KÜRTLER İÇİN MUASIR MEDENİYET YANILMASI VE KEMALİZM’İN SİVİLLEŞMESİ.
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
08.11.2013
Türkiye’nin sorunlarının nasıl ki muasır medeniyetle çözüleceğine inanılmışsa Kürt sorununun da bu yolla çözüleceğine inanılmıştır. Buna Kürtleri de inandırmışlardır. Kürtlerin tarihsel bağlarında koparılarak uygarlık zincirine dahil etmek için Kürtler de buna ikna oldular. İttihat ve Terakki’nin karakteristik yönü merkeziyetçi bir anlayışa sahip oluşudur. Bunu Batı ve özellikle Fransa’yı örnek alarak yapıyor. Kürtlerin kendi yerel/otoriteleri olan ağa/şeyhlere yönelik politik dil geliştirmeleri bununla bağlantılıdır. Ziya Gökalp’in ilk eylemi olan Diyarbakır Postanesini basıp o dönem etkili olan İbrahim Paşa’yı merkeze şikayet etmesi ve Şaki İbrahim Destanını yazışı bu bakış açısı, solla bir şekilde ilişkili olan Kürtleri etkilemiştir. İsmail Beşikçi Doğu Anadolu’nun Düzeni adlı çalışmasında bunun etkisindedir. Bunların daha sonra özellikle Barzani eleştirileri yapılırken ilkel milliyetçilik küçültülmesi, başta Dr.Şıvan olmak üzere o dönem TİP içinde yer alan Kürtlerin bakış açısı bu şekildedir. Kürtlerin ağa ve şeyhlerin arkasından giderek kurtulamayacağı daha da ileri giderek bunlardan kurtulmadıkça önlerinin açılamayacağı konusunda etkili propagandalar yapılıyordu. Böylece aşiret ve şeyhlerin kendilerini korumak adına devlete daha fazla yönelmelerine neden oldu. Zaten Cumhuriyetten bu yana buna benzer politikalar uygulanıyordu. Ancak bir çok aşiret ve şeyh bu politikaya alet olmak istemiyordu. Kürtlerin ileri gelenleri sanki rejimle işbirliği yapmış gibi gösteriyorlar. Bu gerçekçi değildir. Atatürk Kürdistan İllerindeki milletvekili kotasını atama yöntemiyle çoğunlukla Kürt olmayan kişileri CHP milletvekilliğine atıyordu. Kürt ağa ve şeyhlerinin TBMM’nde temsili çok partili döneme geçildikten sonra DP ile birlikte olmuştur. Ahmet Türk vs kişilerin KSH içinde yer alışları dahi Kürt burjuvazisi, aristokrasisi şeklinde niteleyen çok sayıda solcu ve Kürt de vardır. Bunlar temelde dönemin genel kurmay başkanı İlker Başbuğ gibi düşünüyorlar. Onlara göre aşiret ve aşiret reislerinin yeri devlet yandaşlığı ve koruculuktur. Devlet yandaşıysa aşiret lideri olsun olmasın önemli değildir ancak KSH’den yana tavır koyuyorsan feodal ve gerici olmuş oluyorsun.
1960 Askeri darbesinden sonra Kürdistanlı ağa ve şeyhlerin toplama kamplarına gönderilişi onlar üzerinde baskı kurarak bir yandan küçük düşürmek bir yandan da onların direnç gücünü kırarak kendi politikaları doğrultusunda hareket etmeye zorlamaktı. Ondan önceki dönemde bu kesimler aleyhine edebiyat dahil olmak üzere yoğun karalama kampanyasına girildiği görülüyor. 1958 Yılında Irak’ta askeri darbe ile yönetime gelen General Kasım’ın Kürtlerle iyi ilişkiler içinde oluşu, Kürdistan hareketinin Türkiye’ye yayılacağı korkusu 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin asıl amaçlarından birinin Kürt hareketinin yeniden gündeme gelişini önlemek olduğunu göstermektedir.
1960’tan sonra devletin Kürt aşiret liderleri ve şeyhleri üzerindeki baskılar Kürtler arası yerel dengenin sarsılmasına neden olmuştur. Denge durumunda olan aşiret ve ailelerin etkinliği yok edilmekle kalmıyor aynı zamanda Kürdistan’da etkin olmayan bazı aşiretlerin diğer aşiret ve aileler üzerinde egemenlik kurmasının yolunu açıyordu. Bir yandan da Kürt sorunu gerçek kökeninden uzaklaştırılarak ekonomik geri kalmışlık ve feodal güçler olarak adlandırılan ağalık ve şeyhliğe bağlanıyordu. Modernizm önünde birer engel olarak gösterilen ağalık ve şeyhlere karşı Kürtler bir yandan mücadeleye çağrılırken, diğer yandan bazı ağa ve şeyhlerle siyasal ilişkiler geliştiriliyordu. Toplumun aydınlanma yoluyla kurtulabileceği, bunun yolunun da Kürtlerin asimilasyonundan geçeceği görüşleri Kürtler arasında dahi taraftar bulabiliyordu. Kürt toplumunun aydınlanmacı bir anlayışla uyandırılacağı anlayışı tutmadı. Tutmadıkça aşiretleri kendisine bağlı hale getirmenin yollarını aradı. Böylece geçmişte aşiretler içinde olan kısmi demokratik yapı da ortadan kalktı. Aşiretler belirli kişilerin güç alanı haline geldi.
1960’lı yıllarla birlikte Kürt hareketinin bu dönemde Türkiye sol ve sosyalistleriyle irtibat haline gelmesinin bu sürece denk gelmesi de dikkat çekicidir. 1970’li yıllardan sonra Kürt hareketinin Türkiye solundan ayrılarak bağımsız bir yapıya kavuşması bu ideolojik yöneliminde bir değişliği beraberinde getirmeyerek, aşiret, ağa ve şeyhlik mücadele edilmesi gereken toplumsal yapılar olarak görülmeye devam edildi. O dönemin en önemli sloganlarından birinin “Kahrolsun ağalık” oluşu bu hususu açıklamak için yeterlidir. PKK’nin ilk silahlı eylemlerini Siverek-Hilvan’da ağalara karşı yapmış olması aşiretsel yapı ve ağalığın Kürdistan devrimine engel olduğu konusundaki anlayıştan ileri gelmektedir. Aradan yıllar geçmesine rağmen ağalara karşı bu denli etkin eylemlilik yapılmasına rağmen Siverek ve Hilvan’da ağalığın etkisinin devam ediyor oluşu dikkate alındığında burada büyük bir yanlışlık mı yapıldı sorusunun sormamak elde değildir. Bunu devletin, aşiretleri Kürt hareketine karşı kullanmasına bağlamak da kolaycılığa kaçmak olacaktır. 1990’lı yıllarda Kürdistan’ın geneline yayılan serhıldanların Siverek ve Hilvan’da kıpırdamalara sağladıysa da geçmişin bulutlarının yeniden belirmesiyle Siverek ve Hilvan’ın erken uyanışı yeniden bastırıldı. Bunun en önemli sonuçlarından biri de ağa ve aşiretleri kendilerine alan yaratmış olmalarıdır. Ağa ve şeyhlik zemininin geleneksel rolünden sapıp sistemin birer milis gücü haline geldi.
Geleneksel veya aşiretsel yapıyı feodal olarak niteleyip, devrim tarafından yok edilmesi, mücadele edilmesi gereken bir aksaklık görülmesinin temelinde Türk modernleşmesinin Kürtler üzerindeki etkisinden ileri gelmektedir. Kürtçeyi, giderek Kürtleri çağrıştıracak ne varsa yok edilmesi veya dönüşüme uğratılarak Türklüğe mal edilmesi bununla birlikte devam etmiştir. Bunu gerektiğinde zor kullanılarak gerektiğinde kültürel araçları kullanarak yapmışlardır. Örneğin Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında öğretmenin olumlu, cami hocasının kötü olarak gösterilmesinin Kürtlerdeki karşılığı ise başkaldıran eşkıya olumlu, ağa ve şeyh kötü olarak tasvir edilir. Yaşar Kemal’in köy romanlarının tamamında bu tema hakimdir. Aynı şekilde bu konuda yapılan filmlerde de durum bundan farklı değildir. Filmlerin geniş kesimler üzerindeki etkisi dikkate alındığında dikkate alındığında bunun toplum üzerindeki olumsuz etkisini göz önünde bulundurmak gerekir. Aslında İttahat ve Terakki’nin bu kesimlerin karşıtlığı üzerinden yürütülen çalışma şekillerini kendilerini sol/sosyalist olarak niteleyen kesimleri de etkilemiş durumdadır. Ve bunu devrimci bir tavır olarak niteliyorlardı. Aynı politik anlayış Kürtlerde de etkili olmuştur. İslam ve geleneksel Kürt toplumsal yaşamı olumsuz olarak alındıkça bunlara karşı mücadele edilmesi gereken alan olarak bakılmakta dır. Bu bakımdan BDP’nin 2011 seçimlerindeki Cuma namazları türü eylemlilikleri, Altan Tan ve Şerafettin Elçi’nin milletvekili seçilmeleri bu konudaki siyaset değişikliklerinin belirtileri olarak görülse de bunda başarılı olduğu ya da dengeyi tutturduğu söylenemez. AKP’nin giderek muhafazakar-otoriterleşmesi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı oluşu gibi etkenlerden dolayı Alevilerin CHP’ye daha da bağlanmaları, BDP’nin Aleviler içinde yeterli taban bulmayışı da önemli bir sorun olarak yerli yerinde duruyor.
Özellikle 3 Kasım 2013’te Kadıköy’deki Alevi mitingindeki Atatürk söylemi, büyük bir Atatürk posterinin açıldığı da dikkate alındığında giderek Kürt siyasal hareketinin Alevilik tabanı üzerinden gelişimini de zora sokmuştur. Alevilik/Atatürk ilişkisine anlam veremeyen Kürt siyasetinin bu konuda Alevi mitingine eleştiri getirmeye başlamıştır. AKP’nin bireylerin özel alanına daha fazla müdahale edişi, Sünni İslam anlayışını toplum ve devlet yaşamında etkili hale getirmesi karşısında Alevilerin kendilerini koruma adına Kürt Siyasal Hareketinden çok CHP / Atatürkçülüğe yönelmeleri üzerinde Alevileri bu konuda yargılamak yerine onları anlayacak tarzda siyaset geliştirmek daha iyi olacaktır. Ne denilirse denilsin Kemalizm’in devlet yapısından uzaklaştırıldığı bir gerçeklik ise de Kemalizm’in Türk toplum yapısında giderek etkinliğini artırdığı da bir gerçekliktir. Bu da Kemalizm’e sivillik yolunu açmış bulunmaktadır. Adeta Kemalizm, devlet yapısından sökülüp atıldıkça onun oluşturduğu toplumsal yapıyı devlet/asker/yargı gücüyle değil de kendi sivil toplum gücüyle yapmaya çalışan toplumu da anlamak gerekiyor. Kürt hareketine meydan okuyan artık Kemalist devlet geleneği değil, bu geleneği politik alanda marjinalleştirerek Türkiye’deki İslamcılığı neoliberal politikalarla küresel sermayeye entegre eden AKP’dir. AKP, Kürt meselesindeki inkarcı ve asimilasyonist siyasetin tüm sorumluluğunu geleneksel Kemalist devlet geleneğine yükleyerek İslamcı siyasetlerin sorumluluklarını ustalıkla gizledi.[1]
AKP’nin Kemalizm’i devlet yapısından uzaklaştırması başlangıçta Kürtler içinde heyecan yarattıysa da Kemalizm’in uzaklaşması Kürt haklarının tanınması sonucunu doğurmadı. Bunu Kürt toplumu da fark etmiştir. Kemalist andın okullarda kalkması, Diyarbakır’daki “ne mutlu Türküm diye” tabelasının kalkması dahi Kürtlere değişik bir heyecan yaşatmamıştır. AKP’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinde baskı kurarak Kürtler arası birlikteliği önlemeye çalışması yine Rojava’da Kürtlere karşı radikal İslamcılara arka çıkışındaki olumsuz rolünü gören Kürtler AKP’nin “andımız” ve “ne mutlu türküm diyene” tabelasını kaldırmalarını Kürtler açısından samimi görmez. Tıpkı Şırnak’taki havaalanına Şerafettin Elçi adının verilmesi de Ahmet Kaya’ya ödül vermesinde olduğu gibi.
Bu nedenle Kürt siyasi hareketi Türk siyasetindeki bu değişiklikleri/alt üstleri dikkate alarak eski ezberlerini bozmak zorundadır. Siyasette devleti, partner olarak görmek yerine toplumsal dinamikleri partner haline getirmelidir. Aynı şekilde Türk toplumu da kendisini devletle özdeş olarak görmekten vazgeçmelidir. Kürtlerin devlete isyanını, başkaldırışını kendi isyan ve başkaldırışının bir parçası olarak görmelidir. Gezi’nin Kürtlerle bütünleşmeyişinde bunun etkisi oldu.
[1] Cuma Çiçek (Paris Politik Etütler Enstitüsü) Radikal İki 3 Kasım 2013
***