15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ 406 SAYILI MGK KARARININ UYGULAMALARI BÖLÜM 1


28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ  406 SAYILI MGK KARARININ UYGULAMALARI  BÖLÜM 1



 TSK, yakın geçmişe kadar, Milli Güvenlik Kurulu yoluyla, Türkiye’de hem iç hem de dış politikaya söz sahibi olmuştur. MGK mevzuatının kapsamlı şekilde değiştirildiği 2003 yılına kadar yoğun olarak devam eden bu süreçte, değişen iç ve dış siyasi gündeme bağlı olarak, hemen her toplantıda kimi zaman bir, kimi zaman iki kimi zaman da üç ayrı karar alınarak, iç ve dış politikaya yön verilmeye çalışılmıştır. 

 REFAH-YOL döneminde 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında üç ayrı alanda, üç farklı MGK Kararı (9 ilde uygulanmakta olan Olağanüstü Halin dört ay daha uzatılmasına ilişkin 404 sayılı Karar, dış politikayla ilgili 405 sayılı Karar ile irticayla ilgili 406 sayılı Karar) alınabilmiştir. 

 Böylece, “Kur’an Kurslarından, İmam Hatip Liselerine, vakıflardan, özel okullara, Radyo-TV yayınlarından, kurban derilerine, pompalı tüfeklerden türbanlı öğrencilere kadar” uzanan hemen her konuda siyasete müdahale edilmiştir. Başbakanlar ise belki de ellerinden bir şey gelmediği için 
iktidarlarını askerlerle paylaşmaktan kaçamamışlardır. Böylece, kanuni açıdan sözde danışma organı olarak MGK, fiiliyatta devletin “derin aklı” olmuştur. 

 TSK, 1990’lı yılların başından itibaren Refah Partisi’ni “şeriat/irtica” ile özdeş görerek, millet iradesine dayalı siyasi bir hareketi devlete yönelik bir tehdit olarak görmekten ve göstermekten çekinmemiştir. Bu doğrultuda, TSK, REFAH-YOL iktidarının işbaşına gelmesi üzerine, Millî Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 tarihinde yaptığı toplantıdan başlayarak, irticayla mücadele konusundaki kararlılığını sürdürmüş ve bu toplantıda Hükümete dikte edilen irticaya yönelik 18 maddelik tedbirden oluşan 406 sayılı MGK Kararının bütün unsurlarıyla hayata geçirilmesi için konunun takipçisi olmuştur. 

 Böylece, TSK, Refah Partisi yönetiminin tabanına anlatması mümkün olmayan bu Kararı Hükümete dikte ettirmekle kalmamış, brifingler yoluyla yüksek yargı ve medyayı da yönlendirmek suretiyle Refah Partisi’nin Anayasaya ve Siyasi Partiler Kanunu’na aykırı fiiller işlediği iddiasıyla bu partinin kapatılmasında etkili olmuştur. Bunun en önemli kanıtı bu brifinglerde yer alan hususlarla Refah Partisi’nin kapatılma davasına ilişkin iddianamenin örtüşmesidir. Neticede, sözkonusu MGK Kararıyla Hükümeti köşeye sıkışan Başbakan ERBAKAN, kendi iradesiyle Başbakanlıktan istifa etmek zorunda bırakılmıştır. 

 28 Şubat sürecinde, başında bir Orgeneralin bulunduğu MGK Genel Sekreterliği de kilit bir rol üstlenmiştir. Zira ilgili MGK mevzuatı gereğince, MGK Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan Taslak Toplantı Gündemleri, öncelikle Genelkurmay’ın görüş ve önerilerine sunulmuş, burada şekillenen gündem, daha sonra Başbakanların önüne getirilmiş, Başbakanlar çoğu zaman önemli bir 
değişiklik olmaksızın bu gündemleri kabul etmiş ve neticede Genelkurmayın görüşü çerçevesinde şekillenen gündem Cumhurbaşkanının onayıyla nihai hale getirilmiştir. Ayrıca, kimi zaman da, bizzat Genelkurmay Başkanları ya da Kuvvet Komutanları gündem dışı söz alarak, istedikleri konuları MGK gündemine taşıyabilmişlerdir. 

 Böylece, TSK ve MGK Genel Sekreterliği tarafından, özellikle, 28 Şubat sürecinden itibaren, hemen her alanda ve konuda, devlet çapında alınması istenen her türlü yasal düzenleme, idari tedbir ve tasarruf, önce MGK’ya taşınmış; burada Başbakan, Başbakan Yardımcıları ve Bakanların onayı ve 
Cumhurbaşkanı’nın tasvibiyle, Bakanlar Kurulu’na bildirilmek üzere karar haline getirilmiştir. 

 Bakanlar Kurulları da, Başbakanların daha önce altında imzası bulunan MGK kararlarına istinaden, siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda gerekli yasal değişiklikleri yapmış ve çeşitli idari kararlar almışlardır. Neticede, Bakanlar Kurulu’na ve TBMM iradesine açıkça müdahalede bulunularak yasama ve yürütme erkleri üzerinde vesayet tesis edilmiştir. 

 Bu doğrultuda, “bin yıl süreceği” ifade edilen irtica ile mücadele kapsamında, 406 sayılı Kararın ruhuna uygun olarak, alınması uygun görülen ilave tedbirler ile yasal ve idari düzenlemeler REFAH-YOL dönemi sonrasında yapılan her MGK toplantısında da, gündeme getirilmiştir. Böylece, irtica sadece 1990’larda değil, 2000’li yılların ortalarına kadar Türkiye’nin ana gündem maddelerinden birisini teşkil etmiştir. Nitekim, Refah Partisi’nin devamı niteliğinde olan Fazilet Partisi de, tıpkı Refah Partisi gibi, benzer gerekçelerle kapatılmaktan kurtulamamıştır. 

 Bir başka deyişle, TSK, MGK yoluyla, Türkiye siyasetinde, adeta perde gerisindeki Bakanlar Kurulu işlevini görmüş, siyasette var olan boşluğu doldurmuş ve bir bakıma “devletin çekirdeği” haline gelmiştir. 

