15 Temmuz 2017 Cumartesi

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 14

28 ŞUBAT SÜRECİNİN HUKUKSAL - YARGISAL BOYUTU, BÖLÜM 14

 Eğitimde Katsayı Davası 

 Yargının hukukun gereklerinden ziyade ideolojik kaygılarla hareket ettiğini göstermek açısından, son dönemde Danıştay’ın üniversite giriş sınavlarında katsayı uygulamasına ilişkin verdiği kararlar üzerinde de durulmalıdır. 28 Şubat 1997 öncesinde, Türkiye’de üniversiteye giriş sisteminde genel liseler ile meslek liseleri arasında herhangi bir ayrımcılık söz konusu değildi. Öğrenciler -hangi liseden geldiklerine bakılmaksızın- aynı sınava tabi tutulurlar ve bu sınavda gösterdikleri başarı oranında üniversitelere yerleştirilirlerdi. 

28 Şubat süreci ile bu durum kökten bir değişikliğe uğradı. MGK’nın, 28 Şubat 1997’de “irticai faaliyetlere karşı mücadele çağrısı”nı içeren bir bildiri yayınlama sı ile birlikte tüm dengeler alt-üst oldu. YÖK, meslek liselerinin ağırlıklı orta öğretim puanlarının, ÖSS’de alanlarında bir okulu seçerlerse 0.5, alanlarının dışında bir okulu seçerlerse 0.2 ile çarpılmasını kararlaştırdı ve böylece katsayı sorunu doğdu. 

Sorunun temeli, hesaplama yönteminin değiştirilmesinden ötürü meslek liselerinden mezun öğrencilerin üniversiteye giriş sınavlarında daha fazla soru yapsalar bile genel lise mezunlarından daha az puan almaları ve dolayısıyla üniversitelere girememeleriydi. Meslek lisesi öğrencileri üniversite sınavında doğru cevapları çok düşük bir katsayı ile çarpıldığı için- genel lise öğrencilerin den çok daha fazla soruyu doğru çözseler bile daha az puan aldıklarından başarısız sayılıyorlar ve hak ettikleri üniversiteleri okuma imkânları ellerinden alınıyordu. Bu ayrımcı uygulamanın öncelikli hedefi, İmam Hatip liseleri idi. 

21 Temmuz 2009’da YÖK, üniversiteye giriş sınavında farklı katsayı uygulamasını kaldıran bir karar aldı. Bu kararla düz lisede okuyanlar ile mesleklisesinde okuyanların katsayısı eşitlendi ve lisede seçtiği alanın dışında bir alanda üniversite eğitimi almak isteyenlerin karşılaştıkları dezavantaj ortadan kaldırıldı 

İstanbul Barosu, YÖK’ün bu kararına karşı, kararın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle dava açtı. Danıştay 8. Dairesi, YÖK’ün kararının yürütmesini oy birliğiyle durdurdu. Katsayının eşit olarak uygulanamayacağı görüşünden hareket eden Danıştay, bir bakıma, üniversiteye giren öğrenciler arasında eşitliği tesis eden bir kararı eşitliğe aykırı buldu. Bunun üzerine YÖK, 
konuyu yeniden düzenledi ve düz liseler ile meslek liselerine farklı katsayı uygulanmasını kabul eden ancak katsayılar arasındaki farkı daraltan yeni bir karar aldı. Buna göre, alan içi tercihlerde 0.8, alan dışı tercihlerde 0.3 katsayısının esas alınacağına ilişkin düzenleme değiştirildi, alan içi 0.15, alan dışı ise 0.13 katsayı uygulanması öngörüldü. Fakat İstanbul Barosu, YÖK’ün bu kararının da iptal edilmesi ve yürütmesinin durdurulması talebiyle bir kez daha Danıştay’a başvurdu. Danıştay 8. Dairesi, bu kez de, katsayılar arasındaki farklılığın yeterli olmadığı tezine dayanarak, YÖK kararını hukuka aykırı buldu. 

Danıştay’ın katsayıya ilişkin olarak aldığı her iki karar da, hem Anayasa’ya hem de idare hukukunun temel esaslarına aykırılık taşımaktadır. Bir kere, Anayasa’nın 125. maddesi, idarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olacağını belirlerken, aynı zamanda bu denetimin sınırlarını da çizer. Anayasa’ya göre, yargı makamları, idarenin eylem ve işlemleri hakkında ancak “hukuka uygunluk” denetimi yapabilir, “yerindelik” denetimi yapamazlar. 

Ne var ki, anılan kararlarında Danıştay’ın yerindelik denetimi yaptığı açıktır. Danıştay, kendisini idarenin yerine koymakta, önce düz lise ile meslek lisesi öğrencileri arasında bir eşitliğin olmaması gerektiğine karar vermekte, daha sonra bu eşitsizliğin hangi oranda uygulanması gerektiğini de kendisi belirlemektedir. “0.13–0.15 aralığı yerinde değil, uygun olan 0.8–03 aralığıdır” deyip bir idari işlem yapar gibi yürütmenin yetkilerine müdahale etmektedir. 

Söz konusu kararında Danıştay, hem bir katsayı farkının varlığını zaruri görmekte hem de bu farkın “aşılabilir bir niteliğinin bulunmaması” gerektiğini belirtmektedir. Eğitimin en önemli özelliklerinden biri, bir toplumdaki farklı toplumsal gruplar ve sınıflar arasındaki geçişkenliği sağlamak iken, Danıştay bu kararlarda kullandığı ifade ile eğitimi bir kast sistemi mantığı içinde düşündüğü nü belli etmektedir. 

Danıştay’a göre iki grup vardır: Birinci grup, düz liseler ile fen liseleri ve Anadolu liselerinde okuyan ve yüksek katsayıya sahip öğrencilerden oluşmaktadır ve Danıştay bunları “üst bir hukuki statü”de görmektedir. İkinci grup ise, meslek liselerinde okuyan ve düşük katsayıya sahip öğrencilerden meydana gelmektedir ve Danıştay’ın indinde bunlar “alt bir hukuki statü”ye tekabül etmektedirler. Danıştay, bu iki grup arasında herhangi bir geçişin mümkün olmamasını 
arzulamaktadır. Bu nedenle de, bu gruplar arasındaki farkın, alttakilerin hiçbir şekilde üsttekilerle aynı okulda okumalarına imkân vermeyecek kadar yüksek tutulması gerektiğine hükmedebilmektedir. 

Danıştay’ın “aşılamaz” katsayı farkı oluşturulmasını mecburi görmesinin hukuki bir sebebi yoktur. Öğrencilerin “aşamayacağı” nitelikte bir katsayının belirlenme sini zorunlu kılan herhangi bir hukuk kuralı tasavvur edilemez. Burada Danıştay’ın kararını oluşturan temel faktör, hukuki değil ideolojiktir ve bunun izlerini de 28 Şubat sürecinde bulmak mümkündür. 

Yargının bu şekilde devlet ideolojisinin nüfuz alanında hareket etmesi ve kararlarında bunun etkisi altında kalması, yargı açısından en kritik sorundur. Bu sorun aşılamadığı takdirde, ne yargının gerçek manada bağımsız ve tarafsız olması sağlanabilir ne de demokrasiyi yerleştirmek ve hukukun üstünlüğü ilkesini hâkim kılmak mümkün olabilir. 

Post-modern darbe sürecinde uygulamaya konulan planlardan birisi de, İmam Hatip lisesi mezunlarının yargı kurumları ve kamu yönetimlerinden uzaklaştırılma sıdır. Darbeci zihniyetler, İmam Hatip Liselerini sürekli bir engel olarak görmüşler, bu öğrencilerin önünü kesmek için fırsat kollamışlardır. 

Yargının, darbe süreçlerinde emir komuta zinciri içerisinde hareket etmesi için, imam hatip okullan gündeme alınmıştır. Önce bu okullarda öğrenim gören kız öğrencüer için, "imam olamayacaklarına göre, imam hatiplerde kız öğrenciye gerek bulunmadığı" türünden iddialarla, kız öğrencilerin imam hatip liselerine girişleri engellenmeye çalışılırken, "imam hatiplerde öğrenim gören öğrenci sayısının, Türkiye'nin imam ihtiyacının çok üzerinde olduğu" gerekçesiyle de öğrenci sayısı azaltılmaya çalışılmıştır. 

İmam hatip okullan üzerinde oynanmak istenen oyunlar için önce Bati Çalışma Grubu bünyesinde proje yapılmıştır. 28 Şubat 1997 tarihli Milli güvenlik kurulu kararları arasında "kılık kıyafet sorunu" olarak gündeme getirilmiş, Refahyol iktidarının yıkılması üzerine, yeni oluşturulacak hükümette ele alınması gereken hususlardan biri "imam hatip okullarının kapatılması" olmuştur. Darbe 
sürecinde iktidara getirilenler, kendilerine altın tepsi içinde sunulan iktidar karşılığında, önce imam hatip okullarırun orta lasmını kapatmış, bununla yetinilmeyerek, üniversite sınavı ile hak ettiği her üniversiteye girebilen imam hatip okulu öğrencilerinin önüne "kat sayı" engeli getirilmiştir. 

Katsayı uygulamasına göre, okullar belli alanlara ayrılmış, kendi alanına göre tercih yaptığında orta öğrenim başarı puanı 0.5 ile çarpılmakta, başka bir alana ilişkin üniversiteyi tercih yaptığında, puanı 0.2 ile çarpılmak suretiyle he-' saplanmaktadır. Bu uygulamaya göre imam hatip okullarının alanı, İlahiyat fakülteleri, İlahiyat Meslek Yüksek Okulu ve İlköğretim Din Kültürü ve 
Ahlak Bilgisi Öğretmenliği" ile sınırlanırken, ilahiyat fakültelerine ve diğer iki bölüme- alınacak öğrenci sayılan düşürülmüştür. 

Bir yandan hak ettiği puanı, alan uygulaması ile kırpılmak suretiyle esaslı bir eşitsizlik ve adaletsizlik yapılırken, diğer yandan, girebileceği fakültelerin öğrenci kontenjanı düşürülerek üniversiteler, oldukça başanlı olan bu öğrencilerin yüzlerine karşı kapatılmıştır. Bu haksız ve hukuk dışı uygulamaya karşı, imam hatip lisesi ve meslek liseleri öğrencileri, haklannı mahkemelerde aramaya karar vermişler, bu düşünce ile Danıştay'da davalar açmışlardır. 

Bu yöndeki ilk uygulama, 1999 yılı üniversite giriş sınavında uygulamaya konulmuştur. İmam hatip lisesi öğrencileri tarafından 1999 yılında açılan "kat sayı uygulamasının iptali ve yürütmenin durdurulması" davalanyla, konu Danıştay'a taşınmıştır. 

Danıştay 8. Dairesinde açılan bir davada, Danıştay tetkik hâkimi "hukuka aykırılık nedeniyle davanın kabul edilmesi gerektiği" görüşünü bildirmiştir. 

Dosyayı inceleyen Danıştay savcısı da alan sınırlaması gibi "..radikal değişikliklerin mevcut statü içinde öğrenim gören ve alana yönelmiş öğrencilerin hukuki durumlarında esaslı değişiklik getireceği, kazanılmış haklarını ihlal edeceği, hatta mağduriyetlerine yol açacağı"m belirtmiş, bu yeni uygulama ile "..hukuk programına yerleşmek amacıyla önceki sisteme göre alan seçmiş öğrencilerin tercih ettikleri programa girmeleri hemen hemen tümüyle olanaksız hale geldiği, .. katsayı uygulaması nedeniyle meydana gelen puan kaybının, davacı öğrencinin durumunda olan öğrenciler için tam anlamıyla bir hak kaybı olduğu" nu vurgulamıştır. 

Danıştay savcısı söz konusu görüşlerinde kat sayı uygulamasının ".. mevcut statüde okuyan ve bir alana yönelmiş öğrencilerin mağdur edilmemesi, daha sonraki öğrenci kuşağının da iyi bilgilendirilerek bir geçiş kuralı ile daha sonraki yıllar uygulanması gerekirken doğrudan uygulanmasının hukuka uygun bulunmadığı"m ileri sürmüş ve alan sınırlaması getiren uygulamanın 
"iptaline karar verilmesini" dolayısıyla davamn kabulünü istemiştir.( Danıştay 8.Dairesi 14/12/2000 gün E:1999/397, K:2000/8248) 

Danıştay 8. Dairesi, imam hatip okullanrun üniversiteye girişine engel olarak kabul edilen Danıştay Savcısı ve tetkik hâkimince de hukuka aykırılığı savunulan "alan sınırlaması" davasında "eğitim ükelerinin öngördüğü amaca, kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığı" gerekçesiyle "davamn reddine" karar vermiştir.( Danıştay 8.Dairesi 14/12/2000 gün E:1999/397, K:2000/8248) 

Söz konusu kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, aynı mahiyette karar vererek, alan sınırlamasının hukuka aykırı olmadığına hükmetmiştir. 

İmam hatip okullannda öğrenim gören öğrencilerin yükseköğrenime girişleri için bir engel olarak çıkarıldığında geniş bir halk kitlesinin görüş birliği içinde olduğu "alan sınırlaması" davaları da yargının politik suistimaline uğramış davalardan birisidir. 

Uygulamanın çıkış sürecine bir göz atalım. 

1976 yılında başlayan uygulama ile imam hatip okullan ve diğer meslek liseli öğrenciler yüksek öğrenime geçiş için konulan sınavlara katılmak ve gitmek istediği fakültenin puarara almak kaydıyla üniversitenin her bir bölümüne girebilmişlerdir. Bu süreçte İlahiyat Fakültesi başta olmak üzere, Tıp fakülteleri, Mühendislik fakülteleri ve özellikle de Hukuk fakülteleri ile Siyasal Bilgiler 
fakültelerine binlerce imam hatip öğrencisi kayıt yaptırmış ve mezun olmuştur. 1998 yılma kadar herhangi bir engelle karşılaşmayan imam hatip lisesi öğrencüerinin, 1990'lı yıllarda hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerine yönelmeleri, bazı çevreleri rahatsız etmiştir. 

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta meydana gelen olaylarla ilgili olarak açılan davada -hiç ilgisi olmamasma karşın-imam hatip okulları gündeme gelmiş, olayda bir çocuğu vefat eden Alevi bir vatandaşımız, duruşmada, "imam hatip okullarının kapatılması halinde şikâyetinden vazgeçeceğini" beyan etmiştir. 

Aynı yıllarda görev yapan Adalet Bakanı Mehmet Moğultay, hâkim ve savcı alımları için yapılan bir smavı "kazananların çoğunluğunun imam hatip kökenli kişiler olduğu" gerekçesiyle iptal etmiş, müteakip dönemde yapılan sınavlara katılarak smavı kazanan imam hatip mezunlarını da mülakatlarda elemek suretiyle görev almalarını engellemiştir. 

O günlerde imam hatip okullarının kapatılması ile ilgili bazı projeler düşünülmüş ise de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve siyasi iktidarın zayıflığı nedeniyle düşünülen projeler uygulamaya konulamamıştır. 

1995 genel seçimleri, beklentilerini karşılamamış, Refah Partisi seçimden birinci parti olarak çıkmıştır. Refah Partisinin iktidara getirilmemesi için çaba sarfedilmiş ancak diğer partilerden bir koalisyon oluşturulamadığı için Refah-Yol olarak anılacak Refah Partisi-Doğruyol Partisi tarafından oluşturulan hükümet iş basma gelmiştir. 

İmam hatip okulları, Refah Partisi'ne karşı verilen mücadelede sürekli bir argüman olarak kullanılmıştır. Zaman zaman bu partinin "arka bahçesi" nitelemesine maruz kalan imam hatip okullannın, orta kısımlarının kapatılması için, ilköğretimin 8 yıla çıkarılması gündeme getirilmiş, bu eğitimin "kesintisiz" olması kararlaştırılmıştır. Refah-Yol iktidan kısa bir süre içinde postmodern 
darbe üe yıkıldığından bu proje sonuçlanmamıştır. İktidann hemen teslim edildiği Anavatan Partisi'nin yandan destekli iktidan, imam hatip okullanna karşı uygulanacak projeler için uygun bir zemin oluşturmuştur. 

Önce ilköğretimin süresi 8 yıla çıkarılarak imam hatip okullarının orta kısmı kapatılmıştır. İlginç olanı "kesintisiz eğitim yasasıyla imam hatip okullannm orta kısmının kapa-tılmasırun", Anavatan Partisi genel başkam Mesut Yılmaz tarafından Hacıbektaş'ta yapılan bir konuşmada "Alevi vatandaşlara armağan ettiğinin" açıklanmasıdır. İmam hatip okullarının kapatılmasından Alevi 
vatandaşların ne tür bir kazanından olacağı, bu güne kadar anlaşılamamıştır. Kanaatimizce "imam hatip okullarm kapatılması" politik bir araç olarak kullamlmasmdan öte bir anlam ifade etmemektedir. 

1997 yılı sonu itibariyle İstanbul Üniversitesi Rektörlü-ğü'ne seçilen Kemal 
Alemdaroğlu'nun ilk ele aldığı konulardan biri, kız öğrencilerin başörtüsü kullanmasının nasıl engelleneceği, diğeri ise Hukuk ve Siyasal Bilgüer Fakültelerinde çok miktarda bulunan imam hatip lisesi mezunu öğrencilerin fakülteye girişlerinin nasıl engelleneceğidir. 

Bu amaçla 24 Haziran 1998 tarihinde Ankara'da yapılan bir toplantıda, Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültelerinin durumu tartışılmıştır. Toplantıda İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü Mehmet Haberal ve Kocaeli Üniversitesi Rektörü ile Türkiye Barolar Birliği başkanının ortak girişimi olarak "Hukuk Fakültelerine Türkçe-Matematik puanı ile öğrenci alınması" talebi gündeme getirilmiş, dönemin psikolojik savaş şartlarına 
da uygun düşen bu talep, bir emir gibi telakki edilerek Yüksek öğretim Genel Kurulu'nun 30 Temmuz 1998 tarihli toplantısında kabul edilmiştir. Bu kararla sadece Hukuk fakülteleri değil, aynı zamanda " Kamu yönetimi programlarına " da Türkçe-Matematik puanına göre öğrenci yerleştirilmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla üniversite girişleri de bu karar doğrultusunda acilen 
Şekillendirilmiştir. 

Post modern darbeyi bin yıl sürdürmek isteyenler, Türkiye'nin yönetiminde etkinliğe sahip olan hukukçu ve kamu yöneticisi yetiştiren fakültelere girişler için tedbir almak istemişlerdir. 

Bu husus, dava dosyasına bakınız nasıl yansımıştır. 

Alan sınırlamasının kaldırılmasına dair davada Yüksek öğrenim Kurulu adına verilen cevapta aynen şöyle denilmektedir: 

"Yıllardan beri yüksek yargı organlannın, Türkiye Barolar Birliği'nin ve başta gelen hukuk fakültelerinin ısrarlı bir şekilde hukuk fakültelerine öğrenci yerleştirilmesinde sosyal bilimler ağırlıklı puan yerine Türkçe-Matematik ağırlıklı puanların esas alınması talepleri göz önüne alınarak...Yükseköğretim Genel Kurulu'nun Hukuk fakültelerine girişte seçme ve yerleştirmenin 'sosyal ağırlıklı puan' yerine 'Türkçe-Matematik ağırlıklı puan' esas alınarak yapılması yönündeki kararı, hukuk eğitiminin ve bu hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini yakından ilgilendiren önemli bir karardır" 


 15 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder