yolunu benimsemiştir. Osmanlı diplomasisinde böyle bir uygulama veya gelenek yoktu ve hiç olmamıştı. Bu, tamamen Atatürk dönemime özgü bir uygulama idi. 

Osmanlı Devleti, sanki dünya ile sürekli kavgalıymış gibi gösteriliyor ve öyle görülüyordu. Gerçi Osmanlı hükûmeti zaman zaman (ve örneğin Kırım Savaşı’nda olduğu gibi bazı) yabancı ülkelerle ittifaklar yapıyordu ama kısa süren böyle dostluklar ve ittifaklar da sanki arıziymiş, geçiciymiş gibi görülüyordu. 

Yeni Türkiye ise bütün ülkelerle barışık olduğunu dünyaya gösterdi. Atatürk Türkiyesi’nin yabancı devletlerle dostluk anlaşmaları imzalayarak resmi ilişki kurma biçimindeki diplomasi pratiği daha İstiklâl Savaşı içinde, 1921 yılında başladı. Ankara Hükûmeti, 1 Mart 1921’de Afganistan’la, 16 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile ve 2 Ocak 1922’de Ukrayna ile dostluk antlaşmaları imzaladı. Türkiye 1923 yılının 23 Temmuz günü, yani Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından bir gün önce Polonya ile bir dostluk antlaşması imzalamıştır. 

Bunu, aynı yılın 10 Aralık günü Arnavutluk’la, 18 Aralık günü de Macaristan’la yapılan dostluk antlaşmaları izlemiştir. Ertesi yıl 8 ülkeyle, 1925 yılında da 5 ülkeyle dostluk antlaşmaları imzalanmıştır. Bu yöntem daha sonraki yıllarda da sürüp gitmiştir. Türkiye, 19211937 yılları arasında 16 yılda tam 40 dostluk antlaşması imzalamıştır. Dostluk antlaşmaları yapılırken, devletler arasında herhangi bir ayrım gözetilmemiştir. Uzak-yakın, büyük-küçük, önemli-önemsiz dünyanın bütün bağımsız devletleriyle benzer antlaşmalar yapılması  amaçlanmış tır. Atatürk’ün sağlığında yeryüzündeki bütün bağımsız devletlerin sayısı da topu topu 50 kadardı. 

Atatürk Zamanında Türkiye’nin Dostluk Antlaşmaları 

İmzaladığı Devletlerin Listesi 37 (Devletlerin alfabetik sırasıyla) 
Devletler Antlaşma tarihi İmzalandığı yer 

1. Afganistan 1 Mart 1921 Moskova 
2. Afganistan 25 Mayıs 1928 Ankara 
3. Almanya 3 Mart 1924 Ankara 
4. ABD 17 Şubat 1927 Ankara (Nota değişimiyle) 
5. Arjantin 29 Haziran 1926 Roma 
6. Arnavutluk 10 Aralık 1923 Ankara 
7. Avusturya 28 Ocak 1923 İstanbul 
8. Brezilya 8 Eylül 1927 Roma 
9. Bulgaristan 18 Ekim 1925 Ankara 
10. Çekoslovakya 11 Ekim 1924 Ankara 
11. Çin 4 Nisan 1934 Ankara 
12. Danimarka 26 Ocak 1925 Ankara 
13. Estonya 1 Aralık 1924 Varşova 
14. Finlandiya 9 Aralık 1924 Varşova 
15. Fransa 30 Mayıs 1926 Ankara 
16. Fransa 3 Şubat 1930 Paris 
17. Hollanda 16 Ağustos 1924 Ankara 
18. İngiltere 5 Haziran 1926 Ankara 
19. İran 22 Nisan 1926 Tahran 
20. İran 5 Kasım 1932 Ankara 
21. İspanya 27 Eylül 1924 Ankara 
22. İsveç 31 Mayıs 1924 Ankara 
23. İsviçre 19 Eylül 1925 Cenevre 
24. Letonya 3 Ocak 1925 Varşova 
25. Litvanya 17 Eylül 1930 Moskova 
26. Macaristan 18 Aralık 1923 İstanbul 
27. Meksika 25 Mayıs 1927 Roma 
28. Mısır 7 Nisan 1937 Ankara 
29. Norveç 2 Mayıs 1925 Moskova 
30. Polonya 23 Temmuz1923 Lozan 
31. Romanya 17 Ekim 1933 Ankara 
32. Sovyet Rusya 16 Mart 1921 Moskova 
33. SSCB 17 Aralık1925 Paris 
34. Suudi Arabistan 3 Ağustos 1929 Mekke 
35. Şili 30 Ocak 1926 Roma 
36. Ukrayna 
37. Uruguay 
38. Yugoslavya 
39. Yugoslavya 
40. Yunanistan 

22 Ocak 1922 Ankara 
4 Ocak 1929 Roma 
28 Ekim 1925 Ankara 
27 Kasım 1933 Belgrad 
30 Ekim 1930 Ankara 


Atatürk Zamanında Türkiye’nin Dostluk Antlaşmaları İmzaladığı Devletlerin Listesi (Kronolojik sırayla) 

Devletler 

1. Afganistan 
2. Sovyet Rusya 
3. Ukrayna 
4. Polonya 
5. Arnavutluk 
6. Macaristan 
7. Avusturya 
8. Almanya 
9. İsveç 
10. Hollanda 
11. İspanya 
12. Çekoslovakya 
13. Estonya 
14. Finlandiya 
15. Letonya 
16. Danimarka 
17. Norveç 
18. İsviçre 
19. Bulgaristan 
20. Yugoslavya 
21. SSCB 
22. Şili 
23. İran 
24. Fransa 
25. İngiltere 
26. Arjantin 
27. ABD 
28. Meksika 
29. Brezilya 
30. Afganistan 
31. Uruguay 
32. Suudi Arabistan 
33. Fransa 
34. Litvanya 
35. Yunanistan 
36. İran 
37. Romanya 
38. Yugoslavya 27 Kasım 1933 Belgrad 
39. Çin 4 Nisan 1934 Ankara 
40. Mısır 7 Nisan 1937 Ankara 