 Türkiye’de MGK’nın, siyasete ne ölçüde müdahil olduğunun görülmesi amacıyla, Komisyonumuza gelen 01.01.1997-31.01.2000 dönemine ait MGK Kararlarına bakmak yeterli olacaktır. 

 Sözkonusu MGK Kararları incelendiğinde, bunların “yıkıcı, irticai, bölücü” radyo ve televizyon yayınlarının önlenmesinden, irticai vakıfların denetimine; Özel Eğitim Kurumlarının denetlenmesinden, yurt dışına gönderilen öğrencilerin takibine; cezaevleri koşullarından, geçici köy korucularına; sınır ticaretinden, Habur Gümrük kapısına; Olağanüstü Hal uygulamalarından, PKK terör örgütüne destek veren ülkelere karşı alınacak tedbirlere; Gelibolu Tarihi Milli Parkı Projesi’nden, Meriç Nehri Taşkın Koruma Projesi’ne; Trabzon’daki sel felaketin den etkilenenlerin Gökçeada’da iskan edilmesinden, vakıfların denetimine; GAP’ın durumundan, Güneydoğu illerindeki radyo ve televizyon yayınlarının izlenme oranlarına; Muzır Kurulu üyeliklerinden, MİT Müsteşarı atamasına, 
havacılığın ve Türk Hava Kurumu’nun sorunlarından, hangi tersanelerin Deniz Kuvvetlerine devredileceğine, doğu ve güneydoğu illerindeki sağlık sorunlarından, enerji nakil hatlarının güzergahlarına kadar uzanan, hem iç, hem de dış politikayı ilgilendiren hususlar olduğu görülmektedir. 

 Bu Kararlar, Türkiye’de siyasi iktidarların, yakın geçmişe kadar ağır bir askeri vesayet altında kaldıklarını; iktidar güçlerini doğrudan MGK, dolayısıyla 
Türk Silahlı Kuvvetleri ile paylaşmak zorunda kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır.225 Bu Kararların hemen hepsinde dikkat çeken nokta, Bakanlıkların görev alanına giren konularda, üst kurullar kurulmak suretiyle, hükümetleri baypas ederek, siyasete nüfuz etme isteğidir. 

 Bu Kararlar, Türkiye’de askerin uzun yıllar boyunca, “yüksek siyaset”le uğraşıp, siyasi iktidarlara ise ticaret, ekonomi, sağlık vb. “düşük siyaset” konularını 
bırakmış olduklarını gösterdiğini teyit etmektedir. 

1. Refah-Yol Hükümeti Dönemi: 

 1997-1999 yılları arasındaki MGK Kararları arasında, karar metni itibarıyla en uzun ve kapsamlı olanı 28 Şubat 1997 tarihli ve 406 sayılı MGK Kararı’dır. 

 Bilindiği üzere, 406 Sayılı MGK Kararı’nda; Türkiye’de şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların, demokratik, 
laik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla, kısa, orta ve uzun vadeli 18 tedbirin alınması 
öngörülmüştür. 

 Bu Karar’da, dikkat çeken husus, MGK Genel Sekreterliği tarafından, Karar ekinde yer alan tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline getirilmeyen uygulamaların, sonuçları hakkında belli süreler içerisinde Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK'na bilgi verilmesinin öngörülmesi dir. 406 sayılı Karar dışındaki hiçbir MGK kararında, MGK Genel Sekreterliğine bu görev verilmemiştir. 

 Başbakan ERBAKAN, 406 sayılı MGK kararının onay sahifesini, toplantı esnasında değil, toplantıdan dört veya beş gün sonra imzalamış ve bu imzayı 
müteakip MGK Genel Sekreteri Org.İlhan KILIÇ, bu Kararı derhal tüm Bakanlık, kurum ve kuruluşlara bir üst yazıyla yayımlamıştır. Böylece, esasen, “Tavsiye” 
niteliğinde olan/olması gereken 406 sayılı MGK Kararı, bu emrivaki yazıyla, bir anda Hükümet Direktifi haline dönüştürülmek istenmiştir. 


1.1. 14 Mart 1997 Tarihli Başbakanlık Direktifi: 

 Yapılan baskılara bir süre direnen ERBAKAN, nihayet 14 Mart 1997 tarihinde, 01704 sayılı Direktif ekinde, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı Basın Bildirisini, 406 sayılı MGK Kararını ve bu Kararın eki olan “ EK-A (REJİM ALEYHTARI İRTİCAİ FAALİYETLERE KARŞI ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER)” adlı on sekiz maddelik belgeyi, tüm Bakanlıklara gereği, Cumhurbaşkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine ise bilgi için göndermek durumunda 
kalmıştır. 

 Ancak sözkonusu Direktifte, hem şekil, hem de içerik yönünden ERBAKAN’ın MGK Kararıyla mutabık olmadığını işaret eden çeşitli hususlar bulunmaktadır. Şekil yönünden dikkat çeken husus, Direktif yazısında, “Konu” hanesinin boş bırakılmış olmasıdır. Böylesine önemli bir yazıda, “Konu” hanesinin boş bırakılmış olması basit bir dikkatsizlikle açıklanamaz. Bu “unutkanlık”, yazıyı kaleme alan kişi ve kişilerin, 406 sayılı Kararı herhangi bir Konu’ya oturtamadığı nın bir işareti olabilir. 

 İkinci ve daha önemli olan husus ise Direktif yazısının içeriğidir. Direktif metni aynen şöyledir: 

 “28.2.1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararlarının 13 Mart 1997 günü Bakanlar Kurulu'nda öncelikle müzakere edildiği malumlarınızdır. Bu müzakerede alınan "İrtica ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi" kararı mucibince Milli Güvenlik Kurulu'nun Bakanlar Kurulumuza bildirdiği hususların bir kopyası ilişikte bilgilerinize sunulmuştur. Bu konuların önemle dikkate alınarak, Anayasamızın; T.C. Devletinin Demokratik, Laik, Sosyal bir hukuk devleti olması temel ilkeleri 
çerçevesinde, Bakanlığınızı ilgilendiren konularda, konuyla ilgili kısa, orta ve uzun vadeli tedbirlerin dikkat ve ihtimamla alınması, mali destek ve yasa değişikliğine ihtiyaç gösteren tedbirler varsa, bunlar hakkında da Bakanlar Kurulunca gereğinin yerine getirilebilmesi için Başbakanlığa bilgi verilmesini rica ederim.” ifadeleri yer almıştır. 

 Yukarıdaki kısa Direktif yazısında dikkat çeken ilk nokta, 406 sayılı MGK Kararının Bakanlar Kurulunda müzakere edildiğinin vurgulanmasıdır. Bu husus, MGK Kararlarının tavsiye niteliğinde olmayıp, bağlayıcı nitelikli olduğu yönündeki siyasi baskılara karşı bir duruşun gösterilmesi bakımından önem arz etmektedir. 

 Dikkat çeken ikinci nokta, 406 sayılı MGK Kararında var olan “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık” ifadesinin, ERBAKAN tarafından imzalanan Direktif’te bulunmamasıdır. 

 Oysaki, bu ifade, 406 sayılı MGK Kararında aşağıdaki şekilde geçmektedir: 

 “Kurul'un bu toplantısında, esasları ve nitelikleri Anayasada belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik; lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile, bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmiştir.” 

 Bu durum, Başbakan ERBAKAN’ın 406 sayılı Kararın uygulanmasında, Devletin “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” niteliklerinin esas alınmasını istediği şeklinde yorumlanabilir. 

 Üçüncü önemli nokta ise yine 406 sayılı MGK Kararında var olan “cumhuriyet rejimimiz” şeklindeki ifadenin, ERBAKAN imzalı Direktif’te olmayışıdır. Ne Anayasamızda, ne de yasalarımızda yer almayan “rejim” kavramının, 406 sayılı karara sokulması, kararı hazırlayanların ideolojik duruşunun anlaşılması bakımından önem arz etmektedir. Ne var ki, Başbakan ERBAKAN’ın bu terminolojiye itibar etmediği görülmektedir. 

 Bu Direktif’te dikkat çeken dördüncü ve son nokta ise 406 sayılı Kararın nasıl uygulanacağı konusunda bir ayrıntılı ve açıklayıcı çerçevenin çizilmemiş olmasıdır. 

 Bu durum, TSK içindeki belli kesimleri tatmin etmemiş olacak ki, ERBAKAN tarafından yayımlanan Direktif’ten on dört gün sonra, bu kez, İçişleri Bakanı Meral AKŞENER imzasıyla, 406 sayılı MGK Kararlarının tüm Türkiye sathında uygulanması maksadıyla İl Valiliklerine bir Genelge yayımlanmıştır.226 

1.2. 28 Mart 1997 Tarihli İçişleri Bakanlığı Genelgesi: 

 İçişleri Bakanı Meral AKŞENER imzasıyla, 28.03.1997 tarihinde, 070674 sayılı “Anayasa ve Yasaların Uygulanmasına Uyulacak Usul ve Esaslar” konulu, “KİŞİYE ÖZEL” mühürlü, dokuz sahifelik bu Genelge, 80 İl Valiliği, İçişleri Bakanlığı Genel Müdürlüğü, Bağlı Kuruluşlarına ve Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Teşkilatına gereği için; Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, 
Başbakanlığa, MGK Genel Sekreterliğine, Genelkurmay Başkanlığına, Milli Savunma Bakanlığına ise bilgi için gönderilmiştir. 

 406 sayılı MGK Kararı çerçevesinde hazırlanan on beş maddelik tedbirler dizisi ile Sonuç bölümünden oluşan bu Genelge, Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL Arşivinde de yer almaktadır. 

 Başında dönemin İçişleri Bakanı Müsteşarı Teoman ÜNÜSAN’ın bulunduğu İçişleri bürokrasisi tarafından hazırlanarak, DYP’li İçişleri Bakanı Bakan Dr.Meral AKŞENER tarafından imzalanan bu Genelge, on beş madde ve sonuç bölümü ile alınacak tedbirlere ilişkin on altı maddeden oluşan bir Ek’ten oluşmaktadır. 

 Didaktik bir üslupla, adeta uzun bir “ Laiklik manifestosu ” şeklinde kaleme alındığı görülen bu Genelge metninde, Laiklikle ile ilgili ifadelerin koyu harflerle yazılması; daha önce Başbakan ERBAKAN tarafından 14 Mart 1997 tarihinde yayımlanan Direktif’te yer verilmemiş olan, “ Atatürk Milliyetçiliği ” ifadesine yer verilmesi, sık sık Laiklik ilkesine vurgu yapılması dikkat çekmektedir. 

 Öncelikle dönemin bir iç politika analiziyle başlayan Genelge’de, ardından 406 sayılı MGK Kararında yer alan on sekiz tedbirin, on beş madde altında toplanarak her biri için ayrı, ayrı Valiliklere talimat verildiği görülmektedir. 

 İçişleri Bakanlığı merkez teşkilatının 28 Şubat sürecindeki politik duruşunun ve psikolojik durumunun anlaşılması bakımından önem arz ettiği düşünülen bu Genelge’nin metni, olduğu gibi, aşağıda sunulmuştur:227 

 “1. Anayasamızın 1 inci maddesi 1924 ve 1961 Anayasalarında olduğu gibi Türk Devletinin yönetim biçiminin bir Cumhuriyet olduğunu ilan etmekte, 2 nci maddesi ise “ Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti dir.” hükmünü taşımaktadır. 

 Söz konusu maddenin gerekçesinde ise “Türkiye Cumhuriyetinin her şeyden önce Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, yani bütün fertlerinin kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, diğer bir deyişle, milli dayanışma ve adalet içerisinde yaşayan bir toplum olduğu açıklanmıştır. Bu toplum, insan haklarına saygılı, başlangıçta belirtilen Atatürk ilkelerine dayanan, siyasi rejimler içinde insan haysiyetini en iyi koruyan, gerçekleştiren ve teminat altına alan 
demokratik rejimi benimsemiştir. Demokratik rejimin de laiklik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine dayandığı belirtilmiştir. Demokrasi, egemenliğin millete ait olduğu bir siyasi rejimdir. Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik ise, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi 
kılınmaması anlamına gelir” ifadeleri yer almaktadır. 

 Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk’e göre; “Laiklik, sadece din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir. Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz. 

 Laiklik uygar yaşayışın da bir şartı olmuştur. Türk inkılabı, dine karşı veya din aleyhtarlığı şeklinde değil, din ile ilgili bulunmayan çökmüş, kokuşmuş kurumlara karşı oluşturulmuştur. Dinin hasis menfaatler uğruna istismarına şiddetle karşı koymuştur. Türk inkılabı ile ümmet devrinden millet devrine geçilmiştir. 

 Yine Anayasamızın 14 üncü maddesinin 1 inci fıkrasında hak ve hürriyetlerin ne gibi kötü kasıtla kullanılamayacağı sayma yoluyla belirlenirken; Anayasa yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacıyla kullanılamayacağı hususu da açıkça belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde ise; bazı hallerde kanun hükümlerine uygun 
olarak kullanılan bir hürriyetin esasında başka bir kasıt gütmesinin ve bu kastın da fıkrada belirtilen yasak amaçlara yönelik bulunmasının her zaman mümkün olduğu belirtilerek, bu konuda Anayasasının 13 üncü maddesinde yer alan genel ve özel nedenlerle gerçekleştirilecek sınırlamaların ötesinde bir sınırlama getirilmesinin zaruretine işaret edilmiştir. Ayrıca maddenin son fıkrasında, 
Anayasanın hiçbir hükmünün, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamayacağı hükme bağlanmıştır. 

 24 üncü maddede ise; Herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine 
sahip olduğu, 14 üncü madde hükümlerine aylan olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenlerin serbest bulunduğu ve kimsenin ibadete, dini ayin ve törenlere 
katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamıyacağı, dini inanç ve 
kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı, din ve ahlak eğitim ve öğretiminin Devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı hüküm altına 
alınmıştır. 

 Anayasamız din ve vicdan ,düşünce ve kanaat hürriyetlerine özel bir önem 
vermiştir. Nitekim 15 inci maddesinde savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde dahi hiçbir sebep ve surette durdurulamayacak, ihlal edilemiyecek hak ve hürriyetleri sınırlı şekilde sayarken din ve vicdan hürriyetini de ifade etmiştir. 

 Son günlerde, Anayasamızda Cumhuriyetin temel ilkeleri arasında yer alan 
ve yine Anayasanın 4 üncü maddesi ile değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği belirtilen laiklik ilkesi ile 24 üncü maddesindeki "Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini v0ya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz." hükmüne aykırı tutum ve davranışlara rastlandığı gözlenmektedir. 

 Ülke sorunlarının çözümünü " Millet" kavramı yerine " Ümmet " kavramı 
bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı 
bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimlerin varlığı, ülkemiz açısından 
ciddi tehlikeler oluşturabilecek bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. 

 Bunun dışında, komşu ülkelerden bazılarının, zaman zaman ülkemizde rejim 
aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranış içine girmek suretiyle ülkemizi çağ dışı bir 
rejime itme gayretleri de inkar edilemez bir gerçektir. Bu ülkeler faaliyetlerini bir yandan ülkemizdeki radikal dinci terör örgütlerine verdikleri destek ile diğer 
yandan, daha uzun vadede, bazı tarikat ve grupları kontrol etmek suretiyle 
yönlendirmektedirler. Bu yönlendirmeyi yaparlarken parasal harcamalardan 
çekinmemekte ve masum vatandaşlarımızı farkına varmadıkları istikametlere 
götürmektedirler. 

 Yukarıda belirtilen etkiler altında, bazı aşın dinci kesimlerin ülkemizde 
mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara ve milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açması ihtimalinin de mevcut olması olaya ayrı bir boyut kazandırmaktadır. Bazı terörist sol örgütler ile bölücü terör örgütü PKK liderinin de aynı şekilde diğer mezheplerdeki vatandaşlarımızı körükledikleri bir diğer gerçektir. 

 Yirmibirinci yüzyıla yaklaştığımız bu dönemde dahi, ne yazık ki, yüce 
dinimiz'in ülkemizde bir politika aracı olarak zaman zaman kullanıldığı müşahade edilmiştir. Dinden, çıkar aracı olarak, iktidara ulaşım aracı olarak yararlanmanın, gerçekte bir türlü din düşmanlığı olduğu gözden ırak tutulmuştur. Din bezirganlığı, dinden kişisel çıkar için yararlanma ve dini baskı aracı olarak kullanma politikalarının milletimizce de tasvip edilmediği aşikardır. 

 Demokrasinin nimetlerinden faydalanarak demokrasiyi rafa kaldırmayı hedef alan her türlü ayrılıkçı politika izleyen bölücü örgütler ile kökü dışarıda 
radikal dinci gruplara karşı Devletimiz ve demokrasimiz kendisini, halkımızın 
kabulüne mazhar olmuş Anayasası ve kayıtsız şartsız milletimize ait olan 
hakimiyeti, onun adına kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul ettiği 
yasaların sağladığı hukuk düzeni içinde savunmak durumundadır. 

 Vatandaşlarımız da, içinde yaşadığı coğrafyanın zorluklarını kabul etmek 
ve Devlet olarak var olabilmek için gerekli önlemleri almak durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti sorunlarını demokrasiye sımsıkı sarılarak çözüp aşabilecek güçtedir. 

 Anayasamızın 2 nci maddesinde ifadesini bulduğu üzere, Türkiye 
Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Hukuk Devleti olmanın en önemli gereklerinden biri de yürürlükte bulunan yasaların kişi veya zaman ayrımı gözetilmeksizin uygulanması zorunluluğudur. Yasalar var olduğu sürece bunları uygulamaya yetkili kılınmış kamu görevlilerinin, şartlar ne olursa olsun, bunları uygulaması gerekmektedir. Aksi takdirde bir kısım yasa hükümlerinin uygulanması, diğer bir kısmının uygulanmaması ya da uygulamada kişi ayrımı gözetilmesi, tam bir keyfiliğe yol açacaktır ki bu da hukuk düzenimizin dolayısıyla rejimimizin tehlikeye girmesine yol açacaktır. 

 Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde aşağıdaki hususların bir kez 
daha hatırlatılmasında ve tedbirlerin alınmasında Bakanlığımca yarar görülmüştür. 

 2. Bilindiği gibi, öğrenci yurtları ile özel okulların açılmasında, işletilmesin de ve kapatılmasında valiliklere önemli yetkiler verilmiştir. Bu yetkilerin en önemlisi de denetim yetkisidir. 

 Öğrenci Yurtları ile Benzeri Kurumların Açılması, İşletilmesi ve 
Denetlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 51 inci maddesi aşağıdaki hükmü 
taşımaktadır: 

 " MADDE 51- Yapılan denetlemeler sonucunda; 

 a) Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı hareket eden, 

 b) Devletin, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü bozma doğrultusunda faaliyet gösteren, 

 c) Bölgecilik, ırkçılık propogandası yapan ve dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek faaliyette bulunan, 

 d) Yapılan ikazlara rağmen tabi oldukları mevzuat hükümlerine ve bu 
yönetmelikte belirtilen esaslara uymayan, 

 e) Sorumlu olduğu öğrencilerin barınma, beslenme, eğitim ve öğretim 
ihtiyaçlarını karşılamayan, 

 f) Öğrencilerin güvenliğini sağlamayan ve tehlikeye sokan,  kurumlar hakkında tabi oldukları mevzuat hükümlerine göre kapatılma işlemlerine mahallin en büyük mülki amiri'nce başlanır ve bu konuda işleme başlanırken ve kapatılma kararı alındıktan sonra Bakanlığa (Milli Eğitim Bakanlığı) bilgi sunulur.” 

 Madde metninden de anlaşıldığı gibi mülki idare amirlerine geniş bir yetki 
verilmiştir. Ancak yasal durumun böyle olmasına karşılık tarikatlarla bağlantılı 
bazı özel yurt ve okulların olduğu da gözlenmektedir. 

 Söz konusu yurtlarda dinin veya dini hissiyatın veya dince mukaddes 
sayılan şeylerin alet edilerek faaliyette bulunulup bulunulmadığının mülki 
amirlerce yalandan izlenmesi ve bu şekilde faaliyette bulunanların tesbit edilmesi halinde kapatılması gerekmektedir. 

 Sözkonusu Yönetmeliğin 45-49 maddelerinde ise mülki idare amirlerinin 
denetlemeye ilişkin yetkileri, denetim periyotları, denetleme ekipleri, denetleme 
sonuç raporlan ile kurum ve yönetim personelinin geçici olarak mülki idare 
amirlerince görevden uzaklaştırılmaları konularında ayrıntılı açıklamalar 
yapılmaktadır. 

 Mülki idare amirleri yasa ve yönetmeliklerce kendilerine verilen tüm yetkilerde olduğu gibi bu konuda da yetkilerini eksiksiz olarak kullanmalıdırlar. 

 Bu çerçevede olmak üzere; Mülki idare amirlerimiz, izinsiz açılmış ve 
tarikatlara bağlı özel yurtların mevcut durumlarını tesbit edip yasal gereğini 
yapacaklardır. 

 Yurt dışında faaliyet gösteren "İslami Cemiyet ve Cemaatler Birliği" gibi 
yasa dışı bir çok örgüt tarafından legal ve illegal yollardan ülkemize sokulan 
yıkıcı, bölücü ve irticai nitelikli yayınların yanında aynı amaçlı video ve ses 
kasetlerinin zaman zaman gönderilmesine ağırlık verildiği bilinmektedir. 

 Güvenlik güçlerimiz, özellikle öğrencilerimizin bu tip yıkıcı, bölücü ve 
irticai yayınlardan korunması açısından bu yurtların yöneticilerini bu konuda 
uyarmak ve bu yayınların ülke içinde olduğu gibi yurtların dahilinde de okunmasını engellemek görevini tam bir titizlikle yürütmelidirler. Bu konuda PTT ve Gümrük idareleriyle koordineli olarak denetim ve kontrollerin sıklaştırılması 
gerekmektedir. 

 Bunun dışında iliniz dahilinde faaliyette bulunan matbaalarda da basılan 
her türlü yıkıcı, bölücü ve irticai yayınların araştırılmasının titizlikle yapılarak, 
suç unsuru ihtiva edenlerin zamanında Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal 
ettirilmesi sağlanacaktır. 

 3. Din, insan için fıtri bir ihtiyaçtır. Bunun içindir ki tarihin hiç bir 
döneminde dinsiz bir topluma rastlanmamıştır. 

 Din, insanlık tarihine hakim olan en büyük etkendir. Çünkü her milletin 
kültürünün temelinde din vardır. Nüfusunun % 99'u müslüman olan Ülkemizde; 
kültürümüzün temelinde, ferdi ve sosyal hayatımızın şekillenmesinde, milli örf ve adetlerimizin oluşmasında, milli birlik ve beraberliğimizin sağlanmasında, devam ettirilmesinde, vatan, millet, bayrak ve benzeri ortak milli duygularımızın canlı tutulmasında İslamiyetin rolü ve fonksiyonu aşikardır. 

 Dinin fonksiyonunu müsbet yönde yapabilmesi, iyi anlaşılmasına bağlıdır. 
İyi anlaşılması için de iyi ve doğru öğretilmesi gerekmektedir. 

 Bu kutsal dinin temel kitabı Kur'an-ı Kerimdir. Kur'an-ı Kerimi öğrenmek 
ve öğretmek, her müslümanın, dini, vicdani, ahlaki, sosyal ve kültürel hakkı ve 
hürriyetidir. Milletimiz Kur'an öğretimine tarih boyunca büyük önem vermiş ve bu amaçla birçok müessese kurmuştur. 

 Bu müesseseler Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze kadar Diyanet 
İşleri Başkanlığı'nın yönetim ve denetiminde Kur'an Kursu olarak faaliyetlerini 
sürdürmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu görevini hiçbir görüş, felsefi inanç ve mezhep ayırımı yapmadan milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek yerine getirmektedir. 

