28 ŞUBAT 1997 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 ŞUBAT 1997 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ 406 SAYILI MGK KARARININ UYGULAMALARI BÖLÜM 2


28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ  406 SAYILI MGK KARARININ UYGULAMALARI  BÖLÜM 2



Görüldüğü üzere, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Başbakanlığa, MGK Genel Sekreterliğine, Genelkurmay Başkanlığına, Milli Savunma Bakanlığına “bilgi” için gönderilen 28 Mart 1997 tarihli bu Genelge vasıtasıyla, “darbe yapılmasına gerek yok, biz İçişleri Bakanlığı, daha doğrusu Hükümetin DYP kanadı olarak, irticaya karşı mücadele etmede kararlıyız” mesajı verilmek istenmiştir. 

 Bu bağlamda, Genelge’de, 28 Şubat 1997 tarihli 406 sayılı MGK Kararı çerçevesinde icra edilmesi öngörülen tüm tedbirler, tüm Vali ve Kaymakamlara birer emir olarak ulaştırılmış; 28 Şubat MGK Kararı’nda yer alan tüm hususların (yıkıcı faaliyetler, tarikatlar, yurt ve vakıf okulları, Kur’an kursları, YAŞ Kararıyla atılanların işe alınmamaları, kılık-kıyafet, kısa ve uzun namlulu silahlar, kurban derilerinin THK tarafından toplanması, özel üniforma giymiş korumalara, Atatürk’e karşı işlenen suçlar vd.) Valiler, Kaymakamlar ve de onların yönlendirmeleriyle Belediye Başkanları tarafından uygulanması talimatı verilmiştir. Genelgede, YAŞ Kararlarıyla TSK’dan ihraç edilen asker personel ile diğer irticai düşüncedeki kişilerin Valilikler, Belediyeler ve Belediye şirketlerin deki işlere alınmamaları/sızmamaları konusuna özel önem verildiği dikkat çekmektedir. 

 Ancak, ERBAKAN’ın ve AKŞENER’in yayımladıkları yukarıda açıklanan sözkonusu mevzuata rağmen, dönemin basın-yayın organları tarafından, 406 sayılı MGK Kararının Başbakan ERBAKAN tarafından kerhen imzalandığı, Hükümetin ve bazı bürokratların, yayımlanan bu Direktif ve Genelge’yi uygulama konusunda “isteksiz” olduğu yolunda çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. 

 Bu tartışmalara, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de katılarak, 28 Nisan 2007 tarihli gazetelere şu açıklamayı yapmıştır:228 

“ 28 Şubat kararları bir süreçtir. Madem altında hükümetin imzası var, 8 yıl kesintisiz eğitim dahil hepsi uygulanacaktır. MGK danışma organı değildir. Anayasa'ya göre, aldığı kararları hükümete tavsiye etmiyor, bildiriyor. Yalnız 8 yıl eğitim değil, 18 ayrı madde söz konusudur, takibi istenen. Gereği yapacak merci Bakanlar Kurulu'dur. Topu Meclis'e atarak olmaz. Madem hükümetsiniz, arkanızda Meclis iradesi var demektir. Çünkü çoğunluğa dayanıyorsunuz. Gereği neyse yapmalısınız."  

 Cumhurbaşkanı Demirel, bu açıklamasıyla, esasen tavsiye niteliğinde olan 406 sayılı MGK Kararlarının, Anayasanın “MGK kararları Bakanlar Kurulu’na bildirilir” 
hükmüne istinaden, Hükümet açısından bağlayıcı bir “karar” olduğunu savunarak, Hükümet-asker arasındaki geriliminde safını belli etmiş; yeni bir siyasi tartışmanın fitilini ateşlemiştir. 

1.3. 18 Mayıs 1997 Tarihli Başbakanlık Direktifi: 

 Kamuoyunda yükselen bu eleştiriler üzerine, Başbakan ERBAKAN, 18 Mayıs 1997 tarihinde, daha önce 14 Mart 1997 tarihinde Bakanlıklara gönderdiği Direktif’e ilaveten “Çok Gizli” gizlilik dereceli bir Uygulama Direktifi yayımlamıştır. 

 “406 sayılı MGK Kararına İstinaden Çıkarılan 14 Mart 1997 tarihli Başbakanlık Direktifinin Uygulanmasının Takibi” konulu, 01704 sayılı sözkonusu Uygulama Direktifi;229 Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısına, Devlet Bakanlıklarına ve Bakanlıklara gereği, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine ise bilgi için gönderilmiştir. 

 Bu Uygulama Direktifinin, “GENEL ESASLAR” başlıklı ilk bölümünde şunlar yer almıştır: 

 “406 sayılı MGK kararı ile ilgili tedbirlerin kısa, orta ve uzun vadeli planlama, programlama, koordine ve bütçeleme gibi safhalarının Bakanlar Kurulu’nca takibi için etkin bir çalışma yapılması maksadıyla Başbakanlık nezdinde, Milli Güvenlik Kurulu 406 Sayılı Kararıyla ilgili Tedbirleri Sürekli İzleme Merkezi (kısa adıyla Sürekli İzleme Merkezi, Merkez) ve yine aynı şekilde Başbakanlık nezdinde bir “Milli Güvenlik Kurulu 406 Sayılı Kararıyla ilgili Tedbirlerin Uygulanmasını İzleme ve Koordinasyon Komisyonu” (Komisyon) kurulmuştur. 

 Yazıda, devamla; “Sürekli İzleme Merkezi’nin, Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı uhdesinde oluşturulan yeteri kadar uzman personelden müteşekkil bir çalışma grubu halinde devamlı görev yapması, bu Merkezin aynı zamanda Uygulamayı İzleme ve Koordinasyon Komisyonuna sekreterya görevi ifa etmesi, yapılan çalışmaları takip eden ve yönlendiren bir komisyon olarak görev yapacak 
ve gerektiği zaman toplanarak hizmetlerini sürdürecek olan Uygulamayı İzleme ve Koordinasyon Komisyonu’nun da Başbakanlık Müsteşarı Başkanlığında, Adalet, İçişleri, Maliye ve Milli Eğitim Bakanları Müsteşarları ile Diyanet İşleri Başkanı, Devlet Personel Başkanı ve Vakıflar Genel Müdürü’nden teşekkül etmesi” öngörülmüştür. 

 “ ÇALIŞMA ESASLARI ” başlığı altında; 

 “Komisyon’un Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin görüş ve düşüncelerini 
aldıktan sonra, Milli Güvenlik Kurulu’nun 406 Sayılı Kararıyla ilgili olarak hangi tedbirlerin hangi makamlarca hangi vadede uygulanacağını belirten çalışmayı en kısa sürede tamamlanması, bu tedbirlerin Başbakanlık tarafından onaylandıktan sonra, ilgili makamlara bildirilmesi, tedbirler programında değişiklik yapılması gerekiyorsa bu hususların Komisyonca teklif edilmesi ve onaylandıktan sonra yürürlüğe konulması, Komisyonun her ay en az bir defa toplanmak suretiyle o 
ay içerisinde Bakanlıklar ve ilgili Kuruluşlarca yapılan çalışmaları ve bu çalışma lar hakkındaki Sürekli İzleme Merkezi raporlarını gözden geçirip gerekli yönlendirmeleri yapması, Komisyon ve Merkez’in çalışmalarında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin düzenleyici, yönlendirici ve koordine edici işbirliğinden yararlanacağı, Komisyonun gerekli gördüğü takdirde düzenlemeler 
konusunda üst düzey bürokrat, uzman ve akademisyenlerden de yararlanılması, Merkezin her ay yapılan çalışmalar hakkında Komisyonu bilgilendirilmesi, Komisyonun da o ayın en geç 25’ine kadar hazırlayacağı Uygulamayı Takip Raporu’nu Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine iletmesi, Komisyonun ilk toplantısını 20.05.1997 günü saat 09.30’da Başbakanlık Müsteşarlığında 
yapılması” istenmiştir. 

 Görüldüğü üzere, 18 Mayıs 1997 tarihli bu Uygulama Direktifle; 406 sayılı MGK Kararının uygulama durumunun, MGK Genel Sekreterliği ile koordineli olarak, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı bünyesinde uzmanlardan oluşacak “Sürekli İzleme Merkezi” tarafından günü gününe izlenerek raporlanması; daha sonra bu çalışmaların Başbakanlık Müsteşarı başkanlığında kurumların üst düzey yetkililerinden oluşacak “Milli Güvenlik Kurulu 406 Sayılı Kararıyla ilgili Tedbirlerin Uygulanmasını İzleme ve Koordinasyon Komisyonu” vasıtasıyla, her ay MGK Genel Sekreterliğine iletilerek, aylık MGK toplantıları gündemine taşınması sağlanmış olmaktadır. 

2. ANASOL-D Hükümeti dönemi: 

 ANASOL-D Hükümeti, özellikle iktidara gelişinin ilk aylarında, 406 sayılı MGK Kararının uygulanması ve takibi konusunda hızlı hareket etmiştir. Bu bağlamda, bu hükümet döneminde gerçekleştirilen en önemli icraat, 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimi öngören kanununun çıkartılması olmuştur. 

2.1. 28 Kasım 1997 Tarihli Başbakanlık Direktifi: 

 Bu Hükümet döneminde, Başbakan Mesut YILMAZ tarafından, 28 Kasım 1997 tarihinde tüm icracı Bakanlık ve kuruluşlar ile MGK Genel Sekreterliğine gereği, 
Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine ise bilgi için gönderilen “406 Sayılı MGK Kararına İstinaden Çıkarılan 14 Mart 1997 tarih 
ve 01704 Sayılı Başbakanlık Direktifinin Uygulanmasının Takibi” konulu, 01-51/02853 sayılı, “Gizli” gizlilik dereceli bir “Uygulama Direktifi”230 yayımlanmıştır. 

 Bu Direktifte; “406 sayılı MGK Kararının çıkarılmasından bu yana, başta sekiz yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretimin uygulamaya konulması olmak üzere bazı olumlu sonuçlar alındığı, Milli Eğitim Bakanlığına ilaveten, İçişleri ve Adalet Bakanlıkları ile Diyanet İşleri Başkanlığınca bazı idari ve yasa değişiklikleri yapıldığı ancak tüm Bakanlık, Kurum ve Kuruluşların kendi sorumluluk 
alanlarına giren tedbirlerin hassasiyetle uygulanması ve uygulatılması istenerek, tedbirlerin uygulanması için gerekli olan mevzuatın oluşturulması ve varsa mevzuat tekliflerin Bakanlar Kurulu’na gönderilmesi, ayrıca uygulamanın daha sıhhatli yapılması, takip ve kontroldeki etkinliğin sağlanması için Başbakanlık Müsteşarının başkanlığında, Adalet, Dışişleri, İçişleri Maliye ve Milli Eğitim Bakanlıkları Müsteşarları ile Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcısı, Diyanet İşleri Başkanı, Devlet Personel Başkanı, Emniyet Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen oluşan “Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu” ile Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı başkanlığında yeteri kadar uzman personel den teşekkül eden “Uygulamayı Takip ve Değerlendirme Merkezi” kurulduğu, ayrıca 18 Mayıs 1997 tarihli (Başbakan ERBAKAN tarafından çıkarılan) Uygulama Direktifinin iptal edildiği” bildirilmiştir. 

 Genelge ekinde yer alan “Kurul ve Merkezin Çalışma Esasları” başlıklı yazıda231, “Kurul’un Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin görüş ve düşüncelerini aldıktan sonra, ile Milli Güvenlik Kurulu’nun 406 sayılı Kararıyla ilgili olarak hangi tedbirlerin hangi makamlarca hangi vadede uygulanacağını belirten çalışmayı en kısa sürede tamamlanması, bu tedbirler programının 
Başbakanlık tarafından onaylandıktan sonra ilgili makamlara bildirilmesi, kurulun her ay en az bir defa toplanmak suretiyle o ay içerisinde Bakanlıklar ve ilgili Kuruluşlarca yapılan çalışmaları ve bu çalışmalar hakkındaki Merkez raporlarını inceleyip gerekli yönlendirmeleri yapması, Merkezin yapılan çalışmalar hakkında her ay Kurulun bilgilendirilmesi, kurulun her ay hazırlayacağı “Uygulamayı Takip Raporu”nun Milli Güvenlik Kurulu’nda görüşülmek üzere Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine iletilmesi” öngörülmüştür. 

 Görüldüğü üzere, 28 Kasım 1997 tarihli bu Direktif’le, Başbakan ERBAKAN tarafından daha önce 18 Mayıs 1997 tarihinde çıkarılmış olan 406 sayılı MGK Kararıyla ilgili eski Direktif yürürlükten kaldırılmıştır. 

 Bu yeni Direktif’te, öncelikle 406 sayılı MGK Kararının uygulanması açısından yeni bir döneme girildiği mesajının verilmesi amacıyla, eskiden var olan “Sürekli İzleme Merkezi” ve “Milli Güvenlik Kurulu 406 Sayılı Kararıyla ilgili Tedbirlerin Uygulanmasını İzleme ve Koordinasyon Komisyonu”nun adları, sırasıyla “Uygulamayı Takip ve Değerlendirme Merkezi” ve Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu” olarak değiştirilmiştir. Eskiden var olan Komisyon’un adının, Kurul olarak değiştirilmesi, Kurul’un, Komisyon’a nispeten, daha üst düzey bir yapıyı çağrıştırması bakımından önemlidir. 

 İkinci ve daha önemli olan değişiklik ise görevi, daha önce bu Merkez ve Kurul çalışmalarını koordine etmekle sınırlı tutulan MGK Genel Sekreterliği’ne, MGK Genel Sekreter Yardımcısının “Uygulamayı İzleme ve Koordinasyon Komisyonu” üyesi haline getirilmesiyle, 406 sayılı MGK Kararı konusunda Başbakanlık bünyesinde yapılacak çalışmalara doğrudan müdahil olma ve yönlendirme yetkisi verilmesidir. 2003 yılına kadar MGK Genel Sekreter Yardımcılarının Korgeneral 
rütbesinde bir asker oldukları düşünülecek olursa, yapılan bu değişikliğin önemi daha iyi anlaşılabilir. Böylece MGK Genel Sekreterliği, Başbakanlık içinde tüm Bakanlıklara şu veya bu ölçüde etki etme ve yönlendirme imkanına kavuşmuştur. 


2.2. 4 Şubat 1998 Tarihli Başbakanlık Direktifi: 

 Başbakan YILMAZ tarafından, 4 Şubat 1998 tarihinde, “İlçe Merkezli Denetim Hk.” konulu yeni bir Genelge daha yayımlanmıştır. İcracı Bakanlık ve kuruluşlara gereği, Genelkurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ve MGK Genel Sekreterliğine bilgi için gönderilen bu Genelge’de;232; “Ülke düzeyinde milli güvenliğin sağlanmasından sorumlu olan Cumhuriyet Hükümetinin genel denetim ve gözetim yetkisine dayanarak; yıkıcı, bölücü ve irticai faaliyetlerle 
mücadele için illerde Valiler tarafından yönlendirilip, koordine ve kontrol edilen; ilçe bazında Kaymakamlar tarafından bizzat kendilerinin de katılacağı bir denetim sistemi kurulacak ve işletilecektir. İl Valileri ve İlçe Kaymakamları, Devlet ve Hükümetin temsilcileri olarak 5442 Sayılı İl İdaresi Kanununun kendilerine verdiği yetkileri kullanarak, İlçelerde faaliyetlerini sürdüren yıkıcı, bölücü ve irticai faaliyetlerde bulunan ve/veya bu faaliyetlerde bulunanların odaklaştığı dernekler, vakıflar ve diğer özel hukuk tüzel/özel kişilerince 
kurulan, işletilen, yönetilen özel okullar, yurtlar, pansiyonlar, kurslar, dershaneler veya başka adlar altında faaliyet gösteren tüm kuruluşları etkin bir şekilde denetleyecektir. Bu denetimlerde anılan dernekler, vakıflar ve özel hukuk tüzel kişilerinin diğer faaliyetleri ile gelir kaynakları ve giderlerinin de denetleneceği, bu denetimlerin illerde Valilerin başkanlığında kaymakamların da katılımıyla yapılan İl Emniyet Asayiş Koordinasyon Toplantılarında ayda bir defa değerlendirilecek, gerektiğinde müşterek denetim esasları belirlenecek ve gelecek aylarda yapılacak denetimlerin programların saptanacaktır. Bu 
toplantılar sonucunda ortaya çıkan denetim sonuçları ve değerlendirmelerin her ay düzenli olarak İçişleri Bakanlığı ile Başbakanlığa gönderilecek, yapılacak bu denetimlerde Vali ve Kaymakamlar tarafından ihtiyaç duyulan her türlü bilgi, belge, araç, gereç ve personel istek halinde Bakanlıklar ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının il, ilçe veya bölge teşkilatlan veya yerel idareler tarafından öncelikli olarak karşılanacak, İl ve ilçelerde ulusal, bölgesel veya yerel düzeyde yayın yapan bazı özel televizyon ve radyo kuruluşlarınca yıkıcı, bölücü ve irticai nitelikli yayınlar yapıldığı bilinmektedir. İl ve ilçelerde bu yayınlar vali ve kaymakamların gözetiminde güvenlik kuruluşlarınca takip edilecek, suç olan yayınlar usulüne uygun bir şekilde tespit edilerek TC. Savcılıklarına ve Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna bildirilecektir. Cumhuriyetin Vali ve Kaymakamlarının hiç bir baskı altında kalmadan güven duygusu içerisinde işbu genelgede verilen görevleri layıkıyla yapacaklarına dair inancım ve güvenim tamdır.” denilmiştir. 

 Görüldüğü üzere, bu Genelge ile REFAH-YOL Hükümeti döneminde, İçişleri Bakanı Meral AKŞENER tarafından 28 Mart 1997 tarihinde Valiliklere gönderilen Genelge’ye dokunulmayarak, 406 sayılı MGK Kararının uygulanması ile ilgili çalışmaların daha etkin hale getirilmesi amacıyla, İlçe bazında Kaymakamların bizzat içinde yer alacakları, “günü gününe takip ve aylık raporlama” esasına 
dayalı yeni bir denetim sistemi kurulmuştur. Böylece, bu Genelge ile 406 sayılı MGK Kararı ile ilgili takip çalışmalarının, Türkiye sathına yayılması amaçlanmıştır. 

 Adalet Bakanlığına da gönderilen bu Genelgede, Vali ve Kaymakamlar tarafından yapılacak tespitlerin Savcılıklara bildirilmesi şeklinde emir verilmesi, idarenin görevinin hatırlatılması bakımından altı çizilmesi gereken bir noktadır. 

 Genelgede, Başbakan YILMAZ tarafından, Vali ve Kaymakamlara “Cumhuriyetin Vali ve Kaymakamları” şeklinde hitap edilmesi, keza onlara “hiçbir baskı altında kalmadan güven duygusu içerisinde” hareket etme yönünde telkinde bulunulması, siyasi iradenin, idarenin arkasında olduğu mesajını verme ihtiyacında olduğunu göstermektedir. 

 Genelgede dikkat çeken bir diğer husus, Genelgede “milli güvenliğin sağlanması” ifadesine yer verilerek, 406 sayılı MGK Kararının odak noktasını teşkil eden “yıkıcı/irticai” faaliyetlerin kapsamına, bu kez “bölücü faaliyetlerin” de eklenmesidir. 


 Başbakan YILMAZ’ın 28 Kasım 1997 ve 4 Şubat 1998 tarihlerinde yayımladığı 
sözkonusu Direktif ve Genelge’ye rağmen, Genelkurmay Başkanlığının, ANASOL-D Hükümeti tarafından irticayla mücadele alanında yapılan çalışmalardan da memnun kalmadığı görülmektedir. Zira, 17 Mart 1998 tarihinde gerçekleştirilen MGK toplantısında, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan “İrtica Ne Durumdadır?” başlıklı özel bir brifingte irtica tehlikesinin büyüyerek devam ettiği mesajı verilmiştir. 

 Bu siyasi konjonktürde, bir yandan MGK, diğer yandan bir kısım kamuoyunda “MGK Hükümeti” şeklindeki eleştirilere muhatap olan YILMAZ, iki arada bir derede kalmış olacak ki, ordunun irticaı abarttığı şeklindeki kamuoyu araştırma sonuçlarını gazetecilerle paylaşmaya başlamıştır.233 


 Bu ortamda, ANASOL-D Hükümetine dışarıdan destek veren CHP'nin Türkbank yolsuzluğundan dolayı, 25 Kasım 1998 tarihinde Başbakan YILMAZ aleyhinde 
verdiği gensoru önergesinin kabul edilmesi üzerine hükümet düşmüştür. Bu gelişme üzerine, Cumhurbaşkanı DEMİREL, hükümet kurma görevini 
23 Aralık 1998 tarihinde DSP lideri ECEVİT’e vermiş ancak ECEVİT hükümeti kuramayarak görevi iade etmiştir. 


3. MGK KARARLARI 

3.1. 25 Temmuz 1997 Tarihli ve 409 Sayılı MGK Kararı: 

 MGK, ANASOL-D Hükümeti gelir gelmez, bir önceki hükümet döneminde alınan 406 sayılı MGK Kararı’nın uygulama durumunu yeniden gündemine almıştır. Bu çerçevede, Başbakan Mesut YILMAZ’ın ilk kez katıldığı 25 Temmuz 1997 tarihli MGK toplantısında alınan 409 sayılı Karar’da, MGK Genel Sekreterliği koordinatörlüğünde ilgili kurumların katılımıyla yapılan toplantılar 
neticesinde hazırlanan bir raporun esas alındığı anlaşılmaktadır. 

 Raporda özetle şu hususlara yer verilmiştir: 

 “- Medeni Kanunun 903 sayılı Kanunla değişik 73 ve müteakip maddelerinde değişiklik yapılarak; 

 - Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan hüküm giyen şahıslar tarafından kurulan ve yönetimde söz konusu şahısların yer aldığı vakıfları tescilinin yapılmaması, 

 - Vakıf kurucuları hakkında ilgili kurum ve kuruluşlardan elde edilen bilgilerin mahkemelerce, geçerli bilgi ve belge niteliğinde kabul edilmesi, 

 - Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, vakfın amacı ve kurucuları hakkında bilgi temini konusunda kurum ve kuruluşlar ile koordine ve işbirliği yapmasının zorunlu olması, 

 - Vakfın amacını gerçekleştirmek üzere tahsis edilen mal varlığının bu amacı gerçekleştirmeye yeterli olup olmadığı hususunun kanunla tespit edilecek resmi bilirkişilerce belirlenmesi, 

 - Mahkemelerin tescil kararların da, kurulmak istenen vakfın amacının ülkenin ortamına uygunluğu ve ülkede bu amacı gerekli kılacak şartların var olup olmadığı hususlarının göz önüne alınması, 

 - Mahkemelerce verilecek tescil karan verilmeden önce Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün görüşünün alınması, 

 - Cumhuriyet Savcısı ve Mülki Amirlerin de vakfın kurulmasına engel sebeplerin varlığı halinde, iptal davası açabilme yetkisine sahip olmaları, 

 - Zararlı faaliyeti saptanan vakıfların faaliyetlerinin tedbir niteliğinde durdurulması konusunda Cumhuriyet Savcılarının, dava açabilmeleri, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise bu konuda Mahalli Mülki Amirlere yetki verilmesi, 

 - Türk ve yabancı uyruklu kişiler tarafından yurtdışında kurulan vakıflar tarafından Türkiye’de şube açma şartlarının tespit edilmesi, 

 - Devlet Denetleme Kurulu’nun vakıflarla ilgili her türlü inceleme ve araştırma yapma hükmüne işlerlik kazandırılması, 

 - Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün denetim birimindeki personel sayısının artırılması, 

 - Adıgeçen Genel Müdürlüğün bünyesinde istihbari konularda uzman personel alınması” 

 409 sayılı MGK Kararı, 28 Şubat döneminde, “Devlete zararlı” olduğu düşünülen tüm vakıfların, Medeni Kanun’da yapılacak değişiklikler yoluyla, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Savcıları, Valiler ve Devlet Denetleme Kurulu vasıtasıyla zapt-u rapt altına alınmak istendiğini göstermektedir. 

 Bu çerçevede, Karar’ın en önemli yönleri, Medeni Kanun’un ilgili maddelerinin yeniden düzenlenerek, “Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan hüküm giyen şahıslar tarafından kurulan ve yönetimde söz konusu şahısların yer aldığı vakıfları tescilinin yapılmaması” ve “Zararlı faaliyeti saptanan vakıfların faaliyetlerinin tedbir niteliğinde durdurulması konusunda Cumhuriyet Savcıları nın, dava açabilmeleri, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise bu konuda Mahalli Mülki Amirlere yetki verilmesi” şeklindeki tedbirlerdir. 

