18 Mart Deniz Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
18 Mart Deniz Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2015 Perşembe

ABD’de tek dil zorunluluğu




ABD’de tek dil zorunluluğu 




Turkiye-bayrak
ABD’de tek dil zorunluluğu

350 Milyon Nüfuslu ABD’nin üçte bir nüfusunun ana dili İspanyolcadır. Çinceden, İtalyancaya kadar çok sayıda dil kullanılır. ABD, 2007 yılında İngilizce Dil Birliği Kanununu çıkardı;


Kanunun gerekçeleri şöyle:


1) Eğitim ve resmi yazışma masraflarından tasarruf sağlamak.

2) Ülkedeki az gelişmiş bölgelerin dil farkı sebebiyle geri kalmalarını önlemek. (Birleşmiş Milletler’in, resmi dil için kullandığı gerekçe budur; buna atıf yapılıyor).

3) İngilizce’ nin “ABD’deki farklı etnik köken, kültür ve dilleri birleştiren temel olgu” olduğu gerçeğinin kabul edilmesi.

İngilizce Dil Birliği Kanunu, şu mecburiyetleri getiriyor:


1) Kamu ve özel tüm işyerlerinde İngilizce kullanılması.

2) Vatandaşlık başvurularının Güvenlikten Sorumlu Bakanlığa verilen “İngilizce bilme şartını yerine getirmek” yetkisine göre işlem görmesi.

Almanya’da son 5 yılda bazı okullarda, DERS ARALARINDA VE OKUL BAHÇELERİNDE DAHİ ANADİLDE KONUŞMAK YASAKTIR.
Almanya’da Türkçe dersleri sistemli bir şekilde kaldırılmaya başlandı. AKP İktidarından bu konuda tek ses çıkmadı.

Türkiye’nin, Almanya’da “Türk Lisesi” açılmasına Merkel karşı çıktı.

Bir AB üyesi ülke olan Slovakya, ülkedeki azınlıkların kamusal alanlarda kendi dilleri ile konuşmalarını yasakladı. Slovakça dışındaki diller sadece evlerde konuşulabilecek. Yasağı ihlal etmenin cezası 5,000 Avro. Ülkedeki 500,000 Macar asıllı ve diğer azınlıklar karara isyan ettiler ama AB’den bu yasağa karşı tık yok.

AB veya ABD, Slovakya hükümetine “Macar açılımı yapın, Macarca TV kurulsun,Macarlar ana dillerinde eğitim yapsın” baskıları yapmıyor.

Fransa’da Alsascien, Bretonca, Korsika’da kendi dillerinde okuma-yazma-yayın yasaktır!

Paris’teki bir mahkemede sanıklar Korsika dilinde konuştukları için mahkeme görevlileri tarafından yaka paça mahkeme salonundan dışarı çıkarılıp mahkeme binasının merdivenlerinden sokağa yuvarlanmışlardı. Fotoğrafı da Hürriyet’in ilk sayfasının tam orta yerine basılmıştı.

Hiç kimse Fransa’ya “Korsikaca, Baskça, Brötanca, Oksitanca, Provensçe TV kur, bu dillerde eğitim yap” diyebiliyor mu?

Almanya, Fransa ve Slovakya örneklerinde gördüğümüz gibi, etnik dillerde eğitim ve TV-radyo bir AB şartı değil.

Peki, biz niye Kürtçe eğitim, TV ve radyo yayını yapmaya zorlanıyoruz?

Başka AB üyesi veya adayı ülkelerden istenmeyen, sadece Türkiye’den istenen bu hususların nedeni nedir?

Şimdi, ABD titizlikle İngilizce Dil Birliği Kanunu uygulamaya yönelirken, Avrupa Birliği projesine rağmen, her Avrupa ülkesi kendi dilinde yayın ve eğitimde ısrarlı iken, Türkiye’ye NE oluyor?

Yoksa Türkiye başka mecralara mı taşınıyor?

“Kürt açılımı Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırıyor” diye bol keseden palavra atanlar buna ne diyor?

Kürtçe diye bir dil var mıdır ?

Kürtçe vernaküler (basit iletişime yönelik, kelime hazinesi kısıtlı, doğal ihtiyaçları karşılama amacını taşıyan bir konuşma dili) bir dildir.

Zusuf Ziyaeddin Paşanın Kürtçe-Türkçe sözlüğünde yer alan 5900 kelimenin %22’sinin Farsça, %20’sinin Arapça, %17’sinin Türkçe, %8’inin özel isim ve %22’sinin de Süryanice, Rumca, Ermenice, Rusça, Yunanca, Fransızca kökenli oldukları saptanmıştır. Menşei tesbit edilemeyen sadece 164 kelime vardır.

Ortak dil oluşturulabilecek mi bu düşünce mümkün mü? Hayır. Neden? Çünkü dil olma özelliğine sahip olmayan kürtçe bir ağızdır. Bir çok 5-6 lehçesi vardır. Her lehçede şive değiştiktir. Türkiye’de konuşulan en büyük lehçe yüzde 85 ile kurmancidir. Bunun da kendi içinde şiveleri vardır. Behdinan-botan, silivi ve mehmedidir. Diğerleri dımili lehçesini kullanır Dımili lehçesini kullananlar kendilerine kırt konuştukları diyalektiğe de kırtki “ derler. Bunlar zaza olarak tanımlanır. Zaza sasan’dan bozulmadır. Roma dönemindeki sasanilerden kalmadır. Tunceli’nin yüzde 60 zazaca konuşur. Zazalar kurmancileri yüzde 50 anlarken Kurmancilerin yüzde 90 ını onları anlamaz.

Kürtçe diye dil yaratılmak istenmektedir. 100 yıldan beri Oslo (Norveç), Paris (Fransa), Telaviv (İsrail), Erivan (Ermenistan), Vatikan, İngiliz muhipler cemiyeti ve Kürt Teali cemiyetinin tarafından yapılan Kürd dili ve grameri oluşturma çalışmalarına rağmen, ortak ağız şive dil oluşturulmamıştır başarılı olamamıştır.

PKK liderinin bile Kürtçe bilmediği bir ortamda hangi kültürel haklar ileri sürülüyor ki?

ABD’nin, İngiltere’nin başaramadığı durumu şimdi Türkiye’yi yönetenler eliyle yapmaya çalışıyorlar.

YARGITAY İKİNCİ DİLİ, YASALARA VE ANAYASAYA AYKIRI OLDUĞU KADAR AİMH VE SÖZLEŞMESİNE DE AYKIRI BULDU

Son günlerde yaygın olarak konuşulan iki dil veya ana dil adı altında bir başka dil ile eğitim yapılması ve kamu hizmetlerinde kullanılması yolundaki tartışmalar üzerine bir açıklama yapan Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı Av.A.Erdem Akyüz, konunun Yargıtay ilamları ile kesin olarak karara bağlanmış olduğunu, ikinci dilin; T.C. Kanunlarına, Anayasası’na akırı olduğu kadar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM Kararları ile ülkenin kamu düzenine, birlik ve bütünlüğüne de aykırı olduğunun belirlendiğini ifade etti.

Akyüz : “Bir sendikanın tüzüğünde -bireylerin ana dillerinde öğrenim görmesini ve kültürlerini geliştirmesini savunur- ibaresi bulunması ve verilen ihtar üzerine de bu ibarenin kaldırılmaması sonucunda açılan kapatma davasında Yargıtay; ikinci dil veya ana dil adı altında eğitim ve hizmet verilmesini Türkiye Cumhuriyeti Yasa’ları ve Anayasa’sı yanında, AİHM Kararları ve Sözleşmesine de aykırı bularak, bu nedenle Sendikanın kapatılması gerektiği yolunda karar vermiştir.” Dedi.

Kapatma kararının gerekçelerini açıklayan Akyüz : “ Yargıtay kararında; -Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek 3. maddesinde Türkiye Devletinin anadilinin Türkçe olduğu belirtildiği gibi, eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi başlıklı 42. maddesinin 6. fıkrasında Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk Vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez, 66. maddesinde Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.- Düzenlemeleri karşısında başka türlü hareket edilemeyeceğini karara bağlamıştır.” Şeklinde açıklamalarda bulundu.

Yargıtay’ın 2004/28345-24792 sayılı kararında Türkiye Cumhuriyeti Yasa’ları yanında AİHM Kararları ve Sözleşmesine de değindiğini ifade eden Akyüz : “Yargıtay kararında; -Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi ifade özgürlüğü ile ilgili olup herkesin görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahip olduğu belirtilmekle beraber, bu özgürlüğün ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü veya kamu düzeninin sağlanması amacıyla yasayla sınırlandırılabileceği belirtilmektedir.- denmek sureti ile, ikinci dil veya ana dil uygulamasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan, ulusal güvenlik ve kamu düzenine aykırı olduğunu da hüküm altına almıştır. Yasalar, Anayasa, AİHM Kararları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine dayanarak verilen kesin kararlara rağmen halen bu konunun tartışılmakta olması ciddi bir hatadır ve boş işlerle meşgul olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır” Şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.

Murat BİNZET - 

02 Ocak 2011 

http://www.dunya48.com/siyaset/kurt-sorunu/3334-murat-binzet-abdde-tek-dil-zorunlulugu





1 Mayıs 2015 Cuma

18 Mart Deniz Savaşı ve Sonrası




18 Mart Deniz Savaşı ve Sonrası  



Galip Baysan
Salı, Mart 17, 2015

  
1915 Yılında Churchill ve İngilizleri en çok tahrik eden olay;  100 yıl önce Napolyon Savaşları sırasında İngilizlerin Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Duckwood’un inanılmaz macerası olmuştu. O günlerde Amiral Duckwood’un İstanbul seferi Deniz Harp Okulunda Korvet Kaptanı Bogarth tarafından okutuluyordu. Duckwood 8 savaş gemisi, 2 Firkateyn, 2 kalyondan müteşekkil bir filo ile 19 Şubat 1807 günü Çanakkale Boğazından girmiş, Nara açıklarında küçük bir Türk filosunu tahrip ederek Marmara’ya geçmiş, 20 Şubat günü İstanbul önüne gelmiş, Napolyonun Elçisi General Sebastiyani’nin kovulması ve Türk Donanmasının teslimini talep etmişti. İsteklere olumlu yanıt vermeyen Osmanlı Devleti görüşmeleri uzatırken kıyıda savunma tedbirlerini arttırdı. Sonuç alamayacağını anlayan Duckwood 1 Mart’da Çanakkale’ye doğru döndü. 3 Mart günü Boğazdan çıkarken sert bir dirençle karşılaştı. 29 ölü ve 138 yaralı zayiat verirken bütün gemileri ağır hasara uğradı.(1) Türk kaynaklarına göre Duckwood bir öğle namazı vaktinde Boğaz girişine geldi ve kıyıdakiler onun dost bir filo olduğunu ve İstanbulu ziyarete geldiğini düşünerek ateş açmamışlar. Duckwood Marmara’da beklerken işlerin çıkmaza girdiğini görünce geri kaçmak istedi ama rüzgâr olmadığı için beklemek zorunda kaldı ve rüzgâr yelkenlerini şişirince de Çanakkale’ye doğru hızla uzaklaştı. Gerçekleri duymak istemeyen İngilizler bu konuda gösterdiği cesaret ve beceri nedeni ile Duckwood’a ne kadar hayranlık duyuyorlarsa, İngiliz Donanmasını Boğaz önünde görünce Boğazı savunan askerlerin korkup kaçacaklarına da o kadar inanıyorlardı. Churchill o muazzam donanma ve ateşine karşı Türk askerinin yine bir şey yapamayacağını ve büyük bir ihtimalle korkup kaçacaklarını zannediyordu. Böylece efsanevi Amiral Duckwood’un başaramadığını başarmış biri olarak tarihe geçmiş olacaktı.
  
Bir akşam Başbakan Asquıt’in evindeki bir akşam yemeğinde, Başbakanın kızı Violet Asquıt,  Lord Kitchenerle sohbet ederken “ Çanakkale ile ilgili kazanılacak zaferin onurunun tamamen Winston Churchile ait olacağını” söyledi. Onun Amiral Fisher ve diğer muhaliflerin baskılarına karşı nasıl büyük bir güven ve cesaretle sorumluluğu üzerine aldığından bahsedince, Savaş Bakanı “ Tamamen öyle değil, ben de başından beri bu harekâtı destekliyorum” cevabını vermişti.(2)  
Amiral Carden planlandığı gibi 19 Şubat’tan itibaren Boğaz girişindeki mevzileri bombalamağa başladı. Emrinde 14 İngiliz ve 4 Fransız Muharebe gemisi, 35 kadar mayın temizleyici ve yeteri kadar yardımcı gemi toplanmıştı. Bombardımana katılan gemiler Türk toplarının menzili dışında kaldığı için hasara uğramadan rahatça görevlerini yapıyorlardı. 25 Şubatta gemiler Boğaz girişini bombalamaya devam ettiler ve bu bombardımanlar 16 Mart gününe kadar tekrarlandı. O gün Filo Komutanlığında çok önemli bir gelişme oldu. Ağır baskı ve stres sonucu Amiral Carden rahatsızlandı ve görevinden alındı. Aslında Churchill bu görevi baştan itibaren Türkiye’deki İngiliz Misyonu komutanı Amiral Limpus’a vermeği düşünüyordu. Çünkü o Boğaz savunmasının bütün inceliklerine hâkimdi. Ancak böyle bir görevlendirmenin uluslar arası nezaket kuralları ve dürüstlükle bağdaşmayacağı düşünülerek vazgeçilmiş (3) ve komutanlığa Amiral Carden atanmıştı. Hiç vakit kaybedilmeden görev yardımcısı Amiral de Robeck’e verildi. Churchill kendisine fazla gecikmemesini tavsiye edince iki gün sonra asıl saldırının başlayacağını belirtti. 
    
Saldırı 18 Mart günü başladı.Sabahın ilk saatlerinden itibaren Boğaza giren 18 savaş gemisi altışarlı üç hat halinde yerlerini aldılar ve 11.30 dan itibaren her tarafa mermiler yağdıran devasa bir ateş ve çelik grubu olarak ilerlemeye başladılar. Ellerindeki cephanenin sınırlı oluşu ve menzil sınırlaması gibi nedenlerle Türk tarafı 12’den sonra ciddi olarak karşılık vermeğe başladı. Akşama kadar 6 saate yakın bir muharebeden sonra. Amiral de Robeck saat 17 civarında donanmasına geri çekilmeyi emretti. Saldırı sırasında 3 savaş gemisi batmış, 3savaş gemisi çok ağır yaralanmış, dört gemi de ağır hasar görmüş ve Toplam 800 denizci ölmüştü. Türklerin kaybı ise 8 top,40 ölü ve 70 yaralı olarak tespit edilmişti.(4)
    
Winston Churchill ve Lord Kitchener’in en büyük endişesi ikinci saldırının geciktirilme ihtimali idi.  Onlar Türklerin savunma gücünün tükendiğine, cephane stoklarının %80 inin harcanması nedeni ile savunma gücünün kalmadığına inanıyorlardı.(5)  Fakat 18 Mart günündeki saldırı sırasında Türkler öylesine soğukkanlı ve güçlü bir direnç göstermişlerdi ki, savaşanlar bir daha aynı şartlarda Boğaza girmeye istekli görünmediler. 22 Mart günü Amiral de Robeck’in Sancak gemisi Queen Elizabeth’de, bölgeye yeni komutan olarak atanan General Hamilton ve üst rütbeli general ve amirallerin de katıldığı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda durum detaylı olarak görüşüldü ve bundan sonra sadece deniz kuvveti ile değil kara ve deniz kuvvetlerinin birlikte yapacağı müşterek bir harekâtla saldırının yenilenebileceği kararı alındı ve bu karar teklifi Savaş Konseyine sunuldu. 
     
 Deniz Bakanlığında Churchill Çanakkale’ye yeni takviyeler göndermek için büyük gayret sarf ediyor, bölgeye gönderilecek, her gemi, her subay, her asker ve her mermi için olağanüstü bir uğraş veriyordu. Onun bu kadar ısrarlı olmasını anlamakta güçlük çeken yaşlı Amiral Fisher, bir gün ona gönderdiği bit yazının altına şu notu düşecekti: “ Sen Çanakkale ile kafayı yemişsin, başka bir şey düşünemiyorsun. Allah kahretsin şu Çanakkale’yi, orası bizim mezarımız olacak.” (6) Deniz saldırısı bir daha tekrarlanmadı ve alınan karar gereği İngiliz, Fransız ve Koloni ülkeler askerleri 25 Nisan 1915 tarihinden itibaren Gelibolu Yarımadasına muhtelif kıyılardan çıkarak Çanakkale Muharebesinde, Kara Harekâtı olarak yeni bir safha başlattılar.
    
Bundan sonra her geçen günde Amiral Fisher ile Churchill arasındaki ilişkiler gittikçe bozuldu, nihayet 15 Mayıs günü Churchill Fisherin istifa dilekçesini masasında buldu. Yıllar süren yakın ilişkilerini başından beri yakından izlediğimiz bu ikilinin ayrılması Churchill’i çok üzdü. Ama onu daha çok üzecek başka gelişmelerde olmuştu. Hemen hemen bütün ülke onun aleyhine dönmüş, Churchill’e karşı cephe almışlardı. Boğaz saldırısı ile çok büyük bir hayranlık ve şöhret kazanacağına inanan Deniz Bakanı, cepheden gelen ağır zayiat haberlerinin sonucunda ölüm ve kayıplardan sorumlu tutulmağa başlandı. Mayıs sonlarına doğru, Churchill Deniz Bakanlığından ayrılmağa zorlandı. Ancak istifasına rağmen onun Savaş Konseyi üyeliğine devam etmesi istendi. Kasım ayında Savaş Konseyi yenilendi ve onun devre dışı bırakılması Chuchill de hayal kırıklığı yarattı. 
    
Bir savaş lideri olarak görev yapmasına imkân kalmayınca, bir savaşçı olarak ülkesine hizmet etmek isteyen Churchill müracaatı üzerine Fransız Cephesine gönderildi. Kendi arzusu en az bir Tugaya komuta etmekti. Ancak Londra’dan gelen emirde onun taburdan büyük hiçbir birliğe komuta etmemesi istendiğinden,  Churchill’e binbaşı rütbesi ile bir tabur komutanlığı görevi verildi. Bir ay kadar cephede kalan Churchill, mevzilerde yaşamanın bütün zorluklarını gördü, sıkıntıları arkadaşları ile paylaştı. Daha sonra Albaylığa terfi ettirilerek 6ncı Kraliyet İskoç Fusilier birliği komutanlığına atandı. Altı ay daha bu görevle cephede kalan Churchill, cepheden ayrılarak Londra’ya döndü ve milletvekili olarak görevine devam etmek için Parlamentoda yerini aldı ve siyasi yaşamına yeniden başladı.(7) 
    
Türk tarafına gelince; yurt dışında Ateşemiliter görevindeyken gönüllü olarak cephede görev almak isteyen ve kendisine bir Tümenin komutanlığı verilen genç bir Kurmay subay Yarbay Mustafa Kemal gün geçtikçe muharebeler içinde sivrildi. Bu subay, birkaç kritik gün ve durumda, adeta kendi başına verdiği kararlar ve sağlıklı müdahalelerle savaşın kaderini değiştirmiş Çanakkale Zaferinin mimarı olmuştur.


DİPNOTLAR:

(1)     Binbaşı Demaz: Çanakkale Seferi, s.14 (İstanbul Askeri Matbaası–1930)
(2)    David Fromkin: A Peace The End All Peace, s.135-136 ( Avan Boks, New York–1963)
(3)    C.F. Aspinal-Oglander: Çanakkale Cilt–1,s.14; Alan Moorehead: Gallipoli, s.76–77(London–1956)
(4)    Birinci Dünya Harbinde Türk harbi, V cilt, Çanakkale Cephesi harekatı, Inci Kitap, s.211–212 (Ankara–1993)
(5)    Tim Swifte. Gallipoli The Incredible Campaign, s.29-30 (Australia,Sidney-1985)
(6)    Violet Benham Carter: Winston Churchill As I Know Him s.378 (London–1966)                                     
(7)    Quentin Reynolds: Winston Churchill, s.90–93 ( Random House New York–1963)                                        

Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/03/18-mart-deniz-savasi-ve-sonras-galip-baysan.html

..