 Ancak bazı tarikatların veya dini grupların yasal olmayan yollardan ve 
bazan dernek, bazan vakıf adı altında, görünüşte Kur'an kursları açtıkları ihbarları Bakanlığımıza intikal etmektedir. Bu dernek veya vakıflarca dini duyguları istismar edici, bölücü ve yıkıcı faaliyetler yürütülebileceği ayrıca ehliyetsiz kişilerin menfaat temini amacıyla bu tür işlere girebileceği hususları da göz önünde bulundurulmalıdır. 

 Bu bağlamda, Devlet’in gözetim ve denetiminde sağlıklı biçimde din 
eğitiminin, dolayısıyla Kur’an öğretiminin yapılmasında milli birliğimiz ve 
bütünlüğümüz açısından zaruret olduğu düşünülmektedir. 

 4. Zaman zaman basma intikal eden haberlerden, yurdun çeşitli yerlerinde 
yapılan dini tesislerin, belli çevrelere mesaj vermek amacıyla, gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmakta olduğu müşahade olunmuştur. 

 Bu tür tesislerle ilgili ihtiyaçların tesbiti, ilinizde müftülükler ve belediyeler ile diğer ilgili makamlar arasında koordinasyon sağlanarak gerçekleştirilmelidir. 

 Bu tesbitler yapılırken özellikle yeni yerleşim alanlarının imara açılması 
sırasında mutlaka okul ve cami yerlerinin belirlenen kıstaslar çerçevesinde imar 
planlarında yer almasına dikkat edilmelidir. 

 5. 30.11.1925 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Şeddine ve 
Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanunun 1 inci 
maddesinin ikinci fıkrası ile "Alelumum tarikatlerle şeyhlik, dervişlik, müritlik, 
dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, 
büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak 
maksadiyle nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara 
ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur." hükmü getirilmiş ve maddenin diğer 
kısımlarında bunlara aykın hareket edenler için verilecek cezalar hükme 
bağlanmıştır. 

 Kanun hükmü böyle iken, uygulamada kanuna aykırı hallerin ve davranışların 
var olduğu gözlenmektedir. Kanun uygulayıcısı güvenlik güçlerimizin kanunları 
uygulama ve aykırı hareket edenleri yargı mercileri önüne çıkarmakla görevli 
olduklarını hatırlatmakta yarar görülmüştür. 

 6. İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şur'a kararı ile Türk Silahlı 
Kuvvetlerinden ilişiği kesilen personel konusunun, istismar edilerek Türk Silahlı 
Kuvvetlerini dine karşıymış gibi gösterme çabalarına, zaman zaman bir kısım 
basınımızda rastlanmaktadır. 

 Yüce Türk Ulusu'nun gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bu gibi 
kampanyalar bilinçli olarak yapılmakta ve onun, halkımızın sevgi ve güveninden 
uzaklaştırılması hedeflenmektedir. 

 Bu gibi yayınların zararlarının ve neleri amaçladığı konusunun yeri geldikçe 
ve her fırsatta halkımıza anlatılması ve bu konuda basın mensuplarının 
aydınlatılmasının yararlı olacağı değerlendirilmektedir. 

 Bunun dışında Türk Silahlı Kuvvetlerini veya Devletin diğer kurum ve 
kuruluşlarını tahkir ve tezyif edici bu gibi davranışlar karşısında da derhal yasal 
işlemlere başlanmalıdır. 

 7. Vali ve kaymakamlarımız ile belediye başkanlarımızca yapılacak ilk defa 
memuriyete giriş atamalarında, irticai nitelikte ve bölücü kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarına sızmalarını önlemek için gereken titizlik gösterilecektir. 

 8. Bazı komşu ya da bölge ülkelerinin, ülkemizdeki demokratik ortamdan 
yararlanarak, büyük ölçüde finansman da sağlamak suretiyle tarikatlar kurmak 
veya ülkelerindeki bazı tarikatların uzantılarını ülkemiz topraklarında faaliyete 
geçirmek, ya da kurulmuş tarikatlara yardım ve destekte bulunmak suretiyle 
faaliyette bulundukları bir gerçektir. Bu ülkelerde bulunan ve kendilerine "İslami" ismini ekleyen terör örgütlerinin de ülkemizde zaman zaman faaliyet alanı aradıkları gözlenmektedir. 


 Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel 
bir çatışmadan korumak amacıyla bu tür hareketler için istihbarat çalışmaları 
yoğun bir şekilde sürdürülecek, bu ülkelerin vatandaşlarının ülkemizdeki 
faaliyetleri kontrol altında tutulacaktır. 

 9. Mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden 
olacak ve milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak tehlikeli 
faaliyetler üzerinde istihbarat faaliyetleri arttırılacaktır. 

 Bir yandan aşın dinci kesimdeki faaliyetlerin izlenmesine devam edilecek, 
diğer yandan alevi vatandaşlarımız üzerinde terör örgütlerinin etkileme 
faaliyetinde bulunacağı gözönüne alınacaktır. 

 Nitekim kanlı terör örgütü PKK ve onun başının son günlerde, ülkemizdeki 
alevi vatandaşlarımızı tahrik etmek suretiyle, bir alevi-sünni çatışması yaratmaya çalışan söylemlerde bulunmaya başladığı gözlenmektedir. Güvenlik güçlerince gerekli dikkat ve hassasiyetle müdahale edilecek ve yerinde söndürülecektir. 

 10. Belediyelerimiz o yerin mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak 
amacıyla kurulmuş birer yerel yönetim birimidir. Bazı belediye başkanlarımızın 
mahalli müşterek ihtiyaçları çözümlemek için çaba sarfetmek yerine zaman zaman, kendi görev alanlarıyla hiç bir ilgisi olmayan konularda faaliyet içine girdikleri gözlenmektedir. 

 Bazı belediye başkanlarının bu tutum ve davranışları, suç teşkil ettiği gibi, 
geliştirmek için çaba sarfettiğimiz yerel yönetim ruhuna ve reformlarına zarar 
vermektedir. Bu davranışlar, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusuna karşı 
olanların, görüşlerine haklı gerekçeler bulmalarını sağlamaktadır. 