 409 sayılı Karar’da; “Devlete zararlı” olan vakıfların kapatılması amacıyla, Cumhuriyet Savcıları ve Mülki Amirlere dava açma yetkisi verilmesi, vakıfların daha sıkı incelenmesi amacıyla, hem Vakıflar Genel Müdürlüğüne ilave yetki ve personel takviyesi yapılması, hem de Cumhurbaşkanına bağlı Devlet Denetleme Kurulu Kanunu’nda değişiklik yapılarak, bu Kurul’un da harekete geçirilmesi 
isteği Hükümete bildirilmektedir. 

 Ayrıca, sözkonusu Karar’da, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetim elemanı kadrolarının sayıca artırılması, ayrıca “Devlet Güvenliğine zararlı faaliyet gösteren vakıfların tespiti amacıyla “istihbari faaliyet” yürütecek personel takviyesi yapılması” şeklindeki hususlar bilhassa dikkat çekicidir. Bu husus, ister istemez, sözkonusu istihbarat personelinin hangi kaynaktan temin edileceği sorusunu akla getirmektedir. 

 Bu Karar, MGK’nın görev alanına giren “milli güvenlik” tanımının neleri kapsadığının anlaşılması ŞŞbakımından önem arz etmektedir. 

 409 sayılı MGK Kararın alınmasını müteakip, Türkiye’de irticai olduğu öne sürülen çeşitli vakıflar üzerinde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından fiilen baskı kurulmuş, Kurul bünyesindeki müfettişler tarafından yoğun bir inceleme programı yürütülerek, hazırlanan teftiş raporlarına istinaden, açılan davalar sonucunda vakıfların kapatılarak mallarına el konulması yoluna gidilmiştir. 

3.2. 26 Şubat 1998 Tarihli ve 420 Sayılı MGK Kararı: 

 ANASOL-D Hükümeti döneminde 26 Şubat 1998 tarihinde yapılan MGK toplantısında alınan bu Karar’da, özetle, “Türk Öğrencilerin Yabancı Ülkelerde Öğrenimleri Hakkındaki 1416 Sayılı Kanunun yeniden düzenlenerek, resmi ve özel statüde yurt dışında yüksek öğrenim görmek isteyen tüm öğrencilerin “Cumhuriyetimizin temel ilkeleriyle bağdaşan başarılı bir eğitimle yetişebilmeleri amacıyla; Milli Eğitim Bakanlığına ilave görev ve yetkiler verilmek istendiği” görülmektedir. 

 Kararda bu maksatla; “Milli eğitim Bakanlığı Müsteşarının başkanlığında, Milli 
Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, 
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Yüksek Öğretim Kurulu ve Milli 
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı üst düzey yöneticilerinin yer alacağı bir 
Değerlendirme Kurulu oluşturularak, Kurul tarafından yüksek öğretim konusunda yurt dışındaki gelişmelerin incelenip değerlendirilmesi, bu maksatla yurt dışındaki Eğitim Ataşeleri tarafından öğrencilerin sorunlarının takip edilerek, hazırlanacak raporların Değerlendirme Kurulu’na gönderilmesi, bu faaliyetler için Milli Eğitim Bakanlığı bütçesine ek ödenek konulması” hususlarının eklenmesinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. 

 Görüldüğü üzere, 420 sayılı MGK Kararıyla, REFAH-YOL Hükümeti döneminde, irticayla mücadele konusunda alınmış olan 28 Şubat 1997 tarihli 406 sayılı MGK Kararı’nın ruhuna uygun olarak, yurt dışında öğrenim gören öğrencilerin kontrolü ve yönlendirilmesi amacıyla önemli bir adım atılmış; hem devlet hem de özel kuruluşlar tarafından yurt dışına öğrenim görmek üzere gönderilen tüm öğrencilerin sıkı bir şekilde kontrol edilmesi ve “ Cumhuriyetimizin temel ilkeleriyle bağdaşacak ” şekilde yönlendirilmesi öngörülmüştür. 

 Bu maksatla ihdas edilmesi öngörülen “Değerlendirme Kurulu”na, Milli Savunma Bakanlığı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı üst düzey yöneticilerinin dahil edilmek suretiyle; yurt dışındaki Türk öğrencilerin “yıkıcı ve bölücü” faaliyetlere karşı korunmasının ve “Cumhuriyetin temel ilkeleri” çerçevesinde yönlendirilmesinin amaçlandığını göstermektedir. 

3.3. 26 Mayıs 1998 Tarihli ve 423 Sayılı MGK Kararı: 

 Karar’la, özetle; “organize suçların faillerinin yakalanması ve bunların bağlantılarının ortaya çıkarılması için, gerekli her türlü tedbirin alınması uygun bulunarak bu görüşün Bakanlar Kurulu’na bildirilmesi kararı alınmıştır. 


3.4. 29 Aralık 1998 Tarihli 440 Sayılı MGK Kararı: 

 Bu siyasi ortamda, 29 Aralık 1998 tarihinde, ANASOL-D Hükümetinin son MGK’sı yapılmıştır. 
29 Aralık 1998 tarihli bu MGK toplantısında, 406 Sayılı MGK Kararının uygulama durumunun takip ve kontrolündeki etkinliğin sağlanması amacıyla, “Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu”nun Teşekkül Tarzı, Görevleri, Çalışma Usulleri”nin yeniden düzenlenmesi önögürlmüştür. Karar’da, ANASOL-D Hükümeti yerine kurulacak yeni hükümet iktidara gelmeden önce, “Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu”nun görevini sürdürmesinin uygun olacağı görüşünün Bakanlar Kurulu’na bildirilmesinin amaçlandığı görülmektedir. 

 Cumhurbaşkanı DEMİREL, bu toplantıdan sadece dokuz gün sonra, 7 Ocak 1999 tarihinde, yeni hükümeti kurma görevini, Mecliste dördüncü parti konumundaki DSP'ye vermiştir. 

4. DSP Azınlık Hükümeti: 

 ECEVİT tarafından kurulan DSP azınlık hükümeti 11 Ocak 1999'da işbaşına gelmiştir. Sözkonusu 56. Hükümetin görevi, ülkeyi 18 Nisan 1999'da yapılacak genel seçimlere götürmek olmuştur. 

 Cumhurbaşkanlığı Arşivinde “Sn.Gen.Kur.Bşk.mızın konuşması MGK 28 Ocak 99” başlıklı bir belge bulunmaktadIr.234 Üzerinde, “BİLMESİ GEREKEN PRENSİBİ UYGULANACAKTIR” notu düşülen 3 sahifelik belgede yer alan KIVRIKOĞLU’nun sözleri şu şekildedir: 

“Bir diğer konu da son günlerde basınımızda baş köşeyi işgal eden ve Sn.Başbakanımızın ifadelerinden mülhem "28 ŞUBAT defteri kapanmıştır" şeklindeki açıklaması üzerine medyada başlatılan tartışma konusudur. 

Gerçekten 28 ŞUBAT defteri kapanmış mıdır? Önce şunu ortaya koymak lazım. 28 ŞUBAT kime karşı ve niçin yapılmıştır? Tabii hepimiz biliyoruz ki Refah Partisine ve irticayı bertaraf etmeye yönelik bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Peki bu konuda sonuca ulaşılmış mıdır? Hayır. Başarı oranı halen % 20-25'i geçememiştir. MGK'nın tespit ettiği, 28 ŞUBAT'ta tespit ettiği 18 konunun sadece 4'ü kanunlaşmış, onlar da tam olarak uygulanamamıştır. 

Evet, 28 ŞUBAT halkı laik Cumhuriyetin etrafında birleştirmiştir, fakat gerekli 
tedbirler tam olarak maalesef alınamamıştır. Bu tür beyanatlar, 28 ŞUBAT'ın hedef aldığı şahıs ve kurumları cesaretlendireceği, 28 ŞUBAT kararlarının uygulayıcılarını ise atalete sevk edeceği endişesini taşıyoruz. 

56 ncı hükümetin programına baktığımızda da irtica ile mücadeleye hiç değinilmemesi dikkat çekmektedir. Bu da 28 ŞUBAT karşıtlarını teşvik ederken, 28 ŞUBAT'la ilgili birtakım uygulamaları yapanları da maalesef frenleyebilecek bir durum olarak görülmektedir. 

Biz irtica konusunda kelimesine dahi rastlayamadık 56 ncı hükümetin programında. Tabii, 28 ŞUBAT'ı bir süreç olarak kabul edersek, bu, bugün 28 ŞUBAT'ta başlamış bir süreç değildir. Cumhuriyet döneminden beri, irticanın var olduğu dönemden beri var olan bir süreçtir, zaman zaman çok güzel uygulanmış, zaman zaman birtakım sapmalar olmuş, fakat 28 ŞUBAT'la beraber konu tekrar rayına oturtulmuştur. Ve rayına oturtulan bu sürecin irtica 
tehlikesi var olduğu sürece devam etmesi şarttır, elzemdir. 

Bu 10 senedir, 20 senedir, 100 senedir veya 500 senedir. O nedenle 28 ŞUBAT defteri irtica devam ettikçe asla kapanmamalıdır diye düşünüyoruz. 

Ayrıca bir önceki MGK toplantısında alınan karar gereği, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulunun görevine kesintisiz olarak devam etmesinde de büyük yarar görüyoruz. İrtica ile mücadele için bir Başbakanlık genelgesinin ivedilikle yayınlanması veya 55 nci hükümet döneminde yayınlanan Başbakanlık genelgesinin yürürlükte olduğu ve uygulamaya devam edileceğinin açıklanması, özellikle bunu uygulayacak olan mülki amirler ve diğer bürokratlar nezdinde bir siyasi iradenin varlığını ve desteğini ortaya koyacaktır. Bunların 
önemine inanıyoruz. 

Sn.Cumhurbaşkanım, Sn.Başbakanımızın konuşmalarını dinledik. İzahatlarına 
teşekkür ederiz. Ben bir iki konuya değinmek istiyorum burada. 28 ŞUBAT niçin 
yapılmıştır, kime karşı yapılmıştır konusu, evet herkes kendine çekebilir ama, bunun değişmez bir sonucu vardır. Zamanın, anayasanın 3 ncü Maddesindeki temel kurallarını aşındırmaya yönelik faaliyetler içerisinde bulunan bir partiye ve onunla işbirliği içerisinde olanlara ve neticede de irticai faaliyetlerin her gün şiddetinin artmasına karşılık olarak laik T.C.'ni korumak maksadıyla yapılmış bir harekettir. 

Bunun başka izahı yoktur efendim. Diğerlerinin hepsi safsatadır. 

O bakımdan evvela bunu doğru koymak lazım. 28 ŞUBAT kararları Silahlı 
Kuvvetler tarafından alınmış kararlar değildir. 28 ŞUBAT kararları MGK'nun aldığı karardır (18 Karar). Bunların bir kısmı mevcut kanunların uygulanmasıdır, bir kısmı yeni kanunların çıkartılması maksadına yöneliktir, bir kısmı da uygulamalara yönelik kararlardır. 

28 ŞUBAT, bunların uygulanması suretiyle irticanın ortadan kaldırılması veya 
asgariye indirilmesini, etkisinin azaltılmasını hedef almıştır. Esas maksadı budur. 

Tabii şunu da tartışmak lazım. Tehdit geçmiş midir? Biz tehdidin geçtiği 
kanısında değiliz. Şu anda tehdit görünürde değil su altına inmiştir, yer altına inmiştir ve gene bildiğini okuma gayreti içerisindedir. Yani bir ölçüde savunmaya geçmiştir. Savunmanın arkası, taarruz için bir hazırlık dönemidir ve taarruza geçilecek anlamını taşır. 

Laikliğe sahip çıkmak hepimizin başlıca görevidir. Zaten 3 ncü Maddenin de 
temel kurallarının en önemlisidir. Demokrasinin mutlaka olmazsa olmaz taraflarından biridir, özelliklerinden biridir. Yalnız laikliğe sahip çıkmakta birtakım uygulamalarla mümkün olabilir. Evet hepimiz laikiz diyoruz, laikliğe riayet ediyoruz diyoruz ama, eğer bu tarz uygulamalar ülkeyi kötü birtakım sonuçlara götürebilse, bunlar için de gerekli tedbirleri alamıyorsak veya almıyorsak, o zaman laikliğe tam olarak sahip çıkılacağı kanısında değilim. 

Bizim DSP'nin laiklik konusunda herhangi bir tereddüdümüz yok. O konuda 
yüzde yüz inanıyoruz ki laikliği en iyi koruyacak partilerimizin başında gelir, 
partilerden biridir. Endişemiz hiçbir zaman hükümetimizde de değil, fakat esas 
uygulayıcılardadır. 

Bugüne kadar bir momentum kazanılmıştır, bir dinamizm ortaya çıkmıştır. Bu 
dinamizmi biz yeterli görmedik, yaklaşık 1,5-2 yıldır. Ki 28 ŞUBAT bir ay sonra iki yılını tamamlayacak. Zaten 30 HAZİRAN'dan itibaren başlamıştır bu işlerin
yapılması. 30 HAZİRAN'a kadar da zaman kaybedilmiştir, 28 ŞUBAT-30 HAZİRAN arasında. Yani ANASOL-D Hükümeti ile başlamıştır. O da bir genelge yayınlanmak suretiyle bu işe başlatılmıştır. Dolayısıyle bu başlatılan faaliyetlerin devam ettirilmesi zarureti vardır diye düşünüyoruz. Aksi takdirde, ben bunu Ordu Komutanlığım zamanında da gördüm, 28 ŞUBAT kararları çıkmıştı, bütün valilerimiz 28 ŞUBAT kararlarında tek bir uygulamaya girmedi. Ne zamana kadar? Bir ay sonra İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınladı. Genelgeyi dahi uygulamada tereddüt gösterdiler. 

Sorduğumuz zaman niye böyle yapıyorsunuz diye, birbirlerini gözlediklerini 
gördük. Valiler birbirlerini gözlemeye başladılar. Acaba hangi vali bir adımatacak. Onun attığı adıma göre kendileri bir adım atmak gibi bir tutum sergilediler. 

Dolayısiyle valilerimiz, emniyetimiz, bürokratımız hükümetin göstereceği siyasi 
iradeyi daima arkasında görmek istiyor. Çünkü ileride politikacıların, siyasetçilerin kendilerine değişik bakacağı endişesi içerisinde davranışını evvela bir siyasi iradenin ortaya konması ve bu irade istikametinde, onu arkasına alarak, onu destek yaparak bu işlere başlamayı ve kendini bu suretle daha güçlü gördüğü için; diyoruz ki, mutlaka böyle bir siyasi iradenin var olması lazım. Onun için bir genelgenin yayınlanmasına ihtiyaç var veya mevcut genelgenin devam ettiğinin hatırlatılması meselesi var. Ve bir de Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK)'nun, nitekim ANASOL-D döneminde fevkalade güzel çalışmıştır, büyük işler yapmıştır. Aynı kurulun devamının laikliği koruma yönünde büyük bir aşama sağlayacağı inancını taşıyorum. Ben bunu arz etmek istiyorum. Sn.Cumhurbaşkanım.” 


Bu konuşmada görüldüğü üzere, dönemin Genelkurmay Başkanı bu konuşmasıyla, kurulan yeni Hükümete, laiklik konusunda güvendiğini bildirmekte, “irtica” tehdidinin devam ettiğine dikkat çekerek, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’nun devam etmesi yönünde 
telkinde bulunmaktadır. 

Bir başka deyişle, MGK, Genelkurmay Başkanlarının bağlı oldukları Başbakan’a ve onun temsil ettiği hükümete karşı bu tür bir konuşmayı yapacak zemini oluşturmuştur. Nitekim, kurulan DSP Hükümeti döneminde bu konuşmanın gerekleri yerine getirilmiştir. 

Bu siyasi ortamda göreve gelen Başbakan ECEVİT’in başında olduğu Bakanlar Kurulu tarafından, 440 sayılı MGK Kararına istinaden, 15 Ocak 1999 tarihinde 99/12302 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulunun kuruluşu, görev ve çalışma usulleri yeniden düzenlenmiştir. 

Başbakan ECEVİT, bu Karar gereğince, 2 Şubat 1999 tarihinde, 169 sayılı yazı ile Genelkurmay Başkanlığı, Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılıklarına, Devlet Bakanlıklarına, Bakanlıklara, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine, Başbakanlık Bağlı Kuruluşlarına gereği için, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine ve TBMM Genel Sekreterliğine bilgi için 1999/21 sayılı aşağıdaki, “Gizli” gizlilik dereceli, Genelge’yi göndermiş tir:235 

 Genelgede, Özetle; 

 “Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine karşı yürütülen rejim aleyhtarı irtica, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin Devletimiz açısından açık bir tehlike oluşturduğu, rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınan önlemlerin uygulanmasını koordine etmek ve izlemek üzere Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu ve bu Kurul’un alt kurul çalışmalarını yürütmek üzere Başbakanlıkta bir merkez kurulduğu, bir seneyi aşkın süreden beri faaliyet gösteren bu Kurul ve Merkezin irticayla mücadelede çok önemli sonuçlar aldığı ve mesafe katettiği, ancak bu mesafe alınan sonuçların irticayla mücadele için henüz yeterli olmadığı, bu nedenle Kurul’un işlevine etkin şekilde devam 
edeceği, bu kapsamda İl Valilerince dinin istismarı ile dini siyasallaştırma faaliyetlerinin kesin surette önlenmesi için gerekli önlemlerin alınacağı, Vali Yardımcıları ve Kaymakamları önlemlerin denetlenmesi konusunda takip ederek, yönlendirecekleri, bu konuda yasal işlemlerin tereddütsüz şekilde uygulanacağı, bunun bir Cumhuriyeti koruma görevi olduğu, aynı özenin Cumhuriyet 
Savcılarınca da gösterileceği, Cumhuriyetin Valisi, Kaymakamı ve Savcısının işbirliği ve koordinasyon içinde mücadele yürütecekleri, özellikle irticai, yıkıcı ve bölücü yayın yapan tüm radyo ve televizyonların kurulan sistem içinde izleneceği, zararlı yayınların önlenerek, sorumluları hakkında hemen yasal işlem yapılacağı, alınan önlemleri etkisiz kılmaya yönelik çeşitli zeminler de gerçekleştirilen işbirliğine karşı dikkatli olunacağı, bilhassa kılık kıyafet yönetmeliğinin uygulanmasında hassasiyet gösterileceği, dinin istismarının gerçek inanç ve iman sahibi vatandaşlarımıza yapılabilecek en büyük kötülük olduğu, bu nedenle yürütülen mücadelenin dine ve gerçek inanç sahibi vatandaşlara yapılan kutsal bir hizmet olduğu, Türkiye Cumhuriyeti 
Hükümetinin, başta rejime yönelik irticai faaliyetler ile, bölücü ve yıkıcı faaliyetle mücadelede Cumhuriyetin Vali, Kaymakam ve Savcıları ile diğer tüm kamu görevlilerinin yanında olduğu.”  ifade edilmiştir. 

    Komisyonumuzca 17 Ekim 2012 tarihinde dinlenen eski Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Ömer KAYIR, görev yaptığı Haziran 1997-Haziran 1999 döneminde, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulunun sekretarya hizmetlerinde çalıştığını, bu süre zarfında, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinden “kararların takibiyle ilgili bir sistem kurulmasına ilişkin bir yazı” 
geldiğini; ancak bu yazılı emrin geri çevrilmesi üzerine yeni bir yazı gönderildiğini, sekretarya hizmetlerinin Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından yönlendirildiğini, üyelerin Genel Sekreterlik tarafından belirlendiğini ifade etmiştir.236 

 Ömer Kayır, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’nun insanları takip etmek için kurulmadığını. Millî Güvenlik Kurulunun 406 sayılı Kararındaki tedbirlerin uygulanmasını takiple görevli olduğunu; ancak özellikle 1999 yılından sonra Kurul’un “kamu kuruluşlarında irtica faaliyetlerde bulunduğu öne sürülen personel hakkında meslekten çıkarma dahil disiplin cezalarının uygulanmasını talep eden bir birim haline dönüştüğünü”, “Bakanlıklara yazılar 
yazıldığını, bunların bir kısmının Başbakanlığın arşivinde olduğunu, ayrıca Meclis Başkanlığına, komisyonlara, mahkemelere yazılar yazıldığını”. 

 Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yardımcılarından birisinin toplantılarda Müsteşara bir sarı zarf getirdiğini, “Efendim, bakın, burada falan memur bilmem ne yapıyor” dediğini; Müsteşarın ise “Aman, başa bir gelmesin, hükûmete, başbakana bir sıkıntı çıkmasın diye işlem yaptığını”; bu uygulamaya kendisinin son verdiğini, böyle durumlarda ilgili kurumların teftiş kurullarından inceleme 
yapılmasını istediğini belirtmiştir. 

 Ömer KAYIR, ayrıca, “ERBAKAN’ın Başbakanlığı döneminde, Başbakanlığa yüz küsur kişi hakkında yazı geldiğini, bu kişileri alabildiği kadarıyla yanına aldığını, bu insanların irtica sebebiyle değil REFAHYOL Hükümeti döneminde görev yaptıkları için ihbar edildiği, bu kişilere ‘Bu falan cemaatten’, ‘Bu filan yapıdan’ şeklinde iftiralar atıldığını, bu insanların mağdur olduğunu, bunlardan 
bazılarının Başbakanlıkta şube müdürü iken görevinden ayrılıp öğretmenlik yaptığını, birçoğunun hâlâ sıkıntı çektiğini, en büyük sıkıntıyı o dönemde görev yapan Başbakanlık uzman yardımcılarının çektiğini, birçok vali, vali yardımcısının görev yerinin değiştirildiğini, bu kişilerden bazılarının daha sonra başbakanlar tarafından kurul başkanı yapıldığını, ancak yine de damgalandıklarını, 600-700 
çalışanın başörtüsü sebebiyle işten atıldığını, bunların da mağdur olduğunu” ifade etmiştir. 

5. Ak Parti Dönemi: 

 Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN imzasıyla, 010-06/02297 sayılı, 14 Aralık 2010 tarihli yazıyla, 28 Şubat sürecinde, 406 sayılı MGK Kararı çerçevesinde 
Başbakanlık tarafından çıkarılan Gizli gizlilik dereceli, Genelge, Direktif, Eylem Planı, Yönerge, Talimat ve Olur’lar yürürlükten kaldırılmıştır. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

225 Türkiye’de askeri vesayetin ulaştığı boyutun görülmesi açısından, 26 Şubat 1998 tarihli 421 sayılı MGK Kararı çarpıcı bir örnektir. Karar’da, Doğu ve 
Güneydoğu Anadolu bölgesindeki sağlık tesislerinin eksikliklerin giderilmesi maksadıyla, bölgeye yapılacak tetkik gezilerinin, MGK Genel Sekreterliğince 
planlanarak icra edilmesi ve Bölge Valiliğinde ve/veya Ankara’da bir “Sağlık Koordinasyon Kurulu” oluşturulması öngörülmüştür. Diğer bir örnek ise Türkiye’de mevcut tüm vakıfların durumları ile ilgili rapor çalışmanın yine MGK Genel Sekreterliğinde koordinesinde yapılarak, 25 Temmuz 1997 tarihinde alınan 409 sayılı MGK Kararıyla yürürlüğe konulmasıdır. Bu ve diğer çalışmalar MGK Genel Sekreterliğinin MGK’nın karargahı olarak çalıştığını göstermektedir. 
226 İçişleri Bakanı Meral AKŞENER 25 Haziran 2012 tarihinde Komisyonumuzda yapılan dinlemede Genelgeler konusunda şunları söylemiştir: 
“Şimdi bir şey daha, önemli bir şey sordu Başkanım bu genelgeyle ilgili. Benim üç ya da dört genelgem var, üç zannediyorum. Bunların hepsi, 
Sayın Erbakan’ın Başbakan olarak İçişleri Bakanlığına yazdığı konular var, onların içinden iç şey bu, yani Başbakanın talimatının iç bünyeye nakledilmesi 
şeklindedir.” 
227 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ, Dolap No:91703, Fihrist No:22357-3 
228 “Savsaklamak Yok”, Milliyet, 28 Nisan 2007. 
229 Genelge Ek’tedir. 
230 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ, Dolap No:91704 Fihrist No:22357-487,488. 
231 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ, Dolap No:91704 Fihrist No:22357-489. 
232 CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ, Dolap No:91704 Fihrist No:22357-461. 
233 Başbakan Mesut YILMAZ’ın yaptırdığı bir araştırmada “ordunun irticaı abarttığını söyleyenlerin oranının” %62, “ordunun irticaı abartmadığını söyleyenlerin oranının” ise %37.7 olduğu ifade edilmiştir. “İrtica ile savaşımı yetersiz bulanların oranı” %37, “irtica tehlikesi yoktur diyenlerin oranı” ise %39,3 olarak verilmiştir. (Taha AKYOL, 3 Nisan 1998, Milliyet Gazetesi.) (E) Tümg. Şevket BÖLÜGİRAY, bu anket sonuçlarını “siyasilerin anketleri kendi eğilimlerine göre yaptırdıkları” şeklinde yorumlamış; REFAHYOL döneminde “ordunun irticaı abartmadığını” söyleyenlerin oranının %80 olduğunu öne sürmüştür. 
234 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ, Dolap No:91704 Fihrist No:22357-455. 
235 CUMHURBAŞKANLIĞI SÜLEYMAN DEMİREL ARŞİVİ, Dolap No:91704 Fihrist No:22357-459,460. 
236 17 Ekim 2012 tarihli Ömer KAYIR ile yapılan görüşme tutanağı 