Antlaşma tarihi 

1 Mart 1921 
16 Mart 1921 
22 Ocak 1922 
23 Temmuz 1923 
10 Aralık 1923 
18 Aralık 1923 
28 Ocak 1923 

İmzalandığı yer 

Moskova 
Moskova 
Ankara 
Lozan 
Ankara 
İstanbul 
İstanbul 

3 Mart 1924 
31 Mayıs 1924 
16 Ağustos 1924 
28 Eylül 1924 
11 Ekim 1924 
1 Aralık 1924 
9 Aralık 1924 
3 Ocak 1925 
26 Ocak 1925 
2 Mayıs 1925 
19 Eylül 1925 
18 Ekim 1925 
28 Ekim 1925 
17 Aralık1925 
30 Ocak 1926 
22 Nisan 1926 
30 Mayıs 1926 
5 Haziran 1926 
29 Haziran 1926 
17 Şubat 1927 

25 Mayıs 1927 
8 Eylül 1927 
25 Mayıs 1928 
4 Ocak 1929 
3 Ağustos 1929 
3 Şubat 1930 
17 Eylül 1930 
30 Ekim 1930 
5 Kasım 1932 
17 Ekim 1933 

Ankara 
Ankara 
Ankara 
Ankara 
Ankara 
Varşova 
Varşova 
Varşova 
Ankara 
Moskova 
Cenevre 
Ankara 
Ankara 
Paris 
Roma 
Tahran 
Ankara 
Ankara 
Roma 
Ankara (Nota değişimiyle) 
Roma 
Roma 
Ankara 
Roma 
Mekke 
Paris 
Moskova 
Ankara 
Ankara 
Ankara 

17 yılda dört kıtaya yayılan 40 dostluk anlaşması. Atatürk Türkiyesi, dört kıtaya dostluk elini uzatmıştı; doğusu, batısı, güneyi, kuzeyi ile yer küresine bir bütün olarak barış ve dostluk perspektifiyle bakıyordu.. Bu, Atatürk’ün dünyaya küresel veya global bakışı idi. Devlet kurucusu Atatürk, kurduğu devletin dış ilişkilerini bütünüyle barış ve dostluk temeline oturtmak istemiştir. Dünya ile barışık olduğunu somut biçimde göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti, bütün dünya milletleri ile dostluk bağları oluşturmayı amaçlamıştır. 
Yani Türkiye Cumhuriyeti, dış dünyaya “dar-ül harb” veya “savaş meydanı” olarak bakmıyor, barış meydanı, dostluk meydanı olarak bakıyordu. Tabir caizse “Dar-ül sulh” olarak bakıyordu ve dostluk antlaşmaları yaparak bunu dünyaya gösteriyordu, göstermişti. Ve imzalanan dostluk anlaşmaları, ilke olarak, gelip geçici değil, “ebedi dostluk” ilişkileri öngörüyordu. 

Evet Atatürk zamanında 40 dostluk antlaşması yapılmıştı. Fakat o dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı ülkelerle kurmuş olduğu sıcak ilişkiler sadece bu 40 antlaşmayla sınırlı kalmamıştı. “Dostluk anlaşması” etiketi taşımayan çeşitli ahdi belgelerle de yabancı devletlerle iyi ilişkiler kurulup pekiştirilmişti. İyi komşuluk anlaşmaları, adli yardımlaşma anlaşmaları, çeşitli modüs vivendi’ler vs.. 
Bazı dostluk anlaşmaları çok uzun ve çetin müzakereler sonunda imzalanabilmiş ti. Örneğin Ekim 1925’te Ankara’da imzalanan Türkiye-Bulgaristan Dostluk Anlaşması böyle bir anlaşmaydı. Bunun ve eklerinin müzakeresi çok çetin geçmiş ve iki yıl sürmüştü. 
Bazı devletlerle dostluk antlaşması imzalamadan önce aradaki bir dizi sorunu sabırla çözmek gerekmişti. Bu da yıllar almıştı. Yunanistan ile dostluk anlaşması ancak Cumhuriyetin onuncu yılında imzalanabilmişti... 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

ATATÜRK ’ÜN KÜRESEL YÖNÜ ÜZERİNE. BÖLÜM 1

ATATÜRKÜN KÜRESEL YÖNÜ ÜZERİNE. BÖLÜM 1

Dr. Bilâl N. ŞİMŞİR*
* E. Büyükelçi, Tarihçi-Yazar 



I Yurtta Barış Dünyada Barış Bağlamında Atatürk Ve Yabancı Devlet Adamları


24 Ekim 1919: Atatürk diyor ki: 

“Milletimiz bugüne kadar çok metaibe ve çok haksızlığa maruz kalmıştır. Binaenaleyh devamlı bir sulhü ezcan-ü dil temenni eder. 

Ancak tehlikenin boğaza sarıldığı yerde mücadele kendinden doğuyor. İzmir’de mücadeleyi kim açtı?...Canına kıyılan bir millet her şeyi göze alır.”1 

18 Kasım 1921: Atatürk, Ankara’daki Azerbaycan Elçisi İbrahim Abilof’un söylevine verdiği karşılıkta diyor ki: 

“Anadolu bu müdafaasiyle yalnız kendi hayatına ait vazifeyi ifa etmiyor, belki bütün Şarka müteveccih hücumlara bir set çekiyor. 
Efendiler, bu hücumlar elbette kırılacaktır. Bütün bu tasallutlar mutlaka nihayet bulacaktır. İşte ancak o zaman garpte, bütün cihanda hakiki sükün, hakiki refah ve insaniyet hüküm sürecektir.”2 

27 Aralık 1921: Gandi Başkanlığında toplanan Hindistan Ulusal Kongresi, Sakarya zaferinden dolayı Mustafa Kemal Paşa’yı kutlamak için şu kararı aldı: 

“Kongre, Mustafa Kemal Paşa’yı ve Türkleri büyük başarılarından dolayı kutlar, Hind halkının sevgilerini kendilerine sunar, Türkiye’nin bağımsızlığının korunması konusunda yardımlarını sürdüreceğini belirtir.”3 

7 Temmuz 1922: Atatürk, İran Elçisinin Ankara’ya gelişi dolayısıyla yaptığı konuşmada şöyle diyor: 

“ Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. 
Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut olan tarih kitaplarının icabatını değil, tarihin hakiki icabatını takip edecektir... Biz yeni bir tarih yapacağız.” 4 

15 Mart 1923: Atatürk, Adana çiftçileriyle konuşmasında, savaş ve barış hakkındaki kanaatini şöyle anlattı: 

“Behemehal şu ve bu sebepler için, milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zaruri ve hayati olmalıdır. Hakiki kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lâkin, hayat-ı millet tehlikeye maruz kalmayınca harp bir cinayettir. 

İnşallah iyi ve şerefli bir sulh yapacağız. Sulhun imzasiyle önümüzde bir çalışma devri açılacak...” 5 

2 Kasım 1923: Afganistan Büyükelçisi Sultan Ahmet Han, Afgan Kralı Amanullah Han ve Afgan Devleti adına Türkiye Cumhuriyeti ilanını ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ilk defa Cumhurbaşkanı seçilmesini kutluyor. Kutlarken “Sema-i İslamda Türk’ün birinci defa doğan şu Cumhuriyet yıldızı yeryüzünde bütün İslam milletlerini feyizli ve ümitbahş ziyalarıyla ışıklandıracağına imanımız vardır” diyor.6 

Bugün, günün ağırdığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklerine ve bütün mânilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır. 

Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletlerarasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.”7 

8 Temmuz 1937: İran Şehinşahı Rıza Pehlevi, Sadabad Paktı’nın imzalanması dolayısıyla, Atatürk’e şu telgrafı gönderdi: 

“Şark antlaşmasını tespit ve tebyin eden dört dost mem8leket arasında münakit Sadabad Misakı’nın imzalanması münasebetile, siz Ekselansa, en hararetli tebriklerimi bildirmekle bahtiyarız. Bundan sonra çözülmez bir bağla birleşmiş olan memleketlerimiz, bu hadise yolu ile samimi ve verimli işbirliklerini sulhun hizmetine koyabileceklerdir. Siz Ekselansın saadeti ve Türk milletinin refahı 
hakkında en samimi temennilerimizi ifade için bu fırsattan istifade ediyoruz.”9 

8 Temmuz 1937: Irak Kralı Gaziyülevvel, Sadabad Paktı’nın imzalanması dolayısıyla, Atatürk’e şu telgrafı gönderdi: 

“Şark antlaşmasını tespit ve tebyin eden dört kardeş ve dost memleket arasında münakit Sadabad Misakı’nın imzalanması münasebetile, siz Ekselansa en hararetli tebriklerimi bildirmekle bahtiyarız. Bundan sonra çözülmez bir bağla birleşmiş olan memleketlerimiz, bu hadise yolu ile samimi ve verimli işbirliklerini sulhun hizmetine koyabileceklerdir. Siz Ekselansın saadeti ve Türk milletinin 
refahı hakkında en samimi temennilerimizi ifade için bu fırsattan istifade ediyoruz. “10 

9 Temmuz 1937: Afganistan Kralı Mohammed Zahir Han, Sadabad Paktı’nın imzalanması üzerine, Atatürk’e şu telgrafı gönderdi: 

“ Dört kardeş ve dost memleketlerimiz arasında imzalanan Sadabad misaki münasebetile siz Ekselansa en hararetli tebriklerimi arza müsaraat ediyorum. Sadabad misakının bizim dört memleketimizin tesanüt ve kardeşliği ve sulhun muhafazası için en müessir bir âmil olacağına kaniim. Bu fırsattan istifade ederek Ekselansın şahsi saadeti ve Türkiye’nin refah ve istikbali için en samimi temennilerimiz arz ederim.”11 

II Atatürk’ün Ölümü Dolayısıyla Yabancı Devlet Adamlarının Söylediklerinden 

Örnekler.,
 10 Kasım 1938: Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Suat Davaz, Ankara’ya şunları telledi: 

“Bu sabah bir taraftan ajansların ve diğer taraftan radyoların verdiği alîm haber, her Türk’ün kalbini dondurduğu ve durdurduğu gibi bizim de kalplerimizi parçaladı. Yegâne tesellimiz O’nun lâyemut oluşudur... 

Bu ziyaı elimi haber alan Reisicumhur Mösyö Albert Lebrun, askerî maiyetinden Kolonel Chaudessolle’ü göndererek...Atatürk’ün elim ufulü dolayısıyla...Türk Milletinin matemine iştirak etmiştir. Reisicumhur bu elim ziyaın Fransa için de bir matem teşkil ettiğini ifade etmiştir...Dahiliye Nazırı Albert Saro’nun akşam gazetesine vaki beyanatında, Atatürk’ün üfûlünun Türkiye için azîm bir ziyâ 
olduğu gibi Fransa ve sulh için de sonsuz acı bir ziyâ teşkil ettiğini bildirerek alenen ve resmen taziyede bulunmaktadır. Maruzdur.”12 

10 Kasım 1938: Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hamdi Arpağ Ankara’ya şunları telledi: 

“Atatürk’ün irtihali burada duyulur duyulmaz elyevm Berlin’de bulunmayan Führer ve Hariciye Nazırının telefonla vaki emirleri üzerine Devlet Nazırı Dr. Maysner, Führer namına, ve Hariciye Kâtibi Umumisi Baron Vayseger Hariciye Nazırı namına Büyükelçiliği bizzat gelerek taziyede bulunmuş ve sade Türkiye’nin değil bütün Avrupa’nın ve bu meyanda Türkiye’ye karşı dostluk hisleri ile 
mütehassis olan Almanya’nın büyük bir şahsı kaybetmiş olduğunu ilave eylemişlerdir...”13 

10 Kasım 1938: Fransa Cumhurbaşkanı M. Albert Lebrun, Atatürk’ün ölümü dolayısıyla, TBMM Başkanı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Vekili Abdülhalik Renda’ya şu telgrafı gönderdi: 

“Hayatını yurdunu yeniden şerefle diriltmeye hasretmiş olan hararetli yurtseverin ve Büyük Devlet Adamı’nın göçtüğü şu anda, derin bir heyecanla Türkiye’nin matemine katılırım. O’nun, akıllı ve barışçı metodlarla gerçekleştirilen eseri, milletler tarihinde seçkin bir yer tutacaktır. Türk Milletine samimi dostlukla bağlı bulunan Fransız Milleti, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün uğradığı kaybı, elim bir sempatiyle duymaktadır.” 14 

10 Kasım 1938: Türkiye’nin Varşova Büyükelçisi Ferit Tek Ankara’ya şunları bildirdi: 

“ (Polonya) Hariciye Nazırı, Polonya Hükûmeti’nin Atatürk’ü büyük bir Devlet adamı olmak üzere selamlayacağını ifade etti. 
Cenaze merasiminde Polonya Sefiri, Fevkalâde murahhas olarak Reisicumhuru temsil emrini almıştır. Vakit müsait ise orduyu temsil için dahi bir General kendisine iltihak edecektir. Biri Reisicumhur, diğeri ordu namına iki çelenk vazolunacaktır. Resmi tedfin günü Polonya’da bütün Devlet müessesatı ve Belediye matem bayrağı çekeceklerdir. Merasim günün iş’arı mercudur.”15 

10 Kasım 1938: Türkiye’nin Bürkreş Elçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver Ankara’ya şunları telledi: 

“Reisicumhurun vefatı haberi burada çok derin teessür uyandırmıştır. Telgrafın buraya gelmesinden hemen sonra Baş Mabeynci Kral namına ve Hariciye Nazırı Hükûmet namına Elçiliğie gelerek taziyelerini bildirmişler, Baş Mabeynci Türk milletinin uğradığı kayıptan duyduğu çok derin ve samimi teessürü Türk milleti ve hükûmetinin bilmesini Kralın bilhassa arzu ettiğini, Hariciye Nazırı 
da Romanya hükûmeti namına, cihan tarihinde o kadar büyük ve asil rol oynamış bir simanın kaybı ile kendilerinin çok kıymetli bir dost kaybettiklerini acı bir surette duyduklarını beyan eylemişlerdir. Resmi dairelerde bayraklar matem alâmeti olarak yarıya indirilmiştir. 
Gazeteler hususi nüshalar çıkararak halkı haberdar eylediler ve yarın da merhumun eserini tanıtmak üzere fevkalâde nüshalar çıkaracaklar. 
Elçilikte açıklmış olan defter-i mahsusa Hükûmet erkânı, ecnebi sefirler, sabık Nazırlar, maruf birçok zevat imza etmekte, taziyelerini bizzat ifade etmektedirler.” 16 

10 Kasım 1938: Romanya eski Dışişleri Bakanı N. Titulesco, Türkiye Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras’a şu telgrafı çekti (çeviri): 

“Büyük, şanlı ve bilge Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ölümüne pek üzüldüm. En içten başsağlığı dileklerimi kabul buyurmanızı ve Hükûmetinize sunmanızı rica ederim. Öyle büyük bir Şefi yakından tanımış olmayı ve Balkan Paktı dolayısyla onunla birlikte yan yana çalışmış olmayı kendim için her zaman nadir bir ayrıcalık sayacağım. Bu acı anda içten dostluk duygularıma lütfen inanmanızı özellikle rica ederim.” 17 

10 Kasım 1938: Yunanistan Başbakanı Metaxas, Türkiye Başbakanı Celal Bayar’a şu telgrafı çekti (çeviri): 

“Yunan Hükûmeti, Yunan halkı ve ben, dost ve müttefik Türkiye’yi pek derinden sarsan millî matemi, en büyük acıyla paylaşıyoruz. Bu yaslı anda bütün Yunanistan, kendisine karşı pek büyük bir sempati beslediği asil dost milletin yanındadır. Seçkin Şef, kahraman asker ve Türkiye’nin aydın yaratıcısının hatırasına saygı besleyen Yunanistan, Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ün, Türk-Yunan Antantı’nın baş mimarı ve Türk ve Yunan milletlerini barışçı işbirliği ülküsü etrafında birleştiren sarsılmaz dostluk bağlarının da kurucusu olduğunu hiçbir zaman unutmayacaktır. Yunanistan, güçlü eseriyle Türk milletinin kaderini çizmiş olan Büyük Ölü’nün duygulandırıcı hâtırasını sadakatle yaşatacaktır.”18 

11 Kasım 1938: Fransa İçişleri Bakanı Albert Sarraut, Paris-Soir gazetesinde “Atatürk” başlıklı bir yazı yayınladı. Daha önce Büyükelçi olarak Türkiye’de bulunmuş ve Atatürk’ü yakından tanımış olan Sarraut şunları yazdı: 

“Başkan Atatürk’ün ölümü, o güzelim Türkiye için muazzam bir kayıptır; O’nun kahramanlığı ve dehasıdır ki, Türkiye’yi bağımsızlığa kavuşturmuş ve kalkınma yoluna koymuştur. O’nun ölümü Fransa için de bir kayıptır; çünkü Atatürk, Fransa’nın sadık ve içten bir dostuydu. Bu ölüm, barış davası bakımından da bir kayıptır, çünkü O, Devlet Başkanı olarak, yüksek bir vicdanla, yorulmadan barışı 
korumak için çaba harcıyordu...”19 

11 Kasım 1938: Hatay Devleti Reisi Tayfur Sökmen, Türkiye Cumhurbaşkanı Vekili Abdülhalik Renda’ya şu başsağlığı telgrafını gönderdi: 

“Türk âleminin ve bütün Şark’ın Ulu Atasının ebedi ziyaı Hatay’ısonsuz teessürlere gark etmiştir. Büyük Önderin, rejimini ve aydınlattığı izleri takip edecek olan Türk milletinin ve Türk varlığının izleri üzerinde, bütün varlığımızla yürüyeceğimizi ağlayarak arz ederim.” 20 

11 Kasım 1938: Türkiye’nin Londra Maslahatgüzarı Kadri Rizan Ankara’ya şunları telledi: 

“Büyük felaket haberini resmen bildirmek üzere dün akşam Hariciye Nezaretine gittim. Nazır Meclis’te meşgul olduğu cihetle Müsteşar ile görüştüm. Son derece müteellim ve müteessir olduklarını, kederimize bütün kalpleri ile iştirak ettiklerini bizi de mütehassis edecek bir lisan ile ifade etti. Türkiye’nin büyük bir şef, cihanın harikulade beynelmilel bir sima, İngiltere’nin büyük bir dost gaip ettiklerini söyledi.”21 

11 Kasım 1938: Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Enis Akaygen Ankara’ya şunları telledi: 

“Reisicumhurmuz Atatürk’ün ebedi ufulü daolayısile Saray-ı Şehinşahi ve Hükûmet bir ay resmi matem ilan etmiştir. Şehinşah Hazretleri tedfin merasiminin sonuna kadar İran’da askerî ve resmi diğer emakin üzerine ve ecnebi memleketlerdeki İran mümessilliklerinde bayrağın yarıya çekilmesini emir buyurmuştur. Bu irade-i Şehinşahi bugün bütün gazetelerde ilan edilmiştir.” 22 

11 Kasım 1938: Sovyetler Birliği Merkez İcra Komitesi Reisi Kalinin, Türkiye Cumhurbaşkanı Vekili Abdülhalik Renda’ya şu telgrafı çekti (çeviri): 

“Dost Cumhuriyetin, ismi büyük Türk milletinin istiklal ve refahı için olan kahramanca mücadelesinin bütün devresini sembolize eden yüksek Başkan Kemal Atatürk’ün vefatı haberlerinden pek ziyade müteheyyicim. 
Bu acı vesileyle samimi taziyelerimi kabul buyurunuz.”23 

11 Kasım 1938: Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinov, Türkiye Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras’a şu telgrafı çekti (çeviri): 

“Türkiye istiklalinin ve barış davasının yorulmaz mücadelecisi ve Türk-Sovyet dostluğunun bânisi yüksek devlet adamı Kemal Atatürk’ün ölümü haberlerinden pek ziyade mütessir ve müteheyyiç olarak samimi ve candan taziyelerimi arza müsaraat eylerim.”24 

12 Kasım 1938: Türkiye’nin Kahire Elçisi Şevki Alhan şunları telledi: 

“ Atatürk’ün vefatı kendisini saygı ile seven bütün Mısır’da büyük acı uyandırdı. Matbuat, yazılarında O’nun yarattığı ölmez eserlerden bahsederek milletimize derin taziyelerini sunuyorlar.* Sureti mahsusada İskenderiye’den gelen Başmabeynci, Majeste Kralın, Meclis Reisi parlemanın taziyelerini, Hariciye Nazırı ile müsteşarı ayrı ayrı gelerek hükûmetin teessürlerini tebli ettiler. Diğer taraftan Kral ailesine mensup prens ve prensesler ile pekçok dost Mısırlılar acılarını bildirmek üzere âcizlerşni ziyaret ettiler. Hükûmetin kararile 
cenaze merasiminin sonuna kadar Parleman ve resmi devair bayraklarının yarıya indirileceği maruzdur.”25 

* Bir örnek: 11 Kasım 1938 günlü El Ahram gazetesi şunları yazmıştı: 

“Mustafa Kemal öldü. O, Türk milletinin atası ve son asırların yetiştirdiği en büyük adam. Türkiye’yi kulluktan kurtaran, istilacılara karşı saldırı ateşini yakan, savaş meydanlarında ona başbuğluk edip kurtuluş sahiline çıkaran adam öldü...Tarih onun adını ebedileştirecektir...
Bütün Şark âlemi, Türk milletine en derin taziyelerini sunar. Dün ölümünü öğrendiğimiz Atatürk’ün, dünyanın en büyük adamı olduğunu tarihin kaydetmesi hiç de uzak değildir...” (Ayın Tarihi, II. Teşrin 1938 No. 60 Mükerrer, sç 194) 

13 Kasım 1938: Türkiye’nin Sofya Elçisi Şevki Berker Ankara’ya şunları bildirdi: 

“Başvekil, Atatürk’ün cenaze merasiminde bulunmak üzere Kral namına Saray Nazırı General Panof’u, Hükûmet namına General Daskalof’u ve ordu namına da Sofya garnizonu kumandanı General Bukakşi ve 72 nefer, 5 zabit ve 6 zabit vekilinden mürekkep bir kıtayı asker, ye göndermeye karar verdiklerini söyledi...Kral’ın Atatürk’e karşı beslediği yüksek takdir hislerile merhumu müşarileyhin vaktiyle Ataşemiliter olarak Bulgar ordusu ile temasını ve Bulgaristan’a karşı gösterdiği dostluk hislerini ve Harbi Umumide Türkiye-Bulgaristan ordularının silah arkadaşlığını nazarı itibara alarak bu merasime hakiki bir dostluk tezahürü ile iştirak etmek arzusunu izhar ettiğini 
ve bunu da ilk defa olmak üzere bize karşı yaptığını söyledi.” 26 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

ATATÜRK’ÜN ASYA SİYASETİ ÜZERİNE BAZI YENİ DÜŞÜNCELER

ATATÜRK’ÜN ASYA SİYASETİ ÜZERİNE BAZI YENİ DÜŞÜNCELER 


Prof. Dr. Seyfullah ÇEVİK* 
* Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Rektör Vekili. 




Kurtuluş Savaşı’nın 1919-1920 tarihleri arasındaki ilk döneminde Atatürk’ün başlıca amacı, Anadolu hareketinin birliği ile siyasi ve askerî teşkilatlanmasını sağlamaktı. Bu çerçevede toplanan Erzurum ve Sivas kongreleri, hareketin siyasi yapısını oluşturmak amacını güdüyordu. Kurtuluş Savaşı’nın hedeflerini çizen Misak-ı Millî de böylece oluşmaktaydı. İçe yönelik böylesine bir hareket halinde 
olunurken dışa karşı da kazanılan askerî başarılara paralelolarak bir dış politika oluşturulmaktaydı. Bu bağlamda Doğu cephesinde Ermenilere karşı askerî zafer elde edilip 2 Aralık 1920’ de Gümrü Barış Antlaşması yapılırken güneyde Fransa yenilgiye uğratılmış ve 20 Ekim 1920’de Ankara Antlaşması imzalanmıştır. İtalya Anadolu’dan çekilmek zorunda kalırken, Batı cephesinde I. İnönü, II. İnönü ve Sakarya zaferlerinden sonra Anadolu’nun askerî gücü giderek ortaya çıkmıştı. 9 Eylül 1922’deki zaferle ise Kurtuluş Savaşı’nın askerî 
aşaması tamamlanmış oluyordu. 

Bu zaferler kazanıldıkça Anadolu’nun diplomatik durumu da güçlenmekteydi. Nitekim müttefik devletlerin I. İnönü zaferinin hemen ardından 21 Şubat 1921’de Londra’ da bir konferans düzenlemeleri ve buna Anadolu temsilcilerini de davet etmeleri, Anadolu hareketinin diplomatik başarısının önemli göstergesiydi. Anadolu hareketi askerî bakımdan başarılar gösterdikçe ve siyası alanda mesafe aldıkça, Sovyet rejimi ile olan ilişkisi de kişiliğini bulmaya başlamıştı. Sovyetler, Anadolu hareketinin özelliğini anladıkça ilişkilerin karşılıklı çıkara dayalı çerçevesi ve sınırı daha da belirginleşmiştir. 

16 Mart 1921’ deki Türkiye -Sovyet Dostluk Antlaşması bu çerçeveyi çizen bir belge olmuştur. Bu anlaşma ile Rusya, yeni Türk Devleti’nin millî sınırlarını tanımış, aynı zamanda Rusya ile olan kuzey ve doğu sınırları kesin hatlarıyla belirlenmiştir. Diğer bir ifade ile bu anlaşma, Türkiye ve Rusya arasında dayanışma, dostluk ve işbirliği dönemi başlatmıştı. Atatürk bu dönemde bazı doğu ülkeleriyle imzaladığı antlaşmalarla Anadolu’nun dış alandaki gücünü pekiştirmiş ve böylece Anadolu hareketi büyük ölçüde yalnızlıktan kurtulmuş oluyordu. 20 Kasım 1922’ de İsviçre’nin Lozan kentinde toplanan barış konferansında Türkiye’nin uzun bir diplomatik savaş vermesinin ve Misak-ı Millî’nin çerçevesini büyük ölçüde gerçekleştirebilmesinin sebeplerini, Atatürk’ün daha Millî Mücadele esnasında özellikle komşu ülkelerle yakın diplomatik ilişkiler kurmasında, antlaşmalar yapmasında ve dış alandaki gücünü artırmasında 
aramak lazımdır. Gerçi Lozan Antlaşmasında Musul meselesinin çözümü ileri bir tarihe ertelenmesine ve Batı Trakya’nın Yunanistan’da kalmasına engel olunamamasına rağmen zor şartlar altında bir diplomatik savaş verildiği düşünülecek olursa Lozan Antlaşması’nın önemli bir başarı sayılması gerektiği görülecektir. 

Kurtuluş Savaşı’ndan 1930’a kadar olan dönemde Türkiye diplomatik açıdan uluslararası alandaki bütün gelişmelerle ilgilenmekte ve dış siyasetteki temel prensibini ortaya koymaktaydı. Atatürk’ün ifadesi ile bu temel prensip: “Hariciyede dürüst ve açık olan siyasetimiz sulh fikrine müstenittir. Beynelmilel herhangi bir meselemizi sulh vasıtasıyla halletmeyi aramak bizim menfaat ve zihniyetimize uyan bir yoldur...” şeklinde idi.1 Bu temel prensip çerçevesinde Lozan’dan kalan bazı pürüzlerin ve konuların çözümüyle uğraşılmaya çalışmıştır. Bu konuların başlıcasın İngiltere ile olan Musul, Fransa ile olan borçlar ve Suriye sınırı, Yunanistan ile ahali mübadelesi ve kapitülasyonlara ilişkin bazı hususlar teşkil etmiştir. Bu konular arasında Musul dışında olanların genellikle Türkiye’nin istediği biçimde çözümlendiğini söylemek mümkündür. Bu dönemde Lozan’dan kalma önemli pürüzler halledilirken takip edilmeye çalışılan politikanın en önemli özelliği önce sınır olan ülkelerle antlaşmalar yapmak ve hatta onlarla paktlar kurmak yolunda önemli adımlar atılmış olmasıdır. Bu bağlamda 1929’ dan itibaren ortaya atılan Balkan Birliği, idari çeşitli organizasyonlarla uygulamaya konulmaya başlanmıştır. Bu birlik ortaya konulmaya çalışılırken, Atatürk’ün Balkanlara yönelik 1931 yılındaki bir yorumu son derece ilginçtir. 

O bu yorumunda: “İşte siz muhterem Balkan milletleri mümesilleri, mazinin karışık his ve hesaplarının üstüne çıkarak derin kardeşlik esasları kuracak ve geniş birlik ufukları açacaksınız, ’ihmalolunmuş ve unutulmuş büyük hakikatlari ortaya koyacaksınız. Balkan milletleri, içtimai ve siyasi ne çehre arzederse etsinler, onların Orta Asya ‘dan gelmiş aynı kandan, yakın soylardan müşterek cedleri olduğunu unutmamak lazımdır... Görüyorsunuz ki Balkan milletleri yakın maziden ziyade, uzak ve derin mazinin kırılmaz çelik halkalarıyla birbirine pekala bağlanabilirler...”2 diyordu. Bu yorumun bugün dahi ne kadar isabetli olduğunu söylememiz icap etmektedir. Bundan sonra Balkanlar’daki Alman ve İtalyan baskısının giderek artması, hatta Arnavutluk’un İtalya’nın kontrolü altına girmesi, Balkanlar’da Türkiye’nin önderliğini yaptığı statükocu devletler, daha önce aralarında yaptıkları ikili antlaşmaları birleştirerek 4’lü bir pakt imzaladılar 
(1934). Bu antlaşma ile Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya devletleri, sınırlarını karşılıklı olarak garanti ediyorlar, birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle siyasi harekette bulunmamayı taahhüt ediyorlardı. Antlaşma protokolünde Türkiye’nin eğer bir Rus-Romen çatışması çıkarsa, Romanya’ya yardım etmeyeceğini Sovyetlere bildirmiş olması, Rusya ile oldukça dengeli bir siyaset takip etmenin sonucu olmalıdır. 

Türkiye, batı sınır bölgesi olan Balkanlarda böylesine bir siyaset takip ederken doğu sınır bölgesinde ve hatta sınır bölgesinin uzağındaki ülkelerle de antlaşmalar yapmaktan, paktlar kurmaktan geri kalmıyordu. Bu sırada İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ve Asya’da bazı hedeflere yöneldiğini belirtmesi, Türkiye’yi bir yandan İngiltere ile işbirliği yapmak ve hatta bazı Orta Doğu ve Asya devletleri ile savunma tedbirleri almak zorunda bırakmıştır. Bu bağlamda İtalya’nın bölgedeki yayılma emellerine karşı 2 Ekim 1935’te Cenevre’de Türkiye, Irak ve Afganistan arasında üçlü bir antlaşma parafe edilmişti. 

Daha sonra Irak’ın da katılmasıyla 8 Temmuz 1937’de İran’da Sadabad paktı imzalandı. Bu antlaşmanın en temel maddelerini, ülkelerin birbirlerinin içişlerine karışmaması, ortak çıkarları ilgilendiren konularda birbirlerine karşı saldırıda bulunmamaları ve sınırlarına saygı duymaları teşkil etmekteydi. 

Türkiye’nin hem Ortadoğu hem de Asya siyaseti çerçevesinde Irak, İran ve Afganistan ile bir pakt kurması, bugünün küreselleşme sürecinde dünyanın en hareketli bölgelerindeki ülkelerle o dönemlerde paktlar kurmasının ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. 
Bu ülkeler arasında coğrafi bakımdan Asya’nın tam ortasında bulunup Türkistan bölgesini ve Çin’i kontrol etmek için önemli bir sıçrama tahtası noktasında olan Afganistan üzerinde özellikle durmak icap etmektedir. 1921-1928 yılları arasında Türkiye ile Afganistan arasında giderek artan bir dostluk ve işbirliği ilişkisi başlamıştı. Bunun sonucunda 25 Mayıs i 928’ de Türk-Afgan Dostluk Anlaşması 
imzalanmış ve böylece iki ülke arasında siyası ve kültürel bakımdan yakınlaşma lar baş göstermişti. Bu yakınlaşmada Atatürk’ün Anadolu’da dış güçlere karşı verdiği mücadelenin Afgan yönetimince İngilizlere karşı tam bağımsızlık arayışına bir örnek teşkil etmesinin rolünü de hesaba katmak lazımdır. 
Bugün Afganistan’da bulunan ve orada bir idare tesis etmek isteyen güçleri de bu anlamda değerlendirmek gerekir.3 

Atatürk dönemindc Türkiye’nin Asya üzerindeki en belirgin politikasını Azerbaycan’a karşı takip edilen siyasetle örneklemek mümkündür. Millî Mücadele’nin ilk yıllarında Azerbaycan’a karşı takip edilen politikayı Mustafa Kemal Paşa’nın Bakü’deki temsilcimiz Memduh Şevket ile Tiflis temsilcimiz Kazım Beylere ulaştırmalarını istediği gizli direktifte görmek mümkündür. O, bu direktifin bir yerinde aynen: “... Rusya müslümanları ve alelumum İslam kavimleri hakkında nokta-i nazarımız bunların muhtariyet lerinin 
genişlemesine ve Hilafet makamına olan manevi bağlılıkların takviyesine çalışılacaktır. 

Rusya’nın bu husustaki hassasiyeti malum olduğundan gayet ihtiyatkarane hareket edilecek ve her jirsatta bundan maksat İslamcılık ve Turancılık gibi eğilimler olmayıp, sırf Türk ve İslam kavimlerini dahi hür ve şimdiki medeniyetten istifadeye kadir bir hale getirmek olduğu beyan olunacaktır...” demekteydi. Aynı direktitin bir başka yerinde: “Azerbaycan ‘ın tamamen ve cidden müstakil bir devlet haline gelmesine taraflarız ve bunun temini için Rusları gücendirmemek ve kuşkulandırmamak şartıyla teşebbüsat-ı lazımede 
bulunulacaktır” ifadesini kullanmaktaydı.4 Bir diğer ifadesinde ise: “Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakıyorum... Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Şark milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetlerine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. 

Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istiklale kavuşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm 
yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır” sözlerini sarfetmekteydi.5 

Bu sözlerle Atatürk daha o zamanda Türkiye’nin Türk halkları ve kavimleri ile ilgili Asya siyasetini ortaya koyarken mevcut güç dengelerinin gözetilmesi ve hatta onlarla beraber hareket edilmesinin önemine ve gerekliliğine inandığını göstermektedir. Bunun yanında siyasi olarak günün şartlarında açıkça söylenmesinde sakınca gördüğü Doğu ve Asya ülkeleri için oldukça genel ifadeler kullandığı dikkate çekmektedir. 
Bu politikanın bugün de geçerli olduğunu ve eğer Türkiye’nin aynı kültür ve tarihe sahip Asya’daki Türk devlet ve halkları üzerinde bir ekonomik ve siyasi ilişkisi olacaksa, bunun büyük güçlere rağmen gerçekleştirilmesinin pek mümkün olamayacağını belirtmek lazımdır. Diğer bir ifade ile Türkiye’nin bu coğrafyada Rusya da dahil olmak üzere büyük güçlerle işbirliği halinde Merkezi Asya’da daha aktif bir rol alabileceği aşikar gözükmektedir. 

Ancak böyle bir politika takip edilirken bir an bile beklemeksizin eğitim ve kültür alanlarındaki iş birliğine hız verilmeli, toplumların aynı tarih ve kültüre sahip olduklarının şuuruna ermesi yolunda mesafeler katedilemdi, sonra ışın ekonomik ve siyasi boyutlarının oluşumunun safhaları beklenmelidir. 

Atatürk, Millî Mücadele’nin daha ilk yıllarında Merkezi Asya’daki Türk halkları üzerinde gayet gerçekçi ve uzak görüşlü bir politika takip etmesinin gerekliliğine inanırken, Türk halklarının da Asya’nın en batı uç noktasını vatan ittihaz etmiş olan kardeşlerinin Millî Mücadelesine kayıtsız kalmadıkları dikkati çekmektedir. Bu bağlamda o dönemde Türkistan halklarının gayet şuurlu bir şekilde 
yardım kampanyaları başlattıkları ve pek çok hanımın bu kampanyaya kollarındaki bilezikleri bağışladıkları dikkati çekmektedir. Bu zamanda Türk halklarının kahır ekseriyeti Rusya’nın idaresi altına girdiği için, yardımların Rusya vasıtasıyla Batı Türklerinin ana vatanı olan Anadolu’ya veya Küçük Asya’ya ulaştığı görülmektedir. Türkistan halkalarının Anadolu’daki Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması için sadece altın v.s. vererek duyarlı olmadıkları, bu duyarlılıkların bazı edebi metinlere de yansıdığı açık bir şekilde görülmektedir. 
Nitekim 1921 yılında ünlü Kazak şairi Mağcan, Alıstaki Bauruma (Uzaktaki Kardeşime) adlı oldukça uzun olan şiirinde gerek Doğu, gerekse Batı Türklerinin birbirinden ayrı düşmekle çok büyük sıkıntı çektiklerini işlernekte ve sanki orada verilen Millî Mücadele’yi an be an yüreklerinde hissettiklerini ve kardeşleriyle hep beraber olduklarını vurgulamaktadır.6 Hemen hemen her kıtası duygu dolu ifadeleri içeren söz konusu Kazakça şiirinin birkaç kıtasını burada verecek olursak: 


Uzakta ağır azap çeken kardeşim 
Solup laleler gibi kuruyan kardeşim 
Bunalıp bir sürü düşman ortasında 
Göl gibi göz yaşı döken kardeşim 

*** 
Kardeşim sen o yanda ben bu yanda 
Kaygıdan kan yutuyoruz bizim adımıza 
Layık mı kulolup durmak gel gidelim 
Altay’a ata mirası altın tahta 

Alısta aur azap şekken baurum 
Kuargan beyşeşektey kepken baurum 
Kamağan kalın jaudın ortasında 
Köl kılıp közdın jasın tökken baurum 

Baurum! Sen o cakta men bu cakta 
Kaygıdan kan cutamız bizdin atka 
Layık ba, kul bop turu v kel tekeyik 
Altayga ata miras altın takka 

Şiirdeki ifadelerin ne kadar duygu dolu ifadeler olduğunu yukarıdaki satırlardan açık bir şekilde anlamak mümkündür. 

Atatürk’ün Asya’ya ve Türk halkalarına yönelik bu politikası, O’nun ölümünden sonra Anadolu’nun ünlü halk ozanı Aşık Veysel’in Atatürk’e yazmış olduğu ağıtta da ses bulmuştur. Veysel bu ağıtın bir kıtasında: 

Tren hattı tayyareler 
Türkler giydi hep karalar 
Semerkand’ı Buharalar 
İşitti her yan akladı 

ifadesini kullanırken, Asya’daki Türk halklarının Atatürk ve Anadolu’daki Türklerle gönül bağlarının mükemmelliğini belirtmek istemiştir. 
Bu şiirin tam metni için bknz. Mağcan Cumabayev, Şığarmalar (Eserler), I, Almatı 1989, s. 72-73. 


DİPNOTLAR;

1 Akil Aksan, Atatürk Der ki, Ankara 1981, s. 120. 
2 Aksan, age, s. 122. 
3 Atatürk dönemi Türk dış politikası hakkında genel olarak bk. Mehmet Gönlübol -Ömer Kürkçüoğlu, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına Bir Bakış”, 
 Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara 1995, s. 351-373. 
4 Atatürk’ün Şark cephesi kumandanhğına hitaben gönderdiği bu direktitin [aksinIilesi ve transkripsiyonlu metni için bk. Atatürk’ün Milli Dış Politikası 
(Milli Mücadele Dönemi Ait 100 Belge) 1919-1923, I, Ankara 1992, s. 190-206. 
5 Akil Aksan, age, s. 133. 

***