Şerafettin Elçi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şerafettin Elçi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

KÜRTLER İÇİN MUASIR MEDENİYET YANILMASI VE KEMALİZM’İN SİVİLLEŞMESİ.

KÜRTLER İÇİN MUASIR MEDENİYET YANILMASI VE KEMALİZM’İN SİVİLLEŞMESİ.


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
08.11.2013 

Türkiye’nin sorunlarının nasıl ki muasır medeniyetle çözüleceğine inanılmışsa Kürt sorununun da bu yolla çözüleceğine inanılmıştır. Buna Kürtleri de inandırmışlardır. Kürtlerin tarihsel bağlarında koparılarak uygarlık zincirine dahil etmek için Kürtler de buna ikna oldular. İttihat ve Terakki’nin karakteristik yönü merkeziyetçi bir anlayışa sahip oluşudur. Bunu Batı ve özellikle Fransa’yı örnek alarak yapıyor. Kürtlerin kendi yerel/otoriteleri olan ağa/şeyhlere yönelik politik dil geliştirmeleri bununla bağlantılıdır. Ziya Gökalp’in ilk eylemi olan Diyarbakır Postanesini basıp o dönem etkili olan İbrahim Paşa’yı merkeze şikayet etmesi ve Şaki İbrahim Destanını yazışı bu bakış açısı, solla bir şekilde ilişkili olan Kürtleri etkilemiştir. İsmail Beşikçi Doğu Anadolu’nun Düzeni adlı çalışmasında bunun etkisindedir. Bunların daha sonra özellikle Barzani eleştirileri yapılırken ilkel milliyetçilik küçültülmesi, başta Dr.Şıvan olmak üzere o dönem TİP içinde yer alan Kürtlerin bakış açısı bu şekildedir. Kürtlerin ağa ve şeyhlerin arkasından giderek kurtulamayacağı daha da ileri giderek bunlardan kurtulmadıkça önlerinin açılamayacağı konusunda etkili propagandalar yapılıyordu. Böylece aşiret ve şeyhlerin kendilerini korumak adına devlete daha fazla yönelmelerine neden oldu. Zaten Cumhuriyetten bu yana buna benzer politikalar uygulanıyordu. Ancak bir çok aşiret ve şeyh bu politikaya alet olmak istemiyordu. Kürtlerin ileri gelenleri sanki rejimle işbirliği yapmış gibi gösteriyorlar. Bu gerçekçi değildir. Atatürk Kürdistan İllerindeki milletvekili kotasını atama yöntemiyle çoğunlukla Kürt olmayan kişileri CHP milletvekilliğine atıyordu. Kürt ağa ve şeyhlerinin TBMM’nde temsili çok partili döneme geçildikten sonra DP ile birlikte olmuştur. Ahmet Türk vs kişilerin KSH içinde yer alışları dahi Kürt burjuvazisi, aristokrasisi şeklinde niteleyen çok sayıda solcu ve Kürt de vardır. Bunlar temelde dönemin genel kurmay başkanı İlker Başbuğ gibi düşünüyorlar. Onlara göre aşiret ve aşiret reislerinin yeri devlet yandaşlığı ve koruculuktur. Devlet yandaşıysa aşiret lideri olsun olmasın önemli değildir ancak KSH’den yana tavır koyuyorsan feodal ve gerici olmuş oluyorsun.

1960 Askeri darbesinden sonra Kürdistanlı ağa ve şeyhlerin toplama kamplarına gönderilişi onlar üzerinde baskı kurarak bir yandan küçük düşürmek bir yandan da onların direnç gücünü kırarak kendi politikaları doğrultusunda hareket etmeye zorlamaktı. Ondan önceki dönemde bu kesimler aleyhine edebiyat dahil olmak üzere yoğun karalama kampanyasına girildiği görülüyor. 1958 Yılında Irak’ta askeri darbe ile yönetime gelen General Kasım’ın Kürtlerle iyi ilişkiler içinde oluşu, Kürdistan hareketinin Türkiye’ye yayılacağı korkusu 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin asıl amaçlarından birinin Kürt hareketinin yeniden gündeme gelişini önlemek olduğunu göstermektedir.

1960’tan sonra devletin Kürt aşiret liderleri ve şeyhleri üzerindeki baskılar Kürtler arası yerel dengenin sarsılmasına neden olmuştur. Denge durumunda olan aşiret ve ailelerin etkinliği yok edilmekle kalmıyor aynı zamanda Kürdistan’da etkin olmayan bazı aşiretlerin diğer aşiret ve aileler üzerinde egemenlik kurmasının yolunu açıyordu. Bir yandan da Kürt sorunu gerçek kökeninden uzaklaştırılarak ekonomik geri kalmışlık ve feodal güçler olarak adlandırılan ağalık ve şeyhliğe bağlanıyordu. Modernizm önünde birer engel olarak gösterilen ağalık ve şeyhlere karşı Kürtler bir yandan mücadeleye çağrılırken, diğer yandan bazı ağa ve şeyhlerle siyasal ilişkiler geliştiriliyordu. Toplumun aydınlanma yoluyla kurtulabileceği, bunun yolunun da Kürtlerin asimilasyonundan geçeceği görüşleri Kürtler arasında dahi taraftar bulabiliyordu. Kürt toplumunun aydınlanmacı bir anlayışla uyandırılacağı anlayışı tutmadı. Tutmadıkça aşiretleri kendisine bağlı hale getirmenin yollarını aradı. Böylece geçmişte aşiretler içinde olan kısmi demokratik yapı da ortadan kalktı. Aşiretler belirli kişilerin güç alanı haline geldi. 

1960’lı yıllarla birlikte Kürt hareketinin bu dönemde Türkiye sol ve sosyalistleriyle irtibat haline gelmesinin bu sürece denk gelmesi de dikkat çekicidir. 1970’li yıllardan sonra Kürt hareketinin Türkiye solundan ayrılarak bağımsız bir yapıya kavuşması bu ideolojik yöneliminde bir değişliği beraberinde getirmeyerek, aşiret, ağa ve şeyhlik mücadele edilmesi gereken toplumsal yapılar olarak görülmeye devam edildi. O dönemin en önemli sloganlarından birinin “Kahrolsun ağalık” oluşu bu hususu açıklamak için yeterlidir. PKK’nin ilk silahlı eylemlerini Siverek-Hilvan’da ağalara karşı yapmış olması aşiretsel yapı ve ağalığın Kürdistan devrimine engel olduğu konusundaki anlayıştan ileri gelmektedir. Aradan yıllar geçmesine rağmen ağalara karşı bu denli etkin eylemlilik yapılmasına rağmen Siverek ve Hilvan’da ağalığın etkisinin devam ediyor oluşu dikkate alındığında burada büyük bir yanlışlık mı yapıldı sorusunun sormamak elde değildir. Bunu devletin, aşiretleri Kürt hareketine karşı kullanmasına bağlamak da kolaycılığa kaçmak olacaktır. 1990’lı yıllarda Kürdistan’ın geneline yayılan serhıldanların Siverek ve Hilvan’da kıpırdamalara sağladıysa da geçmişin bulutlarının yeniden belirmesiyle Siverek ve Hilvan’ın erken uyanışı yeniden bastırıldı. Bunun en önemli sonuçlarından biri de ağa ve aşiretleri kendilerine alan yaratmış olmalarıdır. Ağa ve şeyhlik zemininin geleneksel rolünden sapıp sistemin birer milis gücü haline geldi.

Geleneksel veya aşiretsel yapıyı feodal olarak niteleyip, devrim tarafından yok edilmesi, mücadele edilmesi gereken bir aksaklık görülmesinin temelinde Türk modernleşmesinin Kürtler üzerindeki etkisinden ileri gelmektedir. Kürtçeyi, giderek Kürtleri çağrıştıracak ne varsa yok edilmesi veya dönüşüme uğratılarak Türklüğe mal edilmesi bununla birlikte devam etmiştir. Bunu gerektiğinde zor kullanılarak gerektiğinde kültürel araçları kullanarak yapmışlardır. Örneğin Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında öğretmenin olumlu, cami hocasının kötü olarak gösterilmesinin Kürtlerdeki karşılığı ise başkaldıran eşkıya olumlu, ağa ve şeyh kötü olarak tasvir edilir. Yaşar Kemal’in köy romanlarının tamamında bu tema hakimdir. Aynı şekilde bu konuda yapılan filmlerde de durum bundan farklı değildir. Filmlerin geniş kesimler üzerindeki etkisi dikkate alındığında dikkate alındığında bunun toplum üzerindeki olumsuz etkisini göz önünde bulundurmak gerekir. Aslında İttahat ve Terakki’nin bu kesimlerin karşıtlığı üzerinden yürütülen çalışma şekillerini kendilerini sol/sosyalist olarak niteleyen kesimleri de etkilemiş durumdadır. Ve bunu devrimci bir tavır olarak niteliyorlardı. Aynı politik anlayış Kürtlerde de etkili olmuştur. İslam ve geleneksel Kürt toplumsal yaşamı olumsuz olarak alındıkça bunlara karşı mücadele edilmesi gereken alan olarak bakılmakta dır. Bu bakımdan BDP’nin 2011 seçimlerindeki Cuma namazları türü eylemlilikleri, Altan Tan ve Şerafettin Elçi’nin milletvekili seçilmeleri bu konudaki siyaset değişikliklerinin belirtileri olarak görülse de bunda başarılı olduğu ya da dengeyi tutturduğu söylenemez. AKP’nin giderek muhafazakar-otoriterleşmesi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı oluşu gibi etkenlerden dolayı Alevilerin CHP’ye daha da bağlanmaları, BDP’nin Aleviler içinde yeterli taban bulmayışı da önemli bir sorun olarak yerli yerinde duruyor. 

Özellikle 3 Kasım 2013’te Kadıköy’deki Alevi mitingindeki Atatürk söylemi, büyük bir Atatürk posterinin açıldığı da dikkate alındığında giderek Kürt siyasal hareketinin Alevilik tabanı üzerinden gelişimini de zora sokmuştur. Alevilik/Atatürk ilişkisine anlam veremeyen Kürt siyasetinin bu konuda Alevi mitingine eleştiri getirmeye başlamıştır. AKP’nin bireylerin özel alanına daha fazla müdahale edişi, Sünni İslam anlayışını toplum ve devlet yaşamında etkili hale getirmesi karşısında Alevilerin kendilerini koruma adına Kürt Siyasal Hareketinden çok CHP / Atatürkçülüğe yönelmeleri üzerinde Alevileri bu konuda yargılamak yerine onları anlayacak tarzda siyaset geliştirmek daha iyi olacaktır. Ne denilirse denilsin Kemalizm’in devlet yapısından uzaklaştırıldığı bir gerçeklik ise de Kemalizm’in Türk toplum yapısında giderek etkinliğini artırdığı da bir gerçekliktir. Bu da Kemalizm’e sivillik yolunu açmış bulunmaktadır. Adeta Kemalizm, devlet yapısından sökülüp atıldıkça onun oluşturduğu toplumsal yapıyı devlet/asker/yargı gücüyle değil de kendi sivil toplum gücüyle yapmaya çalışan toplumu da anlamak gerekiyor. Kürt hareketine meydan okuyan artık Kemalist devlet geleneği değil, bu geleneği politik alanda marjinalleştirerek Türkiye’deki İslamcılığı neoliberal politikalarla küresel sermayeye entegre eden AKP’dir. AKP, Kürt meselesindeki inkarcı ve asimilasyonist siyasetin tüm sorumluluğunu geleneksel Kemalist devlet geleneğine yükleyerek İslamcı siyasetlerin sorumluluklarını ustalıkla gizledi.[1]

AKP’nin Kemalizm’i devlet yapısından uzaklaştırması başlangıçta Kürtler içinde heyecan yarattıysa da Kemalizm’in uzaklaşması Kürt haklarının tanınması sonucunu doğurmadı. Bunu Kürt toplumu da fark etmiştir. Kemalist andın okullarda kalkması, Diyarbakır’daki “ne mutlu Türküm diye” tabelasının kalkması dahi Kürtlere değişik bir heyecan yaşatmamıştır. AKP’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinde baskı kurarak Kürtler arası birlikteliği önlemeye çalışması yine Rojava’da Kürtlere karşı radikal İslamcılara arka çıkışındaki olumsuz rolünü gören Kürtler AKP’nin “andımız” ve “ne mutlu türküm diyene” tabelasını kaldırmalarını Kürtler açısından samimi görmez. Tıpkı Şırnak’taki havaalanına Şerafettin Elçi adının verilmesi de Ahmet Kaya’ya ödül vermesinde olduğu gibi. 

Bu nedenle Kürt siyasi hareketi Türk siyasetindeki bu değişiklikleri/alt üstleri dikkate alarak eski ezberlerini bozmak zorundadır. Siyasette devleti, partner olarak görmek yerine toplumsal dinamikleri partner haline getirmelidir. Aynı şekilde Türk toplumu da kendisini devletle özdeş olarak görmekten vazgeçmelidir. Kürtlerin devlete isyanını, başkaldırışını kendi isyan ve başkaldırışının bir parçası olarak görmelidir. Gezi’nin Kürtlerle bütünleşmeyişinde bunun etkisi oldu.

[1] Cuma Çiçek (Paris Politik Etütler Enstitüsü) Radikal İki 3 Kasım 2013

*** 

25 Aralık 2015 Cuma

Cumhuriyet Tarihi'nde Yüce Divan'da Yargılanan 10 Bakan



Cumhuriyet Tarihi'nde Yüce Divan'da Yargılanan 10 Bakan.,





Anayasamızın 148'inci maddesine göre Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Cumhurbaşkanı'nı, TBMM Başkanı'nı,  Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, YargıtayDanıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini yargılama yetkisine sahiptir. Bir anlamda devletin en üst düzey yöneticileri herhangi bir mahkemenin görev alanından çıkartılmış, bu görevde bulunanların işleyebileceği suçların ciddiyeti sebebiyle özel bir yargı yolu kurulmuştur. Bu yargı yoluyla yüksek kamu yetkisi kullanan kamu görevlilerinin en adil şekilde yargılanarak, en doğru kararın ortaya çıkması ve toplumda varolması gereken adalet ilkesinin tatmin edilmesi amaçlanmıştır. Yüce Divan'da bugüne kadar 1 Başbakan, 19 Bakan ve 1 Milletvekili yargılandı. Yargılamalardan 9'u beraatle sonuçlandı. İşte tarihten örnek bir kaç yargılama.

1. İsmet İnönü'nün Yüce Divan'a gönderdiği Bakan İhsan Eryavuz

İsmet İnönü'nün Yüce Divan'a gönderdiği Bakan İhsan Eryavuz
Cebelibereket (Osmaniye) Milletvekili ve Bahriye eski Bakanı İhsan Bey hakkında Yavuz Zırhlısı'nın onarımında yolsuzluk yaptığı iddiasıyla, Meclis Soruşturma  Komisyonu 24 Aralık 1927 tarihinde kuruldu.  
Soruşturma önergesini veren bizzat Başbakan İsmet İnönü'nün ta kendisiydi. İsmet İnönü bu yolsuzluğu koruma veya saklama yoluna gitmemiş, aksine soruşturularak cezalandırılması için elinden geleni yapmıştı.
"Yavuz-Havuz Olayı" olarak bilinen olay nedeniyle Bahriye eski Bakanı İhsan Bey, 26 Ocak 1928'de dokunulnazlığı kaldırılarak Divanı Ali'ye (Yüce Divan) sevkedildi. Ertuğrul (Bilecik) Milletvekili Dr. Fikret (Onuralp) de aynı olay nedeniyle Divanı Ali'ye gönderildi. Divanı Ali'deki ilk duruşma 5 Şubat 1928 tarihinde yapıldı. Divanı Ali, 16 Nisan 1928'de davayı sonuçlandırdı ve Bahriye eski Bakanı İhsan Bey'i (Eryavuz) "görevi kötüye kullanmak ve rüşvet alma girişiminden" 2 yıl ağır hapis ve 2 yıl memuriyetten men cezasına, Dr. Fikret'i (Onuralp) "dolandırıcılıktan" 4 ay hapis ve 100 lira ağır para cezasına çarptırdı. Bu karar, Yüce Divan'ın Cumhuriyet Döneminde verdiği ilk mahkumiyet kararı oldu.

2. Yolsuzlukları nedeniyle Yüce Divan'a gönderilen Ticaret Eski Bakanı Ali Cenani

Yolsuzlukları nedeniyle Yüce Divan'a gönderilen Ticaret Eski Bakanı Ali Cenani
Ali Cenani, Osmanlı Meclisi Mebusanı'nda 4 dönem, TBMM'de 3 dönem milletvekilliği, ayrıca iki hükümette Ticaret Bakanlığı yapmış, Kurtuluş Savaşı'nda Güney Cephesinin örgütlenmesinde rol almış bir siyasetçiydi.
Un ve zahire fiyatlarının yükselmesini önlemek için Ticaret Bakanlığı emrine verilen 500 bin liranın harcanmasında usulsüzlük yaptığı iddia ediliyordu. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü bu iddiaların soruşturulması gerektiği görüşündeydi. TBMM de benzer yönde bir karar alarak, 10 Mart 1928'de Ali Cenani bey hakkında Soruşturma Komisyonu oluşturulması kararını aldı. Ali Cenani, 14 Nisan 1928'de dokunulmazlığı kaldırılarak Yüce Divan'a sevkedildi. Yüce Divan 14 Mayıs 1928 tarihinde kendisine  1 ay hapis ve 170 bin lirayı tazmin etme cezası verdi. Evli ve 5 çocuk babasıydı. Siyasi hayattan tamamen çekildi. 5 Aralık 1934'de vefat etti.

3. Kahramanlıkları yargılanmasına engel olmayan Mahmut Muhtar Paşa (Katırcıoğlu)

Kahramanlıkları yargılanmasına engel olmayan Mahmut Muhtar Paşa (Katırcıoğlu)


1867 İstanbul'da doğmuştur, 93 Harbi Kafkas Cephesi komutanı ve sadrazam Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın oğludur. 1885'te Harbiye'ye girmiş daha sonra Almanya'ya gönderilerek 1888'de Metz Harbiyesi'ni bitirmiştir. Teğmen olarak Prusya Ordusu'nda görev almış, İstanbul'a döndüğünde Harbiye'de Erkanı Harbiye'nin Görevleri dersini okutmuştur. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşınde Albay rütbesiyle Veletsin, Çatalca ve Dömeke Savaşlarında bulunmuş, 1900 yıllarında Fransız Büyük Manevralarında Osmanlı Devleti'ni ve orduyu temsil etmiştir. Aynı yıl Piyade dairesi İkinci Başkanlığı'na getirilmiştir. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanında sonra birinci ferik rütbesi ile Hassa Ordusu Birinci Fıkra Komutanlığına tayin edilmiş, 31 Mart Ayaklanması'nın bastırılmasında başarılar göstermiştir. 17 Eylül 1909 tarihinde İzmir Valiliği'ne atanmış, 2 Ekim 1910 tarihinde Bahriye Nazırlığına getirilerek valilik görevinden ayrılmış, İbrahim Hakkı Paşa kabinesiyle birlikte nazırlık görevinden de ayrılmıştır. 1912 ortalarında babası Gazi Ahmet Muhtar Paşa kabinesinde tekrar Bahriye Nazırlığı'na getirilmiş, Balkan Harbinde Trakya Şark Ordusu'nun sağ taraf 3.Ordu Komutanlığında bulunmuş, yaralandığı için istifa etmek zorunda kalmıştır. 1913'te Berlin Büyükelçiliği'ne tayin edilmiştir. Enver Paşa ile yaşadığı bir anlaşmazlık nedeniyle yurdu terk etmiştir.
Ancak bütün bu başarıları ve kahramanlıkları onun yargılanmasına engel olmadı.
Anadolu Demiryolu Kumpanyası ile ilgili olarak İngiltere’de Times Iron Works fabrikalarına 20 bin İngiliz lirasını kefaletsiz ödeyerek "hazineyi zarara uğratmak" suçlamasıyla 30 Mayıs 1929'da Yüce Divan'a sevkedildi. Katırcıoğlu'nun yargılanması 3 Kasım 1929 tarihinde sona erdi. Yüce Divan, şirkete ödenen 22 bin Türk altınının yüzde 5 iskonto edilmek suretiyle Mahmut Muhtar Paşa'dan tahsiline karar verdi.

4. Aklanmak için kendi isteğiyle Yüce Divan'a giden Suat Hayri Ürgüplü

Aklanmak için kendi isteğiyle Yüce Divan'a giden Suat Hayri Ürgüplü

Suat Hayri Ürgüplü  13 Ağustos 1903 tarihinde Şam'da doğdu. I. Dünya Savaşı'na katılma fetvasını veren Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi'nin oğludur. Lâle Devri'nin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın soyundandır. Galatasaray Lisesi'nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1926 yılında bitirdi. Çeşitli devlet hizmetlerinde bulundu. Türkiye-Yunanistan 1924 Nüfus Mübadelesi mahkemelerinde çalıştı. Galatasaray Spor Kulübü'nde atletizm yaptı.
1939 ve 1943'te Kayseri Milletvekili seçildi. 2. Şükrü Saraçoğlu kabinesinde Gümrük ve Tekel Bakanı oldu.
Bakanlığında  kahve ithalatında yolsuzluk yaptığı   yolunda dedikodular çıkınca örnek bir davranışta bulundu:

“Adımın da karıştığı kahve yolsuzluğuyla ilgili, bakanlığımda bir komisyon kurulmuştur. Bu teftiş heyetinin selametle çalışabilmesi için, benim, bu bakanlık koltuğundan ayrılmam gerekir; aksi halde, komisyonu etkilerim, sağlıklı bir karar oluşmaz. O nedenle, siyasi ahlak gereği, bakanlıktan istifa ediyorum."

Daha sonra Yüce Divan'da yargılandı, aklandı ve siyasi hayatına 1965'te kurulan hükumetin başbakanı olarak devam etti. Bu olay hala onurlu bir insanın hukuka gösterdiği yüksek saygının bir örneği olarak bazı hukuk fakültelerinde idare hukuku derslerinde öğrencilere okutulmaktadır.

5. Arpa Davası'ndan Aklanan Ticaret Eski Bakanı Mehmet Baydur

Arpa Davası'ndan Aklanan Ticaret Eski Bakanı Mehmet Baydur
1961 Anayasasından sonra Yüce Divan'da yargılanan ilk kişi, 1964 yılında eski Ticaret Bakanı Mehmet Baydur oldu. ''Arpa davası'' olarak bilinen davada, Baydur, 52 bin 500 ton beyaz arpanın bir İngiliz firmasına satışına ilişkin iddialarla nedeniyle yargılandı. Mahkemede Baydur hakkında beraat kararı verildi.

6. MGK'nın Yüce Divan'a gönderdiği Bakan Hilmi İşgüzar

MGK'nın Yüce Divan'a gönderdiği Bakan Hilmi İşgüzar
Sosyal Güvenlik eski Bakanı Hilmi İşgüzar; bakanlığı döneminde ""kayırma, yolsuzluk, nüfuz ticareti, vazifeyi suistimal ve menfaat temini suretiyle Bağ-Kur ve SSK'yı zarara uğrattığı" iddialarıyla Milli Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından 2 Şubat 1981 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildi. İşgüzar ve 15 arkadaşının 26 Mart 1981 tarihinde başlayan yargılanmaları 12 Nisan 1982'de sonuçlandı. İşgüzar, 9 yıl 8 ay ağır hapis ve 5 milyon 251 bin lira para cezasına çarptırıldı. Sayıları yargılama aşamasında 18'e yükselen diğer sanıklara da 3 ay ile 4 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.

7. Yüce Divan'da rüşvet suçlamasından aklanan Şerafettin Elçi

Yüce Divan'da rüşvet suçlamasından aklanan Şerafettin Elçi

Bayındırlık Eski Bakanı Şerafettin Elçi; Milli Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından "rüşvetalmak" ve "görevini kötüye kullanmak" iddialarıyla 17 Mart 1982 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildi. Elçi ve 7 arkadaşının yargılanmalarına 26 Mayıs 1982'de başlandı. Karar 12 Nisan 1983'de açıklandı ve Elçi, rüşvet suçlamasından beraat ederken, görevini kötüye kullanmaktan 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Diğer 7 sanıktan 4'ü 3 yıla kadar hapis cezası aldı, 3 sanık beraat etti.

8. Turgut Özal'ın Yüce Divan'a gönderdiği Bakan İsmail Özdağlar

Turgut Özal'ın Yüce Divan'a gönderdiği Bakan İsmail Özdağlar

Dönemin Başbakanı Turgut Özal olayı şöyle anlatıyor:
"Ben politikayı yaparken hukuka çok dikkat etmek mecburiyetindeyim. Yani herkesin hakkına çok dikkat etmek mecburiyetindeydim. Bir misali yaşadım kendim. İsmail Özdağlar hadisesi. Yandaki odada olmuştur. Teyp bandı bana gelmiştir. Dinledim, üzerinde bir hafta düşündüm. Sonra çağırdım kendisini. Şu bizim jimnastik odasında. Sıkıya aldım. Bant da yanımdaydı. 'Dinletirim bandı' dedim. İtiraf etti. Dört kişi biliyordu hadiseyi. Uğur Mengencioğlu, yani parayı veren, İsmail Özdağlar, Adnan Kahveci ve ben. Ben bu hadiseyi bir gece düşündüm, ortaya çıkarayım mı, çıkarmayayım mı diye. Sonunda hukuk ve namus mantığı daha fazla galip geldi. 'Bana ve partime ne gelecekse gelsin. Ben bunu ortaya çıkaracağım' dedim."
İsmail Özdağlar "rüşvet almak" ve "görevini kötüye kullanmak" iddiasıyla TBMMtarafından 15 Mayıs 1985 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildi. 1 Temmuz 1985'de başlayan yargılama, 14 Şubat 1986'da sona erdi. Davada, dönemin Başbakanı TurgutÖzal da tanık olarak dinlendi. Tanık ifadeleri ve dava kanıtlarını "rüşvet" suçlaması için yeterli görmeyen Yüce Divan, Özdağlar'ı "görevini kötüye kullanmak"tan 2 yıl hapis ve 30 bin lira ağır para cezasına çarptırdı.

9. Otoyol Davası'ndan yargılanan Safa Giray ve Cengiz Altınkaya

Otoyol Davası'ndan yargılanan Safa Giray ve Cengiz Altınkaya

Bayındırlık eski bakanları Safa Giray ile Cengiz Altınkaya, Otoyol ihaleleri sözleşmelerinde fiyat farkı ödenmeyeceğine ilişkin hüküm bulunmasına karşın, fiyat farkı ödedikleri iddiasıyla 20 Ocak 1993 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildiler. Bu davaya 14 Eylül 1993 tarihinde Danıştayn kararı üzerine Karayolları eski Genel Müdürü Atalay Coşkunoğlu da dahil edildi. Yüce Divan'daki yargılama 13 Nisan 1995'de sonuçlandı; Giray, Altınkaya ve Coşkunoğlu suçsuz bulundu.

10. Yüce Divan'da bir Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan

Yüce Divan'da bir Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan




Türkiye Halk Bankası A.Ş. yöneticilerini korumak ve sorumluların yargılanmalarını önlemek kastıyla, yasalara aykırı uygulamalarda bulunarak bankanın zarara uğramasına sebep oldukları" iddiasıyla 15 Haziran 2004 tarihinde Yüce Divan'a sevk kararı TBMMtarafından alındı. Yüce Divan sıfatıyla görev yapan Anayasa Mahkemesi, her iki kişinin suçlama kararlarının ayrı ayrı alınması gereği nedeniyle kararı iade etti. Karar 26 Ekim 2004'de tekrarlandı ve onaylandı. Yüce Divan, 31 Mart 2007 tarihinde 5'e karşı 6 oyla "suç oluşmadığından" beraat ettirdi.



..