 ***

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ 406 SAYILI MGK KARARININ UYGULAMALARI BÖLÜM 1


28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ  406 SAYILI MGK KARARININ UYGULAMALARI  BÖLÜM 1



 TSK, yakın geçmişe kadar, Milli Güvenlik Kurulu yoluyla, Türkiye’de hem iç hem de dış politikaya söz sahibi olmuştur. MGK mevzuatının kapsamlı şekilde değiştirildiği 2003 yılına kadar yoğun olarak devam eden bu süreçte, değişen iç ve dış siyasi gündeme bağlı olarak, hemen her toplantıda kimi zaman bir, kimi zaman iki kimi zaman da üç ayrı karar alınarak, iç ve dış politikaya yön verilmeye çalışılmıştır. 

 REFAH-YOL döneminde 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında üç ayrı alanda, üç farklı MGK Kararı (9 ilde uygulanmakta olan Olağanüstü Halin dört ay daha uzatılmasına ilişkin 404 sayılı Karar, dış politikayla ilgili 405 sayılı Karar ile irticayla ilgili 406 sayılı Karar) alınabilmiştir. 

 Böylece, “Kur’an Kurslarından, İmam Hatip Liselerine, vakıflardan, özel okullara, Radyo-TV yayınlarından, kurban derilerine, pompalı tüfeklerden türbanlı öğrencilere kadar” uzanan hemen her konuda siyasete müdahale edilmiştir. Başbakanlar ise belki de ellerinden bir şey gelmediği için 
iktidarlarını askerlerle paylaşmaktan kaçamamışlardır. Böylece, kanuni açıdan sözde danışma organı olarak MGK, fiiliyatta devletin “derin aklı” olmuştur. 

 TSK, 1990’lı yılların başından itibaren Refah Partisi’ni “şeriat/irtica” ile özdeş görerek, millet iradesine dayalı siyasi bir hareketi devlete yönelik bir tehdit olarak görmekten ve göstermekten çekinmemiştir. Bu doğrultuda, TSK, REFAH-YOL iktidarının işbaşına gelmesi üzerine, Millî Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 tarihinde yaptığı toplantıdan başlayarak, irticayla mücadele konusundaki kararlılığını sürdürmüş ve bu toplantıda Hükümete dikte edilen irticaya yönelik 18 maddelik tedbirden oluşan 406 sayılı MGK Kararının bütün unsurlarıyla hayata geçirilmesi için konunun takipçisi olmuştur. 

 Böylece, TSK, Refah Partisi yönetiminin tabanına anlatması mümkün olmayan bu Kararı Hükümete dikte ettirmekle kalmamış, brifingler yoluyla yüksek yargı ve medyayı da yönlendirmek suretiyle Refah Partisi’nin Anayasaya ve Siyasi Partiler Kanunu’na aykırı fiiller işlediği iddiasıyla bu partinin kapatılmasında etkili olmuştur. Bunun en önemli kanıtı bu brifinglerde yer alan hususlarla Refah Partisi’nin kapatılma davasına ilişkin iddianamenin örtüşmesidir. Neticede, sözkonusu MGK Kararıyla Hükümeti köşeye sıkışan Başbakan ERBAKAN, kendi iradesiyle Başbakanlıktan istifa etmek zorunda bırakılmıştır. 

 28 Şubat sürecinde, başında bir Orgeneralin bulunduğu MGK Genel Sekreterliği de kilit bir rol üstlenmiştir. Zira ilgili MGK mevzuatı gereğince, MGK Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan Taslak Toplantı Gündemleri, öncelikle Genelkurmay’ın görüş ve önerilerine sunulmuş, burada şekillenen gündem, daha sonra Başbakanların önüne getirilmiş, Başbakanlar çoğu zaman önemli bir 
değişiklik olmaksızın bu gündemleri kabul etmiş ve neticede Genelkurmayın görüşü çerçevesinde şekillenen gündem Cumhurbaşkanının onayıyla nihai hale getirilmiştir. Ayrıca, kimi zaman da, bizzat Genelkurmay Başkanları ya da Kuvvet Komutanları gündem dışı söz alarak, istedikleri konuları MGK gündemine taşıyabilmişlerdir. 

 Böylece, TSK ve MGK Genel Sekreterliği tarafından, özellikle, 28 Şubat sürecinden itibaren, hemen her alanda ve konuda, devlet çapında alınması istenen her türlü yasal düzenleme, idari tedbir ve tasarruf, önce MGK’ya taşınmış; burada Başbakan, Başbakan Yardımcıları ve Bakanların onayı ve 
Cumhurbaşkanı’nın tasvibiyle, Bakanlar Kurulu’na bildirilmek üzere karar haline getirilmiştir. 

 Bakanlar Kurulları da, Başbakanların daha önce altında imzası bulunan MGK kararlarına istinaden, siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda gerekli yasal değişiklikleri yapmış ve çeşitli idari kararlar almışlardır. Neticede, Bakanlar Kurulu’na ve TBMM iradesine açıkça müdahalede bulunularak yasama ve yürütme erkleri üzerinde vesayet tesis edilmiştir. 

 Bu doğrultuda, “bin yıl süreceği” ifade edilen irtica ile mücadele kapsamında, 406 sayılı Kararın ruhuna uygun olarak, alınması uygun görülen ilave tedbirler ile yasal ve idari düzenlemeler REFAH-YOL dönemi sonrasında yapılan her MGK toplantısında da, gündeme getirilmiştir. Böylece, irtica sadece 1990’larda değil, 2000’li yılların ortalarına kadar Türkiye’nin ana gündem maddelerinden birisini teşkil etmiştir. Nitekim, Refah Partisi’nin devamı niteliğinde olan Fazilet Partisi de, tıpkı Refah Partisi gibi, benzer gerekçelerle kapatılmaktan kurtulamamıştır. 

 Bir başka deyişle, TSK, MGK yoluyla, Türkiye siyasetinde, adeta perde gerisindeki Bakanlar Kurulu işlevini görmüş, siyasette var olan boşluğu doldurmuş ve bir bakıma “devletin çekirdeği” haline gelmiştir. 

 Türkiye’de MGK’nın, siyasete ne ölçüde müdahil olduğunun görülmesi amacıyla, Komisyonumuza gelen 01.01.1997-31.01.2000 dönemine ait MGK Kararlarına bakmak yeterli olacaktır. 

 Sözkonusu MGK Kararları incelendiğinde, bunların “yıkıcı, irticai, bölücü” radyo ve televizyon yayınlarının önlenmesinden, irticai vakıfların denetimine; Özel Eğitim Kurumlarının denetlenmesinden, yurt dışına gönderilen öğrencilerin takibine; cezaevleri koşullarından, geçici köy korucularına; sınır ticaretinden, Habur Gümrük kapısına; Olağanüstü Hal uygulamalarından, PKK terör örgütüne destek veren ülkelere karşı alınacak tedbirlere; Gelibolu Tarihi Milli Parkı Projesi’nden, Meriç Nehri Taşkın Koruma Projesi’ne; Trabzon’daki sel felaketin den etkilenenlerin Gökçeada’da iskan edilmesinden, vakıfların denetimine; GAP’ın durumundan, Güneydoğu illerindeki radyo ve televizyon yayınlarının izlenme oranlarına; Muzır Kurulu üyeliklerinden, MİT Müsteşarı atamasına, 
havacılığın ve Türk Hava Kurumu’nun sorunlarından, hangi tersanelerin Deniz Kuvvetlerine devredileceğine, doğu ve güneydoğu illerindeki sağlık sorunlarından, enerji nakil hatlarının güzergahlarına kadar uzanan, hem iç, hem de dış politikayı ilgilendiren hususlar olduğu görülmektedir. 

 Bu Kararlar, Türkiye’de siyasi iktidarların, yakın geçmişe kadar ağır bir askeri vesayet altında kaldıklarını; iktidar güçlerini doğrudan MGK, dolayısıyla 
Türk Silahlı Kuvvetleri ile paylaşmak zorunda kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.225 Bu Kararların hemen hepsinde dikkat çeken nokta, Bakanlıkların görev alanına giren konularda, üst kurullar kurulmak suretiyle, hükümetleri baypas ederek, siyasete nüfuz etme isteğidir. 

 Bu Kararlar, Türkiye’de askerin uzun yıllar boyunca, “yüksek siyaset”le uğraşıp, siyasi iktidarlara ise ticaret, ekonomi, sağlık vb. “düşük siyaset” konularını 
bırakmış olduklarını gösterdiğini teyit etmektedir. 

1. Refah-Yol Hükümeti Dönemi: 

 1997-1999 yılları arasındaki MGK Kararları arasında, karar metni itibarıyla en uzun ve kapsamlı olanı 28 Şubat 1997 tarihli ve 406 sayılı MGK Kararı’dır. 

 Bilindiği üzere, 406 Sayılı MGK Kararı’nda; Türkiye’de şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların, demokratik, 
laik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla, kısa, orta ve uzun vadeli 18 tedbirin alınması 
öngörülmüştür. 

 Bu Karar’da, dikkat çeken husus, MGK Genel Sekreterliği tarafından, Karar ekinde yer alan tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline getirilmeyen uygulamaların, sonuçları hakkında belli süreler içerisinde Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK'na bilgi verilmesinin öngörülmesi dir. 406 sayılı Karar dışındaki hiçbir MGK kararında, MGK Genel Sekreterliğine bu görev verilmemiştir. 

 Başbakan ERBAKAN, 406 sayılı MGK kararının onay sahifesini, toplantı esnasında değil, toplantıdan dört veya beş gün sonra imzalamış ve bu imzayı 
müteakip MGK Genel Sekreteri Org.İlhan KILIÇ, bu Kararı derhal tüm Bakanlık, kurum ve kuruluşlara bir üst yazıyla yayımlamıştır. Böylece, esasen, “Tavsiye” 
niteliğinde olan/olması gereken 406 sayılı MGK Kararı, bu emrivaki yazıyla, bir anda Hükümet Direktifi haline dönüştürülmek istenmiştir. 


1.1. 14 Mart 1997 Tarihli Başbakanlık Direktifi: 

 Yapılan baskılara bir süre direnen ERBAKAN, nihayet 14 Mart 1997 tarihinde, 01704 sayılı Direktif ekinde, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı Basın Bildirisini, 406 sayılı MGK Kararını ve bu Kararın eki olan “ EK-A (REJİM ALEYHTARI İRTİCAİ FAALİYETLERE KARŞI ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER)” adlı on sekiz maddelik belgeyi, tüm Bakanlıklara gereği, Cumhurbaşkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine ise bilgi için göndermek durumunda 
kalmıştır. 

 Ancak sözkonusu Direktifte, hem şekil, hem de içerik yönünden ERBAKAN’ın MGK Kararıyla mutabık olmadığını işaret eden çeşitli hususlar bulunmaktadır. Şekil yönünden dikkat çeken husus, Direktif yazısında, “Konu” hanesinin boş bırakılmış olmasıdır. Böylesine önemli bir yazıda, “Konu” hanesinin boş bırakılmış olması basit bir dikkatsizlikle açıklanamaz. Bu “unutkanlık”, yazıyı kaleme alan kişi ve kişilerin, 406 sayılı Kararı herhangi bir Konu’ya oturtamadığı nın bir işareti olabilir. 

 İkinci ve daha önemli olan husus ise Direktif yazısının içeriğidir. Direktif metni aynen şöyledir: 

 “28.2.1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararlarının 13 Mart 1997 günü Bakanlar Kurulu'nda öncelikle müzakere edildiği malumlarınızdır. Bu müzakerede alınan "İrtica ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi" kararı mucibince Milli Güvenlik Kurulu'nun Bakanlar Kurulumuza bildirdiği hususların bir kopyası ilişikte bilgilerinize sunulmuştur. Bu konuların önemle dikkate alınarak, Anayasamızın; T.C. Devletinin Demokratik, Laik, Sosyal bir hukuk devleti olması temel ilkeleri 
çerçevesinde, Bakanlığınızı ilgilendiren konularda, konuyla ilgili kısa, orta ve uzun vadeli tedbirlerin dikkat ve ihtimamla alınması, mali destek ve yasa değişikliğine ihtiyaç gösteren tedbirler varsa, bunlar hakkında da Bakanlar Kurulunca gereğinin yerine getirilebilmesi için Başbakanlığa bilgi verilmesini rica ederim.” ifadeleri yer almıştır. 

 Yukarıdaki kısa Direktif yazısında dikkat çeken ilk nokta, 406 sayılı MGK Kararının Bakanlar Kurulunda müzakere edildiğinin vurgulanmasıdır. Bu husus, MGK Kararlarının tavsiye niteliğinde olmayıp, bağlayıcı nitelikli olduğu yönündeki siyasi baskılara karşı bir duruşun gösterilmesi bakımından önem arz etmektedir. 

 Dikkat çeken ikinci nokta, 406 sayılı MGK Kararında var olan “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık” ifadesinin, ERBAKAN tarafından imzalanan Direktif’te bulunmamasıdır. 

 Oysaki, bu ifade, 406 sayılı MGK Kararında aşağıdaki şekilde geçmektedir: 

 “Kurul'un bu toplantısında, esasları ve nitelikleri Anayasada belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik; lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile, bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmiştir.” 

 Bu durum, Başbakan ERBAKAN’ın 406 sayılı Kararın uygulanmasında, Devletin “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” niteliklerinin esas alınmasını istediği şeklinde yorumlanabilir. 

 Üçüncü önemli nokta ise yine 406 sayılı MGK Kararında var olan “cumhuriyet rejimimiz” şeklindeki ifadenin, ERBAKAN imzalı Direktif’te olmayışıdır. Ne Anayasamızda, ne de yasalarımızda yer almayan “rejim” kavramının, 406 sayılı karara sokulması, kararı hazırlayanların ideolojik duruşunun anlaşılması bakımından önem arz etmektedir. Ne var ki, Başbakan ERBAKAN’ın bu terminolojiye itibar etmediği görülmektedir. 

 Bu Direktif’te dikkat çeken dördüncü ve son nokta ise 406 sayılı Kararın nasıl uygulanacağı konusunda bir ayrıntılı ve açıklayıcı çerçevenin çizilmemiş olmasıdır. 

 Bu durum, TSK içindeki belli kesimleri tatmin etmemiş olacak ki, ERBAKAN tarafından yayımlanan Direktif’ten on dört gün sonra, bu kez, İçişleri Bakanı Meral AKŞENER imzasıyla, 406 sayılı MGK Kararlarının tüm Türkiye sathında uygulanması maksadıyla İl Valiliklerine bir Genelge yayımlanmıştır.226 

1.2. 28 Mart 1997 Tarihli İçişleri Bakanlığı Genelgesi: 

 İçişleri Bakanı Meral AKŞENER imzasıyla, 28.03.1997 tarihinde, 070674 sayılı “Anayasa ve Yasaların Uygulanmasına Uyulacak Usul ve Esaslar” konulu, “KİŞİYE ÖZEL” mühürlü, dokuz sahifelik bu Genelge, 80 İl Valiliği, İçişleri Bakanlığı Genel Müdürlüğü, Bağlı Kuruluşlarına ve Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Teşkilatına gereği için; Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, 
Başbakanlığa, MGK Genel Sekreterliğine, Genelkurmay Başkanlığına, Milli Savunma Bakanlığına ise bilgi için gönderilmiştir. 

 406 sayılı MGK Kararı çerçevesinde hazırlanan on beş maddelik tedbirler dizisi ile Sonuç bölümünden oluşan bu Genelge, Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL Arşivinde de yer almaktadır. 

 Başında dönemin İçişleri Bakanı Müsteşarı Teoman ÜNÜSAN’ın bulunduğu İçişleri bürokrasisi tarafından hazırlanarak, DYP’li İçişleri Bakanı Bakan Dr.Meral AKŞENER tarafından imzalanan bu Genelge, on beş madde ve sonuç bölümü ile alınacak tedbirlere ilişkin on altı maddeden oluşan bir Ek’ten oluşmaktadır. 

 Didaktik bir üslupla, adeta uzun bir “ Laiklik manifestosu ” şeklinde kaleme alındığı görülen bu Genelge metninde, Laiklikle ile ilgili ifadelerin koyu harflerle yazılması; daha önce Başbakan ERBAKAN tarafından 14 Mart 1997 tarihinde yayımlanan Direktif’te yer verilmemiş olan, “ Atatürk Milliyetçiliği ” ifadesine yer verilmesi, sık sık Laiklik ilkesine vurgu yapılması dikkat çekmektedir. 

 Öncelikle dönemin bir iç politika analiziyle başlayan Genelge’de, ardından 406 sayılı MGK Kararında yer alan on sekiz tedbirin, on beş madde altında toplanarak her biri için ayrı, ayrı Valiliklere talimat verildiği görülmektedir. 

 İçişleri Bakanlığı merkez teşkilatının 28 Şubat sürecindeki politik duruşunun ve psikolojik durumunun anlaşılması bakımından önem arz ettiği düşünülen bu Genelge’nin metni, olduğu gibi, aşağıda sunulmuştur:227 

 “1. Anayasamızın 1 inci maddesi 1924 ve 1961 Anayasalarında olduğu gibi Türk Devletinin yönetim biçiminin bir Cumhuriyet olduğunu ilan etmekte, 2 nci maddesi ise “ Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti dir.” hükmünü taşımaktadır. 

 Söz konusu maddenin gerekçesinde ise “Türkiye Cumhuriyetinin her şeyden önce Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, yani bütün fertlerinin kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, diğer bir deyişle, milli dayanışma ve adalet içerisinde yaşayan bir toplum olduğu açıklanmıştır. Bu toplum, insan haklarına saygılı, başlangıçta belirtilen Atatürk ilkelerine dayanan, siyasi rejimler içinde insan haysiyetini en iyi koruyan, gerçekleştiren ve teminat altına alan 
demokratik rejimi benimsemiştir. Demokratik rejimin de laiklik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine dayandığı belirtilmiştir. Demokrasi, egemenliğin millete ait olduğu bir siyasi rejimdir. Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik ise, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi 
kılınmaması anlamına gelir” ifadeleri yer almaktadır. 

 Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk’e göre; “Laiklik, sadece din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir. Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz. 

 Laiklik uygar yaşayışın da bir şartı olmuştur. Türk inkılabı, dine karşı veya din aleyhtarlığı şeklinde değil, din ile ilgili bulunmayan çökmüş, kokuşmuş kurumlara karşı oluşturulmuştur. Dinin hasis menfaatler uğruna istismarına şiddetle karşı koymuştur. Türk inkılabı ile ümmet devrinden millet devrine geçilmiştir. 

 Yine Anayasamızın 14 üncü maddesinin 1 inci fıkrasında hak ve hürriyetlerin ne gibi kötü kasıtla kullanılamayacağı sayma yoluyla belirlenirken; Anayasa yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacıyla kullanılamayacağı hususu da açıkça belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde ise; bazı hallerde kanun hükümlerine uygun 
olarak kullanılan bir hürriyetin esasında başka bir kasıt gütmesinin ve bu kastın da fıkrada belirtilen yasak amaçlara yönelik bulunmasının her zaman mümkün olduğu belirtilerek, bu konuda Anayasasının 13 üncü maddesinde yer alan genel ve özel nedenlerle gerçekleştirilecek sınırlamaların ötesinde bir sınırlama getirilmesinin zaruretine işaret edilmiştir. Ayrıca maddenin son fıkrasında, 
Anayasanın hiçbir hükmünün, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamayacağı hükme bağlanmıştır. 

 24 üncü maddede ise; Herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine 
sahip olduğu, 14 üncü madde hükümlerine aylan olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenlerin serbest bulunduğu ve kimsenin ibadete, dini ayin ve törenlere 
katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamıyacağı, dini inanç ve 
kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı, din ve ahlak eğitim ve öğretiminin Devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı hüküm altına 
alınmıştır. 

 Anayasamız din ve vicdan ,düşünce ve kanaat hürriyetlerine özel bir önem 
vermiştir. Nitekim 15 inci maddesinde savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde dahi hiçbir sebep ve surette durdurulamayacak, ihlal edilemiyecek hak ve hürriyetleri sınırlı şekilde sayarken din ve vicdan hürriyetini de ifade etmiştir. 

 Son günlerde, Anayasamızda Cumhuriyetin temel ilkeleri arasında yer alan 
ve yine Anayasanın 4 üncü maddesi ile değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği belirtilen laiklik ilkesi ile 24 üncü maddesindeki "Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini v0ya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz." hükmüne aykırı tutum ve davranışlara rastlandığı gözlenmektedir. 

 Ülke sorunlarının çözümünü " Millet" kavramı yerine " Ümmet " kavramı 
bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı 
bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimlerin varlığı, ülkemiz açısından 
ciddi tehlikeler oluşturabilecek bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. 

 Bunun dışında, komşu ülkelerden bazılarının, zaman zaman ülkemizde rejim 
aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranış içine girmek suretiyle ülkemizi çağ dışı bir 
rejime itme gayretleri de inkar edilemez bir gerçektir. Bu ülkeler faaliyetlerini bir yandan ülkemizdeki radikal dinci terör örgütlerine verdikleri destek ile diğer 
yandan, daha uzun vadede, bazı tarikat ve grupları kontrol etmek suretiyle 
yönlendirmektedirler. Bu yönlendirmeyi yaparlarken parasal harcamalardan 
çekinmemekte ve masum vatandaşlarımızı farkına varmadıkları istikametlere 
götürmektedirler. 

 Yukarıda belirtilen etkiler altında, bazı aşın dinci kesimlerin ülkemizde 
mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara ve milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açması ihtimalinin de mevcut olması olaya ayrı bir boyut kazandırmaktadır. Bazı terörist sol örgütler ile bölücü terör örgütü PKK liderinin de aynı şekilde diğer mezheplerdeki vatandaşlarımızı körükledikleri bir diğer gerçektir. 

 Yirmibirinci yüzyıla yaklaştığımız bu dönemde dahi, ne yazık ki, yüce 
dinimiz'in ülkemizde bir politika aracı olarak zaman zaman kullanıldığı müşahade edilmiştir. Dinden, çıkar aracı olarak, iktidara ulaşım aracı olarak yararlanmanın, gerçekte bir türlü din düşmanlığı olduğu gözden ırak tutulmuştur. Din bezirganlığı, dinden kişisel çıkar için yararlanma ve dini baskı aracı olarak kullanma politikalarının milletimizce de tasvip edilmediği aşikardır. 

 Demokrasinin nimetlerinden faydalanarak demokrasiyi rafa kaldırmayı hedef alan her türlü ayrılıkçı politika izleyen bölücü örgütler ile kökü dışarıda 
radikal dinci gruplara karşı Devletimiz ve demokrasimiz kendisini, halkımızın 
kabulüne mazhar olmuş Anayasası ve kayıtsız şartsız milletimize ait olan 
hakimiyeti, onun adına kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul ettiği 
yasaların sağladığı hukuk düzeni içinde savunmak durumundadır. 

 Vatandaşlarımız da, içinde yaşadığı coğrafyanın zorluklarını kabul etmek 
ve Devlet olarak var olabilmek için gerekli önlemleri almak durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti sorunlarını demokrasiye sımsıkı sarılarak çözüp aşabilecek güçtedir. 

 Anayasamızın 2 nci maddesinde ifadesini bulduğu üzere, Türkiye 
Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Hukuk Devleti olmanın en önemli gereklerinden biri de yürürlükte bulunan yasaların kişi veya zaman ayrımı gözetilmeksizin uygulanması zorunluluğudur. Yasalar var olduğu sürece bunları uygulamaya yetkili kılınmış kamu görevlilerinin, şartlar ne olursa olsun, bunları uygulaması gerekmektedir. Aksi takdirde bir kısım yasa hükümlerinin uygulanması, diğer bir kısmının uygulanmaması ya da uygulamada kişi ayrımı gözetilmesi, tam bir keyfiliğe yol açacaktır ki bu da hukuk düzenimizin dolayısıyla rejimimizin tehlikeye girmesine yol açacaktır. 

 Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde aşağıdaki hususların bir kez 
daha hatırlatılmasında ve tedbirlerin alınmasında Bakanlığımca yarar görülmüştür. 

 2. Bilindiği gibi, öğrenci yurtları ile özel okulların açılmasında, işletilmesin de ve kapatılmasında valiliklere önemli yetkiler verilmiştir. Bu yetkilerin en önemlisi de denetim yetkisidir. 

 Öğrenci Yurtları ile Benzeri Kurumların Açılması, İşletilmesi ve 
Denetlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 51 inci maddesi aşağıdaki hükmü 
taşımaktadır: 

 " MADDE 51- Yapılan denetlemeler sonucunda; 

 a) Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı hareket eden, 

 b) Devletin, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü bozma doğrultusunda faaliyet gösteren, 

 c) Bölgecilik, ırkçılık propogandası yapan ve dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek faaliyette bulunan, 

 d) Yapılan ikazlara rağmen tabi oldukları mevzuat hükümlerine ve bu 
yönetmelikte belirtilen esaslara uymayan, 

 e) Sorumlu olduğu öğrencilerin barınma, beslenme, eğitim ve öğretim 
ihtiyaçlarını karşılamayan, 

 f) Öğrencilerin güvenliğini sağlamayan ve tehlikeye sokan,  kurumlar hakkında tabi oldukları mevzuat hükümlerine göre kapatılma işlemlerine mahallin en büyük mülki amiri'nce başlanır ve bu konuda işleme başlanırken ve kapatılma kararı alındıktan sonra Bakanlığa (Milli Eğitim Bakanlığı) bilgi sunulur.” 

 Madde metninden de anlaşıldığı gibi mülki idare amirlerine geniş bir yetki 
verilmiştir. Ancak yasal durumun böyle olmasına karşılık tarikatlarla bağlantılı 
bazı özel yurt ve okulların olduğu da gözlenmektedir. 

 Söz konusu yurtlarda dinin veya dini hissiyatın veya dince mukaddes 
sayılan şeylerin alet edilerek faaliyette bulunulup bulunulmadığının mülki 
amirlerce yalandan izlenmesi ve bu şekilde faaliyette bulunanların tesbit edilmesi halinde kapatılması gerekmektedir. 

 Sözkonusu Yönetmeliğin 45-49 maddelerinde ise mülki idare amirlerinin 
denetlemeye ilişkin yetkileri, denetim periyotları, denetleme ekipleri, denetleme 
sonuç raporlan ile kurum ve yönetim personelinin geçici olarak mülki idare 
amirlerince görevden uzaklaştırılmaları konularında ayrıntılı açıklamalar 
yapılmaktadır. 

 Mülki idare amirleri yasa ve yönetmeliklerce kendilerine verilen tüm yetkilerde olduğu gibi bu konuda da yetkilerini eksiksiz olarak kullanmalıdırlar. 

 Bu çerçevede olmak üzere; Mülki idare amirlerimiz, izinsiz açılmış ve 
tarikatlara bağlı özel yurtların mevcut durumlarını tesbit edip yasal gereğini 
yapacaklardır. 

 Yurt dışında faaliyet gösteren "İslami Cemiyet ve Cemaatler Birliği" gibi 
yasa dışı bir çok örgüt tarafından legal ve illegal yollardan ülkemize sokulan 
yıkıcı, bölücü ve irticai nitelikli yayınların yanında aynı amaçlı video ve ses 
kasetlerinin zaman zaman gönderilmesine ağırlık verildiği bilinmektedir. 

 Güvenlik güçlerimiz, özellikle öğrencilerimizin bu tip yıkıcı, bölücü ve 
irticai yayınlardan korunması açısından bu yurtların yöneticilerini bu konuda 
uyarmak ve bu yayınların ülke içinde olduğu gibi yurtların dahilinde de okunmasını engellemek görevini tam bir titizlikle yürütmelidirler. Bu konuda PTT ve Gümrük idareleriyle koordineli olarak denetim ve kontrollerin sıklaştırılması 
gerekmektedir. 

 Bunun dışında iliniz dahilinde faaliyette bulunan matbaalarda da basılan 
her türlü yıkıcı, bölücü ve irticai yayınların araştırılmasının titizlikle yapılarak, 
suç unsuru ihtiva edenlerin zamanında Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal 
ettirilmesi sağlanacaktır. 

 3. Din, insan için fıtri bir ihtiyaçtır. Bunun içindir ki tarihin hiç bir 
döneminde dinsiz bir topluma rastlanmamıştır. 

 Din, insanlık tarihine hakim olan en büyük etkendir. Çünkü her milletin 
kültürünün temelinde din vardır. Nüfusunun % 99'u müslüman olan Ülkemizde; 
kültürümüzün temelinde, ferdi ve sosyal hayatımızın şekillenmesinde, milli örf ve adetlerimizin oluşmasında, milli birlik ve beraberliğimizin sağlanmasında, devam ettirilmesinde, vatan, millet, bayrak ve benzeri ortak milli duygularımızın canlı tutulmasında İslamiyetin rolü ve fonksiyonu aşikardır. 

 Dinin fonksiyonunu müsbet yönde yapabilmesi, iyi anlaşılmasına bağlıdır. 
İyi anlaşılması için de iyi ve doğru öğretilmesi gerekmektedir. 

 Bu kutsal dinin temel kitabı Kur'an-ı Kerimdir. Kur'an-ı Kerimi öğrenmek 
ve öğretmek, her müslümanın, dini, vicdani, ahlaki, sosyal ve kültürel hakkı ve 
hürriyetidir. Milletimiz Kur'an öğretimine tarih boyunca büyük önem vermiş ve bu amaçla birçok müessese kurmuştur. 

 Bu müesseseler Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze kadar Diyanet 
İşleri Başkanlığı'nın yönetim ve denetiminde Kur'an Kursu olarak faaliyetlerini 
sürdürmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu görevini hiçbir görüş, felsefi inanç ve mezhep ayırımı yapmadan milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek yerine getirmektedir. 

 Ancak bazı tarikatların veya dini grupların yasal olmayan yollardan ve 
bazan dernek, bazan vakıf adı altında, görünüşte Kur'an kursları açtıkları ihbarları Bakanlığımıza intikal etmektedir. Bu dernek veya vakıflarca dini duyguları istismar edici, bölücü ve yıkıcı faaliyetler yürütülebileceği ayrıca ehliyetsiz kişilerin menfaat temini amacıyla bu tür işlere girebileceği hususları da göz önünde bulundurulmalıdır. 

 Bu bağlamda, Devlet’in gözetim ve denetiminde sağlıklı biçimde din 
eğitiminin, dolayısıyla Kur’an öğretiminin yapılmasında milli birliğimiz ve 
bütünlüğümüz açısından zaruret olduğu düşünülmektedir. 

 4. Zaman zaman basma intikal eden haberlerden, yurdun çeşitli yerlerinde 
yapılan dini tesislerin, belli çevrelere mesaj vermek amacıyla, gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmakta olduğu müşahade olunmuştur. 

 Bu tür tesislerle ilgili ihtiyaçların tesbiti, ilinizde müftülükler ve belediyeler ile diğer ilgili makamlar arasında koordinasyon sağlanarak gerçekleştirilmelidir. 

 Bu tesbitler yapılırken özellikle yeni yerleşim alanlarının imara açılması 
sırasında mutlaka okul ve cami yerlerinin belirlenen kıstaslar çerçevesinde imar 
planlarında yer almasına dikkat edilmelidir. 

 5. 30.11.1925 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Şeddine ve 
Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanunun 1 inci 
maddesinin ikinci fıkrası ile "Alelumum tarikatlerle şeyhlik, dervişlik, müritlik, 
dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, 
büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak 
maksadiyle nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara 
ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur." hükmü getirilmiş ve maddenin diğer 
kısımlarında bunlara aykın hareket edenler için verilecek cezalar hükme 
bağlanmıştır. 

 Kanun hükmü böyle iken, uygulamada kanuna aykırı hallerin ve davranışların 
var olduğu gözlenmektedir. Kanun uygulayıcısı güvenlik güçlerimizin kanunları 
uygulama ve aykırı hareket edenleri yargı mercileri önüne çıkarmakla görevli 
olduklarını hatırlatmakta yarar görülmüştür. 

 6. İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şur'a kararı ile Türk Silahlı 
Kuvvetlerinden ilişiği kesilen personel konusunun, istismar edilerek Türk Silahlı 
Kuvvetlerini dine karşıymış gibi gösterme çabalarına, zaman zaman bir kısım 
basınımızda rastlanmaktadır. 

 Yüce Türk Ulusu'nun gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bu gibi 
kampanyalar bilinçli olarak yapılmakta ve onun, halkımızın sevgi ve güveninden 
uzaklaştırılması hedeflenmektedir. 

 Bu gibi yayınların zararlarının ve neleri amaçladığı konusunun yeri geldikçe 
ve her fırsatta halkımıza anlatılması ve bu konuda basın mensuplarının 
aydınlatılmasının yararlı olacağı değerlendirilmektedir. 

 Bunun dışında Türk Silahlı Kuvvetlerini veya Devletin diğer kurum ve 
kuruluşlarını tahkir ve tezyif edici bu gibi davranışlar karşısında da derhal yasal 
işlemlere başlanmalıdır. 

 7. Vali ve kaymakamlarımız ile belediye başkanlarımızca yapılacak ilk defa 
memuriyete giriş atamalarında, irticai nitelikte ve bölücü kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarına sızmalarını önlemek için gereken titizlik gösterilecektir. 

 8. Bazı komşu ya da bölge ülkelerinin, ülkemizdeki demokratik ortamdan 
yararlanarak, büyük ölçüde finansman da sağlamak suretiyle tarikatlar kurmak 
veya ülkelerindeki bazı tarikatların uzantılarını ülkemiz topraklarında faaliyete 
geçirmek, ya da kurulmuş tarikatlara yardım ve destekte bulunmak suretiyle 
faaliyette bulundukları bir gerçektir. Bu ülkelerde bulunan ve kendilerine "İslami" ismini ekleyen terör örgütlerinin de ülkemizde zaman zaman faaliyet alanı aradıkları gözlenmektedir. 


 Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel 
bir çatışmadan korumak amacıyla bu tür hareketler için istihbarat çalışmaları 
yoğun bir şekilde sürdürülecek, bu ülkelerin vatandaşlarının ülkemizdeki 
faaliyetleri kontrol altında tutulacaktır. 

 9. Mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden 
olacak ve milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak tehlikeli 
faaliyetler üzerinde istihbarat faaliyetleri arttırılacaktır. 

 Bir yandan aşın dinci kesimdeki faaliyetlerin izlenmesine devam edilecek, 
diğer yandan alevi vatandaşlarımız üzerinde terör örgütlerinin etkileme 
faaliyetinde bulunacağı gözönüne alınacaktır. 

 Nitekim kanlı terör örgütü PKK ve onun başının son günlerde, ülkemizdeki 
alevi vatandaşlarımızı tahrik etmek suretiyle, bir alevi-sünni çatışması yaratmaya çalışan söylemlerde bulunmaya başladığı gözlenmektedir. Güvenlik güçlerince gerekli dikkat ve hassasiyetle müdahale edilecek ve yerinde söndürülecektir. 

 10. Belediyelerimiz o yerin mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak 
amacıyla kurulmuş birer yerel yönetim birimidir. Bazı belediye başkanlarımızın 
mahalli müşterek ihtiyaçları çözümlemek için çaba sarfetmek yerine zaman zaman, kendi görev alanlarıyla hiç bir ilgisi olmayan konularda faaliyet içine girdikleri gözlenmektedir. 

 Bazı belediye başkanlarının bu tutum ve davranışları, suç teşkil ettiği gibi, 
geliştirmek için çaba sarfettiğimiz yerel yönetim ruhuna ve reformlarına zarar 
vermektedir. Bu davranışlar, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusuna karşı 
olanların, görüşlerine haklı gerekçeler bulmalarını sağlamaktadır. 

 Yerel yöneticilerimizin de tasvip etmediği bu tutum ve davranışlara giren ve 
kanunen suç sayılabilecek beyanlarda bulunan belediye başkanlarımız hakkında, 
onlar üzerinde vesayet denetimine sahip bulunan Vali ve Kaymakamlarımızca her türlü yasal işleme başvurulacak, bunlar hakkında yürütülen soruşturmaların 
sür'atle sonuçlandırılması sağlanacak ve tekrarlanmaması için her kademede önlem alınacaktır. 

 Bunun dışında bazı belediye başkanlarımızın, irticai faaliyetleri nedeniyle 
Türk Silahlı Kuvvetlerinden Askeri Şur'a kararıyla ilişikleri kesilen personel 
konusunu istismar ederek, bu personeli belediyede, belediyeye bağlı işletme veya kuruluşlarda ya da belediyelerin kurduğu veya katıldığı şirketlerde sistemli olarak işe aldıkları anlaşılmaktadır. 

 Çok tabiidir ki demokratik bir hukuk devleti olan ülkemizde, bu şekilde 
ilişikleri kesilen personelin bir başka kamu kurumunda çalışmalarım engelleyecek bir mevzuat bulunmamakla birlikte, belediye başkanlarımızın sistemli olarak bu atamaları yapmaları rahatsızlık yaratmaktadır. Başkanlarımızın elbette bu gibi kişileri, gerekli atama iznini temin ettikten sonra, atamaya yetkileri varsa da bunu Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı "Siz işine son verirseniz, biz alırız" şeklinde bir tepki hareketine dönüştürmelerinin doğru olmayacağının herkes tarafından kabul edilebilecek bir gerçek olduğu unutulmamak ve bu konuda gerekli uyanlar belediye başkanlarımıza yapılmalıdır. 

 Bilindiği üzere, 19.3.1997 tarihli ve 10245 sayılı genelgemizle, açıktan atama 
izin taleplerinde ilk defa memuriyete atanacaklar ile daha önce memuriyet yapıp 
herhangi bir şekilde ayrılıp, tekrar memuriyete atanacaklar için formlar 
farklılaştırılmış olup, bu atama izin taleplerinin Bakanlığımıza gönderilmesinden 
önce Vali ve Kaymakamlarımızca gerekli ön inceleme yapılacaktır. 

 11. 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanuna aykırı olarak 
ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağ dışı bir görünüme yöneltecek uygulamalar 
konusunda yasaların öngördüğü tedbirler Anayasa Mahkemesinin bu konudaki 
kararlan istikametinde alınmalıdır. Bu tedbirlerin özellikle kamu kurum ve 
kuruluşlarında titizlikle uygulanması sağlanmalıdır. 

 12. Çeşitli nedenlerle verilen kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat 
oleinlerinin yapılması sırasında büyük bir titizlik gösterilmesi gerekmektedir. 
Kanun ve yönetmeliklerin uygulanmasında verilen yetkilerin sınırının aşılmaması ve daha dikkatli davranılması gerekmektedir. Aksine davranışların suç teşkil edeceği unutulmamalıdır. 

 13. Yardım Toplama Kanununda ve Yardım Toplama Kanununun Uygulama 
Esasları Hakkında Yönetmelikte; vardım toplama usul ve esasları açıkça 
düzenlenmesine rağmen evrakların tanziminde ve faaliyetlerin denetlenmesinde 
aksaklıkların ortaya çıktığı, bazı gerçek ve tüzel kişilerce izinsiz olarak yardım 
toplandığı gözlenmektedir. 

 Kurban derisi ve bağırsak toplama ile fitre ve zekat zarfı dağıtmak suretiyle 
yardım toplama yetkisi sadece Türk Hava Kurumu'na verilmişse de Yardım Toplama Kanununun 4 üncü maddesinde yardımın isteğe bağlı olduğu, kişi ve kuruluşların yardımda bulunmaya zorlanamayacağı, Borçlar Kanununda ise, bağış olarak verilen mal ve hakların kime verileceği konusunda tamamen bağışı yapanın iradesine bırakıldığı hususu düzenlenmiştir. Kanunlarda kişilerin kurban deri ve bağırsaklarını herhangi bir dernek veya hayır kurumuna bizzat götürerek 
vermelerini yasaklayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. 

 Türk Hava Kurumunca bu yolla elde edilen gelirler belli yüzdeler arasında 
Türkiye Kızılay Derneği. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Sosyal 
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ve Diyanet Vakfı'na verildiğinden gelirin amacına daha uygun harcanacağı dikkate alınarak Mülki İdare Amirlerince düzenlenecek toplantılarda köy ve mahalle muhtarları ve ilgililer Türk Hava Kurumu'na yardımda bulunmaları konusunda bilgilendirilecek, diğer gerçek ve tüzel kişilere toplama izni verilmeyecek, izinsiz faaliyete girişenler hakkında Kanunun 29 uncu maddesine göre işlem yapılacaktır. 

 Bazı valilerin, hava alam yapımı gibi projelerin gerçekleştirilmesi için kurban 
derisi toplama faaliyetlerini bizzat yürüttüklerine ya da koordine ettiklerine dair 
duyumlar alınmakta olup. böyle bir tutum ve davranış içine girilmemesi 
gerektiğinin bütün mülki amirlerce bilinmesi gereklidir. 

 14. Bazı belediyeler, siyasal partiler ya da derneklerce düzenlenen törenlerde 
özel üniforma giydirilmiş korumaların kullanıldığı müşahade edilmektedir Koruma ya da başka ne ad altında olursa olsun, bu gibi üniformaların giyilmesi yasalara uygun bulunmamaktadır. Zira yasalarımız hangi görevlilerin üniforma 
giyebileceklerini belirlemiştir. 

 Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında 
yasal işlemlere derhal başlanacak ve bu işlemler ivedilikle sonuçlandırılacaktır. 

 Yasa dışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa 
ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılacaktır. 

 15. Bilindiği gibi 25.7.1951 tarih ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen 
Suçlar Hakkında Kanun ile Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven, Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri ve yahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimselere cezai müeyyideler getirilmiştir. 

 Söz konusu Kanun Atatürk'ün sağlığında değil ülkemizin çok partili 
demokrasiye geçtiği bir dönemde yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanunun çıkarılmasına neden olan husus, çok partili demokrasiye geçişle birlikte birtakım fırsatçı ve bedbaht kişilerin, gelen hürriyet ve demokrasi havasını kötüye kullanarak inkılaplara ve bu inkılapların önderi olan Atatürk'e dergi ve broşürlerle çirkin ve tecavüzkar yazılar yazmaya yer yer Atatürk heykellerini kumaya başlamaları ve bu hareketlerin kamu vicdanında derin yaralar açmasıdır. 

 Bu Kanun, kadirşinas Türk milletinin kendine hür ve bağımsız bir vatan 
bırakan dahi ve kahraman evladı büyük Atatürk'ün eser ve inkılaplarının korunması kadar O'nun sevgisiyle dolu olan Türk milli vicdanının huzurunun da korunması amacıyla çıkarılmıştır. 

 Atatürk'e karşı yapılan hakaret ve tecavüzlerin sadece O'na karşı yapılmış olarak telakki edilmesi mümkün değildir. Bu hakaret ve tecavüzler. O'nun şahsında laik ve demokratik Cumhuriyetimize karşı yapılmış hakaretlerdir. 

 Bu nedenle mülki amirlerimiz ile kolluk kuvvetlerimizin söz konusu Kanunun uygulanmasında titizlik göstermeleri ve yasaya aykırı duruma rastlanılması halinde konunun yetkili Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal ettirmeleri büyük bir önem taşımakladır. 

 Sonuç olarak; 

 1. Yukarıda 15 madde olarak belirtilen ve bu yazı ekinde çalışma programı 
olarak gönderilen hususlar demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin, 
Anayasamızdaki ilkeler doğrultusunda yaşayabilmesi için hayati nitelikte 
unsurlar olup; bunların uygulanması ile korunup kollanması hususunda, basta 
valiler olmak üzere güvenlik güçlerimiz ve tüm kamu kurum ve kuruluşları 
gereken ciddiyet ve titizliği göstereceklerdir, 

 2. Çalışma programında belirtilen ve mevcut durumun tesbitine yönelik 
raporların birer örneği Bakanlığımıza gönderilecektir. 

 3. Valilerimiz her gün yapmakta oldukları asayiş saatinin belli bir bölümünü 
bu yazımız ve ekindeki çalışma programına ayıracaklardır. Bu bölümde görüşülen konulara göre gerektiğinde MİT temsilcisi ile Müftü, Milli Eğitim Müdürü gibi diğer kamu görevlilerinin de katılımı sağlanabilecektir. 

 4. Valilerimiz bu yazımız ve ek çalışma programının uygulanabilirliği üzerinde ki görüşleri ile yasa, yönetmelik değişikliği gibi önerilerini bu yazımızın 
alınmasından sonra bir ay içinde bir rapor halinde Bakanlığımıza gönderecek lerdir. 
Bilgi ve gereğini rica ederim.” 


 Genelgenin ekinde, ayrıca, 16 maddeden oluşan bir tedbirler paketinin yer aldığı faaliyet programı cetveli yer almaktadır. 

 Bu tedbirler aşağıda özetlenmektedir: 

 “1. Laikliğin büyük bir titizlikle ve hassasiyetle korunmasının sağlanması, ihmali görülenler hakkında işlem yapılması, 

 2. Özel yurt ve vakıf okullarının denetim altına alınması, kanuna uygun olmayanların kapatılması ve sorumlular hakkında işlem yapılması, 

 3. Diyanet İşleri Başkanlığı kontrolunda açılmamış Kur’an kurslarının tesbit edilerek faaliyetlerine son verilmesi, 

 4. Dini tesislerin siyasi istismar konusu yapılmaması, dinin tesis ihtiyacının ortaya konulması, bu konudaki çalışmaların il ve ilçe müftülüklerince koordine edilmesi, 

 5. Men edilmiş tarikatların ve 677 sayılı Kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmesi, 


 6. Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişikleri kesilen personel konusunun istismar edilmemesi, istismarın önlenmesi için bazı medya gruplarının aleyhteki yayınları hakkında yasal işlem yapılması 

 - Güvenlik güçlerince durum izlenerek Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal ettirilecektir. 

 - Valilerimizce yeri geldikçe, bu olayın arkasındaki senaryolar anlatılacaktır. 

 7. Kamu kurum ve kuruluşları ile belediyelere, aşırı dinci kesimden veya yasa dışı örgütlerden muhtemel sızmaların önlenmesi için, personel alımı ve çalıştırılmasının devamlı takip edilmesi, sızan bu tip personelin işine son verilmesi, 

 8. Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan koruyabilmek amacıyla komşu ülkelerin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerini önleyici tedbirler paketi oluşturulması 

 9. Aşırı dinci kesimlerin mezhep ayrılıklarını körüklemelerine mani olunması 

 10. Belediyelerin kendileri veya şirketleri vasıtasıyla, irticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasa dışı örgütlerle irtibatı nedeniyle ilişikleri kesilen personelin durumunun tesbit edilmesi, bu şekilde personel çalıştırılmasını önleyici tedbirler alınması, 

 11. Kıyafet Kanununa aykırı uygulamalara mani olunması, taviz verilmeden uygulama yapılması, 

 12. Kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemlerinin yapılmasında taleplerin dikkatle değerlendirilmesi, mevcut aykırılıların düzeltilmesi, 

 13. Kurban derilerinin rejim aleyhtarı kuruluşlarca toplanmasına mani olunması, kurban derisi toplamada Türk Hava Kurumuna destek olunması, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplayanlara karşı müeyyide uygulanması, mülki idare amirliklerince teşvik toplantıları düzenlenmesi, diğer gerçek ve tüzel kişilere toplama izni verilmemesi, 

 14. Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve sorumluları hakkında yasal işlemlerin ivedilikle sonuçlandırılması, yasal olmayan korumaların kaldırılması 

 15. Ülke sorunlarının çözümünü “ Millet ” kavramı yerine “ Ümmet ” kavramı bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendirici girişimler önlenmelidir. 

 16. Büyük kurtarıcı Atatürk’e saygısızlığın önlenmesi, 5816 sayılı Kanunun kesin olarak uygulanması.” 

 2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***