 Yerel yöneticilerimizin de tasvip etmediği bu tutum ve davranışlara giren ve 
kanunen suç sayılabilecek beyanlarda bulunan belediye başkanlarımız hakkında, 
onlar üzerinde vesayet denetimine sahip bulunan Vali ve Kaymakamlarımızca her türlü yasal işleme başvurulacak, bunlar hakkında yürütülen soruşturmaların 
sür'atle sonuçlandırılması sağlanacak ve tekrarlanmaması için her kademede önlem alınacaktır. 

 Bunun dışında bazı belediye başkanlarımızın, irticai faaliyetleri nedeniyle 
Türk Silahlı Kuvvetlerinden Askeri Şur'a kararıyla ilişikleri kesilen personel 
konusunu istismar ederek, bu personeli belediyede, belediyeye bağlı işletme veya kuruluşlarda ya da belediyelerin kurduğu veya katıldığı şirketlerde sistemli olarak işe aldıkları anlaşılmaktadır. 

 Çok tabiidir ki demokratik bir hukuk devleti olan ülkemizde, bu şekilde 
ilişikleri kesilen personelin bir başka kamu kurumunda çalışmalarım engelleyecek bir mevzuat bulunmamakla birlikte, belediye başkanlarımızın sistemli olarak bu atamaları yapmaları rahatsızlık yaratmaktadır. Başkanlarımızın elbette bu gibi kişileri, gerekli atama iznini temin ettikten sonra, atamaya yetkileri varsa da bunu Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı "Siz işine son verirseniz, biz alırız" şeklinde bir tepki hareketine dönüştürmelerinin doğru olmayacağının herkes tarafından kabul edilebilecek bir gerçek olduğu unutulmamak ve bu konuda gerekli uyanlar belediye başkanlarımıza yapılmalıdır. 

 Bilindiği üzere, 19.3.1997 tarihli ve 10245 sayılı genelgemizle, açıktan atama 
izin taleplerinde ilk defa memuriyete atanacaklar ile daha önce memuriyet yapıp 
herhangi bir şekilde ayrılıp, tekrar memuriyete atanacaklar için formlar 
farklılaştırılmış olup, bu atama izin taleplerinin Bakanlığımıza gönderilmesinden 
önce Vali ve Kaymakamlarımızca gerekli ön inceleme yapılacaktır. 

 11. 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanuna aykırı olarak 
ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağ dışı bir görünüme yöneltecek uygulamalar 
konusunda yasaların öngördüğü tedbirler Anayasa Mahkemesinin bu konudaki 
kararlan istikametinde alınmalıdır. Bu tedbirlerin özellikle kamu kurum ve 
kuruluşlarında titizlikle uygulanması sağlanmalıdır. 

 12. Çeşitli nedenlerle verilen kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat 
oleinlerinin yapılması sırasında büyük bir titizlik gösterilmesi gerekmektedir. 
Kanun ve yönetmeliklerin uygulanmasında verilen yetkilerin sınırının aşılmaması ve daha dikkatli davranılması gerekmektedir. Aksine davranışların suç teşkil edeceği unutulmamalıdır. 

 13. Yardım Toplama Kanununda ve Yardım Toplama Kanununun Uygulama 
Esasları Hakkında Yönetmelikte; vardım toplama usul ve esasları açıkça 
düzenlenmesine rağmen evrakların tanziminde ve faaliyetlerin denetlenmesinde 
aksaklıkların ortaya çıktığı, bazı gerçek ve tüzel kişilerce izinsiz olarak yardım 
toplandığı gözlenmektedir. 

 Kurban derisi ve bağırsak toplama ile fitre ve zekat zarfı dağıtmak suretiyle 
yardım toplama yetkisi sadece Türk Hava Kurumu'na verilmişse de Yardım Toplama Kanununun 4 üncü maddesinde yardımın isteğe bağlı olduğu, kişi ve kuruluşların yardımda bulunmaya zorlanamayacağı, Borçlar Kanununda ise, bağış olarak verilen mal ve hakların kime verileceği konusunda tamamen bağışı yapanın iradesine bırakıldığı hususu düzenlenmiştir. Kanunlarda kişilerin kurban deri ve bağırsaklarını herhangi bir dernek veya hayır kurumuna bizzat götürerek 
vermelerini yasaklayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. 

 Türk Hava Kurumunca bu yolla elde edilen gelirler belli yüzdeler arasında 
Türkiye Kızılay Derneği. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Sosyal 
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ve Diyanet Vakfı'na verildiğinden gelirin amacına daha uygun harcanacağı dikkate alınarak Mülki İdare Amirlerince düzenlenecek toplantılarda köy ve mahalle muhtarları ve ilgililer Türk Hava Kurumu'na yardımda bulunmaları konusunda bilgilendirilecek, diğer gerçek ve tüzel kişilere toplama izni verilmeyecek, izinsiz faaliyete girişenler hakkında Kanunun 29 uncu maddesine göre işlem yapılacaktır. 

 Bazı valilerin, hava alam yapımı gibi projelerin gerçekleştirilmesi için kurban 
derisi toplama faaliyetlerini bizzat yürüttüklerine ya da koordine ettiklerine dair 
duyumlar alınmakta olup. böyle bir tutum ve davranış içine girilmemesi 
gerektiğinin bütün mülki amirlerce bilinmesi gereklidir. 

 14. Bazı belediyeler, siyasal partiler ya da derneklerce düzenlenen törenlerde 
özel üniforma giydirilmiş korumaların kullanıldığı müşahade edilmektedir Koruma ya da başka ne ad altında olursa olsun, bu gibi üniformaların giyilmesi yasalara uygun bulunmamaktadır. Zira yasalarımız hangi görevlilerin üniforma 
giyebileceklerini belirlemiştir. 

 Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında 
yasal işlemlere derhal başlanacak ve bu işlemler ivedilikle sonuçlandırılacaktır. 

 Yasa dışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa 
ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılacaktır. 

 15. Bilindiği gibi 25.7.1951 tarih ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen 
Suçlar Hakkında Kanun ile Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven, Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri ve yahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimselere cezai müeyyideler getirilmiştir. 

 Söz konusu Kanun Atatürk'ün sağlığında değil ülkemizin çok partili 
demokrasiye geçtiği bir dönemde yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanunun çıkarılmasına neden olan husus, çok partili demokrasiye geçişle birlikte birtakım fırsatçı ve bedbaht kişilerin, gelen hürriyet ve demokrasi havasını kötüye kullanarak inkılaplara ve bu inkılapların önderi olan Atatürk'e dergi ve broşürlerle çirkin ve tecavüzkar yazılar yazmaya yer yer Atatürk heykellerini kumaya başlamaları ve bu hareketlerin kamu vicdanında derin yaralar açmasıdır. 

 Bu Kanun, kadirşinas Türk milletinin kendine hür ve bağımsız bir vatan 
bırakan dahi ve kahraman evladı büyük Atatürk'ün eser ve inkılaplarının korunması kadar O'nun sevgisiyle dolu olan Türk milli vicdanının huzurunun da korunması amacıyla çıkarılmıştır. 

 Atatürk'e karşı yapılan hakaret ve tecavüzlerin sadece O'na karşı yapılmış olarak telakki edilmesi mümkün değildir. Bu hakaret ve tecavüzler. O'nun şahsında laik ve demokratik Cumhuriyetimize karşı yapılmış hakaretlerdir. 

 Bu nedenle mülki amirlerimiz ile kolluk kuvvetlerimizin söz konusu Kanunun uygulanmasında titizlik göstermeleri ve yasaya aykırı duruma rastlanılması halinde konunun yetkili Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal ettirmeleri büyük bir önem taşımakladır. 

 Sonuç olarak; 

 1. Yukarıda 15 madde olarak belirtilen ve bu yazı ekinde çalışma programı 
olarak gönderilen hususlar demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin, 
Anayasamızdaki ilkeler doğrultusunda yaşayabilmesi için hayati nitelikte 
unsurlar olup; bunların uygulanması ile korunup kollanması hususunda, basta 
valiler olmak üzere güvenlik güçlerimiz ve tüm kamu kurum ve kuruluşları 
gereken ciddiyet ve titizliği göstereceklerdir, 

 2. Çalışma programında belirtilen ve mevcut durumun tesbitine yönelik 
raporların birer örneği Bakanlığımıza gönderilecektir. 

 3. Valilerimiz her gün yapmakta oldukları asayiş saatinin belli bir bölümünü 
bu yazımız ve ekindeki çalışma programına ayıracaklardır. Bu bölümde görüşülen konulara göre gerektiğinde MİT temsilcisi ile Müftü, Milli Eğitim Müdürü gibi diğer kamu görevlilerinin de katılımı sağlanabilecektir. 

 4. Valilerimiz bu yazımız ve ek çalışma programının uygulanabilirliği üzerinde ki görüşleri ile yasa, yönetmelik değişikliği gibi önerilerini bu yazımızın 
alınmasından sonra bir ay içinde bir rapor halinde Bakanlığımıza gönderecek lerdir. 
Bilgi ve gereğini rica ederim.” 


 Genelgenin ekinde, ayrıca, 16 maddeden oluşan bir tedbirler paketinin yer aldığı faaliyet programı cetveli yer almaktadır. 

 Bu tedbirler aşağıda özetlenmektedir: 

 “1. Laikliğin büyük bir titizlikle ve hassasiyetle korunmasının sağlanması, ihmali görülenler hakkında işlem yapılması, 

 2. Özel yurt ve vakıf okullarının denetim altına alınması, kanuna uygun olmayanların kapatılması ve sorumlular hakkında işlem yapılması, 

 3. Diyanet İşleri Başkanlığı kontrolunda açılmamış Kur’an kurslarının tesbit edilerek faaliyetlerine son verilmesi, 

 4. Dini tesislerin siyasi istismar konusu yapılmaması, dinin tesis ihtiyacının ortaya konulması, bu konudaki çalışmaların il ve ilçe müftülüklerince koordine edilmesi, 

 5. Men edilmiş tarikatların ve 677 sayılı Kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmesi, 


 6. Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişikleri kesilen personel konusunun istismar edilmemesi, istismarın önlenmesi için bazı medya gruplarının aleyhteki yayınları hakkında yasal işlem yapılması 

 - Güvenlik güçlerince durum izlenerek Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal ettirilecektir. 

 - Valilerimizce yeri geldikçe, bu olayın arkasındaki senaryolar anlatılacaktır. 

 7. Kamu kurum ve kuruluşları ile belediyelere, aşırı dinci kesimden veya yasa dışı örgütlerden muhtemel sızmaların önlenmesi için, personel alımı ve çalıştırılmasının devamlı takip edilmesi, sızan bu tip personelin işine son verilmesi, 

 8. Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan koruyabilmek amacıyla komşu ülkelerin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerini önleyici tedbirler paketi oluşturulması 

 9. Aşırı dinci kesimlerin mezhep ayrılıklarını körüklemelerine mani olunması 

 10. Belediyelerin kendileri veya şirketleri vasıtasıyla, irticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasa dışı örgütlerle irtibatı nedeniyle ilişikleri kesilen personelin durumunun tesbit edilmesi, bu şekilde personel çalıştırılmasını önleyici tedbirler alınması, 

 11. Kıyafet Kanununa aykırı uygulamalara mani olunması, taviz verilmeden uygulama yapılması, 

 12. Kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemlerinin yapılmasında taleplerin dikkatle değerlendirilmesi, mevcut aykırılıların düzeltilmesi, 

 13. Kurban derilerinin rejim aleyhtarı kuruluşlarca toplanmasına mani olunması, kurban derisi toplamada Türk Hava Kurumuna destek olunması, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplayanlara karşı müeyyide uygulanması, mülki idare amirliklerince teşvik toplantıları düzenlenmesi, diğer gerçek ve tüzel kişilere toplama izni verilmemesi, 

 14. Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve sorumluları hakkında yasal işlemlerin ivedilikle sonuçlandırılması, yasal olmayan korumaların kaldırılması 

 15. Ülke sorunlarının çözümünü “ Millet ” kavramı yerine “ Ümmet ” kavramı bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendirici girişimler önlenmelidir. 

 16. Büyük kurtarıcı Atatürk’e saygısızlığın önlenmesi, 5816 sayılı Kanunun kesin olarak uygulanması.” 

 2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder